87
SONUÇ
Dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyara çıkacağı hesaplanmaktadır. Bu hızla
artması beraberinde kentsel nüfusu ve küresel enerji ihtiyacını da ikiye katlayacağı
anlamını taşımaktadır. 20. yüzyılın başında sanayileşme ile birlikte hızlı bir
ekonomik büyüme ve artan refah seviyesi insanları daha fazla tüketir hale getirmiştir.
Aşırı üretim (arz artışı) ve aşırı tüketim (talep artışı) artışı doğal çevrenin tahribatının
boyutunu da önemli düzeyde arttırmıştır. Doğal kaynakların kendilerini
yenileyebilme kapasitelerinin üzerinde hızlı bir şekilde tüketilmelerinin sonucunda
çevrenin dengesi bozularak canlı türleri yok olmaya, biyo çeşitlilik ve türlerin
devamının ortadan kalkma tehditleriyle karşı karşıya gelmesine sebep olunmuştur.
İnsanların alım gücünün artması ve tüketim odaklı hızlı yaşam tarzı, enerji
ihtiyacının çok daha fazla artmasına neden olmaktadır. Bu durumda da artan enerji
ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla fosil yakıtların kullanım seviyesinin artması
karbon salınım miktarını aşırı derecede arttırmaktadır. Atmosferdeki karbon
seviyesinin fazla oluşu, atmosferin delinmesine ve sera etkisinin artmasına iklimlerin
değişerek buzulların erimesine neden olmaktadır. Aynı zamanda maden ve metallerin
kullanımının artışı ile beraberinde getirdiği kirlilik, temiz su kaynaklarının fazla
kullanımı, yok olma tehditleri ve iklim değişikliği, küresel salgın hastalıklar, artan
açlık ve işsizlik, insan hakları ihlalleri toplumların ve ülkelerin refahını düşürerek
gelecekte küresel anlamda büyük bir krizle mücadele sorunuyla karşı karşıya
gelineceğinin göstergesidir.
Şirketlerin asıl görevlerinin üretim ve insanlara hizmet olduğu bilinmektedir.
Şirketlerden, ekonomik kalkınma, sosyal adalet ve çevresel koruma ile birlikte
insanların
hayatlarını
kolaylaştırmaları
daha
yaşanılır
hale
getirmeleri
beklenilmektedir.
Şirketlerin
çağın
şartlarına
adapte
olabilmeleri
ve
sürdürülebilirlikleri için, geleneksel anlayış ve uygulamalardan vazgeçerek bir an
önce kendilerini yeniliyor olmaları beklenmektedir. Çünkü geleneksel yönetim
anlayışının içeriğinde kısa vadeli düşünce tarzı yatmaktadır; amacı daha fazla satıp
paydaşlarına daha fazla getiri, kar elde etmek düşüncesi hâkimdir. Artık bu düşünce
tarzının yanlış olduğu anlaşılmıştır. Kaynaklar tükenmekte hatta yok olmaktadır.
88
Şirketler kötüleşen çevre şartlarını bir fırsat olarak değerlendirmeliler ve buradan
kendilerine yeni iş alanları, yeni pazarlar yaratarak uzun vadeli düşünmeleri
gelecekte kendi yararlarına olacağını anlamaları beklenmektedir.
Bu çalışmada, çevreye duyarlı ve çevreyle uyumlu bir sürdürülebilir
kalkınma için şirketlerin uymaları gereken önemli iki nokta üzerinde durulmuştur. İlk
olarak önemle savunulan; şirketlerin sürdürülebilir çevre politikalarını oluşturmaya
başlarken, öncelikle sürdürülebilir yönetim planlarını oluşturulmaları gerekmektedir.
Bu planları organizasyonun en üst değeri olarak görüp benimsemelidirler. Şirketler
iyi bir yönetim planı oluşturma aşamasında uzmanlardan görüşler almalı iyi
stratejiler benimsenmeli etkili ve verimli çözümler seçmelidirler. Aynı zamanda
şirketlerin devamlılığı düşünülürken çevrenin kirlenmesinin en aza indirilmesi hatta
sıfır karbon düzeyine indirgenip (beşikten beşiğe anlayışı) kaynakların kullanımında
mümkün olan en yüksek tasarrufa gidilmesi gerekmektedir. Şirketler sürdürülebilirlik
stratejilerine bütünsel yaklaşmalıdırlar, üretimin her aşamasında çalışanlar ve
tüketiciler hatta rakiplerinden oluşan büyük bir halka olarak görmelidirler. Şirketler
bu planlarında kendi içerisinde oluşturduğu stratejiler ile iyi bir kaynak yönetimi
sayesinde; kuruluş yeri seçiminden, hammaddenin üreticiden tedarik aşamasına,
üretimin izlendiği metotlardan, ambalajlamaya, kullanılan enerji kaynaklarından,
teknoloji yenileşmesine, ürünün dağıtım kanallarına satış ve satış sonrası destek
faaliyetlerine atıkların imha yöntemine kadar olan üretimin her aşamasını adım adım
izleyerek detaylı ve kapsamlı bir değişim yolunu uygulamalıdırlar. Şirketler dış
çevrelerinde ise sürekli yeni pazarlar keşfetmeliler, müşterilerin sorunlarını
dinlemeliler, yeni ürünler geliştirerek markalarını tekrar konumlama ile
sürdürülebilir karlı büyüme avantajı yaratabileceklerine inanmalıdırlar.
Sürdürülebilirliği benimseyip uygulayan şirketlerin sayıları hızla artmaktadır.
Yapılan anket çalışmaları sürdürülebilir çevre politikalarını uygulayan firma
yöneticilerinin durumdan memnuniyetlerini dile getirdiklerini, sürdürülebilir
uygulamaların şirketlerinin kurumsal itibarını arttırdığını bu durumun hissedarlarına
kar olarak yansıdığını, şirketlerine rekabet avantajı sağladığını belirtmişlerdir.
Çalışanlar da çevreye duyarlılığı benimseyen firmalarda çalışma istek ve arzusunda
oldukları görülmüştür. Aynı zamanda gelecekte bu tür firmalara paydaş olma
89
isteğinde olan yatırımcıların da bu tür uygulamalar ilgisini çekmektedir. Bu durum
şirketler için daha kaliteli çalışanlarla iş yapma, daha karlı duruma geçmeleri
anlamındadır.
İkinci önemli uyulması gereken nokta ise, çevresel ve sosyal konularda
dünyada son zamanlarda yaşanan önemli sorunlar nedeniyle şirketlerden daha şeffaf
ve hesap verebilir olmaları istenmektedir. Bu bağlamda şirketlerin saydamlık
raporları hazırlıyor olmaları gerekmektedir.
Şirketlerin yapmaları gereken; “Sürdürülebilirlik Raporları” diye adlandırılan
bu raporlama standartları ile tanışıp sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda
ekonomik sosyal ve çevresel performanslarını daha şeffaf ve net bir şekilde
yansıtmalarıdır. Bu raporlar şirketlerin olumlu ya da olumsuz performans göstergeleri
olmaktadır. Bu raporlar topluma açık, online olarak yayınlanmakta olup herkes
tarafından incelenen ve görülebilen raporlardır.
Günümüzde piyasalarda işlem gören şirketlerin hisse değerlerinin çoğunu
kurum itibarı, know-how ve lisans oluşturmaktadır. Bu esnada sürdürülebilirlik
devreye girmektedir. Bir şirketin sürdürülebilirlik anlamında çevreye, enerjiye ve
insan kaynaklarına yatırım yapıyor olması kurumsal imaj ve itibarını arttırmaktadır.
Kurumsal
imaj
günümüz
koşullarında
globalleşen
dünyada
şirketlerin
sürdürülebilirliği ve rekabet edebilirliği açısından büyük öneme sahiptir.
Yeni iş dünyasının kurallarına uyan başarılı şirket örnekleri artmaktadır.
Şirket yöneticileri bu şirketlerin başarılarının ana kaynağını tanımlarken şirketlerinin
karını artırmayı ve paydaşlarının beklentilerine cevap vermeyi sağlarken, rekabet
gücünü korumaya çalıştıklarını ve aynı zamanda çevresel, sosyal ve ekonomik
sürdürülebilirliği
kurumsal
stratejilerinin
merkezlerine
koyduklarını
ifade
etmektedirler.
Anlaşılmıştır ki, şirketlerin insanların ve ekolojik sistem içerisinde tüm canlı
çevrenin hayatında giderek artan rolünden dolayı dünyanın geleceğine yön veriyor
durumda olmaları nedeniyle sosyal sorumluluğu benimsiyor, çevreyi koruyor
olmaları, tüketicilerden, sivil toplum kuruluşlarına ve hükümetlere kadar dünyanın
90
her yerinde iyi bir kurumsal imaj ve itibar yaratmaları, onlara sürdürülebilir rekabet
avantajı yaratacaktır. Gelecekte karşılaşacakları her türlü yasal uygulamalara karşı
hazırlıklı olma, maliyetlerini önemli bir miktarda düşürme, çalışanların daha fazla
üretken olduğu, yönetimin güvenilirliğini ve başarısını arttırma, müşterilerin her
şartta ürünlerini tercih etme, piyasada yeni yatırımcılar tarafından aranılma,
paydaşlarının karlı durumdan memnun olma durumunun yaratıldığı bu sürdürülebilir
uygulamaların, şirketlere uzun vadede piyasada karlılık oranlarını yükseltecek ve
uzun vadede rekabet avantajı sağlayacaktır. Uzun vadeli rekabet avantajını elinde
bulunduran şirketlerin yaşam süreleri de uzun olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |