Ayələrin Tərcüməs(n)i


İHSANIN HİDAYETE, ZULMÜN DƏ SAPIKLIĞA YOL AÇMASI ÜZERİNE



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə47/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   60

İHSANIN HİDAYETE, ZULMÜN DƏ SAPIKLIĞA YOL AÇMASI ÜZERİNE

Az önce də değindiğimiz gibi bu, Quranın açıkladığı değişmez bir gerçektir. Quran, istisna kabul etmez bu külli kuralı değişik ifadelerle dile getirmiştir. Öğretilerinin esasını oluşturan bir çox gerçeği də, buna dayandırmıştır. Söz gelimi yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyurur: "O, hər şeye yaratılışını verdi, sonra doğru yolu gösterdi." (Taha, 50)

Bu ayəs(n)i kerime gösteriyor ki, bütün varlıklar, yaratılış süreçlerinin tamamlanmasından sonra, yüce Allah'ın yol göstericiliği ilə, kendilerine bahşettiği bir hidayet ilə, varlığının hedeflerine və zatının kema-latına yönelir. Bu isə, ancak kendisinin dışındaki varlıklarla kurduğu ilişki, etki, tepki, birleşme, ayrışma, bütünleşme, ayrılma, yakın olma, uzaq olma, alma, verme, türünden gerçekleştirdiği yararlanma şekilleriyle mümkün olabilir.

Bilindiği gibi, varoluş və yaratılışla ilgili olgular, öngörülen sonuçlara varma hususunda heç yanılmazlar, varlıklar hedeflerini şaşırmazlar, maksatlarında yanılgıya düşmezler. Örneğin atəş, oduna temas etmesi durumunda, onu soğutmayı irade etmez (tersine, yakar). Yeşeren bir bitki, bu doğal hareketiyle sadece gövdesinin büyümesini kasteder, küçülmesini değil. Yüce Allah, bir ayette şöyle buyurur: "Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir." (Hud, 56) Öyleyse varlık aleminde hedefinden şaşma, ihtilaf yoktur.

Bu iki öncülden, yani hidayetin evrenselliğinden və varlıkların hedefini şaşırmamasından bu sonuç çıkıyor: Hər şey, başkasıyla gerçek bir bağlantı içindedir. Varlıklarla, izleri və hedefleri arasında xüsusi bir yol ya da yollar mevcuttur. Varlıklar kendilerine özgü maksat və sonuçlara ulaşmak üçün bu yoldan veya yollardan geçerler. Varoluşsal maksat və amaçlar də, ancak xüsusi yollardan, amaca ulaştırıcı kanallardan elde edilebilir. Bu halda bir çekirdek, ancak yeşertebileceği bir ağacı yeşertebilir. Bu arada, böyle bir sonuca ulaşmasını kolaylaştıracak yolu, sebepleri və xüsusi şartları devreye sokması gerekecektir. Aynı şekilde, bir ağac da ancak verebileceği meyveyi verir. Çünkü hər sebep, hər sonucu doğurmaz. Nitekim yüce Allah buyuruyor ki: "Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan isə, kavruktan başkası çıkmaz." (Ə'RAF, 58) Həm ağıl, həm də duygu bu yasaya tanıklık etmektedir. Aksi olsaydı, genel nedensellik yasası bozulmuş olacaktı.

Durum bundan ibaret olduğuna göre, yaratılış və varoluş yasası, hər şeyi xüsusi bir hedefe yöneltmektedir, başkasına değil. Yaratılış yasası, hər hedefe belli bir yoldan ulaşılmasını öngörür, bu xüsusi yoldan başka bir yol ilə hedefe ulaşılmaz. "Hər şeyi sapasağlam və yerli yerinde yapan Allah'ın sanatıdır." (Nəml, 88) Bu halda, bu varoluşsal silsilelerin hər biri bir hedefe və sonuca bağlıdır. Bu silsilenin herhangi bir halkasının değiştiğini varsayarsak, bu kaçınılmaz olarak sonuçların də değişmesini gerektirir. Bu söylediklerimiz yaratılış və varoluşla ilgilidir.

Varoluş yasası ilə ilgili olmayan sosyal değerlendirmeler və benzeri şeyler də öyle. Çünkü bunlar də varoluş yasasına dayanan fıtratın gerektirdiği sonuçlardır. Buna göre bütün sosyal işler, toplumun öngördüğü bütün makamlar və sergilenen bütün fiiller, sonuçlar və amaçlarla ilintilidirler. Bunlardan ancak bu sonuçlar və amaçlar doğar. Bunlar də ancak ondan türeyebilirler.

Bu halda, yapıcı, olumlu bir eğitim ancak yapıcı və olumlu bir eğitici tarafından gerçekleştirilebilir. Bozguncu bir eğiticinin eğitimini ancak yıkıcı sonuçlar izler (bozgunculuk, onun özünde gizlidir). Bu adam yapıcı biri gibi görünse də, eğitimde doğru bir yöntem uygulasa də, içindeki bozgunculuk unsurunun üzerini yüzlerce perde ilə örtse də, bunun də üzerine min hicap gerse də, sonuç olumsuz olacaktır. Zorba yönetici və yargı makamına layık olmadığı halda bu makama oturan yargıç də öyle. Aynı değerlendirme, toplumsal bir makamı yasal olmayan yollardan işgal edən herkes üçün geçerlidir.

Aynı şekilde, batıl esaslı bir fiil, bir şekilde hakka benzese və bu özelliğiyle bir süre üçün hakkın yerine geçse, batıl bir söz, batıl bir mesaj haqq sözün, haqq mesajın yerine geçse, örneğin hainlik güvenilirlik gibi, kötülük iyilik gibi, düzenbazlık yapıcılık gibi, yalan doğruluk gibi görünse də çox geçmeden belirtiler, sonuçlar kendini gösterir, bir süre üçün gözleri yanıltsa də, doğruluk və haqq kisvesine bürünse də devamlılık göstermez, bir yerde kesilir və gerçek ortaya çıkar. Bu Allah'ın yaratılışa əsas kıldığı yasasıdır. "Allah'ın yasasının değiştiğini göremezsin, Allah'ın yazısının başkalaştığını göremezsin." (Fatır, 43)

Haqq ölmez, etkinliği sarsılmaz. Belli bir dönem, algılanmasa bile. Batıl də kalıcı değildir. Kimi zaman idrakleri yanıltsa bile etkisi süreklilik göstermez. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hakkı gerçekleştirmek və batılı geçersiz kılmak üçün." (Ənfal, 8) Hakkın gerçekliğinin bir kanıtı də, etkisinin kalıcılığıdır. Batılın geçersizliğinin bir ifadesi də, bozgunculuğunun, yıkıcılığının ortaya çıkmasıdır, çeşitli hile və entrikalar sonucu büründüğü haqq kisvesinden soyutlanmasıdır. Yüce Allah bu gerçeğe şöyle temas edər:

"Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz güzel bir ağac gibidir ki, onun kökü sabit, dalı isə göktedir. Rabbinin izniyle hər zaman yemişini verir. Allah insanlar üçün örnekler verir; umulur ki onlar öyüd alır-düşünürler. Kötü söz isə, kötü bir ağac gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında və ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri də şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar." (İbrahim, 24-29)

"Zalimler" sözcüğü ayə içinde mutlak olarak kullanılmıştır. Buna göre yüce Allah, içinde bulundukları durumdan ötürü onları saptırır. Onların durumu isə hakkı, kendisine yakışmayan bir yoldan yani batıl yoldan talep etmeleridir. Nitekim yüce Allah, Yusufdan (ə.s) naklen şöy-le buyurur: "Dedi ki: Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Rabbimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek budur ki, zalimler kurtuluşa ermez." (Yusuf, 23)

Zalim kimse, zulmüyle kurtuluşa ermez, zulmü də onu, ihsan sahibi kimsenin iyiliğiyle və muttakinin də takvasıyla ulaştığı sonuca ulaştırmaz. Yüce Allah, bu anlamı bu şekilde vurgulamaktadır: "Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir." (Ankebut, 69) "Sonuç də takvanındır." (Taha, 132)

Değişik konularla ilgili olmakla beraber, bu değerlendirmemizi pekiştirecek içerikte bir çox ayə vardır. bu ayetlerin ən/en kapsamlısı və etraflısı heç kuşkusuz bu ayəs(n)i kerimedir: "Allah gökten bir su indirdi də dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel də yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir bəzək veya bir meta sağlamak üçün ateşte üzerinde yakıp-erittikleri şeyler (madenler)de də bunun gibi bir köpük vardır. İşte Allah, haqq ilə batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır gider. İnsanlara yarar sağlayacak şey isə, yeryüzünde kalır. İşte Allah örnekleri böyle vermektedir." (Rə'd, 17)

Daha önce, aklın də bunu onayladığına işaret etmiştik. Çünkü bu, bütün evrende yürürlükte olan sebep-sonuç kanununun evrenselliğinin bir gereğidir. Ayrıca, tez-tez yinelenen duyumlar ilə oluşan kesin deney də buna tanıklık etmektedir. Hemen hər kəs zalimlerin aqibətinə, köklerinin kurutulmasına ilişkin ən az bir neçə haberi zihninde muhafaza etmiştir.

* * *

259) Ya da ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini görmedin mi?

Ayetin orijinalinde geçen "haviye" kelimesi "haliye" yani "boş və ıssız" demektir. Kimsenin oturmadığı tərk edilmiş boş ev üçün "Havet'-id-daru, tehvi, havaen" derler. "Uruş" kelimesi isə, "ərş"in çoğuludur. Direklere dayalı olarak uzanan asmalar anlamında kullanılır. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurur: "Asmalı və asmasız bahçeleri" (Ən'am, 141) Bu yüzden evin tavanına də "ərş" denilmiştir. Ancak ikisinin arasında fərq vardır. Tavan, yerden yükselen duvarlar üzerine konur. Çardak isə, tavanla birlikte, direklere də denir. Asmalı bahçelerin şekli gibi. Bu yüzden ıssız şehirler üçün "haliyetun al/götürə uruşiha (=altı üstüne gelmiş)" denebilir, amma "haliyetun al/götürə sakfiha (=tavanı tabana gelmiş)" denemez.

Tefsir bilginleri "ya da" diye başlayan ifadenin başındaki atif edatının, hangi maksadı vurgulamaya yönelik olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazılarına göre: Bu ifade, önceki ayette yer alan/sahə "ellezi həccə İbrahimə (=İbrahim'le tartışmaya giren)" ifadesine atfedilmiştir. Atif edatından sonraki "kef" harfi isə, "gibi" manasını ifade edən bir isimdir; hərf değil. Dolayısıyla şöyle bir anlam elde edilmiş olar: ...Ya da bir şehre uğrayan kimse gibisini gördün mü? İfadenin başında "kef" harfinin yer alması isə, tanıkların birden fazla olduğuna dikkat çekmek içindir.

Bir diğer görüş də şöyledir: Atif edatından sonra yer alan "kef" harfi fazladır, fonksiyoner değildir (tekidi bildirir). Cümlenin anlamı də şöyledir: "İbrahim'le tartışanı görmedin mi ya da bir şehre uğrayanı?" Bir diğer görüş da şudur: Burada mana nitelikli bir atif söz konusudur; yani bu cümle önceki cümleden kastedilen anlamı belirginleştirmiştir və anlamı göz önünde bulundurularak ona atfedilmiştir. Sonuç cümlenin anlamı şöyledir: İbrahim'le tartışan gibisini, ya da bir şehre uğrayan gibisini görmedin mi?

Bir diğer görüş isə şöyledir: Bu söz, Hz. İbrahim'in kendisinin diriltip öldürdüğünü iddia edən hasmına verdiği cevaptan ibarettir. Bu durumda ifadenin açılımı şöyle olar: "Əgər sən diriltiyorsan, haydi, bir şehre uğrayan adamın diriltilişi gibi bir diriltme olayını gerçekleştir." Tefsir bilginlerinin, ayetin başındaki atif edatının hangi maksada yönelik olduğunu belirlemek üçün ileri sürdükleri görüşler bunlardır. Ancak, hiçbirisi okuyucunun də gözlemlediği gibi doğru değildir.

Benim zannımca -Allah doğrusunu herkesten daha yaxşı bilir- ifadenin başındaki atif edatı, yapılan değerlendirmelerin üçüncüsünde işaret edildiği gibi önceki cümlenin anlamına yöneliktir. Fakat ifadenin açılımı, orada yapıldığı gibi değildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: "Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri isə tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar." ayetinden bu sonuç çıkıyor: Allah möminləri hakka iletir, kafir olanı də küfür içindeyken doğru yola iletmez. Tam tersine, kafirin Allah'ı bir yana bırakarak edindiği dostları onu saptırırlar. Ardından yüce Allah, bunu kanıtlayıcı üç örnek sunarak, Allah'ın doğru yola iletmesini, çeşitli kısımlarını gözler önüne serdi. Yüce Allah'ın yol göstericiliğini birbirini izleyen üç aşama şeklinde inceleyebiliriz:

1) Delil və belge sunmak suretiyle hakka iletme. Hz. İbrahim'le Rabbi konusunda tartışmaya giren kafir adamın (Nemrud'un) kıssasında olduğu gibi. Bu kıssada görüldüğü gibi, Hz. İbrahim hakka iletilmiş, doğru sözü söylemesi sağlanmıştır. Hz. İbrahim'le tartışan adam isə, bu belgeler aracılığı ilə doğruya erişememiştir. Tam tersine, apışıp kalmış, küfrü onu sapıklığa iletmişti. Kıssada Hz. İbrahim'in gerçeğe iletilmesine doğrudan değinilmemiş, konunun iskeletini rakibinin tavrı oluşturmuştur. Bununla də daha değişik bir məqsəd güdülmüştür ki bu məqsəd bu cümlede belirtilmiştir: "Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez."

2) Göstermek və somut kanıtlar sunmak suretiyle gerçeğe iletme. Altı üstüne gelmiş ıssız bir şehre uğrayan adamın kıssasında olduğu gibi. Bu kıssada, diriltme və öldürme hususunda adamın kafasında problemler oldu. Onun öldürülüp diriltilmesiyle və ayette işaret edilen diğer hususlarla meselenin kanıtlandığı vurgulanıyor.

3) Olayın süzüldüğü gerçeği və sebebi tanık göstermek suretiyle olguyu açıklama və gerçeğe iletme. Diğer bir ifadeyle sebep və sonucu birlikte gösterme. Heç kuşkusuz bu, doğru yola iletmenin və bir gerçeği açıklamanın ən/en etkili, ən/en üstün və ən/en kalıcı mertebesidir.

Diyelim ki bir adam, peynir denen nesneyi heç görmemiştir və onunla ilgili kuşkuları vardır. Bu adamın kuşkuları peyniri gören, yiyen və tadına bakmış bulunan bir adamın şahitliğine başvurularak giderilmeye çalışılabilir. Və yine, bir parça peynir kendisine gösterilir, tadına baktırılabilir. Üçüncü yol isə şudur ki; bir miktar süd getirilir, içine biraz peynir mayası katılır və peynir kıvamına gelince, kendisine sunulur və tadına bakması istenir. Şüpheyi gidermenin ən/en etkili yolu budur.

Bu açıklamadan sonra söz mövzusu üç ayetten güdülen amaçla ilgili olarak (ki üç makama şahit və örnek göstermedir) hər üç kısım axış və doğru yolu gösterme karşı tarafa amacı iletmede geçerli olabilir. Buna göre üç değişik yorum çıkarabiliriz: Allah mümini hakka iletir: Hz. İbrahim'le Nemrud kıssasını duymadın mı? Ya da bir şehre uğrayan adamın kıssasını? Ya da Hz. İbrahim və kuşlar kıssasını?

Şöyle də denebilir: Heç şüphesiz Allah möminləri hakka iletir: Ya tartışma kıssasında Hz. İbrahim'in gerçeğe iletilmesi gibi -ki bir növ hidayete ermedir bu- ya da bir şehre uğrayan adamın gerçeğe iletilmesi gibi- bu da hidayete ermenin bir başka şeklidir- ya da Hz. İbrahim və kuşlar kıssasındaki gibi- hidayete ermenin, doru yola erişmenin bir başka şekli-

Veya şöyle denir: Yüce Allah müminleri hakka iletir. Sana bunu kanıtlayacak somut olayları hatırlatıyorum. Söz gelimi, tartışma kıssasını, bir şehre uğrayan adamın kıssasını və bir də İbrahim'in "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster." dediğini hatırla.

Konunun akışı gereği, hər üç ayete uyabilecek değerlendirmelerdir bunlar. Nə var ki, yüce Allah, bu açıklamaları yaparken edebi sanatlara başvuruyor. Bu amaçla üç ayetin hər birini farklı bir ifade tarzıyla sunuyor. Böylece muhatapların zihinleri canlı tutuluyor, bir də mümkün olduğunca ifade tarzından yararlanma hedefleniyor.

Bundan sonra bu husus açıklığa kavuşuyor: "Ev kellezi (=Ya də... gibisini...)" ifadesi, önceki ayetin işaret ettiği takdir edilmiş bir cümleye atfedilmiştir. Bu durumda ifadenin takdiri açılımı şöyledir: Ya İbrahim'le tartışmaya giren gibisini veya bir şehre uğrayan gibisini..." Açıklığa kavuşan bir diğer husus də şudur: Bir sonraki ayette iştirak edən, "Hani İbrahim…" demişti." ifadesi, önceki ayetin işaret ettiği takdir edilmiş bir cümleye atfedilmiştir. Ki şöyle bir anlam elde edebiliriz: Tartışma kıssasını, bir şehre uğrayan kimsenin kıssasını və İbrahim'in "Rabbim bana... göster" dediğini hatırla..."

Yüce Allah, ayette işaret edilen şehre uğrayan kimsenin adını, uğradığı şehri və bu şehirde ikamet edenleri və "seni insanlara ibret belgesi kılacağız." şeklinde ayette işaret edildiği gibi bir ayə olsun diye diriltilip gönderildiği halkın kimliğini gizli tutmuştur. Oysa, örneklendirme bağlamında isimlerine işaret edilmiş olması daha uygun və kuşkuları giderme bakımından daha etkili olacaktı.

Ancak, ayette sözü edilen ölümden sonra dirilme mucizesi, aynı şekilde bu tərz bir yol göstericilik örneği, büyük bir hadisə olduğu, ayrıca qeyri-mümkün və olağanüstü bir şey gibi algılandığı üçün hər şeye gücü yeten hikmet sahibi konuşmacının olaydan küçümseyici, basitleştirici bir edayla söz etmesi belagat sanatının bir gereğidir. Bununla muhatapların və dinleyicilerin olayı qeyri-mümkün görme eğilimlerinin kırılması amaçlanmıştır. Büyük şahsiyetler, kendi konumlarını yüceltmek üçün, başka şahsiyetlerden və onların gerçekleştirdikleri büyük işlerden söz ederlerken böyle bir tavır takınırlar... Bu nedenle, ayəs(n)i kerimede kıssanın bir çox yönü karanlıkta bırakılmıştır ki, aslını belirlemek güçtür. Məqsəd, bu işin Allah'a göre basit olduğunu vurgulamaktır.

Yine bu gerekçeden dolayı, önceki ayette işaret edilen tartışmada İbrahim'in rakibi konumundaki kişinin adından də söz edilmemiştir. Hemen sonraki ayette, gündeme getirilen kıssanın bağlamında kuşların, dağların isimlerinin, parçalara ayrılan kuşların qaç/neçə parçaya ayrıldıklarının belirtilmemiş olması də bu amaca yöneliktir.

Hz. İbrahim'in (ə.s) adının açıkça zikredilmesine gelince, Qur-anda ona ayrı bir əhəmiyyət verilir: "Bu, İbrahim'e kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir." (Ən'am, 83) "Böylece İbrahim'e göklerin və yerin melekutunu gösteriyorduk ki… və kesin inananlardan olsun." (Ən'am; 75) Hz. İbrahim'in adından açıkça söz edilmesi ona verilen xüsusi önemi yansıtmaktadır.

Yüce Allah'ın Quranı Kerim'de diriltme və öldürme olayından söz ederken, genellikle bu işin basitliğini, küçümseyici bir ifadeyle dile getirmesinde yatan neden, önce işaret edilen nüktedir: "Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan Odur. Bu ONA çox kolaydır. Göklerde və yerde ən/en yüce misal O'nundur. O, güçlü və üstün olandır, hikmet sahibidir." (Rum, 27) (Zəkəriyyə): "Rabbim, dedi benim nasıl oğlum olar?... "Rabbin dedi ki: Bu Benim üçün kolaydır, daha önce sən heç bir şey değil ikən seni yaratmıştım." (Meryem, 8-9)

Demişti ki: "Allah, burasını ölümündən sonra nasıl diriltecekmiş?"

Yani: Allah bu şehrin halkını nasıl diriltecek?" Dolayısıyla "Şehre soruş." (Yusuf, 82) ayetinde olduğu gibi burada də məcazi bir ifade kullanılmıştır.

Adam bu sözü, işin önemini, büyüklüğünü vurgulamak və yüce Allah'ın gücüne dikkat çekmek üçün söylemiştir. İnkara yol açan qeyri-mümkün görmeden ya da qeyri-mümkün görmeye yol açan inkardan kaynaklanan bir söz değildir bu. Bunun kanıtı də, yüce Allah'ın onun ağzından kıssanın sonunda aktardığı bu ifadedir: "Biliyorum ki gerçekten Allah, hər şeye güc yetirendir." Dikkat edilirse, "Şimdi biliyorum..." şeklinde bir ifade kullanmıyor. Nitekim benzeri bir ifade Mısır vezirinin karısının ağzından aktarılmıştır: "İşte bu anda gerçek orta yere çıktı." (Yusuf, 51) Buna ilişkin açıklamaya az sonra yer/yeyər vereceğiz.

Kaldı ki adam, kendisiyle konuşulan bir peygamberdir və insanlara bir ibret dersi olsun diye diriltilen bir mucizedir. Peygamberlerse ma-sumdurlar. Dinin temel bir ilkesi olan "ölümden sonra diriliş"ten yana kuşku içinde olmaları mümkün değildir.

Bunun üzerine Allah, onu yüz/üz il öldürdü, sonra onu diriltti.

İfadeden ruhunun alınması suretiyle öldürüldüğü və bu şekilde yüz/üz il bekletildiği, sonra də ruhu bedenine iade edilerek diriltildiği anlaşılıyor.

Bazı tefsir bilginleri bu ifadeye ilişkin olarak şöyle demişlerdir: "Bu ifadede işaret edilen ölümden maksat, tibb bilginlerinin koma halı dedikleri olaydır ki bu durumda canlı varlık duyarlılığını və bilincini yitirmekle beraber, hayatın əsl fonksiyonuna sahip olar və bu şekilde uzun süre, günler, aylar və yıllarca kalabilir. Nitekim Ashab-ı Kəhf kıs-sasından də anlaşılan aynı şeyin olmasıdır. Bunlar üç yüz/üz dokuz il uyumuşlar, arkasından yüce Allah onları dirilterek, bunu ölümden sonra dirilişin bir kanıtı olarak insanların dikkatine sunmuştur. Bu bakımdan iki kıssa arasında benzerlik vardır.

Bu tefsir bilgini devamında şöyle diyor: Bu zamana kadar karşılaşılan koma hallerinde, bu durumun birkaç yılı aştığına rastlanmamıştır. Dolayısıyla yüzyıllık bir koma halı, alışılmadık olağanüstü bir durumdur. Ancak insanı, birkaç yıllık bir komaya sokmak suretiyle canını almaya güc yetiren yüce Allah, koma halını yüz/üz yıla kadar uzatma gücüne də sahiptir. Bizim kanaatimize göre, Allah'ın ayetlerinde tevatür düzeyinde ifade edilen olayları və bunların zahiri anlamlarını kabul etmek, bunların imkansızlardan olmayıp mümkün nitelikli olmaları şartına bağlıdır. Nitekim yüce Allah, bu koma halını, ardından duygu və bilincin yüz/üz senelik bir zamandan sonra geri verilişini, ölmelerinin üzerinden binlerce il geçtikten sonra, ölülere tekrar hayatın geri verilişinin mümkün oluşuna bir kanıt olarak ileri sürüyor." Söz mövzusu tefsir bilgininin söyledikleri özetle bunlardan ibarettir.

Anlayamıyorum, nasıl oluyor də ayette sözü edilen "öldürdü" (e-matehu) ifadesi ilə sırf Ashab-ı Kəhf kıssasına olan benzerlikten (bir növ koma halının söz mövzusu olduğu varsayımından hareketle) dolayı, "koma" halının kastedildiğine hükmediliyor? Oysa ifade son derece açıktır: "Allah onu öldürdü." yani, bildiğimiz ölüm olayı kastediliyor, adı geçen tefsircinin uydurduğu "koma halı" değil. Acaba bu, heç kimsenin kıyası onaylamadığı bir meseleyle ilgili olarak kıyas yapmak değil midir? Halbuki konu yol göstericilikle ilgilidir.

Əgər, yüce Allah'ın bir insanı, olağanüstü bir durum olarak yüz/üz il boyunca "koma halı"na sokması mümkün isə, aynı kişiyi yüzyıl boyunca ölü bırakıp sonra diriltmesi də mümkün olmalıdır. Çünkü ONun katında bu olağanüstü durumla, bu olağanüstü durum arasında herhangi bir fərq yoktur. Nə var ki, yukarıdaki iddiayı ortaya atan tefsirci, herhangi bir somut kanıta dayanmadan ölülerin dünyadayken diriltilmesini qeyri-mümkün görüyor. Bu yüzden ayəs(n)i kerimenin devamındaki bu cümleyi də tevil etme gereğini duyuyor: "Kemiklere də bir bax nasıl bir araya getiriyoruz, sonra də onlara et/ət giydiriyoruz." İleride bunu də etraflıca ələ alacağız.

Kısacası, "Bunun üzerine Allah onu yüz/üz il öldürdü." ifadesinde kullanılan "öldürdü" kelimesi açıklığı itibariyle, bir də kendisinden önce iştirak edən, "Allah bunu nasıl diriltecekmiş" ifadesi və sonrasında yer alan, "Yiyeceğine və içeceğine bax, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bax…" ifadesi və "kemiklere də bir bax" ifadesi ilə birlikte düşünülünce, gerçek anlamda bir öldürme və diriltmeye delalet ettiğinden kuşku duyulmaz.

Və ona dedi ki: "Nə kadar kaldın?" O, "Bir gün veya bir günden az kaldım." dedi. Allah ona, "Hayır, yüz/üz il kaldın." dedi.

Ayetin orijinalinde geçen "lebiste" fiilinin məsdəri olan "lebs" kelimesi, "durup eğlenmek, beklemek" demektir. "Bir gün veya bir günden az" şeklinde tərəddüdlü bir cevap verilmiş olması, adamın öldüğü vakitle dirildiği vaktin farklılığını gösterir. Sabahın erken vakitlerinde ölüb günün sonunda dirilmiş olması yani. Öyle anlaşılıyor ki adam, ölüb dirilmeyi uyuyup uyanma şeklinde algılamış. Sonra zamanlarda bir farklılık olduğunu fark edince, bu iki vaktin arasına gecenin girip girmediği hususunda tərəddüdə düştü və əgər araya gece girmişse "bir gün" (şayet girmemişse) "veya bir günden az" şeklinde bir cevap verdi. Bunun üzerine Allah ona: "Hayır yüz/üz il kaldın" dedi."

Beləykən yiyeceğine və içeceğine bax, henüz bozulmamış... sümüklərə də bir bax, necə bir araya gətiririk, sonra onlara et/ət giydiriyoruz." dedi.

Adamın başından geçenleri anlatan bu cümlelerin ifade tarzı son derece ilginçtir. Mesela "bax" kelimesi üç kere tekrarlanmıştır. Oysa konunun akışı bir kereyle yetinilmesini gerektiriyor. Yiyecek, içecek və eşekten söz ediliyor. Oysa ilk bakışta bunlardan söz etmeye gerek olmadığı şeklinde bir düşünce geliyor zihnimize. Sonra araya: "Seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir" cümlesi giriyor. Halbuki, normalde bu cümlenin "Kemiklere də bir bax" ifadesinden sonra yer/yeyər alması gerekirdi. Bununla beraber, söz konusu yıkık beldeden geçmekte olan bu adamın gözünde büyüttüğü bu hadisə (üzerinden uzun bir süre geçtikten və bütünüyle değişime uğradıktan sonra ölünün dirilmesi olayı) bizzat kendisinin ölümden sonra gerçekleşmiş oldu. Bu halda bu adama "Kemiklere bax" diye ikinci bir əmr yöneltmeyi gerektiren neydi? Ancak ayəs(n)i kerime etraflıca incelendiğinde, kıssanın özellikleri belirginlik kazanır. Bu da düğümü çözecek və yukarıda sözünü ettiğimiz şüpheyi bertaraf edecektir.

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin