İbrahim Türk: Son sözü Fatma Hanım’a vereceğim.
Hiçbir kaygınız olmadan, ideal şartlar yaratılsaydı ne
oynamak isterdiniz?
atma Girik: Her şeyi oynadım ben. Köylü kadını, an-
neyi, öğretmeni oynadım, kamburu, hizmetçiyi, fahi-
şeyi, Hamlet’i, hepsini oynadım.
F
emduh Ün: Şunu soruyor. Seni nasıl bir rol heyeca-
na getirir?
atma Girik: Hiçbir şey.
M
F
İbrahim Türk: Üç Arkadaş gibi bir film olsa oynamaz
mısınız?
atma Girik: Üç Arkadaş’daki kadının anneannesi
olurdum. En beğendiğim film odur. Bu kadar güzel bir
filmde oynamadım ben.
F
emduh Ün: Bu filmi iki defa çektim ben. “Niye çek-
tin” diye sormuyorsunuz. Demin anlattığım sistemin
gereği. Çünkü benim filmlerim daha çok köy filmleri, avan-
tür filmlerdi. Filmler ikiye ayrılırdı. Benim gibi film yapan-
lar; Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma’nın
salon filmlerinde oynayan bir grup aileydi. On bir tane si-
nemada oynardı ilk çıktığı zaman. Bizimkiler sekiz dokuz
sinemada oynardı. Ama onlar on lira alıyorlarsa, biz altı li-
ra alıyorduk. Çünkü bizim sinemalarımız ikinci sınıftı. Bir
türlü ben o tarafa sınıf atlayamıyordum. Beni oraya yön-
lendiren kişi bana dedi ki; “Memduh Abi seni bize alalım
ama Üç Arkadaş’ı bir daha çek” Yazıhanemiz karşı karşı-
yaydı, ben ona Cevriyem diye Türkan Şoray’la film çektim
hatta. O dönem Hülya Koçyiğit star, renkli film de gelmiş.
“Ya yapma İrfan, olmaz çekemem, bitti artık” dedim. Bakın
size şunu söyleyeyim; yönetmen filmi çekerken, pelikül di-
yoruz biz, negatifte çekiyoruz. Onun üstüne bir şey geçiyor
yönetmenden ve sinemada oynadığı zaman da ekrandan
seyirciye geçiyor. Onu oraya yansıtabilmek için biz oyun-
M
Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2004
22
culara o duyguyu aşılamaya çalışıyoruz, bir tür sihir. İkin-
ciyi çekerken sihir yok.
Özür dileyerek bir şey söylemek istiyorum. Ben Muh-
terem Nur’a aşığım. Fakir bir ailenin çocuğuyum. Babam
küçük bir Maliye memuruydu. Kumkapı’da otururduk.
Çemberlitaş Fırını’nda çok güzel ekmek çıkardı. Okuldan
gelir, oraya ekmek almaya giderdim. Yaşım 11–12,
Kumkapı ile Çemberlitaş arasında bir yokuş var denize ya-
kın. Ben oraya giderken ya Kapalıçarşı’nın içinden geçer-
dim ya da düz giderdim. Kapalı Çarşı’dan gidiyorsam Nur-
u Osmaniye Camii’nin avlusundan geçerdim. Orada bir ni-
yetçi vardı. Tavşanlar ve kuşlara niyet çektiriyordu. Bazıla-
rını sesli okurdu hatta. Hayvanları çok seviyorum. Yılanı
bile seviyorum. Bakıyordum o kuşun, o tavşanın güzelliği-
ne, orada öyle ağzı açık niyetçiyi seyrederdim. Mahallede
evimizin karşısında bir manav vardı: Nişan Efendi. Benim
fotoğrafımı çekerdi. Aynı zamanda seyyar fotoğrafçıydı. Bir
de oturduğumuz evin biraz ilerisinde bir Çingene Mahalle-
si, orada da boyacılık yapan bir Çingene çocuğu vardı. Ba-
zen ayakkabılarımı boyardı. Beraber top da oynardık. İşte
Üç Arkadaş’taki niyetçi o Nur-u Osmaniye’deki niyetçi. Bo-
yacı benim ayakkabılarımı boyayan Çingene çocuk. Fotoğ-
rafçı da benim karşımdaki Ermeni Nişan Efendi. Muhte-
rem Nur’da aşık olduğum kadın. Ben böyle bir özdeşleş-
menin içinde çektim Üç Arkadaş’ı. Böyle bir dünya kur-
dum. Şimdi o sihir kalmadı artık. Daha iyi nasıl çekeyim?
İkinci filmde böyle bir duygu yok ki.
Dostları ilə paylaş: |