iktidar ve yetenek, e itimin bir ürünü de ildir. ktidar ve yetenek, ki ide fikri bir halde
bulunur. Yanı Tanrının bir lütfü ve ihsanıdır. Binaenaleyh iktidar yetene e sahip olmak bir
meziyet te kil etmez., Demek oluyor ki, burjuvazinin, genellikle çalı ma kıymeti hakkında
verdi i hüküm bir dereceye kadar ferde zorla yüklenilmi gibi olan i in mahiyetine istinat
ettirilemez. Çünkü, bu i o kimsenin do u una ve buna göre aldı ı terbiyeye ba lıdır. Bu
terbiye ve bir kimsenin kıymetinin takdiri toplulu un o kimseye verdi i i i, o ahsın ifa edi
tarzına istinat etmelidir. Keza, ferdin gösterdi i faaliyet, hayatını temin etmenin vasıtasıdır.
Aynı zamanda fert, de erini geli tirmeye ve ahsiyetini asille tirmeye devam etmelidir, î te
fert bu i i ancak, kendi kültür toplulu unun çerçevesi dahilinde icra edebilir. Bu faaliyet de
zaruri olarak bir devlet temeli üzerine istinat etmek mecburiyetindedir.
Fert, bu temeli devam ettirmeye hizmette bulunmalı ve i tirak etmelidir. Tabiat, bu hizmet ve
i tirakin eklini tayin eder. Bir ferdin vazifesi, milletinden aldı ı eyi kendi çabası ve kendi
namuslulu u ile yine milletine iadedir. Bu ekilde hareket eden en büyük takdire ve en büyük
saygıya lâyık olur. Ki iye verilen maddi ücret onun çalı masının topluluk için ortaya çıkardı ı
faydaya tekabül edebilir. Fakat, "ideal ücret" tabiatın ferde verdi i ve toplulu un tamamen
geli tirdi i kabiliyetleri milletinin hizmetine tahsis eden her ahsın kazanmak isteyece i saygı
ve takdir olmalıdır, î te o zaman, iyi bir i çi olmakta hicap duyulmasına mahal yoktur. Hemen
unu belirtelim ki, Tanrı'mn zamanını ve halkın günlük ekme ini çalan kabiliyetsiz bir memur
olmak çok ayıptır. Böyle olunca ilke yönünden yapamayaca ı bir i in, o âciz kimseye
verilmemesi pek do aldır.
Söz konusu olan faaliyete benzeyen bir çalı ma, bir kimsenin, di er vatanda larla birlikte
toplumun hayatına katılma hakkı olup olmadı ını tespit etmek için tek ölçü te kil eder.
Devrimiz kendi kendini tahrip ediyor. Devlete geneli oy yöntemi sokuluyor, hakların e it
oklu una dair bir sürü budalaca lâflar söylenmektedir. Fakat bütün bu söylenenlerin neye
istinat ettirilece i, bütün bunları saçmalayanlar tarafından bir türlü bulunamıyor. Maddi ücret
bir kimsenin kıymetinin ifadesi addedilerek, mevcut olabilecek en asil e itlik kökünden
yıkılmaktadır. Keza e itli in temeli, ferdin kıymetine göre tahmin ve takdir edilmi
çalı masının sonucu de ildir ve olamaz. Bu ancak her vatanda ın özel görevlerini ne biçimde
yaptı ı dikkate alınmı sa imkân dahiline girer, i te bunun içindir ki, bir kimsenin kıymeti
hakkında bir hüküm verilmesi istenildi i ve fert içtimai ehemmiyetinin bizzat müsebbibi
oldu u zaman, kendi kabiliyetlerinin temsil etti i tesadüf payı, bir kenara itilmi olabilir,
însan gruplarının birbirlerine kar ı olan kıymetlerinin, ancak kendilerini muhtelif içtimai
sınıflara ayıran ücret nispetine göre takdir edildikleri bir devirde, yukarıda söylenen ilkelere
akıl erdirilemez. Hatta, içinden vurulmu yaralı ve çürük bir devri tedavi etmek isteyen bir
adam, önce fenalı ın sebebini te his etmek cesaretine sahip olmalıdır.
Nasyonal Sosyalist hareketin ilk i i bütün o küçük, minik burjuvaların ba ları üzerinden
geçerek ve halk topluluklarından kuvvet alarak, "yeni bir dünya telakkisi" yolunda mücadele
etmeye kabiliyetli bütün "enerjileri" bir araya toplamak ve tanzim etmek olmalıdır. Genellikle
maddi de erle ideal de eri birbirinden ayırt etmek zor olacaktır. Maddi mesaiye az de er
veriliyorsa, biz; muhaliflerimizin, i çilerin az ücret almalarından dolayı bu halin ileri geldi i
eklindeki bir iddiasıyla kar ıla aca ız. Bu arada, ücretlerin azalmasının herkesin medeniyetin
nimetlerinden istifade etti i hissesinin eksilmesine sebep te kil etti i de iddia olunacaktır.
Hatta hatta, bu sınıfın, insanların ahlâk ve kültürüne zarar verdi i, kültürün onun asıl olan
faaliyeti ile hiçbir alâkası olmadı ı, maddi çalı manın telkin etti i korkunun sebebi bu oldu u,
sebep olarak da daha az ücret aldı ı, i çinin kültür derecesinin az ücret almasından dolayı dü -
tü ü ve bütün bunların i çinin daha az takdir ve hürmete müstahak addedilmesini icap
ettirdi i ileri sürülecektir.
Belki bu itirazlarda do ru olan hususlar vardır. Bundan dolayıdır ki, gelecekte ücretlerin
nispeti arasındaki hissedilecek farklardan kaçınılmasına lüzum görülecektir. Bu ekilde
çalı manın mahsûlü azalacak denemez, insanların fikri melekelerini geli tirmeye sevk edecek
yegâne dü ünce yüksek ücretlerden ibaret ise, bu bir devir aleyhinde en acıklı çökü
i aretlerinden birini te kil eder.
Bu dü ünce bugüne kadar bu dünyada daimi olarak gelip geçmi olsaydı, insanlık hiçbir
zaman ilme ve medeniyete borçlu oldu u bu paha biçilmez nimetlerden faydalanamazdı.
Çünkü en büyük icatlar, en büyük ke ifler, ilimlere en derin bir ekilde yenilikler getiren
çalı malar ve medeniyetin en muhte em abideleri maddi kâr pe inde ko manın dünyaya ve
insanlı a getirdi i hediyeler de ildir. Tam tersine bütün bunlar meydana geldi ise bunların
sebepleri netice alındıktan sonra sahiplerinin servet tarafından bah edilen maddi saadette
gözleri olmayı larıdır.
"Altının bütün hayata tamamen ve özellikle hâkim bulunması kabildir. Fakat bir gün gelecek
ki insanlar daha asil eylere saygı ve hürmetle ba lanacaklardır.
Hareketimizin görece i i lerden biri de daha bugünden itibaren ferdin ya amak için muhtaç
oldu u eyi bulaca ı ve alaca ı zamanın meydana gelece ini müjdelemektir. Bu arada
insanın, yalnız maddi hususlar için ya amadı ı prensibini de muhafaza etmemiz lüzumludur.
Bir gün bu ilke kendi ifadesini, ücretlerin adaletli bir düzen ve tanzimi keyfiyetinde
bulacaktır.
Hiç üphe yok ki, ücretlerin derece derece tanzim ve tertibi, namuslu i çilerin en hakirine,
halk toplulu una mensup bir fert ve bir insan olması nedeniyle hakkı olan erefli ve itibarlı bir
hayatı ya- amak imkânını sa layacaktır. Acı hakikat, bizim fetih hareketimize pek çok
engeller çıkaracaktır. Fakat i te bundan dolayıdır ki, insan son amaca do ru yürüme e
te ebbüs etmelidir. Ba arısızlıklar, insanları te ebbüslerinden vazgeçirmemelidir. Keza, bazen
hata yaptıkları için mahkemeler kaldırılamaz ve her zaman hastalık olur diye, hekimler hiçbir
zaman kabahatli görülemez.
Bir idealin kıymetini, hedef tutmaktan çekinilmelidir. Bugün bu hususa cesaretsizlik
gösterecek bir kimseye, vaktiyle askerlik yapmı sa öyle bir hadise hatırlataca ım ki, bu hatıra
kahramanlı ı bir ideal tarafından ilham edilmi bir hareket olup hareketin sebebı-
., nin idealden ne kadar kuvvet aldı ı gayet açık bir ekilde belli ola-
; çaktır, "insanlar kendilerini ölüme atıyorlardı. Bu hareketlerinin sebebi günlük ekmekleri
de ildi. Vatan a kı için ölüme ko uyorlardı. Ölmeleri vatanın büyüklü üne ettikleri inançtan
dolayı idi. Sava ta
', çekinmeden ölümün kuca ına atılmanın sebebi, milletin eref ve namusu söz konusu
edildi i içindi. Ancak Alman milleti bu ideali terk ederek, inkılâbın verdi i maddi saadet
vaatlerine kapıldı ı, torbasını
l ele almak için silâhını bıraktı ı zaman, dünya cennetine girecek yerde, bütün dünyanın
tahrik etti i ve bütün dünyanın felâketinden meydana gelmi cennetle cehennem arası bir yere
gömüldü."
Bundan dolayıdır ki, realist cumhuriyet hesaplarına dalmı kimselerin yersiz iddialarına,
idealist bir Reich'ın yükselece ine olan inanç kar ı çıkmalıdır.
BÖLÜM 14
Devlet adı verilen siyası te ekkül, bugün yanlı olarak iki türlü insan tanımaktadır. Bunlar,
vatanda lar ve yabancılardır. Vatanda grubuna dahil olanlar, do u ları itibariyle yahut bir
natüralizasyon kâ ıdı dolayısıyla sivil hukuka sahip olan kimselerdir.
Yabancılar grubuna dahil olanlar da, aynı haklara sahiptirler. Bu iki sabit grup arasında,
memleketin sa ına soluna da ılmı , HE- MATLOS denilen kimseler bulunmaktadır.
Bugün hâlâ, bu gruba dahil olanlar mevcut devletlerden birine mensup olmak erefinden
mahrum bulunan ve neticede hiçbir yerde sivil hukuka malik olmayan kimselerdir. Bu haklara
sahip olabilmek için, her eyden evvel bir devletin hudutları dahilinde dünyaya gelmek arttır.
Bu hususta ırk ve ırk bakımından akrabalık bir rol oynamaz. Eskiden bir Almanın
himayesindeki topraklarda ya ayan ve imdi Almanya'da oturan bir zencinin dünyaya
getirece i bir çocuk bir "Alman Vatanda ı" olacaktır. Aynı ekilde her Yahudi, Afrikalı,
Asyalı veyahut Avrupa'nın di er milletlerinden birinin çocu u ba ka herhangi bir muameleye
lüzum kalmadan, Alman vatanda ı kabul edilebilir.
Bir de, do um yeri itibariyle bah edilen "naturalizasyon"dan ba ka, sonradan meydana
getirilen bir "natüralizasyon" mevcuttur. Bunun için de meselâ aday, hırsız olmamalıdır.
Aday, siyasi bakımdan da mahzurlu bulunmamalıdır. Daha do rusu siyası bakımdan zararsız
bir aptal olmalıdır. Uzun lâfın kısası, vatanda ı olaca ı devleti ianesine muhtaç olmamalıdır.
Bizim realist devrimizde bunun manası yeni vatanına nakdi birtakım fedâkârlıklar getirmesi
demek tir. Hattâ vatanda namzedi "âlâ bir mükellef olabilecek ise, bu vasfı onun için gayet
faydalı ve olumlu bir meziyet te kil eder, "natu-ralizasyon"u çok daha kolay elde etmesini
sa lar.
Bütün bu i lerde ırk meselesinin hiçbir rolü yoktur ve nedense nazarı itibaren alınmaz. Bir
devlete dahil olmak için vatanda lık hakkım kazanmak yolunda gösterilen gayret, meselâ bir
kulübe kabul edilmek için takip edilmesi icap eden hattı hareketten farksızdır. Vatanda
namzedi dilekçesini verir. Bu dilekçe incelenir. Sonunda vatanda adayının hakkında olumlu
oy kullanılır. Sonra bir gün dilekçe sahibine, "vatanda " oldu una dair bir ihbarname tebli
edilir. Bu varaka, vatanda namzedine pek mizahı bir ekilde sunulur. O zamana kadar bir
CAERE olan vatanda namzedine "i te bu vesikaya istinaden bundan böyle ALMANSINIZ"
denir.
Bu tılsımlı de nek darbesini devlet reisi yapmaktadır. Bir ilâhın icradan aciz kalaca ı bu
de i iklik, bir memur tarafından bir anda yapıverilmektedir. Sefil bir Slav, bir kalem
oynatılmasıyla hakiki (!) "Alman"a çevrilmektedir.
Bu yeni Alman vatanda ının hangi ırka mensup oldu u tetkikine ehemmiyet verilmedi i gibi,
sıhhi vaziyetinin de ne oldu unu anlamak zahmetine katlanılmaz. Bu kimse, frenginin
tahribatına u ramı olsun, bu hiç mühim de ildir. Yeter ki, malı bakımdan bir yük veya siyasi
kanaatleri itibarıyla büyük bir tehlike te kil etmesin, Bu durumda olan bir kimse, modern bir
devlette bir vatanda sıfatıyla kabul görebilir.
i e devlet adını ta ıyan bu siyasi te ekküller, daha sonra üstesinden gelemedikleri, alt
edemedikleri bu zehirleri kendi bedenlerine, kendi istekleriyle bu biçimde zerk ederler.
Bir vatanda ı, bir yabancıdan ayıran husus, vatanda ın her türlü kamu vazifelerine serbestçe
girebilmesi, askerlik hizmetini yapması, seçimlere faal veya yalnızca seçmen olarak
katılabilmesidır. Bunlar birer imtiyazdır. Çünkü ferdi hukuk ve ahsi hürriyetler mevzuunda,
yabancı olanlar da aynı haklardan faydalanırlar. Hatta, yabancıların bu haklardan
yararlanmaları çok zaman daha etkili bir koruma biçimini alır. Bugün "Alman
Cumhuriyeti"ndeki vaziyet i te budur.
Bugün, ça ımızda devletin rolünü anlamı , devlet görü ünü gayet iyi biliyorum. Fakat, bizim
mevcut kanunlarımız kadar mantık tan uzak, hatta bu kadar saçma ve çılgınca bir ey
bulabilmek kadar zor bir i yoktur.
Bugün, ça ımızda devletin rolünü anlamı , devlet telâkkiden bir eyler kapabilmi tek bir
memleket vardır. Bu memleket, pek tabii bizim model Alman Cumhuriyetimiz de ildir.
Burası Amerika Birle ik Devletleri'dir. Amerika Birle ik Devletleri, hiç olmazsa kısmen,
devlet mefhumunu anlayabilmi tir. Bu devlet sıhhatleri bozuk olan göçmenlerin, kendi
memleketine girmelerine müsaade etmemektedir. Amerika Birle ik Devletleri bazı ırklara
mensup olanları "naturalizasyon" hakkından mahrum bırakmakla, devletin ırkçı telâkkisine
bir parça olsun yakla maktadır.
Irkçı devlet nüfusunu üç kısma ayırır. Bu kısımlar öyledir:
1) Vatanda lar.
2) Devlet tebaaları
3) Yabancılar.
Devlet tebaaları kısmına mensup olanlar "ressortissant" olarak da tavsif edilebilirler. Esas
olarak, do um ancak "ressortissant" vasfını bah eder. Bir kimseye bu vasıf, tek ba ına bir
kamu hizmetine girebilmek, siyasi faaliyete, meselâ seçme veya seçilmeye katılmak hakkını
hiçbir zaman vermez. Her "ressortissant" için, ırkını ve milletini do ru ve açık bir ekilde
beyan etmek arttır. Her zaman "ressortissant" vasfından cayarak, nüfusu kendi milletinden
olan memlekette vatanda olmak, "ressortissant" kısmına dahil olan herkesin ahsi arzusuna
ba lıdır, i te bir yabancıyla bir "ressortissant" arasındaki tek fark, ilkinin di er bir devlet
tebaası olmasından ibarettir
Alman milletine dahil olan her "genç ressortissant"m, her Alman gencinin görmekle mükellef
oldu u tahsil ve terbiye devresinden tamamen geçmesi gereklidir. Bu biçimde "genç
ressortissant" kendim, toplulu un ırkını idrak etmi , milli ruh ile dolu bir üyesi haline
getirecek tahsil ve terbiyeye boyun e mi olur. Bu yollardan geçtikten sonra "genç
ressortissant" fiziki çalı malarına ait olan hususlarda devletin bütün emirlerini yerine getirir.
Daha sonra orduya alınır. Ordu tarafından verilen terbiye "genel terbiye"dir. Bu terbiye, bütün
Almanlara verilen ve onların her birini, ordu içinde fizik ve fikri kabiliyetleri itibariyle,
muvaffak olacakları mevkilere hazırlar, i te "vatanda " unvanı ve bu unvanın bah etti i
haklar, ancak sıhhati yerinde, sa lam yapılı, öhreti olumlu, ahlâkı düzgün olan kim eye,
askerlik vazifesini de yaptıktan sonra, parlak bir ekilde lütfe-dilecektir.
Böyle bir kimseye bu hususta verilecek berat, hayatının en kıymetli bir vesikası olacaktır. Bu
kıymetli berat o kimseye bütün vatanda lık haklarını kullanmasına ve bu unvana ba lı bütün
imtiyazlardan istifade etmesine imkân verecektir.
Vatanda lık beratının verilmesi, aleni bir hak olacaktır. Yeni vatanda , toplulu a ve devlete
sadık kalaca ına dair yemin edecektir. Bu berat, toplulu un bütün üyelerini birle tiren bir
rabıta rolü oynar. Yâni, çe itli içtimai sınıfları ayıran hende i doldurur. urası hiçbir zaman
unutulmamalıdır: Namussuz, ahlâksız ve ahsiyetsiz bir kimse, âdi, cani, memleketine
kasteden katil ve bunun gibiler her zaman vatanda lıktan, yâni bu büyük ereften yoksun
bırakılır. O zaman bu kimseler "ressortissant'lar derecesine inerler. Mamafih, hemen unu da
belirtelim ki, ırk bakımından Alman olup, hayatını çalı arak kazanıyorsa, o genç kadına
"vatanda lık hakkı" bahis olunur.
BÖLÜM 15
Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet'in, en esaslı ve en büyük gayesi, devletin temeli olanların
terbiye, tahsil ve muhafazasından ibaret olmamalı ve aynı zamanda da ırkın unsurlarını sadece
ırk unsuru olduklarından dolayı te vik, terbiye ve tatbiki hayat için hazırlamakla
yetinmemelidir. Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet'in te kilâtını bu i ile ahenkli bir hale
getirmesi de çok lüzumludur, insanların kıy metlerini, mensup oldukları ırklarına göre takdir
etmek ve sonunda Marksıstlerin "Bir kimse di er bir kimseye aittir." yolundaki dü ün çelerine
sava açıp, bu mücadeleyi son neticelerine kadar devam ettirmek lâzımdır. Irkın ehemmiyetini
kabul etmek, ırk prensibini bütün uluslararasılı ı ile teslim etmek, mantıken ferdin kendine
has kıymetini de göz önünde tutmayı icap ettirir. Nasıl ki, insanlara da hil oldukları ırklara
göre ayrı ayrı kıymet veriliyorsa, topluluk için deki kimselere de, aynı ekilde muamele etmek
lâzım' dır. Te ek küllerindeki kan aynıdır. Ancak, ayrıntıda bin türlü ince farklaı ihtiva
ederler. Bu aksiyonu kabul etmek, önce birtakım inceliklere giri meden, topluluk içinde
yüksek diye tanınan unsurları te vik et mek ve bunların sayılarını ço altmak lâzımdır. Bu
kolaydır. Keza hemen hemen mekanik bir biçimde vazgeçilmi ve çözümlenmi tir.
Gerçekten, kalabalık içinde büyük bir de ere sahip "kafa'lan tespit etmek ve di erlerinden
ayırmaktan, bilhassa millet için en faydalı olan kimseyi bulmak daha zordur. Kıymet ve
ehliyetlerin tespiti, artık bu mekanik vasıtalarla meydana gelmez. Her gün, de vamlı bir gayret
sarf etmeden, bunu ifa etme e imkân yoktur.
Kütle halindeki demokratik fikri bir kenara iterek bu dünyayı en iyi millete, yâni yüksek
kimselere vermeye e ilimli olan bir doktrinin, mantıken bu milletin içinde aynı aristokratik
ilke hareketlerini uyandırması ve emir ile kumandayı, nüfuz ve tesiri en iyi "ka-fa'lara vermesi
gerekir. Bu doktrin, ekseriyet fikrini temel olarak almaz. O, ahsiyet üzerine bina kurar.
Bugün Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet'in, di er devletlere kar ı servet ve fukaralık arasında
daha adil bir denge temini suretiyle a a ı sınıflara daha geni bir hak tanıması yahut iyi
payla tırılmı ücret kabul etmekle daha üstün bir iktisadi te kilâta sahip olması gibi, sadece
maddi bir farktan ba ka hemen hemen hiçbir fark ve üstünlük göstermemesi lâzım gelece ini
zanneden bir kimse, çok gerilerde kalmı bir adamdır ve bizim doktrinimiz hakkında zerre
kadar bir fikre sahip de ildir. Bu bahsetti imiz eylerin hiçbiri bir devamlılık veya büyüklük
vasfı ta ımaz. Zaten, bu kadar sathi ve basit bir vasfa sahip bir ıslâhat hareketi ile yetinen bir
millet, milletler arasındaki mücadelelerde zafere ula abilmesi için ufacık dahi olsa bir ansa
sahip de ildir. Esasen ifa etti i mukaddes vazifede, insafa uyan bir e itçilik açısından
yapılacak ıslâhattan ba ka bir ey tasavvur edemeyen bir "hareket", bir çevreyi esaslı bir
ekilde ıslâh etmek söz konusu oldu u zaman, artık tesir kabiliyetine ve kudretine sahip
olamaz. Bu "hareket"in bütün uygulaması, sonunda yüzeysel eylere özgü kalır ve halk bugün
mustarip oldu umuz zaaflara kar ı (çok istek duymasına kar ılık) zaferi sa layacak te kilâtı
kuramaz, insanı daha iyi anlamak için, kültürün geli mesine ait men elere ve hakiki sebeplere
tekrar bir göz atmak faydalı olacaktır, insanı, hayvandan ayıran ilk husus, insanın icada do ru
attı ı ilk adımdır. Bu hamle ba langıçta hayat mücadelesini daha rahat ve kolay yahut sadece
mümkün hale getirecek hile ve kurnazlıkların bulunmasından ibaret kalmı tır. Gayet ilkel olan
bu icatlar insanın hissini açık olarak ortaya koyamaz. Çünkü, gelecek nesillerin nazarlarında
ve ilk insanla her günkü insanın nazarında bu icatlar ancak mü terek zekânın tezahürleri gibi
görünür.
insan, hayvanın gözlemlenebilece i yâni sezebilece i hile ve kurnazlıkları o hayvanların
kazanılmı vakaları gibi kabul eder. Bu hadiselerin esas sebeplerini tespit edemedi i için,
bunlara içgüdüye dayanan usuller vasfını takmakla yetinir.
Halbuki, bizim vakamızda bu "içgüdü" kelimesinin hiçbir mânâ sı yoktur^Her kim canlıları
ehlile tiren bir geli meye inanırsa onların faaliyetlerinin bütün ekil ve tezahürlerinin daima
imdiki ekil altında mevcut olmadı ını teslim etmek zorundadır. Belirli bir kimse ilk hareketi
yaptı ve daha sonra bu hareket birçok kimse tarafından tek rar ve taklit edildi. Neticede bu
hareket insanların her birinin uuru altına girdi ve artık bir içgüdü gibi kendini gösterme e
ba ladı.
Bu mekanizma insanda daha kolaylıkla anla ılır ve kabul edilir Hayvanlara kar ı mücadelede
ilk hile ve kurnazlıklar hiç üphe edilmesin ki, ba langıçta özellikle kabiliyetli kimselerin i i
olmu tur. ahsiyet burada da, muhakkak ki kararların ve icraatın temelini te kil etmi tir.
Sonra bu karar ve icraat bütün bir insanlık tarafından ispata ve ahide lüzum kalmayacak
ekilde kabul edildi. Bugün bizim için bütün stratejinin esasını te kil eden bazı açık askeri
ilkeler de, ba langıçta zorunlu olarak, azim ve karara sahip bir "kafa"da tasavvur edilmi lerdi.
Ancak aradan seneler, binlerce sene geçtikten sonra, kamu tarafından kabulüne ahit icap
ettirmeyecek bir açıklıkla kabul olundu.Her insan zamanla birinci bulu a bir ikincisini ekledi,
veya ilk bulu unu geli tirdi. Bir e yayı, bir yaratı ı kendi hizmetinde kullanmayı ö rendi. O
zaman, insanın asil yaratıcı faaliyeti, bugün de gözlemledi imiz ekilde kendini gösterme e
ba ladı. Yontulmu ta ın kullanılması, vah i hayvanların ehlile tirilmesi, ate in ke fedilmesi
vs. gibi icatların her biri ve zamanımızda bizi hayret içinde bırakan bütün icatlara ula ıncaya
kadar yapılan hareketler, esasında açık bir ekilde ferdin yaratıcı çalı masına ili kindir. Bu
bulu lar ne kadar yeni, ne kadar mühim veya ne kadar çok hayret verici bir vasfa sahip iseler,
bütün bu bulu ların ferdin yaratıcı mesaisine taallûk etti i hakikati de daha a ikâr olarak
gözümüze çarpar, i te bundan dolayı kesin esaslara dayanarak biliyoruz ki, çevremizdeki
bulu ların tamamı tek ba larına fertlerin yaratıcı kuvvetlerinin ve do u tan gelen yeteneklerin
sonucudur. Bütün bu bulu lar neticede insanı, hayvanın üstüne çıkarır ve kati bir ekilde
insanı hayvandan ayırır.
Tarihten evvelki zamanların orman içinde yasayan insanına hayatını korumak imkânım veren
kurnazlık bugün hâlâ en harika ilmi zafer ekli altında, insanlara hayatları boyunca yardımcı
olmaktadır. Ve insanlara gelecekteki mücadeleleri için zırhlar yapmak imkânını temin
etmektedir. insanın bütün emel ve dü ünceleri, bütün icatları bu dünya |üzerinde
ya ayan insanların mücadelelerini kolayla tırır. Hatta, bir adın, bir ke fin veya büyük bir ilmi
mütalâanın tatbiki faydasının crhal anla ılması bile, insanın di er canlıların üstüne çıkmasına
ardıma olur ve insanı her bakımdan bu dünyada hâkim bir mahlûk yapacak derecede takviye
ve tahkim eder.
Bütün icatların münferit birer yaratıcı kudretin neticesi oldu u görülür. Bu müstakil fertler
ister kendileri arzulamı olsunlar, ister rzulamamı olsunlar, bir noktaya kadar insanlı ın
velinimetidirler. Bu gibi kimselerin hareketleri, milyonlarca insanın eline hayat
I mücadelelerini kolayla tıracak birçok vasıtaları vermektedir. Günü-Rlüzdeki medeniyetin
ba langıcında, daima birtakım mucitlerin jahsiyederini görmekteyiz. Bu mucitler olumlu
hareketleri ile bir- irlerini tamamlarlar ve kar ılıklı olarak birbirlerini tahdit ederler. ÎCatların
ve ke iflerin gerçekle meleri ve tatbiki surette uygulamaya ta lamaları zamanında da,
tamamen bu böyledir. Çünkü açıklama sılalarının tamamı, icat sorununa ve bundan dolayı
ki iye ili kin-lir.
Nihayet her türlü ölçüden uzak bulunan, fakat sonraki her tür-llü teknik icadın artım
meydana getiren sadece yaradılı a ili kin ça-I li ma, kendine özgü ahsiyetin sonucu gibi
görünür.
Meydana getiren kuvvet, topluluk de ildir. Te kilât kuran ya Jda dü ünen ço unluk de ildir,
daima her yerde, tek ba ına ki idir.
Bir topluluk sadece, bu yaratıcı kuvvetlerin çalı malarını en lyüksek dereceye yükseltti i ve
bu çalı maları toplulu un menfaati-|fte uygun bir ekilde tanzim etti i zaman, "iyi bir
te kilâta" sahip fcgörünür, ister maddi aleme, ister manevi aleme ait olsun, bir bulu ficin en
çok de erli olan ey, önce mucidin ahsıdır. Bir toplulu-I gün te kilât içindeki en büyük ve en
yüksek vazifesi, o te kilâttan '>• kamunun menfaatine uygun bir ekilde faydalanmaktır.
Hakikatte ise, te kilât bizzat bu prensibin uygulamasını bir an Uçin bile gözden ve akıldan
uzak tutmamalıdır. Ancak bu ekilde,
1
te kilât, makinecili in felâketlerinden kurtulacak ve
canlı bir organ i haline gelecektir. Te kilât, iyi "kafa'ları toplulu un üstüne çıkarmak ve
toplulu u da bu "kafa'ların emirleri altına koymak e ilimini or-taya çıkarmalıdır.
Te kilât, insanlı ın nail oldu u lütfün hiçbir zaman kütleden gelmedi ini, yaratıcı
dima lardan çıktı ım bilmeli ve ırkın hakiki velinimetlerinin onlar oldu unu kendine ilke
edinmelidir. Aynı zamanda te kilât bu ilkeyle hareket etmelidir. Te kilâtın bu seçkin ahıslara
hâkim bir nüfuz ve tesir ederek, hareket ve nüfuzlarını kolayla tırması, kamunun
menfaatinedir. Çünkü bu genel menfaatleri, hiç üphe yok ki ne aptalların veya ehliyetsiz
olanların hâkimiyeti ne halk topluluklarının ço unlu u temin edecektir. Mutlaka yüksek
kabiliyetlere sahip kimseler i leri ele almalıdırlar .
"tktidarlı Kafa" aranması, daha önce de söyledi imiz gibi hayat mücadelesinin ha in
seleksiyonuyla meydana gelir. Birço u parçalanır ve yok olur. Böylece o i te ehil
olmadıklarını gösterirler. Sonunda seçkin sıfatıyla seçilenlerin ve di erlerinden ayrılanların
sayıca pek az oldukları görülür. Tefekkür, güzel sanatlar ve iktisat âleminde bu seleksiyon i i
hâlâ bugün kendini göstermektedir. Fakat, bugün iktisat âleminde "iKTlDARLI KAFA"yı
seçme uygulaması birtakım a ır yükler altında kalmaktadır.
Devletin idaresi ve askeri te kilâtın ekillendirdi i kudret de bu ki ilik fikrinin aynı derecede
egemenli i altındadır. Bunu her yerde, astlar üzerinde mutlak otorite, liderlere kar ı tam
mesuliyet ekliyle görmek mümkündür. Yalnız siyasi hayat, bu tabii ekseninden bugün
tamamen kurtulmu tur. Bütün medeniyet ferdin yaratıcı faaliyetinin neticesidir. Halbuki
ekseriyet prensibi her hükümetin özellikle en yüksek akıllılarında bulunmakta ve oradan da
yava yava memleketin bütün hayatım zehirlemektedir.
Esas itibarıyla, Yahudili in yıkıcı tesirini kendisi kabul etmi olan milletlerde, ahsiyetin
nüfuzunu yıkmak ve yerine kütlenin nüfuzunu ikame etmek için devamlı bir ekilde gösterilen
gayretlen bilmek ve anlamak lâzımdır. Üstün ırklardaki yapıcılık prensibi, yerini Yahudilerin
yıkıcılık prensibine terk etmektedir. Yahudiler, milletlerin ve ırkların bozulma mayaları
olmaktadır. Bir ba ka ifadeyle Yahudiler, medeniyeti çöküntüye sürüklemektedir.
Marksizm'e gelince, bu doktrin Yahudi'nin medeniyet sahasında bütün faaliyet ekilleri
içinden ahsiyetin üstünlü ünü hariç bırakarak, yerine adedin üstünlü ünü getirmek için
gösterdi i gayreti temsil eder. Siyasal bakımdan parlamenter biçim bu doktrine kar ılık gelir.
Komünün en küçük hücresinden uygarlı ın doru una kadar, her yanda bu parlamento
biçiminin u ursuz etkileri görülür. iktisadi sahada sendikalist tahriklere yol açılmaktadır. Bu
sendi-kalist tahriklerin i çilerin menfaatlerine olaca ı dü ünülemez. Yalnız, uluslararası
Yahudili in yıkıcı emelleri bu tahriklerden faydalanır.
iktisadi hareket, ahsiyet prensibinden ne kadar uzakla tırılırsa ve iktisadi hareketin faaliyeti
toplulu un nüfuz ve tesirine teslim edilirse, ekonomik hareketin yaratıcılık niteli i de o kadar
zayıflar. Neticede kaçınılması imkânsız bir çökü arz eder.
Çe itli mesleklerdeki danı ma bürolarının hepsi kullandıkları kimselerin menfaatlerini
hakikaten takip edecekleri yerde, bizzat üretim üzerinde bir nüfuz ve tesir yapmaya
çalı ırlarsa, aynı yıkıcı gayeye bilmeyerek hizmet etmi olurlar. Bunun neticesi u olur. Bu
hareketten genel üretim ve bu surette fert zarar görür.
Keza, bir milletin mensuplarının ihtiyaçları, kâ ıt üzerinde sözle ve nazariyatla tatmin
edilemez. Toplulu un genel çalı ması neticesinde, ferdin menfaatlerine hizmet edecek olan
nimetlerin her gün herkesin hissesine dü en miktarının ço altılması ile bir milletin
mensuplarının ihtiyaçları giderebilinir.
Mesele, Marksizm'in topluluklar hakkındaki nazariyesine dayanarak, imdiki iktisadiyatın
vazifesini ele alıp, bu iktisadiyatın devamlı olup olmayaca ını münaka a etmek de ildir.
Kaldı ki, bu prensibin do ru veya yanlı oldu u hakkındaki münaka a, bugün mevcut durumu
gelecekte yönetmeye ehil oldu unu ispat etmesiyle çözümlenemez. ayet, bir uygarlık
yaratmaya ehil oldu unu ispat ederse, ancak o zaman sorun çözümlenmi olur.
Bu faaliyetin ba arıyla münasebeti ne olursa olsun, bu ba arı, Marksizm'in miras bıraktı ı eyi
hiçbir zaman kendi ilkelerini uygulama suretiyle meydana getiremeyece i yolundaki olumlu
iddiamız ve olumlu hadiseler kar ısında ehemmiyetli bir durum arz etmez. Çünkü, Marksizm
fiiliyatta bunun açık delilini bizzat vermi tir.
Marksizm i te bundan dolayı kısa bir zaman sonra " ahsiyet" prensibine boyun e mi tir. Bu
durum Marksizm'in kendi te kilâtının bu teoriden azade kalamayaca ını açıkça
göstermektedir. Bunlar "ırkçı felsefe"nin en esaslı eylemleridir.
E er, bugün Nasyonal Sosyalist Hareket yukarıda izah etti imiz esaslı konunun önemini
tesadüfen kavramamı olsaydı ve mevcut vaziyeti az çok de i tirerek Marksistlerin i ine
gelen ekilde ço unlu un egemenli i sistemini kabul etseydi, sonuçta Marksistlerle aynı
paralele dü ecek ve böylece birbirlerine rakip iki siyasi olu umdan ibaret kalacaklardı.
Hareketimizin toplumsal programı, ahsiyeti bir kenara itip ve yerine ço unlu u koymayı ilke
edinse idi, i te o zaman "Nasyonal Sosyalizm" de mevcut burjuva partileri gibi Marksizm
zehri ile zehirlenmi bir halde olacaktı. Irkçı devlet bütün bu iktisadi ve siyasi çevreleri
parlamenter ço unluk ilkesinden, yani toplulu un verece i karardan tamamen kurtarmalıdır.
Bunun yerine, hiçbir kayıt ve arta ba lı olmadan, "bireyin"in hukukunu koymalıdır. Bütün bu
anlattıklarımızdan çıkan sonuç ve dünyayı tehdit eden Marksizm'e kar ı alınacak tedbir udur:
En 172 anayasa ve en güzel devlet kurulu u, toplulu un en seçkin unsurlarına rehberin
Dostları ilə paylaş: |