2.2. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Dış Ticaret Üzerine Olan Etkileri
Ulusötesi şirketlerin dünyaya yayılışında rol oynayan etkenlerden ikisinin
“pazarı genişletmek” ve “çeşitli ülkelerin sahip olduğu olanaklardan (hammadde, ucuz,
nitelikli ve bol işgücü…vb) yararlanmak” olduğu konusunda kuşku yoktur. Ancak, bu
iki etkenden her birinin diğerine göre ne kadar önemli olduğu konusu oldukça
tartışmalıdır. Eğer, ulusötesi şirketler esas olarak pazarlarını genişletmek için dışarı
açılıyor ise, şirket daha çok içinde çalıştığı ülkede yerel satışlarını genişletmeye önem
verecektir. Diğer bir ifadeyle bu şirketler “ürettiğin yerde sat “ politikasını izleyecektir.
Ancak esas olarak başka ülkelerin sahip olduğu ucuz işgücü, hammadde, enerji gibi
kaynaklarını kullanarak üretim maliyetlerini düşürmek ve böylece kendi ana vatanı ve
diğer ülke pazarlarına ihracat yapmak amacıyla gidiyor ise buradaki politika “
130
maliyetler bakımından en elverişli ülke de üret ve oradan dünyaya sat “ olacaktır (
Yıldırım, 1983, 72).
Ülkelerin ekonomik performansı sadece mal ve hizmetleri üretim hacimlerine
değil, aynı zamanda kapasite kullanım yeteneklerine de bağlıdır. Üretimde etkinlik için
geniş bir piyasanın gerekliliği ifade edilmektedir. Ülkelerin üretimlerinde uzmanlaşma
sağlamaları ve geniş ölçek ekonomilerinden faydalanabilmelerinin temelinde geniş bir
piyasada faaliyette bulunmaları yatmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin piyasa
büyüklüğü oldukça küçüktür. Dolayısıyla ihracat piyasaları bu ülkeler için büyük önem
arz etmektedir. Geniş bir piyasada faaliyette bulunulması bir yandan çıktı için talep
yaratırken diğer taraftan, yurtiçi üretim için önem arz eden girdilerin ithal edilmesi için
ülkeye kaynak gücü sağlar. Bununla birlikte, geniş piyasalarda faaliyette bulunulması
ülkenin rekabet gücü kazanmasına ve ticari ilişkiler nedeniyle üretimde öğrenme
etkinliği sağlanmasında yardımcı olabilir. Ayrıca yabancı üreticiler ve tüketicilerle olan
ilişkilere bağlı olarak yerel firmaların çeşitli dışsallık fırsatları elde edebilecekleri
belirtilmektedir. Bugün globalleşen dünya ekonomisinde ÇUŞ’ların oluşturduğu ticaret
bağlantıları yoluyla, ev sahibi ülkelerin ticari aktivitelerini arttırarak uzmanlaşma, ölçek
ekonomisinden faydalanma, daha rekabetçi piyasalarda mübadele etmelerinde etkili
olmuştur (UNCTAD, 1995; 228).
R. Nurkse (1964) AGÜ’lerdeki verimlilik seviyesi düşüklüğünün sermaye
yetersizliğinden kaynaklandığını; satınalma gücündeki yetersizliğin ise, piyasa
genişliğini olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etmektedir. Sermaye arzının
bollaşmasının gizli işsizliğin yoğun olduğu AGÜ’lerde gizli işsizlerin kendilerine daha
uygun verimli olabilecekleri alanlarda iş bulabilme imkânı sağlayacağı belirtmektedir.
Diğer taraftan yabanacı yatırımlar gelişmiş ülkeler ile AGÜ’ler arasındaki gelişme
farkını azaltmak yerine arttırıcı etkide bulunabileceğini belirtmektedir.
Bununla birlikte, R. Nurkse’ye göre, AGÜ’lere yapılan yabancı yatırımlar daha
çok iktisadi bakımdan gelişmiş ülkelere yapılacak ihracatlar düşünülerek yapılmıştır.
Buna kambiyo kontrolleri ve transfer güçlüklerinin sebep olduğunu düşünmektedir. Bu
güçlüklerin özellikle AGÜ’lerin iç pazarları için faaliyet gösteren yatırımlar konusunda
gözüktüğünü, buna karşılık özel yabancı sermayenin pek az bir kısmının AGÜ’lerin iç
pazarlarına yönelik olduğunu ifade etmektedir (Nurkse, 1964, s 121-122).
GOÜ’lerin düşük teknolojili işgücü yoğun üretim alanlarında gerçekleştirdiği
ihracatın arttırılmasında ÇUŞ’ların önemli bir rol üstlendiği belirtilmektedir. 1960’lı
yıllarda özellikle tekstil sektörünün önem kazanmasıyla ÇUŞ’ların gelişmekte olan
131
ülkelerde üretime yönelerek bu ülkelerin ucuz işgücü avantajlarından faydalanmaya
çalıştıkları gözlenmiştir. 1960-1970’li yıllara gelindiğinde Asya Bölgesinden Çin, Kore,
Tayvan, Hong-Kong gibi birçok gelişmekte olan ekonominin tekstil ihracatında önemli
başarılar elde ettiği gözlenmiştir. İlk dönemde yerli firmalarca tekstil sektöründe ihracat
söz konusu değilken, ÇUŞ’ların ülkede faaliyet göstermesiyle oluşan bilgi dışsallıkları
yoluyla, yerli firmaların bu sektörde ihracat gücü elde ettikleri gözlenmiştir.
DYY’ler yoluyla sanayileşme özelliği taşıyan diğer Asya ekonomilerinden
Endonezya, Malezya, Filipinler, Srilanka, Vietnam, Bangledeş tekstil sektöründe önemli
ihracatçı ülkelerdir. Hindistan ve Pakistan ise, geleneksel tekstil ihracatından hazır
giyim ihracatına dönüşümü başarıyla gerçekleştiren ülkelerdir.
Avrupa Ülkelerine ait ÇUŞ’lar Kuzey Afrika’da, Amerikan ÇUŞ’ları ise,
Merkezi Amerika ve Karaibler Bölgesinde işgücü yoğun ürünlerin ihracatının
arttırılmasında etkili olmuştur. Özellikle 1980’li yıllarda marka adı altında üretim
yapılmaya başlanmasıyla düşük maliyetli üretimin gerçekleştirilebileceği, işgücü
ücretlerinin düşük, nitelikli işgücünün yoğun olduğu ülkelerin tercihi ile ortaya
çıkmıştır.
Bununla birlikte dünya ticaretinin en dinamik sektörü, yüksek teknolojili imalât
sektörüdür. Dünya da 1980-1990 döneminde temel tüketim ihracatı %2.4 1990-1995
döneminde ise, %1.4 oranında artarken, sözkonusu dönemde yüksek teknolojili
ürünlerin ihracatı %12 civarında artmıştır. Yüksek teknolojili ürünlere yönelik piyasa
genişlemesinin nedeni gelirin talep esnekliği ile ürün yenilikler, verimlilik ve büyüyen
ölçek artışının meydana gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda ÇUŞ’ların ar-ge
harcamaları için yeterli mali güce sahip olmaları bu şirketlerin teknoloji lideri ürünlerin
üretilmesinde en büyük etken olup, ev sahibi ülkelerin modern üretim tekniğine sahip
bu şirketleri, ülkelerinde üretime teşvik ederek bu şirketlerin ürün, kaynak, bilgi ve
hizmetlere ilişkin çeşitli stratejilerini benimsemeleri kendileri için avantaj sağlayacaktır.
Bu avantajlar sadece ÇUŞ’ların kendi içinden değil, aynı zamanda ÇUŞ’ların dünya
piyasaları ile kurdukları ilişkiye ev sahibi ülkeleri de ortak etmelerinden
kaynaklanmaktadır. Ev sahibi ülkelerin ÇUŞ’lardan elde ettikleri ihracat odaklı güç
sanayileşmelerinde yeniden yapılanma sağlayacaktır. Böylece ev sahibi ülkenin
rekabetçi gücü artacaktır ( UNCTAD, 1999, s 260-265).
ÇUŞ’ların ev sahibi ülkede yüksek ve orta teknolojili ürünlerin ihracatında
düşük teknolojili ürünlere oranla daha başarılı oldukları gözlenmiştir. Birçok gelişme
yolundaki ülkede bulunan ÇUŞ’un imalât sektörüne yönelik ihracatta yerli firmalara
132
göre çok daha etkin olduğu gözlenmiştir. İhracat tabanlı ÇUŞ’lar bir taraftan yerel
firmaların yeni teknolojiler ve global piyasalarla tanışmasını sağlarken, aynı zamanda
ülkeye daha fazla yabancı yatırım gelmesinde de etkili olabilmektedir. Ana merkezi
gelişmiş ülkelerde bulunan ÇUŞ’ların ev sahibi ülkenin ihracatı üzerindeki başarısı,
karışık fakat anlaşılabilir endüstüriyel aktivitelerin büyüklüğü ile ortaya çıkmaktadır.
ÇUŞ’ların yüksek teknolojili ürünlerdeki rekabetçi gücü ve bu sektörlere ait dünya
ticaret hacmindeki artış dikkate alındığında ÇUŞ’ların ev sahibi ülkenin dış ticareti
üzerindeki etkisinin önemli olabileceği ortaya çıkmaktadır.
ÇUŞ’lar tarafından yüksek ve orta teknolojili ürünlerin ev sahibi ülkeden ihraç
edilmesi genellikle sınır ötesi montaj, hammadde çıkarımına yönelik aktiviteler ve
ileride olgunlaşması muhtemel genç endüstürilerde faaliyette bulunulmasıyla ortaya
çıkmaktadır.
Sınır ötesi montaj şeklinde gerçekleştirilen ÇUŞ’ların ihracatı çoğunlukla
elektrik, elektronik ve otomotiv sektörlerine yöneliktir. Sınır ötesi montaj şeklinde
faaliyette bulunan ÇUŞ’ların amacı, ev sahibi ülkelerin ucuz işgücünden faydalanarak
ucuz üretim sağlamak, gümrük ve kambiyo kontrollerinden kurtulmak, en önemlisi de
ihracat piyasalarına kolay ve daha az maliyetle ulaşabilmektir. ÇUŞ’lar bu belirtilen
amaçlar çerçevesinde merkez ülkeden üretime yönelik makineleri ve parçaları ürün için
ihracat potansiyelinin yüksek olduğu bölgeye en yakın ve herhangibir kambiyo
kontrolünün bulunmadığı ev sahibi ülkede faaliyete geçirerek, elde edilen nihai ürünün
üçüncü ülkelere ihracatı söz konusudur. Bir çok Amerikan şirketi ürünün ar-ge
faaliyetini kendi ülkesinde gerçekleştirirken montajını, Asya Bölgesinde Singapur,
Tayvan ve Çin, Latin Amerika bölgesinde ise, Malezya gibi ülkelerde
gerçekleştirmektedir.
En yüksek teknolojili ÇUŞ’lar Singapur’da bulunmaktadır. Bunun nedeni, ülke
hükümetinin
işgücü
niteliklerini
geliştirmek
için
uyguladığı
politikalardan
kaynaklanmaktadır.
Filipinler sahip olduğu geniş eğitim temeli ile yeni ve hacimli elektronik üretime
yönelik ÇUŞ’ların yoğun olarak bulunduğu ve bölgesinde ÇUŞ üretimi elektronik eşya
ihracatı en hızlı büyüyen ülkedir.
Doğal kaynakların çıkarılarak, işlenip ihraç edilmesine yönelik ÇUŞ aktiviteleri
daha çok Latin Amerika’da gerçekleştirilmektedir. Bu tür DYY’lerin üzerinde durduğu
kriter, üretim açısından ev sahibi ülkenin işgücünün yetenek seviyesinin yüksek, ticaret
açısından ise, uluslararası bağlantıların kuvvetli olmasıdır. Yatırım rejimlerindeki
133
liberalleşmeler ve teknolojik gelişmeler birincil sektörlere olan DYY’leri arttırmıştır.
Bu duruma paralel olarak DYY’lerin önemli bir bölümü hammadde araştırmalarına
gitmiştir. Şili’deki maden, Arjantin, Meksika ve Venezuella’daki doğal gaz ve petrol
yatırımları buna örnek olarak gösterilebilir (UNCTAD, 1999, s 262-279).
Son dönemde ÇUŞ’ların telekomünikasyon ve bilgisayar iletişimleri sektörüne
ilişkin ticari faaliyetlerde sağladığı başarılar ev sahibi ülkelerin de bu alanlarda da
avantaj elde etmelerine de yardımcı olmuştur (UNCTAD, 1999; 264).
Yukarıda ifade edildiği üzere yabancı şirketlerin ev sahibi ülkenin dış ticaret
dengesine olan etkileri, bu şirketlerin özelliğine ve üretim biçimlerine göre farklılık
gösterecektir. Gerek doğal kaynakların işlenmesi ile gerek ucuz işgücü kullanılarak
ihracata dönük üretim yapan yabancı şirketler, ev sahibi ülkeye önemli ölçüde ihracat
geliri sağlayabilir. Örneğin birçok Amerikan, Avrupa ve Japonya kaynaklı çokuluslu
şirketlerin, ucuz işgücü nedeniyle Asya ülkelerinde emek yoğun malların üretimi için
yapılan yatırımlar buna örnek olarak gösterilebilir(Alpar, 1978).
M. Pfaffermayr, R. DE. Mello, J. H. Dunning, D. Swenson , Somwaru, Makkı
gibi iktisatçılar DYY’ler ile ev sahibi ülkeler arasında önemli bir ticari ilişki olduğunu
ileri sürmektedir. Başlangıçta dış ticarete konulan sınırlamalar sonucunda ortaya çıkan
DYY’lerin özünde birbirini tamamlar nitelikte olduğu ifade edilmektedir. ÇUŞ’lar dış
üretim faaliyetlerine girme ve sürdürülmesinde organizasyon, teknik bilgi v.s
konularında merkez ülkeye bağlı olmanın yanında temel girdilerin ( ara malları ve/veya
hammadde) sağlanmasında da merkez şirket ya da öteki uzantılara (yavru şirketlere)
bağlı durumdadır. Bu ilişki ya da bağımlılık şirketlerarası ticareti arttırıcı niteliktedir.
Öte yandan, ÇUŞ’ların faaliyette bulundukları ülkelerede toplumla bütünleşme çabaları
bu toplumların tüketici olarak davranışlarında (zevk ve tercih, tüketim kalıpları,
harcama alışkanlıkları v.s ) özellikle AGÜ’lerde değişikliklere yol açmaktadır. Ayrıca
ülkelerin sahip oldukları faktör donanımlarındaki farklılığa bağlı olarakta DYY’ler ile
dış ticaret arasında tamamlayıcı bir ilişkinin ortaya çıkabileceği belirtilmektedir.
Örneğin ÇUŞ’ların yatırımda bulundukları ülkelere ana ülkeden bazı üretim faktörlerini
ithal ettikleri diğer taraftan, üretimi tamamlanmış ürünleri ana ülkeye ve üçüncü
ülkelere ihraç ettikleri şeklinde ilişkilerin ( özellikle elektronik eşyaların üretiminde
DYY’ler ile ticari ilişkilerin) tamamlayıcı nitelikte olduğu gözlenmektedir. M.
Pfaffemayr’ın Avusturya ekonomisi üzerinde, 1969’un ikinci ayından 1991’in üçüncü
ayına kadar olan dönemde üçer aylık verilerini kullanarak yaptığı granger nedensellik
testi ve çok değişkenli zaman serisi uygulamaları ile Tayvan, Endonezya, Malezya,
134
Filipinler ve Tayland üzerinde yaptığı araştırmada hem merkez ülkeden ev sahibi
ülkenin ithalatı hem de ev sahibi ülkeden merkez ülkeye yapılan ihracat üzerinde DYY
çıkışının pozitif önemli etkisi (tamamlayıcılık etkisi) bulunmuştur. Bu durum DYY’nin
hem iki yanlı ticaret (Bilateral Trade) hem de ters ithalat (Reversed Import) etkisini
göstermektedir (L.R. DE Mello,1997; Duning,1974; Swenson, 2004; Pfaffermayr, 1994;
Şatıroğlu, 1984, 29).
J.H. Dunning, ev sahibi ülkenin ana ülkeden üretim faktörü ithalatı ve ev sahibi
ülkeden ana ülkeye yönelik tamamlanmış ürün ihracatı neticesinde ve yukarıda ifade
edildiği üzere tüketim kalıplarında yarattığı değişiklik neticesinde DYY’lerin ülkelerin
ticari ilişkilerinde tamamlayıcı unsur olarak rol alacağını belirtirken, diğer taraftan
DYY’lerin Dünyanın reel sermaye stokunu ve böylece dünya çıktısını hem nitelik
olarak hem de seviye olarak arttırmasının ülkelerin ticaret hacminde buna bağlı olarak
ta, dünya ticaret hacminde olumlu etki yaratabileceğini iddia edilmektedir(Dunning,
1974).
DYY’ler ve dış ticaret arasındaki ilişkiyi belirleyen unsurlardan biri, yabancı
şirketin yapısıdır. Sözkonusu ülkelerin çokuluslu olma niteliği arttıkça yani ana şirkete
bağlı farklı ülkelerdeki yavru şirketlerin sayısı arttıkça, ticaret hacminde genişleme
meydana gelmesi mümkündür. Birden fazla ülkede faaliyette bulunan ÇUŞ’lar, ev
sahibi ülkede üretilen malların ana şirketin bağlı olduğu ülke ya da ülkeler grubuna
ihracını, üretim için gerekli olan girdilerin ise, ana şirketten veya diğer yavru
şirketlerden ithali politikasını uygulayacaklardır. Böylece hem yavru şirketler arasında
hem de ana şirket ile yavru şirketler arasındaki ticaret hacmi artacaktır ( Swenson,
2004).
Bununla birlikte DYY’lerin ihracat yoluyla ev sahibi ülkenin dış ticaret
dengesine net bir katkı sağlayabilmesi, yukarıda da ifade edildiği üzere ihracata yönelik
DYY’lerin ev sahibi ülkelerin hem faktör donanımı hem de teknolojik donanımı
bakımından aradaki ilişki tamamlayıcı nitelikte olmalıdır. Diğer bir deyişle DYY’lerin
sermaye malları, fiziki girdiler ve teknoloji bakımından dış bağımlılığın yüksek
olmamasına bağlıdır. Bu bağımlılığın yüksek olması halinde, ihracattan sağlanan
dövizlerin dolaylı yoldan kaybına neden olacaktır. Az gelişmiş ülkelerde emek yoğun
endüstrilerde ihracata dönük yatırım yapan ÇUŞ’lar, bir taraftan ülkedeki ucuz işgücünü
kullanıp üretim maliyetini düşürerek, diğer yandan bu üretimi emeğin pahalı olduğu ve
bu nedenle satın alma gücünün yüksek olduğu gelişmiş ülkelere pazarlayarak satış
hasılatını yükseltip kârlarını maksimize etmektedir. Kısacası önemli olan şey, yabancı
135
sermayenin ihracat sanayine yatırılmış olması değildir. Önemli olan, herhangibir sahaya
yatırılmış olan bu sermayenin, işçi ve yerli kaynaklara olan talebi ne miktarda arttırdığı,
elde edilen kârın ne kadarının gene aynı ülkeye yatırıldığı, diğer önemli hususlardır
(Nurkse, 1964, 126).
İç pazara yönelik yabancı şirket yatırımlarının ise, dış ticaret dengesi
bakımından genellikle olumsuz etki yaratabileceği söylenebilir. Gerçekten eğer yabancı
sermaye önemli ve belirgin bir ithal ikamesi sağlamıyor ise, diğer taraftan DYY’lerin
ihracata yönelik olmaması, ayrıca üretim için gerekli olan kapital malları ve girdilerin
ana şirketten ithalat yoluyla sağlanması halinde ekonominin dış ticaret açığının
büyümesine neden olacaktır (Alpar, 1978, 86; Swenson, 2004).
Yabancı yatırımın dış ticaret etkisi kısa ve uzun dönemde farklılık gösterebilir.
Kısa dönemde ithalatın artmasa neden olan yabancı yatırım, uzun dönemde diğer
sektörlerde ithal ikamesi sağlayan veya ihracata yönelik yeni endüstrilerin kurulmasını
teşvik edebilir. Bunun yanında yatırım sonucunda milli gelir düzeyinin yükselmesi,
marjinal ithal eğilimine bağlı olarak, ekonominin ithalat talebini de arttırabilir. Ancak
ithalatın kota sistemine bağlandığı bir ekonomide bu artış, marjinal ithal meylinden çok,
ithalatı karşılayacak döviz rezervlerinin miktarına bağlı olacaktır. Açıktır ki, bütün bu
faktörlerin dikkate alınarak yabancı yatırımın uzun dönemde dış ticaret dengesine olan
gerçek etkisinin hesaplanması da çeşitli güçlükler arz etmektedir(Alpar, 1978, 86;
Shiong, 1997).
Başka bir görüş açısına göre ise DYY’lerin ihracatı ikame ederek merkez ve ev
sahibi ülke arasındaki ticari ilişkileri zayıflatacağı, ihracat hacmini düşüreceği
düşüncesi hakimdir. Aslında çoğu kez ülkelerin ihracatlarına getirilen kısıtlamadan
dolayı DYY’lere yönelme ortaya çıktığı gözlenmiştir. Bu duruma en iyi örnek Japonya
olarak gösterilebilir. 1986-1997 döneminde ABD’nin japonya’dan en fazla DYY elde
eden ülke olmasının nedeni, Japonya’dan yapılacak ihracatlara getirilen kısıtlamalardır.
Özellikle Japon otomobil sektörüne yapılan ihracat kısıtlamasının Amerika’da otomobil
imalâtına yönelik yatırımları farklı ülkelerde ise televizyon imalâtına yönelik yatırımları
arttırmıştır (Aydın, 1997; Park, 2003)
Gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren yabancı şirketlerin en az yerli rakipler kadar
hatta çoğu kez onlardan daha fazla ihracat yaptıkları (satışlarına oran olarak) konusunda
genel bir kanıya ulaşmak mümkün olsa da az gelişmiş ülkelerin yapım sanayilerinde
çalışan yabancı şirketlerin ihracatının yeri tartışmalıdır. Az gelişmiş ülke
hükümetlerinin ülkelerinde çalışan yabancı şirketlerin ihracat düzeyinden memnun
136
kalmadıkları ve daha çok ihracat yapmalarını istedikleri bu şirketlerin ise az gelişmiş
ülkelerin hükümetleri veya firmaları ile yaptıkları lisans ve işbirliği anlaşmalarına
ihracatı sınırlayan veya tamamen yasaklayan, ev sahibi ülkeye döviz kazandırıcı ihracat
politikalarının uygulanmasına imkân tanımayan hükümler koydukları gözlenmektedir.
Çünkü aksi bir durum bu şirketlerin, dışa açılma ve maksimum kâr elde etme
amaçlarına ters düşmektedir. Ev sahibi ülkeden yapılacak olan ihracat, aynı ulusaşırı
şirketin başka ülkelerdeki biriminin ihracatına engel teşkil edebileceği düşünülmektedir
(Yıldırım, 1983, s 77-85; Gür, 2003).
MAI’nin (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması ), getirdiği hükümler incelendiği
taktirde ulusaşırı şirketlerin elde ettiği avantajlar açıkça görülmektedir. Bu anlaşmaya
göre;
- Ulusaşırı yatırımlarla ilgili her tür kâr vb. mali transferler hiçbir engelle
karşılaşmaksızın gerçekleştirilebilecek,
- Ulusaşırı sermaye, gittiği her ülkede ekonomik faaliyetlerin engellendiği ve
rekabet koşullarının bozulduğu gerekçesiyle söz konusu ülkeyi uluslar arası
tahkim komisyonunda dava ederek tazminat talebinde bulunabilecek,
- MAI’yi kabul eden ülkelerin yasaları gözden geçirilerek anlaşmaya uygun
hale getirilerek yeni yasal düzenlemelerin de bu çerçevede hazırlanması
sağlanacak,
- MAI hükümleri, geriye doğru uygulanabilecek, böylece anlaşma yürürlüğe
girmeden önce yapılan bütün yatırım faaliyetlerini de kapsayacak,
- Anlaşmaya göre ev sahibi ülkeler, ulusaşırı şirketlerden teknoloji transferi,
istihdam olanakları genişletmesi, ülke ihracatına katkıda bulunması gibi
taleplerde bulunmayacak,
- MAI’yi kabul eden bir ülke anlaşmayı 5 yıldan önce feshedemeyecek ve
fesihten sonra da anlaşma hükümleri 15 yıl boyunca yürürlükte kalacaktır.
MAI’ye taraf çevrelere göre, anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle ev sahibi
ülkelerdeki belirsizlik faktörünün kalkacağı, ülkenin şefafflık, kredibilite ve istikrar
koşullarında iyileşme sağlanacağı ve az gelişmiş ülkelerin kalkınmalarının önünde engel
teşkil eden kaynak sıkıntısının bu gelişmeler ışığında artan yatırımlar yoluyla
giderileceği idda edilirken, MAI’ye karşıt görüşler ise, çalışmaların sadece gelişmiş
ülkelerin çıkarlarının dikkate alınarak gerçekleştirildiği, GOÜ’lerin ve az gelişmiş
ülkelerin aleyhine hükümler içerdiği ve MAI’nin yürürlüğe girmesi halinde dünya
ekonmisi
üzerinde
çokuluslu
şirketlerin hakimiyetlerini arttıracakları ileri
137
sürülmektedir. Bu çevrelere göre, MAI’nin yürürlüğe girmesi durumunda taraf ülkelerin
bağımsız ekonomik, sosyal ve çevre politikaları izlemesi olanaksız hale gelecek ve
sonuç olarak çokuluslu şirketlerin büyük kârlar elde etmesi karşılığında ülkeler ulusal
bağımsızlıklarını yitirece, sosyal şartlar ve haklar erezyona uğrayacak ve doğal
kaynakların aşırı bir şekilde sömürülmesi sonucunda çevresel felaketler yaşanabilecekti.
Müzakerelerine 1995 yılının Eylül ayında başlanan ve 1998 yılının Nisan ayında
yapılan son müzakerelerin ardından Fransa’nın müzakere sürecinden yukarıda ifade
edilen sakıncalar nedeniyle çekilmesi MAI’nin başarısız bir şekilde sona ermesine
neden olmuştur (Akpınar, 2000; UNCTAD, 1999, 129; Gür, 2003).
Dostları ilə paylaş: |