1.6.
Anksiyete ve Nöroanatomi:
Normal veya anormal anksiyete esas olarak santral sinir sisteminden
kaynaklanmaktadır. Beyindeki subkortikal yapılar içinde talamus, hipotalamus,
hipokampus, pineal bez, hipofiz ve amigdala gibi önemli nöroanatomik oluşumları
içeren limbik sistem bellek ve duygudurum değişikliklerinden sorumlu önemli bir
bölgedir (3,4,15,16).
Anksiyete, uyarılmayı artıran ve dikkatin olası tehlikeye yöneltilmesini
sağlayan karmaşık bir duygudur. Anksiyete duygusu, bedeni, kaçma ve kavga etme
tepkilerini vermeye hazırlamaktadır. Aynı zamanda anksiyete, korkulu olaylarla ilgili
23
anıları ortaya çıkartmakta ve kişinin tehlikeli durumlar karşısında bir sonraki tepkisini
değiştirmektedir. Anksiyete bunu koşullandırılmış tepkiler oluşturarak ve bilişsel
yapılarda değişiklik meydana getirerek yapmaktadır.
1.6.1. Anksiyete ve limbik sistem
Anksiyete, beyin sapındaki çekirdekler, limbik sistem, prefrontal korteks ve
serebellum arasındaki etkileşimin bir sonucudur. Beyin sapı gelişimsel olarak beynin
en eski bölümüdür ve uyarılmayı kontrol etmede kısmi bir rolü vardır.
Limbik sistem ve bu sistemin içinde yer alan amigdala, duyguların oluşmasında
ve gerginlik yaratan durumlara karşı gelişen duygusal tepkilerin ve otonom sistemle
ilgili tepkilerin kontrolünde rol oynamaktadır. Hipokampus ve amigdala, korkunun
edinilmesi, sürdürülmesi ve körelmesinin bilişsel ve duygusal yönden öğrenilmesinde
ve bellekte tutulmasında önemli bir rol oynarlar.
Lokus seruleus, limbik sistemin, serebral korteksin, serebellumun ve
hipotalamusun noradrenerjik girdisini sağlayan ve orta beyinde yer alan küçük bir
çekirdektir. Bu çekirdek “travma merkezi” olarak adlandırılmaktadır. Korku ve alarm
yanıtlarına eşlik eder.
Lokus seruleusun tahrip edilmesi hayvanlarda aldırmaz bir biçimde cesaretle
tehlikeli davranışlara girilmesine neden olur.
Bir alfa-2-reseptör antagonisti olan yohimbin, lokus seruleus aktivitesini ve
anksiyeteyi arttırmaktadır. Bu oto-reseptörün agonisti olan klonidin ise lokus seruleus
aktivitesini ve anksiyeteyi azaltmaktadır. Lokus seruleus aktivitesini azaltan
benzodiazepinler ve opiatlar gibi diğer ilaçlar da anksiyete çözücü etki
göstermektedir. İmipramin de lokus seruleusun ateşleme hızını azaltarak etkili olur.
24
1.6.2. Anksiyete ve Amigdala
Limbik yapılar içinde amigdala korku duygusu ve anksiyete oluşumunda en
önemli role sahip olan nöroanatomik oluşumdur. Amigdala ve amigdala ile nöronal
bağlantılarla iletişim kuran lateral hipotalamus, vagusun dorsomedial nükleusu,
nükleus ambigius, parabrakial nükleus, ventral tegmental alan, lokus seruleus,
pedinkülopontin nükleus, nükleus retikülaris ve hipotalamusun paraventriküler
nükleusu normal ve patolojik anksiyete oluşumunda rolü olan belli başlı anatomik
yapılardır (3,15,16,17).
Amigdala, koşullandırılmış korkunun edinilmesinde, saklanmasında ve ifade
edilmesinde çok önemli rol oynamaktadır. Tüm duyusal organlardan gelen bilgiler,
amigdalaya korteksten ya da talamus ya da parabrakiyal kompleks gibi korteks altı
yapılardan yansıtılmaktadır. Cerrahi olarak amigdalası alınmış hastalar yüzleri fark
edebilmekte, ancak yüz ifadelerinin anlamını çözememektedir (3,4).
Amigdalanın santral çekirdeğinin efferentlerinin pek çok hedef yapısı ve işlevi
vardır: solunum hızında artışa neden olan parabrakiyal çekirdek, sempatik sinir
sistemini etkinleştiren ve otonomik uyarılma ve sempatik salınımdan sorumlu
hipotalamusun lateral çekirdeği, norepinefrin salınımını arttırarak kan basıncı ve kalp
hızı artışına ve davranışsal korku yanıtına sebep olan lokus seruleus ve
adrenokortikoidlerin artmış salınımına yol açan hipotalamusun paraventriküler
çekirdeği. Amigdalanın santral çekirdeğinden periaquaduktal gri bölgeye olan
projeksiyonlar ise savunma davranışı (fobik kaçınma ve postural dona kalma gibi) ek
davranışsal yanıtlardan sorumludur (15,17).
25
1.6.3. Anksiyete ve GABA
Bilimsel çalışmaların sonuçları Gama Amino Bütirik Asid (GABA)-
Benzodiazepin Reseptörü- Cl- İyonofor Kompleksi, Noradrenerjik sistem ve
Serotonerjik sistem olmak üzere üç temel santral nörotransmiter sistemi hem normal
hem de patolojik anksiyete oluşumunda ve sürdürülmesinde önemli rollere sahip
olduğuna işaret etmektedir. Bu temel nörotransmiterlerin yanı sıra ventral tegmental
alan’daki dopaminerjik nöronlar ve pedikülopontin nükleustaki kolinerjik nöronlarında
uyanç ve dikkati arttırarak anksiyete gelişimine minimal düzeyde katkı sağladığı
bilinmekle beraber antidopaminerjik ve antikolinerjik ilaçların belirgin bir anksiyolitik
etkisinin olmaması dopaminerjik ve kolinerjik sistemlerin anksiyete ile direkt ilişkisini
desteklememektedir. Hipotalamo-hipofizer yolak ve ACTH’nın da depresiflerde inaktif
iken anksiyete ve artmış streste aktif olduğu bilinmektedir(4,15).
Amino asit yapısında olan GABA memeli santral sinir sistemindeki en yaygın
inhibitör nörotransmitterdir. Santral sinir sistemindeki tüm sinapsların yaklaşık olarak
%40’ının nörotransmisyonda GABA’yı kullandığı düşünülmektedir (4,16,17).
Deneysel çalışmalar GABA’nın santral sinir sisteminde presinaptik ve
postsinaptik sinir uçlarında etkili olarak eksitatör nitelikli nörotransmitterlerin sinaptik
aralığa salıverilmelerini önlediği ve presinaptik inhibisyon yaptığı, postsinaptik
bölgede birçok etkisini GABA-A reseptörünün uyarılması yoluyla oluşturduğuna işaret
etmektedir.
GABA reseptörlerinin bağımsız olarak çalışmadığı, başta benzodiazepinler ve
barbitüratlar olmak üzere bazı sedatif/hipnotik ve anksiyolitik etkili ilaçlara özgül
başka reseptörlerin de GABA reseptörlerine bitişik olarak bir klorür iyonoforu ile
birlikte kompleks bir yapı oluşturduğu ve bu kompleksin total olarak çalışmasının
inhibitör etkilerden sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. GABA reseptörlerinin GABA
aracılığı ile stimülasyonunun paralel olarak benzodiazepin reseptörlerinin
benzodiazepinlere afinitesinde bir artışa neden olduğu deneysel olarak da
gösterilmiştir (4).
26
Anksiyetede
benzodiazepinlerin
olumlu
etkilerinin
mekanizmasının
anlaşılmasına yönelik en önemli buluş kuşkusuz 1977 yılında Squeres ve
Braestrup’un sıçan beyninde benzodiazepinlere özgü reseptörleri göstermesi
olmuştur. Bu gözlem anksiyetenin mekanizmasının anlaşılması ve tedavisine de
önemli bir katkıda bulunmuştur. Benzodiazepin reseptörlerinin BZ1 ve BZ2 olmak
üzere en az iki alt tipte olduğu, BZ2 reseptörlerinin maymun beyninde amigdala,
hipokampus ve prefrontal korteksin bir kısmı gibi anksiyete oluşumunda da rolü olan
önemli limbik yapılarda yaygın olarak bulunduğu gösterilmiş ve benzodiazepinlerin
anksiyolitik etkisinde BZ1’lerden çok BZ2’lerin katkısı olduğu ileri sürülmüştür (4).
Benzodiazepin grubu anksiyolitikler etkilerini GABA-A reseptörü- BZ reseptörü-
Cl- iyonofor kompleksini etkileyerek oluştururlar. Bu kompleksin anksiyete oluşumuna
da katkısı vardır (4,15,16,17).
GABA-A reseptörü- BZ reseptörü-Cl- iyonofor kompleksine bitişik olarak
yerleşmiş ve GABA reseptörünün GABA’ya duyarlılığını negatif yönde etkileyerek
normalde Cl iyonoforunun kapalı olmasını ve hücre içine fazla Cl- girişini engelleyen
“GABA modülin” isimli başka bir proteinin varlığı iddia edilmektedir. Normalde GABA
modülin presinaptik uçtan salıverilen GABA moleküllerine GABA reseptörünün
afinitesini azaltır. Bu durumda GABA reseptörü yeterince uyarılamaz ve kompleksin
Cl- iyonoforu kapalıdır. GABA reseptörüne bitişik benzodiazepin reseptörüne
benzodiazepin reseptörleri bağlandığında GABA modülinin inaktivasyonu sonucu
GABA reseptörlerine GABA moleküllerinin bağlanması kolaylaşır. GABA’nın
aktivasyonu sonucu Cl- iyonoforu açılır ve postsinaptik bölgeye geçen fazla miktarda
Cl- iyonu inhibitör postsinaptik potansiyelde artışa bağlı olarak inhibitör etkiler ortaya
çıkarır. Benzodiazepinlerin etkilerini bu mekanizma ile oluşturdukları düşünülmektedir
(4,16,17).
1.6.4. Anksiyete ve Noradrenalin
Lokus seruleus ponsun dorsal bölümünde yer alan ve santral sinir sistemindeki
toplam noradrenalinin yaklaşık %70’ini içeren bir nükleustur. Lokus seruleustan çıkan
27
noradrenerjik lifler serebral ve serebellar korteksleri, limbik sistemi, beyin sapını ve
medulla spinalisi innerve eder ve lokus seruleus santral sinir sisteminin otonomik ve
emosyonel alarm yanıtları ile ilişkili merkezidir (3, 4,15,16,17).
Lokus seruleusun uyarılması ve noradrenalin düzeyinin artması korku
duyumsama, taşikardi, tremor, ağız kuruluğu, kan basıncında artış, gastrointestinal
sistemde peristaltik hareketlerde artış, terleme ve pupillalarda genişleme gibi
otonomik ve emosyonel anksiyete semptomlarına neden olur. Anksiyete teşhisi
konanlarda noradrenalin ile birlikte noradrenalinin major metaboliti olan 3-metoksi-4-
hidroksiglikol düzeylerinde artışlar saptanmıştır (4).
Lokus seruleustaki noradrenerjik nöron gövdelerinde GABA reseptörlerinin de
yüksek
konsantrasyonda
bulunduğu
gözlenmiştir.
Buna
dayanarak
benzodiazepinlerin anksiyete üzerindeki yararlı etkilerine lokus seruleusta GABA
aracılı noradrenerjik inhibisyonun da katkısı olabileceği ileri sürülmüştür (4).
Noradrenalin etkilerini bilindiği gibi iki alt reseptör tipi aracılığı ile
oluşturmaktadır. Bunlar alfa ve beta reseptörleridir. Alfa reseptörlerin a1 ve a2, beta
reseptörlerin ise b1 ve b2 alt tipleri bulunmaktadır. Beta reseptörlerin her iki alt tipi de
beyinde bulunmaktadır. Bununla beraber b1 reseptörler kortekste noradrenaline daha
duyarlı iken b2 reseptörler daha çok vasküler yapı ile ilişkilidir. Anksiyetenin terleme,
tremor ve taşikardi gibi semptomlarını inhibe edn ve Anksiyete tedavisinde yeri olan
propranolol gibi b blokörler periferdeki etkilerinin yanı sıra santral b reseptörleri de
bloke etmek suretiyle etkili olabilirler (4,16).
Noradrenalin reseptörlerinden a reseptörlerinde her iki alt tipi beyinde
bulunmaktadır. A1 tipi adrenerjik reseptörler santral sinir sisteminde sadece
postsinaptik bölgelerde lokalize iken a2 alt tipi presinaptik lokalizasyona sahiptir ve
otoreseptör olarak işlev görür. Bu reseptörlerin uyarılması sinaptik aralığa
noradrenalin salıverilmesini inhibe eder. Nitekim selektif bir a2 reseptör antagonisti
olan yohimbin maymunlarda ve insanlarda anksiyeteye neden olurken, bir presinaptik
a2 reseptör agonisti olan klonidin insanlarda anksiyete üzerine olumlu etkilere sahip
olduğu gözlenmiştir (4).
28
1.6.5. Anksiyete ve Serotonin
Beyin sapının dorsal ve median raphe nükleusunda lokalize olan nöronlar
beyindeki primer serotonin kaynaklarıdır. Serotonerjik sistem iştah, enerji, uyku,
duygudurum, libido ve kognitif fonksiyonların modülasyonundan sorumludur.
Serotoninin anksiyetedeki rolü lokus seruleus üzerindeki modulatuar etkileri ve
amigdalaya gelen serotonerjik liflerin varlığı ile desteklenmektedir (3, 4,15,16,17).
Serotonerjik ve noradrenerjik sistemler arasındaki etkileşme anksiyete gelişimi
ile ilişkili olabilir. Maymun beyninde gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre lokus
seruleus noradrenerjik nöronların yanı sıra serotonerjik nöronlara da sahiptir. Ayrıca
santral serotonerjik merkez kabul edebileceğimiz beyin sapı raphe sistemi
noradrenerjik nöronlar tarafından da innerve edilirken, lokus seruleusun da beyin
sapı raphe sisteminden serotonerjik innervasyonlar aldığı saptanmıştır (4).
Lokus seruleus ve noradrenerjik sistem ile etkileşme dışında benzodiazepinlerin
anksiyolitik etkilerinde kısmen santral serotonerjik aktiviteyi modüle etmelerinin de
rolü olduğu ileri sürülmüştür.
Serotonin reseptörlerinden presinaptik 5-HT1A otoreseptörlerin ve postsinaptik
5-HT3 reseptörlerinin anksiyete ile ilişkili olduğuna işret eden önemli veriler
mevcuttur. 5-HT1A reseptörlerin parsiyel agonisti olan buspiron, ipsapiron ve gepiron
gibi ilaçlar özellikle yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisinde kullanılmaktadır.
Serotonin 5-HT3 reseptörlerinin bloke edilmesinin de çeşitli deneysel anksiyete
modellerinde olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir. Selektif serotonin gerialım
inhibitörleri ile venlafaksin gibi noradrenalin ve serotonin gerialım inhibitörlerinin
anksiyete bozukluklarının tedavisinde etkili oldukları görülmektedir (4,15,16).
İnsanlar ve deney hayvanlarında bazı kimyasal ve farmakolojik ajanların verilmesi
doza ve bireysel duyarlılığa bağlı olarak değişen şiddette anksiyete semptomlarından
bir veya daha fazlasını ortaya çıkararak anksiyete benzeri akut bir tabloya neden
olurlar. Dışarıdan verildiğinde anksiyete benzeri klinik tablo oluşturan ajanlar
arasında; sodyum laktat, CO2, yohimbin, kafein, pentilentetrazol, pikrotoksin,
29
benzodiazepin invers agonistleri, kolesistokinin-B reseptör agonistleri (CCK-4,
pentagastrin) yer almaktadır (4,15,16). Bu kimyasal ve farmakolojik ajanlar lokus
seruleus aktivitesini arttırarak anksiyete düzeyini yükseltirler(6).
1.6.6. Anksiyete ve Kolesistokinin
Kolesistokinin beyin sapının ve orta beynin birçok bölümünde bulunan uyanç ve
duygudurum ile ilişkili bir nöropeptiddir. Kolesistokinin bir anksiyete bozukluğu tipi
olan panik atakların olası bir nöromediyatörü olduğu ileri sürülmüştür. Kolesistokinin
santral sinir sisteminde CCK-A ve CCK-B reseptör tipleri tanımlanmıştır. CCK-4 ve
pentagastrin gibi CCK-B reseptör agonistlerinin insanlarda panik atak ortaya
çıkardığı, buna karşın CI-988 ve L-365, 250 gibi CCK-B reseptör antagonistlerinin
deney hayvanlarında anksiyolitik etkiler oluşturduğu görülmüştür (4,17).
1.6.7. Anksiyete ve P maddesi
Bir nörokinin olan P maddesi ağrının duyumsanmasında önemli bir role sahiptir.
P maddesinin ayrıca diğer nörokininler gibi anksiyetenin modülasyonunda da rolü
olduğuna işaret eden deneysel çalışmalar yapılmıştır. P maddesinin anksiyojenik
etkilerine santral nitrik oksidin önemli bir katkısı olduğuna işaret eden deneysel
bulgular elde edilmiştir (4,15,16,17).
1.6.8. Anksiyete ve Adenozin
Adenozin riboza bağlı bir pürindir; beyinde kendine özgü reseptörleri vardır ve
GABA gibi santral sinir sisteminin inhibitör nitelikli nörotransmitterlerinden biridir.
Beyindeki birçok nöronun ateşlenmesini inhibe edici özelliğe sahiptir. Adenozinin
santral sinir sisteminde yer alan A1 ve A2a reseptör tiplerinin anksiyete ile ilişkili
olduğuna işaret eden çalışmalar yapılmıştır. Adenozin reseptörlerinin nonspesifik bir
antagonisti olan metilksantin türevi kafein ve teofilin santral adenozin reseptörlerini
bloke ederek adenozinin nöronların ateşlenmesini engelleyen inhibitör etkilerini bloke
etmekte ve anksiyete semptomlarına neden olmaktadır. Farelerde gerçekleştirilen
30
bazı deneysel çalışmaların sonuçları özellikle selektif adenozin A1 reseptör
agonistlerinin anksiyolitik olduğuna işaret etmektedir. Gerek adenozin A1 gerekse
adenozin
A2a
reseptörlerinin
yokluğunun
farelerde
anksiyete
belirtilerini
şiddetlendirdiği ileri sürülmüştür (4,15,16).
1.6.9. Anksiyete ve Nitrik oksit
Nitrik oksit periferde olduğu kadar santral sinir sisteminde de önemli biyolojik
aktivitesi olan labil ve çok kısa ömürlü (6-10 saniye) bir serbest radikal gazdır. Gerek
periferde gerekse santral sinir sisteminde NO prekürsörü amino asid L-argininden
kalsiyum/kalmodulin, oksijen ve NADPH’nin katıldığı ve NO sentaz (NOS) enzimi
tarafından katalizlenen bir reaksiyonla sentezlenir. NO’nun santral sinir sisteminde bir
nörotransmitter fonksiyonuna sahip olduğu iddia edilmektedir ve santral L-arginin-NO
yolağının varlığından söz edilmektedir. NO sentezini katalizleyen enzim olan NOS’nin
amigdala, lokus seruleus, dorsal periakuaduktal gri cevher, hipotalamus,
hipokampus, striatum, korteks ve serebellum gibi beyin bölgelerinde bulunduğu
gösterilmiştir (4,15,16).
Nitrik oksitin santral sinir sistemindeki eksitatör nitelikli etkilerini presinaptik sinir
ucunda guanilat siklaz aktivasyonu ve cGMP aracılığı ile glutamat salıverilmesini ve
buna paralel olarak postsinaptik membranda NMDA reseptör aktivasyonunu arttırmak
suretiyle oluşturduğu sanılmaktadır(4).
1.6.10. Anksiyete ve Kortikotropin salıverici faktör
Anksiyete bozukluklarında ve affektif hastalıklarda rol oynayan nöropeptidlerden
CRF, ACTH salgısının başlıca fizyolojik düzenleyicisidir. Dolayısı ile adrenokortikal
glukokortikoid sentez ve salınımını aktive eden de CRF’dir. CRF’nin etkileri,
hipotalamus-hipofiz-adrenokorteks ekseninin etkinliğinin yanı sıra, başka beyin
bölgelerinde de mevcuttur (14,16,17).
CRF ve CRF reseptörleri, frontal korteks, amigdala, stria terminalis ve beyin sapı
(lokus seruleus, parabrakiyal nukleus) gibi ekstrahipotalamik beyin alanlarına
31
heterojen olarak dağılmış durumdadır. Limbik bölgelerdeki dağılım, anksiyete ve
affektif bozuklukların patogenezinde CRF’nin rolünü gösterir (16,17,18).
Anksiyete bozukluğu olan hastalardaki nöroendokrin değişiklikler; Bazal ACTH
ve kortizol düzeyinde yükselme, TRH uygulamasına TSH ve prolaktin cevaplarında
küntleşme ve CRF’ye cevap olarak ACTH cevabında küntleşmedir (ancak kortizol
cevabı normal) (16,18,19).
Laboratuar sıçanlarına merkezi CRF uygulaması, klasik anksiyojenik cevapta
artışla sonuçlanmaktadır. Stres ve CRF infüzyonu adrenalin ve noradrenalin
salgısını, kalp hızını, kan basıncını, plazma glukagonunu, glukoz yoğunluğunu
yükseltmekte, mide asidi salgısını düşürmekte, gıda alımı ve seksüel kabulü
azaltmaktadır. CRF’nin sistemik uygulanmasından sonra ise anksiyojenik davranışlar
gözlenmez. CRF’nin anksiyojenik etkileri benzodiazepin gibi anksiyolitiklerle
antagonize edilmektedir (17,18).
Monoamin nörotransmitterlerin hemen hepsi CRF salgısını etkiler. Asetilkolin,
CRF salgısını temin eden primer nörotransmitterdir. Serotonin de CRF salgısını
stimüle eder. Ama bu etki, muhtemelen kolinerjik nöron aracılığı ile ortaya çıkar,
çünkü ortaya çıkan bu etkiyi atropinle baskı altına almak mümkündür. Norepinefrin,
alfa-adrenerjik reseptör aracılığı ile CRF salgısına kolinerjik etkileri engeller. GABA
da benzer bir etkiye sahiptir. Pineal bezin salgısı olan melatonin CRF salgısını
baskılar ve karanlık-aydınlık dönemler ile ilgili olarak CRF salgısındaki günlük
değişiklikten sorumlu olabilir. Enkefalinler, hipofiz-adrenal eksenine, muhtemelen
hipotalamik düzeyde CRF salgısını etkileyerek inhibitör tesir gösterirler (18,19).
32
2. ÖZGÜL FOBİLER:
Anksiyete ve korkuda benzer belirtiler ve benzer duygular olmakla birlikte,
anksiyeteyi ortaya çıkaran uyaran, korkuyu ortaya çıkaran gibi net olarak
belirlenmemiştir. Kişi huzursuzdur, kendi ya da yakınlarına kötü bir şey olacağından
endişe etmektedir. Ancak bu durumu açıklayacak nesnel bir tehlike ya da tehdit
kaynağı tanımlayamamaktadır.
Fobide ise açıkça belli olan bir nesne ya da duruma karşı oluşan tepki ve
anksiyete, neden olarak gösterilen uyaranla orantılı olmayan bir şiddette ortaya çıkar.
Fobik birey bu abartılı tepkisinin mantıksız olduğunu bildiği halde, bazen panik
düzeyine varan fobik tutum davranışlarını önleyemez. Fobik bireyler, fobi oluşturan
ortamlarda (yer, durum veya nesnelerden) ısrarlı bir kaçınma davranışı gösterirler (5).
Sınırlı korkular bir çok insanda görülebilir. Bu tür korkular özellikle çocukluk
döneminde doğal kabul edilir. Bunlar bireyin özgürce yaşamasını engellemediği gibi,
çoğu kez herhangi bir terapötik müdahale gerektirmezler. Korku ancak insanın
yaşamını kısıtladığı, özgürce yaşamasını önlediği zaman fobik özellik kazanır.
Fobilerde görülen anksiyete, panik bozuklukta olduğu gibi beklenmedik veya yaygın
anksiyete bozukluğunda olduğu gibi serbest ve süregen değil, özgül bir nesne, yer ya
da duruma bağlıdır (1,5).
2.1.Tanım:
Özgül fobi, sosyal fobi ve agorafobi için tanımlanan durumlar dışında kalan
durumlar veya nesnelerden duyulan mantıksız/aşırı korkudur. Çok eski çağlardan
beri bilinmesine rağmen özgül fobilerin günümüzdeki şekliyle kullanılması yüzyılın
başlarında olmuştur. Pierre Janet tüm fobileri obsesif-kompulsif bozukluk ve diğer
nevrozlarla bir arada sınıflamıştır.
Freud ise fobilere anksiyete histerisi adını önermişse de bu isim fazla rağbet
görmemiştir. Küçük Hans olgusunda özetlenen psikanalitik bakışa göre tüm fobiler
cinsel yada saldırgan dürtülerin hedefiyle, bunların gerçekleşmesinin doğuracağı
33
tehlike arasındaki çatışmadan doğarlar. John Watson’ın Küçük Albert olgusunda
özetlenen öğrenme kuramına göre ise korkular koşullanma yoluyla öğrenilen
davranışlardır.
Özgül fobiler; hayvanlar, yükseklik, fırtınalar, karanlık, kapalı dar yerler, uçak,
yüzme, diş hekimi ya da kan görme gibi özgül durumlar üzerinde odaklanmış ve
bunlarla sınırlıdır. Komplike olmamış özgül fobi bulunan kişilerde diğer psikiyatrik
sorunlar sık değildir ve genellikle fobik uyaran nesne ya da yer yokluğunda korku,
anksiyete ya da başka bir sorun görülmemektedir.
2.2.Tanı:
Uluslararası psikiyatrik tanı sınıflandırma sistemlerinden DSM-IV-TR’de özgül
fobiler “Anksiyete Bozuklukları” başlığı altında, ICD-10’da ise “Nevrotik, Stresle İlgili
ve Somatoform Bozukluklar” grubunda sınıflanmaktadır. Tanı ölçütleri açısından iki
sistem arasında belirgin farklar yoktur (20).
DSM-IV-TR’de Özgül fobi için tanı ölçütleri:
Özgül bir nesne ya da durumun (örn. Uçakla syahat etme, yüksek yerler,
hayvanlar, enjeksiyon yapılması, kan görme) varlığı ya da böyle bir durumla
karşılaşacak olma beklentisi ile başlayan, aşırı ya da anlamsız, belirgin ve
sürekli korku.
Fobik uyaranla karşılaşma hemen her zaman birden başlayan bir anksiyete
tepkisi doğurur, bu da duruma bağlı ya da durumsal olarak yatkınlık gösterilen
bir Panik Atağı biçimini alabilir. Not: Çocuklarda anksiyete, ağlama, huysuzluk
gösterme donakalma, sıkıca sarılma olarak dışavurulabilir.
Kişi, korkusunun aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir. Not: Çocuklarda bu
özellik bulunmayabilir.
Fobik durum(lar)dan kaçınılır ya da yoğun anksiyete ya da sıkıntıyla bun(lar)a
katlanılır.
Kaçınma, anksiyöz beklenti ya da korkulan durum(lar)da sıkıntı duyma, kişinin
olağan günlük işlerini, mesleki (ya da eğitimle ilgili) işlevselliğini, toplumsal
etkinliklerini ya da ilişkilerini bozar ya da fobi olacağına ilişkin belirgin bir sıkıntı
vardır.
34
18 yaşının altındaki kişilerde süresi en az 6 aydır.
Özgül bir nesne ya da duruma eşlik eden anksiyete, Panik Atakları ya da fobik
kaçınma, Obsesif-Kompulsif Bozukluk (örn. Bulaşma ile ilgili obsesyonu olan
birinin kir ve pislikten kaçınması), Travma Sonrası Stres Bozukluğu (örn. Ağır
bir stres etkenine eşlik eden uyaranlardan kaçınma), Ayrılma Anksiyetesi
Bozukluğu (örn. okula gitmekten kaçınma), Agorafobi ile birlikte Panik
Bozukluğu ya da Panik Bozukluğu öyküsü olmadan Agorafobi gibi başka bir
mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
2.3. Özgül fobi tipleri
DSM-IV tanı ölçütlerinde, korkuyu başlatan etkenler esas alınarak özgül fobinin 5 alt
tipi tanımlanmıştır (8):
Durumsal Tip: Korkuyu toplu taşıma araçlarında bulunma, tüneller, köprüler,
asansörler, uçak yolculuğu, araba kullanma gibi durumlar başlatmaktadır. En
sık çocuklukta ve yirmili yaşların ortalarında görülür.
Doğal Çevre Tipi: Korkuyu fırtına, yüksek yerler, su gibi doğal koşullar
başlatmaktadır. Genellikle çocuklukta başlar.
Kan-enjeksiyon-yara tipi: Korkuyu kan, yara, enjeksiyon ya da invaziv tıbbi
girişimler başlatır. Genellikle ailevidir ve çoğu zaman güçlü bir vazovagal tepki
ile belirgindir. Hastaların % 75’i bu durumlarda karşılaştıklarında bayılırlar.
Korku nedeniyle müdahaleden kaçınma, diş ya da beden sağlığının
bozulmasına neden olabilir.
Hayvan Tipi: Korkunun nedeni hayvanlardır. Genellikle çocuklukta başlar.
Diğer Tip: Tıkanıp boğulmaktan, soluğun kesilmesine, kusmaya ya da
hastalığa yakalanmaya yol açabilecek durumlardan, yüksek ses ya da masal
kahramanlarından korkma ile belirli özgül fobi alt tipidir. Boğulma korkusu
beslenme bozukluğu oluşturacak şiddette olabilir.
Tedaviye başvuran erişkinlerde genellikle birden fazla tip bir arada olmakla
birlikte, en sık durumsal fobi, daha sonra sırasıyla, doğal çevre, kan-enjeksiyon-yara
ve hayvan tipi görülmektedir.
35
2.4. Özgül Fobilerin Klinik Özellikleri:
Tüm fobik bozukluklarında ortak olan özellik belirli durum ve nesnelerle
karşılaşınca
anksiyete
belirtilerinin
görülmesidir.
Anksiyete
belirtilerinin
bedensel/otonomik, bilişsel/duygusal ve davranışsal boyutları vardır.
Kişiden kişiye değişiklikler olmakla birlikte, fobik nesne veya durumla karşılaşan
kişide gerçek korkularda ortaya çıkan belirtilerin benzeri ortaya çıkar: kişinin kalbi
hızlı
çarpar/sıkışır,
nefesi
daralır,
göğsü
sıkışır,
titreme/terleme,
uyuşma/karıncalanma olur, baş dönmesi, bayılma hissi ve sık idrara gitme isteği olur
(1,16).
Özgül fobilerin en önemli özelliği kişinin korku duyduğu durumun oldukça belirli
ve sınırlı olmasıdır. Ancak bazı kişiler fobik nesne ve durumla karşılaşmadan da,
sözü edilince bile anksiyete yaşayabilir (5,19).
Korkulan durumu düşünmek/imgelemekle veya karşılaşma öncesinde de kişi
korku duyabilir. Fobik durumda yaşanacak korku beklentisi ciddi kaçınmaya yol
açabilir. Kaçınma, bazı kişilerde anksiyeteyi başarılı biçimde kontrol etmeyi ve
nispeten sorunsuz bir hayat sürmeyi sağlayabilir. Bazı durumlarda ise kaçınma yeterli
olmaz veya kaçınmanın kendisi aşırı olduğu için hayatı ciddi biçimde
etkileyebilir(3,19)
.
Fobiler en yaygın ruhsal rahatsızlıklar arasındadır, ABD’de yapılan bir çalışmada
yaşam boyu özgül fobi görülme riski %11,3 olarak bulunmuştur (21). Ülkemizde
yapılan ulusal ölçekli çalışmada erişkinlerde son bir yılda tüm fobilerin görülme oranı
%4.2 bulunmuştur (22). Fobiler, kadınlarda erkeklere oranla 2.5 kat daha fazladır
(kadında %5.8, erkekte %2.3). Özgül fobiler en yaygın fobi türüdür; toplumda %2.7
oranında görülür (kadında %3.8, erkekte %1.4).
36
Özgül fobinin başlama yaşı ortalama 16,5’tur. Genel olarak durum fobileri diğer
fobilerden daha geç yaşlarda başlar. Hayvan fobileri ve kan-yaralanma fobileri gibi
korkular çoğunlukla erken çocuklukta başlamasına karşın durum fobileri genellikle
genç erişkinlikte başlar (19). Bu fobilerin başlangıç yaşı açısından agorafobi ile
benzerlik göstermesi nedeniyle bazı yazarlar bu tür fobilerin agorafobi ve panik
bozukluğuna yakın olduğunu öne sürmüşlerdir.
Bir çok özgül fobi erken çocukluk döneminde başlar. Hastaların çoğu korkusunun
ilk kez ne zaman başladığını hatırlamaz (23). Epidemiyolojik Alan Çalışması’na göre
fobilerin başlama riskinin en yüksek olduğu yaş aralığı 10-14 arasıdır (24).
Özgül fobinin görülme oranları kadınlarda erkeklere göre daha fazladır. Hayvan
korkuları, karanlık, kapalı yer korkusu kadınlarda erkeklerden fazla iken yükseklik,
uçma ve kan-yaralanma korkusunda kadın erkek farkı bulunamamıştır (21).
2.5. Özgül Fobilerin Etiyolojisi:
Psikanalitik kuram
Öğrenme kuramları
Bilişsel kuram
Biyolojik yaklaşım
2.5.1. Psikanalitik kuram:
Freud, fobik nevrozu ya da kendi terimiyle “anksiyete histerisi” ni çözülmemiş
ödipal çatışmaların bir sonucu olarak görmektedir. Ensest içerikli cinsel dürtüler
özünde kastrasyon korkusu olan bir anksiyeteyi harekete geçirmektedir.
Bu tür dürtülerin bilince çıkmasını engellemek üzere ego, bastırma
mekanizmasını devreye sokmakta ancak bastırma yetersiz kaldığında, ego yardımcı
savunma mekanizması olarak yer değiştirmeyi kullanmaktadır. Bu mekanizma ile
cinsel çatışma asıl nesnesinden koparak, ilgisiz gibi görünen bir başka nesne veya
duruma kayar.
37
Seçilen fobik nesne veya durum birincil çatışma kaynağını sembolize
etmektedir. Yine seçilen bu nesne veya durum birincil çatışma kaynağından çok daha
kolay kaçınılabilir özellik göstermektedir. Kaçınma davranışı ise böylelikle anksiyeteyi
önlemek amacıyla kendiliğinden harekete geçmektedir (5).
2.5.2. Öğrenme kuramları:
Ön hazırlık kuramı:
Bütün türler bazı şeyleri diğerlerinden daha kolay öğrenir. İnsanlarda da bazı
korkular ön hazırlık sonucu diğerlerinden daha kolay gelişir. Ön hazırlık kuramı
fobilerden neden belirli nesne veya durumlarla ilgili olarak daha sık ortaya çıktığını
açıklar. İnsan türü gelişimi sırasında olası tehlikeli durumlara karşı kolayca korku
kazanacak bir biçimde programlanmıştır.
Klasik ve Edimsel Koşullanma Modeli:
Klasik koşullanma modeline göre özünde korkutucu olmayan bir uyaran,
korkutucu bir uyaranla eşleştirildiğinde, korkutucu olmayan uyaran nötral özelliğini
kaybederek korkutucu bir biçime dönüşebilir.
Edimsel koşullanma modeline göre bir davranışın oluşma sıklığını belirleyen en
önemli etken, o davranışın oluşturduğu sonuçlardır. Bir davranış ödül alıyorsa
tekrarlayacaktrır.
Fobilerin başlıca semptomu anksiyetedir. Belirli kaçınma davranışları kişiyi
anksiyeteden koruduğundan bir tür dış pekiştireç gibi işlev görerek fobinin devamına
neden olur.
Mowrer’in iki aşamalı öğrenme modeli:
Mowrer klasik ve edimsel koşullanma kavramlarını bir araya getirerek fobilerin
oluşumunu açıklayan ve kendi adıyla anılan modeli ortaya atmıştır. Bu modele göre
38
klasik koşullanma ile öğrenilen ya da kazanılan korku, kaçınma davranışları ile
edimsel olarak koşullanmaya devam ederek pekişir.
Sosyal öğrenme:
Bu tür öğrenmede gözlemlenenler ve gözlemleyenler vardır. Gözlemlenenlerce
taşınan model bilgi, gözlemleyenlerde simgesel düzeyde yeni davranış kalıpları
ortaya çıkar. Pek çok korku ve ön yargılar çocukluk ve ergenlik döneminde
gözlemleyerek öğrenilir.
2.5.3. Bilişsel kuram:
Bu modele göre korkunun ortaya çıkışına neden olan temel etken, korkuyu
oluşturan durum, yer ve nesne ile ilgili olumsuz düşünce ve inaçlardır. Aynı modele
göre fobik olguların çoğunda, fobik durumdan önce, bu durumla ilgili olumsuz
düşüncelerin varlığı söz konusudur.
2.6. Özgül Fobi ve Genetik:
Özgül fobisi olanların yakınlarında özgül fobi görülme oranı, sağlıklıların
yakınlarına oranla daha yüksektir. Özgül fobiler ailevi hastalıklardır. Fobilerin ailevi
olmaları tamamen genetik olarak belirlendikleri anlamına gelmez (20).
Özgül fobilerle ilgili olarak ikiz çalışmaları yapılmıştır; bunların sonuçları da
çelişkilidir. Farklı fobilerin araştırıldığı bir çalışmada monozigot ikizlerde dizigotlara
oranla daha yüksek eş-hastalanma oranları bildirilmiştir (20,25).
Özgül fobiler için genetik geçiş belirgin değildir, genetik olarak geçen özellik
anksiyeteli olmaya yatkınlıktır. Diğer anksiyete bozukluklarıyla ilgili genetik etkinin
güçlü olmasına rağmen çevresel etkiler özgül fobiler için daha belirleyicidir
(20,25,26,27).
39
Özgül fobiler arasında genetik geçiş konusunun en çok araştırıldığı grup kan-
yaralanma fobisidir. Kan-yaralanma ve enjeksiyon fobisi olanların yakınlarında
benzer korku görülme riski sağlıklı insanların yakınlarına göre daha fazladır (20,28).
Hayvan fobisi olanlarda etiyolojik açıdan, kalıtsal etkenlerin daha fazla rol
oynadığı, ailesel ve çevresel etkenlerin rollerinin ise daha az olduğu bilinmektedir.
Durumsal fobilerde bunun tersi geçerlidir; bireyleri durumsal fobilere yatkın hale
getiren çevresel etkenler, diğer fobilere yatkınlık yaratan çevresel deneyimlerden üç
kat daha önemlidir (29).
2.7.Özgül Fobi ve Beyin Görüntüleme:
Hayvan fobisi şeklinde özgül fobisi olan 7 hasta ve 8 sağlıklı kontrolde yapılan
bir PET çalışmasında fobik hastalarda fobik uyaranın verildiği sırada, istirahat
durumuna kıyasla tüm global ve bölgesel beyin kan akımında anlamlı düşüklük
belirlenmiştir, istirahat halindeki global ve bölgesel beyin kan akımı değerleri ise
kontrol grubundan farklı bulunmamıştır (30).
Görsel fobojenik, aversif ve nötral stimuluslara maruz bırakılan semptomatik
yılan fobisi olan gönüllülerde yapılan bir çalışmada fobik stimulasyon durumu, nötral
ve aversif stimulasyon durumuyla kıyaslandığında görsel assosiyatif kortekste
bölgesel beyin kan akımı artışı bulunmuş, kortikal ve talamik bölgesel beyin kan
akımının fobik stimulasyonla bağlantılı olduğu saptanmıştır (31).
Benzer bir başka çalışmada yılan fobisi olan gönüllülerde PET yapılmış,
fobojenik görsel stimulasyon sırasında sekonder görsel kortekste bölgesel beyin kan
akımı artışının yanında hipokampus, orbitofrontal, prefrontal, temporofrontal, ve
posterior singulat kortekste nötral görsel stimulasyon durumuna kıyasla bölgesel
beyin kan akımı azalması bulunmuştur (32).
Örümcek fobisi olan 8 gönüllü hastada görsel fobojenik ve nötral uyaran
verildikten sonra ve diazepam veya plasebo uygulanmasını takiben PET ölçümü
yapılmıştır. Görsel fobojenik ve nötral uyarı verilmesi sonrasında tedavi
40
uygulandıktan sonraki duruma nazaran hipokampus, prefrontal, orbitofrontal,
temporal ve posterior singulat kortekste bölgesel beyin kan akımında azalma
bulunmuştur (33).
Fobik korku esnasında bölgesel beyin kan akımı özelliklerinin korkuyla bağlantılı
amigdala, talamus ve striatumdaki farklı nöronal yolların aktivasyonunu temsil ettiği
sonucuna varılmıştır (34). Görsel olarak indüklenmiş korku ve anksiyete, limbik,
paralimbik ve kortikal beyin bölgelerindeki değişikliklerle bağlantılıdır (35).
2.8. Özgül Fobilerin Psikofizyolojik yönleri:
Özgül fobiler aşırı korku tepkisi olarak görülmektedir. Korkutan uyaran veya
durumlarla karşı karşıya kaldıklarında, fobik birey öznel uyarılma artışının eşlik ettiği
ve genel olarak kaçınma ve kaçma davranışını yansıtan abartılı bir sempatik aktivite
sergiler.
Hayvan fobisi olanlarda yapılan çalışmalarda, fobik nesnenin resmi ve filmine
verilen psikofizyolojik tepkiler araştırılır ve savunma yanıtının fizyolojik modeli
belirlenir.
Özgül fobik uyaranları ile karşı karşıya kalan fobik bireylerde görülen en şiddetli
fizyolojik bulgular taşikardi, kas gerginliği, hiperventilasyon, titreme, nefes darlığı,
ellerde soğuma, göğüste ezilme hissidir (16).
Kan-yaralanma-enjeksiyon fobisinin diğer fobilerden en önemli farkı fobik
uyarana difazik kardiyovasküler yanıttır. Korkulan durumla karşılaşılınca ilk önce kalp
hızı artar, birkaç saniye veya birkaç dakika içinde vagal etkiyle kalp hızı düşer, hatta
kısa bir asistol bile olabilir. Hastanın kan basıncı da düşer, terler, bulantısı olur,
soluklaşır ve bayılabilir. Uyaran ile çok kısa süre karşılaşmanın kan basıncı
düşmesine yol açmadığı, belirtilerin oluşması için gerekli sürenin en az 10 saniye
olduğu belirtilir (15,16,20).
41
2.9. Özgül Fobi ve Eştanı:
Faktör analitik çalışmalarda birden fazla özgül fobi tipinin aynı faktörde bir
araya geldiği gösterilmiştir. Bunun anlamı, kişide bir fobinin olmasının başka bir özgül
fobi olması ihtimalini artırdığıdır. Özgül fobiler diğer ruhsal hastalıklarla birlikte de sık
görülürler. Ancak başka bir hastalıkla birlikte görüldüklerinde genellikle diğer hastalık
daha ciddidir.
Özgül fobisi olanların %28,6’sında major depresyon da saptanmaktadır.
Agorafobili panik bozukluğu hastalarının %27’sinde, yaygın anksiyete bozukluğu
hastalarının %16’sında birlikte özgül fobi saptanmıştır. Bir başka çalışmada
anksiyete bozukluğu olan hastaların %32’sinde özgül fobi bulunmuştur (20).
2.10. Özgül Fobi ve Tedavi:
Dostları ilə paylaş: |