lac-însan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme, tere. sh. 8).
26
görüş tamamıyla ontolojiyi (varlık meselesini) ilgilendiren bir
problemdir. Bu görüşe göre varlık sadece madde âleminde bu
lunmaktadır.
Bunun ötesinde hiçbir varlık yoktur. Râzî nin
pek iyi belirttiği gibi, bunlara göre, madde âlejninin ötesinde
düşünülebilecek herhangi bir varlığın hiçbir gerçekliği yoktur.
Görüldüğü gibi burada kelimenin tam manâsıyla bir on-
tolojik materyalizm karşısında bulunmaktayız (1C). Çünkü, söz
konusu olan şey varlıktır, tddia «varlığın sadece madde âle
minde bulunduğu ve onun dışında olm adığı» dır.
İbn Sînâ nazariyeyi sadece nakledip bunun kimlere ait
olduğunu söylememektedir. Râzî de herhangi bir açıklamada
bulunmaz. Tûsî ise bunların antropomorfistler (müşebbihe) ol
duğunu söylemekle birlikte herhangi
bir ayrıntıya girmez.
Açıklaması hem eksik, hem de yanlıştır.
İslam dünyasında antropomorfistler, T an rıyı insana ben
zetmeye, ona insana has, cisme uygun sıfatlar vermeye kalkış
mışlardır. Lâkin bunlar varlığı tamamen maddileştirmedikleri
gibi burada hissedilemeyen şeyin yok olduğuna dair herhangi
bir iddia da söz konusu değildir ıu). 1
0
1
1
10) Materyalizm;
(«maddeden başka hiçbir cevher yoktur» id
diasında bulunan bir doktrindir. Bunun çeşitli şekillerine göre
maddeye değişik hususiyetler verilir. Ancak müşterek olan
mevcut vasıf; dalma müşahhas, görülebilen, şekillenmiş, ha
reketli ve mekânda belirli bir yer tutan nesnelerin bütünü
olarak ifade edilir.). A. Lalande, Vocabulaire, ilgili madde.
11)
(...onların Tanrılarının saçı, sakalı, eti, kanı... vardır. Bu
nunla beraber -onlann inandığı- Tann, cisimdir, fakat, ci
simler gibi değildir. Onun kanı vardır. K anlar gibi değil...),
Şehristânî, el-Milel, 1/103-108, 173 174. Ayrıca bak, Hasanü l-
Irâkî, el-Firaku’l-Müfterika, sh. 74
27
Hatta İslam dünyasındaki korporalistler (I2J bile, kelime
olarak bu doktrine daha yakın olarak görünmelerine rağmen,
materyalizmi tam manâsıyla temsil etmezler 1
2
(13).
İslam düşünce tarihinde natüralistler (14) ve dehrîler (15)
diye tanınan zümre materyalizm esaslarına daha çok bağlı ka
lan kimselerdir. Mesela İbn Râvendî (I6) ve Ebû Bekr Zekeriyâ
er-Râzî (17) böyledir
Bunlar monizme (18) 1
9
ve hatta monoteiz
me (,9) karşıdırlar (20). Bununla beraber bunları da tam değil ve
12) Korporalist; mücessime; clslmciler.
13) Korporalistler (milcessime); «Allah cisimdir, ancak cisimler
gibi değildir» derler. Tıpkı bizim «Allah şeydir, eşya gibi de
ğil, o neflsttir, nefisler gibi değil, âlimdir, âlimler gibi değil...»
dediğimiz gibi. Hasanü’l-İrâkl, el-Firaku'l-Müfterika, sh. 76.
Mesela İbn Kerrâm bu görüştedir : «O, Allah’ı cisim olan
varlıklara benzetmeye kadar gitti. Ancak cisim demek, bun
lara göre, bizzat kaim demektir. Onun (Allah’ın) cisim olma,
sı bizzat, kendi kendine kaim olması demektir». Şehristânî,
el-Milel, 1/108-109
14, 15) Natüralistler; tabliyyûn; tabiatçılar. Dehrjyyûn; tempo,
ralistler; mutlak olarak zamana inananlar. Bunlar, kademeli
olarak, bir kısmı öbür dünyayı (â h ire tl); öldükten sonra di
rilmeyi inkâr ederler : «...çürümüş, atılmış kemikleri kim di
riltir, derler... K u r’an, 36/78.» Bir kısmı isç görülen madde
^dünyasının ötesinde herşeyf reddederler : «...bir dünya ha
yatından başka şey yoktur. Yaşar ve ölürüz. Bizi öldüren, yok
eden dehir (zaman)den başka blrşey değildir... K ur’an, 45/24.
16) Vefâtı 293 h./910 m.
17) 841-926 m
18) Tevhide, birliğe, varlığın birliğine
19) T a n n ’nın birliğine, bir Allah inancına
20) Mesela Zekeriyâ er-Râzî oluşa ait âlemin teşekkülü ile ala
kalı beş prensibin; «Allah, mutlak mekân (boşluk), mutlak
zaman (dehr), ruh ve heyûlâ (ilk m adde)» varlığını kabul
eder. Bak, H. Z. Ülken, La Pensâe, 348.349
28
fakat yarı materyalist saymak gerekir. Çünkü, bunlarca mad
de, mekan, zaman, ruh... diye ezelî prensipler kabul edilir, yani
madde yaratılmamış gibi tasavvur edilirse de madde dışında
öteki prensiplerin de ileri sürülmesi (21) 2
2
bunlara tam anlamıyla
materyalist denemeyeceğini gösterir <22).
Şu hâlde İbn Sînâ’nın karşısına aldığı bu grubu, kelimenin
tam ve gerçek manâsıyla, temsil edenler, İlkçağ Yunan mater
yalistleri olmalıdırlar. Mesela tam bir atomcu olan Demok-
rit (23) 2
4
, bir bakıma onun takipçisi olan Epikür <24).. İbn Sînâ’
mn ifadelerinin tam ve gerçek hedefini teşkil eden kimseler
olarak kabul edilmelidirler.
İşte bundan sonraki satırlarda İbn Sînâ’nın bu görüşü na
sıl tenkit ve reddettiğini göreceğiz.
21) Bak, bir önceki (20.) not.
22) H.Z. Ülken, Genel Fel. Dersleri, sh. 107
23) Demokrlt (m.ö. 420) : «İlk prensip (m übdî), ne sadece unsur,
tek madde, yalnız başına eleman ve ne de akıl, yani manevi
kuvvettir. İlk oluş dört unsurun blrblrlyle karışmasından İba
rettir. Bütün varolanların ilki bunlar; bu dört unsurdur. Bü
tün basit şeyler bu dört unsurdan bir defada;
birden bire
meydana çıkmıştır. Mürekkepler daima oluş ve bozuluş İçin
dedirler. Ancak, daimilik kendi türü içinde, bozuluş da kezâ
aynı nev'i içindedir. Dolayısıyla âlem bütün olarak bâkidir.
Yok olma; yoktur. Çünkü basitler daimidir...».
Şehrlstânf,
el-Milel, II/ 100, aynca bak, Weber, Felsefe Tarihi, tere. H.V.
Eralp, sh. 35
24) Epikür (m.ö. 4-3. asır) : «Ona göre, bu varlığın prensibi iki
dir : Biri boşluk, ötekisi sûrettlr. Boşluk; boş mekân, sûret
ise boşluğun ve mekânın üstünde olan şeydir. Bütün varlık
bundan meydana gelmiştir. Ondan olan yine ona döner. İlk
ve son, başlangıç ve sonuç (mebde ve mead) odur. Herşey
yok olucudur. Lâkin sonunda hesap, ceza... yoktur». Şehris-
tânî, el-Milel, 11/103. Ayrıca bak, Weber. Felsefe Tarihi, tere,
H.V. Eralp, sh. 88.
29
2
—
Hısötesı Âlemde Varlık
İbn Sînâ, materyalistlerin iddiasını, bizzat hissedilebilen
varlığın kendisini tahlil ederek çürütür. Der ki : Hissedilenin
bizzat kendisinin dikkatle gözden geçirilmesi onların iddiala
rının saçmalığını ortaya koyar. Hissedilebilen (aynı nev’i-
den) birçok ferde bir tek isim verilebilir. Mesela «insan» kav
ramı. Bu isim fertler arasındaki boş bir beraberlikten ibaret
değil ve fakat onlar arasındaki bir manâ birliğidir. Bu tek bir
manâ aynı nev’iden ayrı ayrı iki fertte, sözgelimi A li’de ve
Mehmet'te gerçek olarak vardır. İmdi, bu varolan manâ eğer
hissedilemeyen birşey ise, his onun «hissedilemez» olduğunu,
yine hissedilen şeylerden çıkarmış demektir ki bu saçmalık
olur. Yok, hissedilebilen bir manâ ise, bu takdirde de, hisse
dilebilmesi için onun belirli bir miktarı, yeri, şekli... olması
lazımdır. Fakat, böyle olmuş olsaydı, bu hâliyle de o, aynı za
manda iki ayn ferde verilemezdi. Şu hâlde bir tek hakikat,
hatta içinde çokluğun ayrılıklar göstermediği (içinde bütün
fertlerin birleştiği) temel bir hakikat olarak insan, hissedile
mez tamamen makul <25) birşeydir 2
5
(26) 2
7
.
Ibn Sînâ, açıklamasına devam eder : «E ğer varolan her-
şey hisse ve vehime girmiş olsaydı, bizzat hissin ve vehimin
kendilerinin, hatta gerçeğin tek ölçüsü olan aklın da bizzat
hisse ve vehme girmesi; (onların da elle tutulup gözle görü
lür olması) gerekirdi. Ayrıca hissedilen şeylerle yakın alakası
bulunan aşkın, heyecanın, helecanın, öfkenin, cesaretin, kor
kaklığın... kendileri de vehime ve hisse giren şeyler değildir.
Elle tutulup gözle görülen şeyler olmadığından bunların var
lıkları da, maddi yoldan açıklanamaz» <27\
25) Akla ait; akıl ile bilinen
26) İbn Sînâ. el-îşârât, 287-288, m/435-437
27) İbn Sînâ, el-lşârât, 290, III/439
30
Materyalistlerin iddiası bundan önceki bölümde tespit
edilmişti (28). Râzı'ye göre işte burada ibn Sînâ onların iddia
sını çürütmektedir. «Zarurî olarak bilinen birşeydir ki mesela
insanlık kavramı bütün fertleri ; şahıslan içinde toplayan bir
hakikattir. Bu hakikat bir ölçüye, b ir şekle, bir keyfiyete sahip
olmadığı için de hislerle kavranamaz. Şu hâlde o, akla ait
bir varlıktır» (29). Râzî ilave eder : «Hemen hatırlatalım ki, der,
burada İbn Sînâ’nın esas gayesi böyle tamamen (mücerred,
akla ait) b ir varlığın bulunduğunu göstermek değildir. Çün
kü problemin temeli bu değildir. Zira, böyle sadece zihinde
bulunan mücerred b ir varlığa, sözü edilen iddia sahipleri de
itiraz etmezler. Dolayısıyla asıl mesele bu akıldaki mücerred
varlığın gerçekten bir realiteye sahip olup olmadığı meselesi
dir. İşte, îbn Sînâ da burada bunun; akla ait varlığın (30) ha
kikaten bir dış realiteye sahip olduğunu göstermektir. Şöyle
ki : İnsan (kavramın)ın bütün fertler arasında müşterek olan
bir ölçüsü vardır. V e bu müşterek ölçü, dışarda (varolan fert
lerle birlikte) vardır, bir dış realiteye sahiptir. İşte fertlerde
(insanlık), ferdin bütün özelliklerinin ötesinde mevcuttur ve
hislerle idrak edilemez. Çünkü, özellikler ferde aittir. Bu özel
liklerden soyulmuş olarak da insanlık his alanına girm ez» (31) 3
2
.
«Ayrıca his ve vehimin kendileri de hissedilemeyen şey
lerdir. Bilhassa akıl (büsbütün) hisötesidir. Fakat, hiçbir akıl
lı kendi aklını inkâr etmez. İşte bütün bunlar hissedilen var
lıklarda hisctesi; hissedilemez şeylerin
varolduğunu göste
rir» (32\
28)
Bak, mahsûs âlemde varlık, sh. 25
29)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât. 288
30)
Mesela, «İnsanlık» kavramının
31
)
F. Râzî, Şerhu’l-îşârât, 289-290
32)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 290-291
31
Tûsî’ye göre Ibn Sînâ burada hissedilen varlıkların ancak
akılla idrak edilebilecek tabiatlarının bulunduğunu göstererek
yukarıdaki iddiayı çürütür (33). Tûsî’ye göre bu tabiatlar :
1 - Fertle birlikte de alınınca :
a — Hariçte vardır; dış gerçekliğe sahiptir. Ancak
bu (fertler arasında) müşterek değildir.
b — Akılda vardır; akıl içinde bir gerçekliğe sahip
tir. Bu, müşterektir; nev’in bütün fertlerine uygun niteliktedir.
2 - Yalnız Başına; fertlerden ayrı olarak düşünülünce :
a — Sadece akılda vardırlar; yalnızca akla ait bm
gerçekliğe sahiptirler (34).
Bundan önceki bölümde materyalistlerin iddialarını gör
müştük (35). Onlara göre tek varlık, hissedilen şeylerin varlığı
dır. Onların kanaati ile gözle görülüp elle tutulan âlem vardır.
Yukarıda naklettiğimiz ifadelerle de tbn Sînâ bu görüşü çü
rütmekte; hissedileni tahlil ederek onun ötesinde de bir var
lık sahasının bulunduğunu göstermekte, buna
«akıl sahası;
akla ait saha» demekte ve bu varlığın ancak akılla kavranaca
ğını belirtmektedir.
Burada hemen sormak gerekir, acaba îbn Sınâ’nın belirt
tiği bu akıl sahasındaki; akla ait varlığın gerçekliği nedir? İti
raf etmek gerekir ki Ibn Sînâ’nın cümlelerinde bu sorunun
cevabı pek açık değildir. İşte bunu açıklığa kavuşturan F. Râ-
zî'dir. Râzî ye göre, Ibn Sînâ burada, sadece zihne ait b ir var
lığın bulunduğunu göstermekle kalmamakta ve fakat bu var-
33)
N. Tûsî, Şerhu’l-İşârât, III/436
34)
N. Tûsî, Şerhıı'l-İşârât, III/438
35)
Bak, «Hissedilen Alemde Varlık» sh. 25
32
lığın aynı zamanda gerçek olduğunu ;onun b ir dış realiteye
sahip bulunduğunu da ortaya koymaktadır. Râzî’nin kanaa-
tince asıl mesele de zaten budur- Ve Râzî'nin açıklamasına göre
bu akla ait olan; onunla bilinen varlık aynı zamanda haricî
realiteye de sahiptir. Bu hakikat, dışardaki fertte; fertler ara
sında müşterek bir hâlde bulunmaktadır. Fakat, fert onu bü
tün kendi şahsına ait özelliklerin ötesinde bulundurmaktadır.
Bu sebeple o, hislerle idrak edilemez.
Burada akla hemen başka bir soru gelmektedir. Acaba
ferdin taşıdığı bu hakikat fertte daima umumî ve müşterek bir
tarzda mı bulunur? Başka bir ifadeyle ferdin taşıdığı bu haki
kat aynı zamanda bütün fertlere şâmil olan hakikat midir?
îşte bu noktaya açıklık kazandıran da N. Tûsî olmuştur. Ona
göre mesela «insanlık»
Ahmet’in şahsmda b ir dış realiteye
sahiptir. Fakat bu, sadece Ahmet'e aittir, Ahmet'in insanlığıdır.
Dolayısıyla bu, başkasına verilemez. Lâkin bizde, bizim Ah
m et’i idrakten sonra bizim aklımızda hasıl olan insanlık akla
ait bir insanlıktır : Aklımızdaki bu insanlık bize Ahmet'ten
geldiği için orada haricî bir gerçekliğe sahip bulunmaktadır.
Akılla kavrandığı, akılda bulunduğu için akla ait bir varlıktır.
Ve nihayet bu insanlık Ahmet’ten alınıp onun şahsına ait özel
likleri atılarak akılda, öteki fertlere de verilecek b ir tarzda ka
labilir. Bu durumda da o, tamamıyla müşterek b ir varlıktır.
Ayrıca ve bütün bunların ötesinde hiçbir fert, hiçbir şahıs göz
önünde bulundurulmaksızın, sadece mantığın tarifi ile, tarif
olarak b ir «insan» ve bir «insanlık» düşünülebilir. Tûsî nin
açıklamasıyla bu, bu türlü bir varlık sadece akla aittir, yal
nızca akılda bulunur.
Bizce orijinalitesi İbn Sînâ'ya ait bulunan «va rlık » m çe
şitli alanlardaki realitesi tam bir açıklığa kavuşmuş, onun hem
hissedilen âlemdeki yeri, hem de akıl sahasındaki hakikati
33
tespit edilmiş ve aynca bu iki saha arasındaki bağlantısı sıkı
bir şekilde kurulmuş bulunmaktadır.
Sonuç olarak gerek îbn Sînâ ve gerekse onun buradaki
tefsircisi F- Râzî ve N. Tûsî’ye göre madde ve madde âlemi,
materyalistlerin iddiasındaki tek varlık (3S) olmamak şartıyla,
vardır ve gerçektir.
Yine her üç mütefekkire göre, konseptüalistleıin 3
6
(37) 3
8
zihne
ve akla ait dedikleri varlık, onların iddisındaki gibi, boş bir
kalıp ve yalnızca bir isimden ibaret olmamak kaydıyla ve no
minalizmin <38) de tam zıttına olarak, bu varlık vardır ve ger
çektir.
Ve nihayet îbn Sînâ’nın düşünce sistemine, onun bilhassa
Tûsî açıklamasına, uygun olarak diyebiliriz ki, yeni ve yakın
çağlardaki anlamıyla saf ve mutlak bir idealizme (39) düşmek
sizin her türlü müşahhas (konkre-concret) (40) varlıklardan ba
ğımsız, tamamen akıl sahasına ait, ancak akılla kavranabilen
varlıklar vardır.
36)
Materyalistlerin iddiası için bak, sh. 27-29. (Dipnot 10, 23, 24)
37) Konseptüalistler veya konseptüalizm : «Bir cinsi, bir nev’i...
gösteren hayvan, insan... gibi kavramlann hiçbir hârici rea
litesi bulunmadığına, bunların sadece zihne ve akla ait ger
çekliklerinin olduğuna... «inanan görüş ve bunu kabul eden
ler.» A. halande, Vocabulaire, ait olduğu madde»
38)
Nominalizm :-B u iddiaya göre sözü edilen varlıklar ne bir
dış realiteye sahiptir, nede zihne ait birer hakikattirler. A.
Lalande, Vocabulaire, nominalizm maddesi
39)
Bilindiği gibi bu tabir çeşitli nüansları, içinde bulundurmak
tadır. Platon’dan Fichte ve Schelling’e kadar farklı kimsele
rin görüşlerini ifade için kullanılmakta ise de biz bunu onto-
lojik alanda ve «...varolmak, idrak edilmiş olmak demek
tir...» diyen Berkeley’ın (Bak; Weber, F. Tarihi, tere. sh.
275) görüşlerini ifade eder tarzdaki idealizmi kastediyoruz.
40 ı
Fizik âlemde bulunan ve hislerle bilinip kavranan.
.34
Burada bir noktaya daha temas edelim. Yukarıda naklet
tiğimiz ifadeleriyle Ibn Sînâ, materyalistlere karşı aşk, heye
can... gibi bazı şuur hâllerini göstermekte ve bunların mater
yalist yoldan açıklanamayacağını söylemektedir (4,). Bu delil
oldukça sağlam ve kuvvetlidir. Ibn Sînâ’nın buradaki usûlüne
ve üslûbuna uymadığı için kendisi tarafından mesele detaylan-
dınlmamıştır. Ne yazık ki buradaki şerhediciler de meselenin
bu yönüne gereken ehemmiyeti vermemişlerdir.
Bilindiği gibi şuur hâlleri de materyalistlerce maddî yol
dan izah edilmeye çalışılmıştır.
Daha ilk çağlarda Demok-
rit (42\ Epikür <43) ve onlar gibi düşünenler ruhu, şuuru ve şuur
hâllerini atomlarla, atomların çeşitli terkip ve hareketleriyle
açıklamaya çalışmışlardır. Daha sonraki asırlarda da buna
paralel iddialarla psikolojik hadiseler, fizyolojik hadiselere ic
ra edilmeye kalkışmış, ruh hâlleri epifenomen <44) olarak gö
rülmek ve gösterilmek istenmiştir 4
1
4
2
4
3
4
4
(45).
Biz burada psikolojik hadiselerin tahliline girecek deği
liz. Ancak varlık yönünden ve tbn Sînâ’nın düşüncesi açısın
dan hissedilen âlemin ötesindeki varlığı ispat için ileri sürülen
delilin kuvvet derecesini belirtmek için dikkatimizi bu yöne
çevirmiş bulunuyoruz. F. Râzî'nin bu noktaya fazla ilgi gös
termemelerini kendileri için bir zaaf kabul ediyoruz.
41)
Bak, sh. 34
42)
Demokrit ve fikirleri için bak, sh. 29, dipnot 23
43) Epikür ve fikirleri için bak, sh. 29, dipnot 24
44)
Gölge hadise
45)
Tafsilat için bak, H. Z. Ülken, Tarihî Maddeciliğe Reddiye,
sh. 75-100
J5
Materyalistlerin ideolojik beyanları
bir yana, en koyu
ampiristler, mesela Locke bile boş bir levha (46) da olsa mad-
de-ötesi bir varlık hâlinde ruhu ve fikirlerin teşekkülünü izah
için «alıcılık » (47) 4
8
ve «teem mül» <48) dediği «a priorik» kabiliyet
lere sahip bir şuur kabul etmektedir (49).
Şu hâlde antitezdeki zaman zaman çıkan kıvılcımlara rağ
men tbn Sînâ’nın bu delili varlığını ve ehemmiyetini muha
faza etmektedir. Şuurun işleyişinde ve şuur hâllerinin mey
dana gelişinde maddî vasıtaların ve yardımcı aletlerin bulu
nuşu veya vazgeçilmez oluşu bir yana, şuurun varlığı her türlü
maddenin ve madde hâllerinin ötesinde görünmektedir.
Şimdi meseleyi şu basamağa çıkarmış bulunuyoruz : Şu
veya bu alanda olması bir yana, muhakkak olan şu ki varlık
bir gerçekliğe sahip bulunmaktadır. Fakat, acaba bu gerçek
leşme nasıl olmuş, varlık nasıl gerçeklik kazanmıştır? Varlığın
gerçekleşmesi kendiliğinden mi olmuştur? Yoksa, herhangi bir
sebep ve vasıta ile m i ortaya çıkmıştır? Kısacası varlığın bu
gerçekliği nasıl sağlanmıştır?
lleriki sahifelerde bu sorunun cevabını aramaya çalışaca
ğız.
46) Table rase
47)
Tesir alma, tesiri kabul etme (râceptıvite), müteessir olma
kabiliyeti veya kuvvesi, (bir manâda appâtition)
48)
Teemmül; refleksion (râlexion); düşüncenin kendi kendine
dönmesi, kendi üzerine kapanması.
49ı
John Locke (1632-1704), tafsilat için bak, Weber, Felsefe
Tarihi, tere. H. V. Eralp, sh. 261-262. Ayrıca (materyalist
psikoloji için) bak, H. Z. Ülken, Tarihi Maddeciliğe Reddiye,
sh. 75-100
36
IV
V A R O L U Ş
A
—
Problem in Esası
Bundan önceki bölümlerde Ibn Sînâ, F. Râzî ve N. Tûsî'nin
görüşleri açısından Varlık'ı mücerred yönden; sübjektif (1) bir
hadise olarak ele aldık (2) 3
4
. Arkasından da bu varlığın gerçek
liği üzerinde durduk; onun hangi alanlarda ve ne derece ger
çeklik kazandığım gösterdik <3).
Şimdi de dikkatimizi bu «gerçeklik kazanma hadisesi»ne,
bunun «keyfiyeti»ne, yani «varoluş»a çevirelim. Şu veya bu
alanda varlık acaba nasıl,gerçekleşecektir? Başka bir ifadeyle
varlığın realite kazanması nasıl olacaktır ve olmaktadır?
îbn Sina meseleyi şu şekilde ortaya koyar : «H e r hak,
kendisi ile hak olduğu zatî hakikati bakımından aynıdır M), bir
dir (5), belirsizdir (6). Öyleyse her hak, bununla (bu hakikati ile)
kendi varlığına nasıl kavuşur?» (7).
1) Objektifin mukabili olarak «zihne ve nefse ait, zihinde mevi
cut, nefiste meydana gelme bakımından» demektir.
Dostları ilə paylaş: |