ve bu ilaçların büyük bir çoğunluğunu ise antineoplastik ilaçlar oluşturmaktadır (Ek-1). Ek- 1
Dolayısıyla sağlık çalışanları tehlikeli ilaçların hazırlanması, taşınması, uygulanması,
depolanması ve atıklarının yok edilmesi sırasında aşağıda belirtilen durumlarda inhalasyon
yoluyla, sindirim yoluyla ya da cilde doğrudan temas ile bu ilaçlara maruz kalabilmektedirler.
5
Yaklaşık 20 yıl önce başlayan ve günümüzde de devam eden pek çok çalışmada tehlikeli
ilaçları hazırlayan ve hastalara uygulayan eczacı, hemşire ve sağlık teknisyenlerinin olası
maruz kalma risklerine dikkat çekilmektedir.
Hastanedeki eczacı, hemşire ve sağlık teknisyenlerinin olası maruz kalmalarını dolaylı olarak
belirlemek amacıyla pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda yeterli korunma önlemi
almaksızın başlıca tehlikeli ilaçları hazırlayan ve uygulayan bireylerin idrarında mutajenik
aktivitenin (49) ve lenfositlerinde kromozomal kırıklar (16,19), kardeş kromatid değişiklikleri
(34,45,48) ve mikro çekirdek sıklığında (3, 49) artışlar olduğu gösterilmiştir. Yine Jagun ve
arkadaşları yetersiz korunma önlemlerini yetersiz uygulayan hemşirelerin beş günlük
rotasyon sonrası idrarı ile atılan tiyoeter bileşiklerinin üç günlük dinlenme sonrası idrar
örneklerindeki tiyoeter bileşiklerine göre çok daha yüksek olduğunu göstermiştir (31). Diğer
taraftan tehlikeli ilacın tipi ve miktarı, maruz kalma süresi ve yolu, alınan koruyucu önlemlerin
düzeyi ve farklılığı ve bireyler arası farklılıklar nedeniyle negatif sonuçların elde edildiği
çalışmalar da bulunmaktadır (52,64). Ülkemizde ise, Ankara'daki hastanelerde yapılan
biyoizleme çalışmalarında, yeterli güvenlik önlemleri almaksızın çalışan onkoloji
hemşirelerinin idrar örneklerinde karsinojenik ve mutajenik bileşiklere maruz kalmanın non-
spesifik göstergesi olan tiyoeter bileşiklerinin atılımının arttığı (5,8), periferik lenfosit
örneklerinde DNA hasarının göstergesi olan kromozomal yapı bozukluklarının (8), kardeş
kromatid değişikliği (59), mikro çekirdek sıklığı (7) ve tek sarmal kırıkları sıklığının arttığı
gösterilmiştir (5,6,7,8,52). Bu çalışmalardan birisinde onkoloji hemşirelerinin idrar
örneklerinde 0.02–9.14 µg/24 saat arasında değişen miktarlarda siklofosfamid saptanmıştır
(7). Ayni hastanelerde daha sonra yapılan çalışmada siklofosfamid atılım miktarının daha az
olduğu (0–2.12µg/24 saat) ve bunun muhtemelen kişisel güvenlik önlemlerinin yanı sıra
biyolojik güvenlik kabinlerinin kullanımı ile de ilişkili olabileceği belirtilmiştir (30).
Sotaniemi ve arkadaşları (56) onkoloji kliniğinde altı, sekiz ve 16 yıl süreyle çalışmış üç
hemşirede karaciğer harabiyeti saptamışlardır. Bu çalışmada araştırıcılar karaciğer
harabiyetinin toksik etkene maruz kalma süresi ve miktarı ile ilişkili olabileceğini ileri sürülmüş
ve klorambusilin terapötik dozlarda kullanıldığı belirtilmiştir. Bu üç karaciğer harabiyeti
olgusu, kesin bir sonuca varmak için yetersiz gibi görünse de bu veriler bile yüzlerce ve
hatta binlerce kez bu ilaçları hazırlayıp uygulayan sağlık personeli için rahatsız edici bir
durum olarak ortaya çıkmaktadır. Tehlikeli ilaçlarla uğraşan sağlık personelinin mesleki
sağlık risklerini belirleyen diğer çalışmalarda da bu ilaçlara maruz kalıp kalınmadığını ya da
vücuda absorbe olup olmadığını belirleyen daha doğrudan yöntemler kullanılmıştır. Bu
çalışmalarda yeterli korunma önlemi almadan çalışan hemşirelerin ve diğer sağlık
personelinin idrar örneklerinde siklofosfamid ve sisplatin tespit edilmiştir. Araştırmalarda
siklofosfamidin deri yoluyla da önemli ölçüde vücuda girebildiği gösterilmiştir (52,15). Bunun
6
dışında bazı araştırmacılar tehlikeli ilaçların hazırlandığı odalarda ve buna yakın diğer
odaların havasında bu ilaçların belli düzeylerde olduğunu ölçmüşlerdir (2,28,53,59,64). Bazı
tehlikeli ilaçların, insan üreme sisteminde çeşitli riskler yarattığı düşünülmektedir.
Finlandiya’da yapılan geriye dönük iki çalışmada hamileliklerinin ilk trimesterinde
siklofosfamid, doksorubisin ve vinkristin’e maruz kalan ve maruz kaldığı süre içerisinde
koruyucu niteliği az olan malzeme kullanan hemşirelerde sakat doğum ve düşük sıklığında
artış olduğu gösterilmiştir (24,48). Yapılan çalışmalarda bu ilaçların terapötik dozlarda dahi
testis işlevini ve spermatogenezi baskıladığı ortaya konmuştur (51). Bu alanda daha fazla
araştırma yapılması gerektiği vurgulanmasına karşın, bu ilaçlarla uğraşan sağlık
personelinde ilaçların vücuda absorbe olabileceği ve belki de üreme sistemi için risk
yaratabileceği konusunda ön bilgiler sağlanmıştır.
Son yıllarda yapılan izlem çalışmalarında ilgi çekici diğer bir konu da tehlikeli ilaçlarla çalışan
sağlık personelinin aldığı güvenlik önlemlerinin etkinliğidir. Pilger ve arkadaşları iki yıllık
süreçte onkoloji hemşireleri ile yaptıkları izlem çalışmalarında genotoksik hasarda herhangi
bir artış saptamama nedenlerini, bu çalışma yerlerinde uygulanan yüksek güvenlik
standartları olarak göstermişlerdir (59). Jakab ve arkadaşları da dört onkoloji hastanesinde
1992 yılından bu yana yaptıkları izleme çalışmalarında biyolojik güvenlik kabini kullanmayan
ya da horizontal akışlı güvenlik kabini kullanan hemşirelerde genotoksik hasarın arttığını
belirlemişlerdir. Yine ayni araştırma grubu bazı hastanelerde uygun güvenlik kabini
kullanılmasına karşın, sağlık çalışanlarında genotoksik hasarın saptandığını ve bunun olası
nedenin de kişisel koruyucu malzemenin devamlı ya da doğru biçimde kullanılmaması
nedeniyle olabileceğini ileri sürmüşlerdir (28).
Dostları ilə paylaş: