KELT
ŞAFAGI
William Butler Yeats
DOST
KELT
ŞAFAGI
Wılliam Butler Yeats
(1865-1939)
İrlandalı şair ve oyun yazarı.
1923
Nobcl Edebiyat
Ödülü'nün sahibi. Katolik ve Protestan inanışının hükmü
altındaki İrlanda'da pagan döneminin kültür geleneğine
sahip çıktı.
J.
M. Synge ve l.ady Gregory gibi çağdaşlarıyla
Abbey Tiyatrosu'nun kurulmasında önemli rol oynadı.
Burada sahnelenen kimi oyunları yüzünden dinsizlikle
suçlandı. Wınd
Among
the Reeds
(1889),
11ıe Wılde Swans at
Coole
(1917),
Michael Robartes and the Dancer
(1921)
gibi
şiirlere ve On Baile's Strand
( 1904)
ve
A
t The Hawk's
Well
(1916)
gibi unutulmaz oyunlara imza attı. Fransa' da
öldükten sonra mezarı çok sevdiği Sligo'ya taşındı. Tek aşkı
Maud Gonne'un ihanetini hiçbir zaman unutmadı.
D
I SBN
975-8457-39-X
11ıe Celtic Twilight
WILLIAM BUTLER YEAT S
©
Michael B. Yeats
Bu kitabın Türkçe yayın hakları
Kesim Ajans aracılığıyla
Dost Kitabevi Yayınları'na aittir.
Birinci Baskı, Ağustos
2000,
Ankara
İngilizceden çeviren, Ali
Karabayram
1ehıik hazırlık, Mehmet Dirican - Dost
İTB
Baskı ve cilt, Pelin Ofset
·Dost Kitabevi Yayınları
Karanfil Sokak,
29/4,
Kızılay
06650,
Ankara
Tel:
(0312) 418 87
72 Fax:
(0312) 419 93 97
raulman@domi.net.tr
Dost Dağıtım
Tel:
(0312) 432 48 68
Fax:
(0312) 435 75 96
Bu
kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Türkçede telıf !iahibmin önceden yazılı izni olmadan
kısmen ya da tamamen yeniden basılamaz, herhangi bir kayıt sısteminde !>aklanamaz,
hiçbir şekilde elektronik. mekanik, fotokopi ya da başka türlü bir araçla çoğaltılıp iletilemez.
l
Wılliam Butler )eats
KELTŞAFAGI
\
İ Çİ ND E Kİ LE R
DÜŞLERDEKİ BATAKLIK IŞIGI
SIDHE'NİN ORDUSU
BU KİTAP
BİR MASAL ANLATICISI
İNANÇ VE İNANÇSIZLIK
FANİ YARDIM
HAYALCİ
KÖY HAYALETLERİ
'TOZ BÜRÜMÜŞTÜ HELEN'İN GÖZÜNÜ'
KOYUNLARIN ŞÖVALYESİ
DİREŞKEN BİR YÜREK
BÜYÜCÜLER
ŞEYTAN
MUTLU VE MUTSUZ TANRIBİLİMCİLER
SON HALK OZANI
REGINA, REGINA PIGMEORUM, VENi
'VE
ZARİF, ATEŞLİ KADINLAR'
BÜYÜLÜ ORMANLAR
MUCİZEVİ YARATIKLAR
KİTAPLARDAKİ ARİSTOTELES
TANRILARIN DOMUZU
BİR SES
FİDYECİLER
YORULMAYANLAR
YERYÜZÜ, ATEŞ VE SU
ESKİ KASABA
ADAM VE
BOTLARI
KORKAK
ÜÇ O'BYRNE VE ŞEYTAN PERİLER
DRUMCLIFF VE ROSSES
TALİHLİNİN KALIN KAFATASI
..
9
13
15
17
19
21
23
Zl
33
41
44
47
51
52
57
58
67
70
74
76
Ti
78
79
85
88
89
91
92
93
95
102
BİR DENİZCİNİN DİNİ
104
CENNET, YERYÜZÜ
VE
ARAF'IN
11.
YAKINLIGI HAKKINDA
105
.ı
DEGERLİ TAŞ YİYİCİLERİ
106
TEPELERİN MERYEMİ
107
AL TIN ÇAG
110
HAYALET
VE
PERİLERİNİN HUYLARINI
BOZDUKLARI İÇİN İSKOÇLARDAN YAKINMADIR
112
SAVAŞ
116
KRALİÇE
VE
SOYTARI
118
PERİ HALKININ DOSTLARI
123
HİSSESİZ KISSALAR
129
YOL KENARINDA
140
ALACAKARANLIGA DOGRU
142
D Ü Ş LERDEKİ BATAKLIK I Ş I G I
"Bilim, öznelliğin bir benzerini
yaratmaktan ba�ka hi§bir i�e yaramaz."
Maurice Merleau-Ponty, Le Visible et L'lnvisible
Bir ulusun geçmişindeki uzak ve yabanıl yaşam tasarı
mı, kendi suretini ayrıştıran bir inanç ya da kopuş vurgu
suyla katmanlanıyor. Kelt belleği, tarihin kara deliklerin
de, sezgi ye kavrama gücünün doğaüstü yansısıyla dönüyor
kendine. Bunu bir kültürel yazın geleneğine taşıyan mağ
rur tanıklık ise, hem kanla beslenen kitle gururuna hem
de kutlu adanmışlığa sözle direnen bir zaman-mekan dü.�
lemi olup çıkıyor. Bu yalnız İrlandalı, söylencenin ıssız
adasında, kuzeyli sagalardan malt ve kaçak buğday yüklü
ran geleneğine kadar tüm hayalet-ozanların sesini yan
kılıyor. Öksijz bir cinin acısından aldatılmış bir perinin
aşkintikamına uzanan ruh yolculuğunda Yeats'inesini ken
disiyle yarışıyor: "Halk sanatı, düşünce aristokrasilerinin
en eskisidir."
Kelt Şafağı,* insanın ürkü ve bağnazlıkla çevrelenmiş
evriminde, düşün yeraltı kalelerini tutar. Yeats'in Kelt
cehennemi, kendi deyişiyle, yaratısının sözel ve başına
buyruk odunu göğün ışığından devşirir. Ruh, içine çekilmiş
bir varoluş deneyimini ötedünyanın erimindeki hayalet-
*
Kitabın özgün adı
Celtic Tıvilight
'Kelt Alacakaranlığı' şeklinde de
karşılanabilirdi. Ne var
ki, W.
B. Yeats, bu karaltının canlı tuttuğu bir düş
ve yaşam vaadini aşkın bir tasarımın izinde adım adım çoğalttığını kendisi
de söyler Bu, kuşkusuz, ışığa doğru bir yolculuk. (Ç.N.)
9
ııı:
sınırla paylaşırken, tüm bunlar, Kelt sözcesinin utkusuyla
yanıp sönen bir bataklık alevine dolar. Sonuçta, ele geçiri
len her beden, eklendiği ruhun cevherine bilincin sırrını
yayar ve bu Kelt söylcninde biriken çağların devinimi,
Yeats'in çocukluğunda saklı imgelerin zincirini çözer.
Kelt Şafağı, hep korunan düşsel bir farkındalığı barın
dırır. Yeats'in mucizevi izleği, Ben Bulben'in yamacından
Rosses sahillerine kadar, perilerin ve hayaletlerin belleğin
deki işaretlerden okunur. Kendi ölümlü benliğine dışarı
dan bakan bir göz, umarsız varlığındaki acıyı dindiren bir
güçle donanırken Kraliçe Victoria ve İrlandalı bağımsızlık
yanlıları gibi gerçek figürler de bu düş evreninin içinde
eksik değildir. Yeats'iıi topladığı tanıklıklar, bu düşsel
biraradalığın tılsımıyla, zamana ve verili gerçeğin dayatım
larına karşı koyuyor. İflah olmaz düşçüler, şeytan çıkar
maya uğraşan modem toplumun karabasanı olmayı sürdü-
rüyor. Zevkle.
·
10
Ali Karabayram
Ankara, Temmuz
2000
Zaman yok olup gider
Sönmüş bir mum gibi,
Ve dağlar ile ormanlar
Doldurur vadesini, doldurur vadesini;
Ama ateş cevheri ruhların
Eski tatlı bozgunu,
Sen bir yere gidemezsin.
S IDHE' N İ N ORD U S U
At sürüyor ordu Knocknarea'dan beri,
Ve Clooth-na-bare gömütünün ötesinden;
Caolte alevli saçını savururken,
Niamh sesleniyor, "Buraya, gelin buraya;
Ölümlü düşünden arıtın yüreğinizi.
Rüzgarlar uyanır, yapraklar savrulur,
Yanaklarımız solgun, saçlarımız dağınık,
Göğüslerimiz kabarıyor, gözlerimiz parıltılı,
Kollarımız savruluyor, dudaklarımız ayrık;
Ve biri kötü gözle bakacak olsa akıncı alayımıza,
Ayırırız bedeninden avcundaki ukdeyi,
Ayırırız bedeninden yüreğindeki umudu."
Ordu akın ediyor gece gündüz;
Umut ya da lekesiz ukde nerede ya?
Caolte alevli saçını savururken,
Ve Niamh sesleniyor, "Buraya, gelin buraya."
B U KİTAP
I .
Her sanatçı gibi bu uyumsuz ve hantal dünyadan güzel,
hoş ve anlamlı şeyler yaratmak ve hep gösterdiğim yöne
bakan halkımdan birilerine İrlanda'ya has bir şeyleri bir
düşlem içinde anlatmak istedim. Bu yüzden sadece kur
guladıklarımı değil, duyduğum ve gördüğüm birçok şeyi,
bazen yorum katmak dışında, doğruluk ve açık yürekli
likle yazdım. Buna karşın kendi inançlarımı köylülerinkin
den ayırmakta hiç güçlük çekmedim, ama yine de insanla
rımı, gulyabanileri ve perileri incitmeden ya da bana ait
bir savla savunarak kendi hallerine bıraktım. Bir insanın
duyduğu ya da gördüğü şeyler yaşamın iplikleridir, ve on
ları belleğin örekesinden dikkatle çekebilirse, onların hak
kını veren inanç giyitlerini dokuyacaktır. Diğerleri gibi
ben de kendi giyitimi dokudum, onun içinde ısınmaya
çalışacağım ve üzerime olmamazlık etmezse mutlu ola
cağım.
Umut ve Belleğin bir kız çocuğu vardır ve onun adı
Sanat'tır, ve insanların giyitlerini savaş sancağı olarak çatallı
dallara astığı umutsuz düzlüklerden uzakta kurmuştur
yurtluğunu. Ey sevgili kızı Umut ve Belleğin, biraz be
nimle kal.
1893
II.
Öncekilerin tarzında birkaç bölüm daha ekledim, baş
kalarını da eklerdim, ama insan yaşlandıkça düşlerinin par-
15
1
'111
,ı
I·
,1
il'
,,
1
.ı
··ıı
•ılı '
i.
1
l
·ii't
;:ı.ı
1
'fjıl,
,· 1
ıı
1
1
1
· ,
1
ı,
'1
laklığından bir şeyler yitiriyor; yaşama iki elle tunmmaya
başlıyor ve mahsule tohumdan daha fazla önem veriyor;
büyük bir kayıp değildir belki de. Bu yeni bölümlerde,
öncekilerde olduğu gibi, zavallı bir masal anlatıcısının şey
tan ve melekleriyle ilişikisini canlı tutacak ya da onun kom
şuları arasında tanınmasını önleyecek bir iki aldatıcı cümle
ve yorumlarım dışında hiçbir şey yaratmadım. Kısa zaman
içinde peri yurdunun zenginliğiyle ilgili büyük bir kitap
yayımlayıp onun dizgesel ve bu avuç dolusu düşten af
dileyecek kadar derinlikli olmasına çalışacağım.
' 1 6
1902
W.
B. Yeats
B İR MA SAL A N LATICIS I
B u J9taptaki masalların birçoğu bana Paddy Flynn is
minde, tüm County Sligo'daki 'en kibar yer' olduğ.tınu
her fırsatta söylediği Ballisodare köyündeki -peri yurdunu
kastediyor- damı akan tek göz bir kulübede yaşayan, göz
leri hafif ışıltılı ihtiyar bir adam tarafından anlatıldı. Diğer
insanlar da Ballisodare'yi sever, ama Drumcliff ve Dru
mahair'i ona tercih ederler. Onu ilk kez gördüğümde ken
disine mantar pişiriyordu; bir sonraki defa bir çitin altında
uyuyor ve uykusunda gülümsüyordu. Aslında hep neşe
liydi, yine de gözlerinde (kırış kırış göz çukurlarının için
den dışarıya bakarken bir tavşan gibi atikti) neşesinin ölçü
lü bir parçası olan bir melankoli gördüğümü sanırdım;
tüm sezgisel yaradılışların ve bütün hayvanların düşsel
melankolisi.
Yine de yaşamında onu ezen birçok şey vardı; ihtiyar
lık, gariplik ve sağırlığın katmerli yalnızlığında nereye gitse
çocuklar tarafından rahatsız ediliyordu. Belki de sırf bu
yüzden daima sevinci ve umut etmeyi salık verirdi. Örne
ğin Collumcille'nin annesini nasıl neşelendirdiğini anlat
maya pek meraklıydı. "Bugün nasılsın anne?" diye sorar
aziz. "Daha kötü," diye yanıtlar annesi. "Yarın daha kötü
olacaksın öyleyse," der aziz. Ertesi gün Collumcille yine
gelir ve aralarında tıpkı aynı konuşma geçer, ama üçüncü
gün "Daha iyiyim, Tanrı'ya şükür,'' der annesi. Ve aziz
karşılık verir, "Yarın daha iyi olacaksın öyleyse." Yüce Yar
gılayıcı'nın en son gün hem ödüllendirdiği hem de sön
meyen alevlerde yitip gitmeye mahkum ettiği insanlara
ayrımsızca nasıl gülümsediğini anlatmaya da meraklıydı.
17
Kendisini neşelendirmek ya da hüzünlendirmek için bir
çok tuhaf yetisi vardı. Ona perileri görüp görmediğini
sordum ve "Can sıkıcı olmaz mıydı?" karşılığını aldım.
Banshee'yi görüp görmediğini de sordum. "Gördüm,"
dedi, "orada, suyun başında, elleriyle nehre vururken."
Paddy Flynn'in bu betimini, onu tanıdıktan kısa süre
sonra masalları ve deyişleriyle hemen hemen doldurdu
ğum bir defterden birkaç değişiklikle aynen aldırn. Şimdi
o deftere hüzünle bakıyorum, çünkü boş sayfalar bir daha
asla doldurulmayacak. Paddy Flynn öldü; bir dostum ona
koca bir şişe viski verdi, ve çoğu kez vakur bir adam olma
sına karşın içkinin etkisi onu büyük bir erinçle doldurdu,
sonra birkaç gün daha yaşadı ve öldü. İhtiyarlık ve zor
günlerle yıpranmış bedeni içkiyi gençlik çağındaki gibi
kaldıramadı. Büyük bir masal anlatıcısıydı ve tanınmış öy
kücülerimizin aksine, kendi öykülerine katmak için cen
net, cehennem, araf, peri diyarı ve yeryüzünü insanlardan
nasıl arıtacağını biliyordu. Dar bir dünyada yaşamadı, Ho
meros'un kendisinden daha az geniş bir yereyde değildi.
Belki de Gal halkı onun tutkun olduğu eski sadelik ve
imgelem enginliğini geri getirecek. Simgeler ve umulanlar
yoluyla ruh durumlarını dile getirmek değilse yazın nedir?
Dile getirmek için cennete, cehenneme, arafa ve peri diya
rına köhnemiş yeryüzü kadar gereksinen ruh durumları
yok mudur? Peki cennet, cehennem, araf ve peri diyarını
bir araya getirmeye, hatta canavar başlarını insan bedenle
rine yerleştirmeye ya da kayaların yüreğini insan ruhuyla
doldurmaya cüret edecek kimseler olmadıkça dile gelme
yecek ruh durumları yok mudur? Haydi yürüyelim, masal
anlatıcıları, yüreğin özlediği yem her ne ise ona sarılalım
ve korkmayalım. Her şey canlı, her şey gerçek, ve yeryüzü
ayaklarımız altındaki yıkıntı sadece.
1 8
İ NA N Ç VE İNA N Ç S IZ LIK
Batıdaki kasabalarda bile bazı kuşkucular vardır. Geçen
Noel bir kadın bana ne cehenneme ne de hayaletlere inan
dığını söyledi. Cehennemin insanları uysal tutabilmek için
papazların icat ettiği bir şey olduğunu düşünüyordu; ve
hayaletler, diye sürdürdü, yeryüzünü istedikleri gibi arşın
lamakta özgür değil; "Ama periler var," diye ekledi, "ve
küçük cüce cinler, deniz atları, ve yeryüzüne inmiş melek
ler." Aynca kolunda Mohawk yerlisi biçiminde bir döv
mesi olan, tümüyle aynı inanç ve inançsızlıkları paylaşan
bir adamla tanıştım. İnsan her neden kuşku duyarsa duy
sun, perilerden kuşku duymaz, kolunda Mohawklı yerli
dövmesi olan adamın da söylediği gibi, 'onlar daha akla
yatkın.' Resmi zihniyet bile bu inançtan kaçamaz.
Ben Bulben'in denize inen yamaçlarının eteklerine ya
kın, Grange kasabasında hizmetli olan küçük bir kız, üç
yıl evvel bir gece aniden ortadan kayboldu. Kasaba sakinleri
arasında büyük bir endişe belirdi, çünkü küçük kızı peri
lerin alıp götürdüğü söylentisi yayılmıştı. Bir kasabalının,
kızı onların elinden almak için uzun süre çabaladığı, ama
sonunda periler galip gelince elinde bir süpürge sopa
sından başka bir şey bulamadığı söyleniyordu. Yerel emni
yet amirine başvuruldu, adam bir taraftan ev ev araştırma
yapmaya başlamış, bir yandan da insanlara kızın kaybol
duğu düzlükteki bütünbucalaunları (kanarya otu) yakmala
rını söylemişti, çünkü bucalaun periler için kutsaldı. Bütün
geceyi otları yakmakla geçirdiler, bu arada emniyet amiri
de sihirli sözcükleri yineliyordu. Sabah olunca, diye sürer
öykü, küçük kız düzlükte dolaşırken bulundu. Peril�rin
1 9
bir peri atına binerek kendisini oldukça uzağa götürdükle
rini söyledi. Sonunda bir nehir görmüştü, ve onu kaçırıl
maktan kurtarmaya çalışan adam bir kavkının içinde neh
rin aşağılarına sürükleniyordu - peri büyüsünün karma
şası böyle bir şeydir. Yol boyunca kıza eşlik edenler ona
kısa bir süre içinde o kasabada ölecek olan insanların isim
lerini söylemişlerdi.
Belki de emniyet amiri haklıydı. İnkar etmiş olmak
için hem gerçek hem de mantıksızlığı inkar etmektense,
çokça mantıksızlığa ve biraz gerçeğe inanmak daha az kuş
ku doğurur, aksi halde ne adımlarımıza yol gösterecek
sazdan bir kandil ne de önümüzdeki bataklıkta oynaşan
bir ışık vardır artık, ve kaçınılmaz gereksinimler biçimsiz
gulyabanilerin yaşadığı büyük boşluğa sürükler yolumuzu.
Hem sonra ocaklarımız ve ruhlarımızda küçük bir ateşi
hep canlı tutsak ve ısınmaya gelen o kusursuz şey her ne
ise, insan ya da hayalet, onu yürekten karşılasak ve gulyaba
nilerin kendilerine bile çok sertçe 'defol buradan,' deme
sek, büyük bir belaya mı bulaşırız? Her şey söylenip bitti
ğinde, kendi mantıksızlığımızın bir başkasının gerçeğin
den daha iyi olabildiğini nasıl olur da anlamayız? Çünkü
bizim ocağımız ve ruhlarımızda ısıtılmıştır o, ve gerçeğin
yaban arılarının içinde yuvalanıp o tatlı balı yapması için
hazırdır. Dünyaya yeniden gelin yaban arıları, yaban arı
ları!
20
FA N İ YARDIM
Eski şiirlerde bir savaşta tanrılara yardım etmek için
alıp götürülen insanlardan söz edilir; Cuchulain, tanrıça
Fand'ın evli kız kardeşi ve kocasına bir başka ulusu Vaat
Edilmiş Topraklar'dan kovmakta yardımcı olduğu için
onu bir süreliğine elde eder. Bana da peri varlıkların, her
iki tarafına, anlatıcının söylediği doğruysa eğer, kendisi
evde uyurken bedeni ya da bir bölümü yerleştirilen ölüm
lüler olmaksızın beyzbol bile oynayamadıkları söylen
mişti. Ölümlülerin yardımı olmadan belirsizdirler ve top
lara bile vuramazlar. Bir gün bir dostumla birlikte
Galway'deki bataklıklı bir arazide yürürken bir hendek
kazan, ihtiyar ve sert hatları olan bir adamla karşılaştık.
Dostum bu adamın olağanüstü bir tür manzara gördüğünü
duymuştu ve sonunda öyküyü adamdan dinledik. Genç
bir delikanlıyken bir gün otuz kadar erkek, kadın ve ço
cukla birlikte çalışıyormuş. Tuam'ın ardındalarmış ama
Knock-na-gur'dan çok uzakta değillermiş. Otuzu birden
oracıkta ve yarım mil uzaklıkta yüz elli kadar peri görmüş.
Bunlardan ikisi, dedi adam, bizim zamanımızın insanları
gibi koyu renk giyinmişti, birbirlerinden yüz yarda kadar
ötede duruyorlardı, ama diğerleri her renkten giyinmişti,
dirseklikli ya da damalı elbiseler, ve kiminde de kırmızı
yelekler vardı.
Adam ne yaptıklarını seçememişti, ama hepsi de beyz
bol oynuyor olabilirdi, çünkü öyle görünüyordu. Ba:ten
gözden kayboluyorlar ve sonra da, adam yemin bile ede
bilirdi, koyu renk giyinmiş iki adamın bedenlerinden çıka
rak geri geliyorlardı. Bu ikisi yaŞayan insanların ölçüle-
2 1
1
�I ı
rindeydi ama diğerleri küçüktü. Onları yarım saat kadar
gözledi, sonra ihtiyar adam bir kırbaç alıp etrafta çalışanlara
seslendi, "Haydi, haydi, yoksa hiçbir işi bitiremeyeceğiz!"
Onun da perileri görüp görmediğini sordum.
Ah
evet,
ama karşılığında para ödediği işin savsaklanmasını iste
miyordu. Herkesi öyle sıkı çalıştırmıştı ki hiç kimse peri
lere ne olduğunu görmemişti.
1902
22
HAYALCİ
Genç bir adam geçen gece daireme beni görmeye geldi;
yeryüzünün, göklerin ve daha birçok şeyin yaratılışından
söz etmeye başladı. Yaşamı ve uğraşları hakkında ona so
rular sordum. Son karşılaşmamızda birçok şiir yazmış,
birçok mistik örü resimlemişti, ama son zamanlarda ne
yazıyor ne de resim yapıyordu, çünkü tüm yüreği zihnini
güçlü, direşken ve dingin kılmakla meşguldü ve sanatçının
duygusal yaşantısı onun için kötüydü, korkuyordu. Yine
de şiirlerini oracıkta ezbere okuyordu. Hepsi belleğindey
di. Bazıları gerçekten de hiç kağıda dökülmemişti. Sazların
arasında uğuldayan rüzgarların yabanıl müziğiyle1 şiirleri
bana Kelt hüznünün ve dünyanın hiç tanık olmadığı bitim
siz şeylere duyulan Kelt özleminin en derin tonu gibi geldi.
Bir anda istekle etrafına bakındığını hissettim. "Bir şey
görüyor musun
X
-
?" dedim. "Işık saçan kanatlı bir dişi,
uzun saçları yüzünü örtmüş, sahanlığın yanında duruyor,"
diye yanıtladı ya da buna benzer şeyler söyledi. "Bu, bizi
düşünen ve düşünceleri bize bu simgesel biçimde görü
nen canlı birinin etkisi mi?" dedim; çünkü hayallerin beli
rişi ve dile geliş yollan hakkında oldukça bilgiliydim. "Ha
yır," diye yanıtladı, "çünkü canlı birinin düşünceleri olsa,
yaşayan etkisini yaşayan bedenimde hissederim, yüreğim
1) Bu cümleyi uzun zaman önce yazdım. Bu hüzün şimdi bana
dünyanın eski halklarının ruh durumunu koruyan bütün halkların bir
parçası gibi geliyor. Irk gizemiyle eskiden olduğu gibi haşır ne§ir değilim,
ama bu cümleyi ve diğer cümleleri değiştirmeden bırakıyorum. Bir
zamanlar onlara inandık ve, ne ki, dersimizi almadık.
23
11
ı "
ıl
ıı
ıl
' lı
lı:
lı,ı'
''ı
,,
1 1
'ı"
1 ı"
tj;;
,ı
ı11
1 1
I'
çarpar ve soluğum kesilir. O bir ruh. Ölü ya da hiç ya§a
mamı§ biri."
·
Ne i§ yaptığını sordum ve büyük bir dükkanda tezgah
tar olduğunu öğrendim. Her nasılsa en büyük zevki tepe
lerde dola§mak, yarı deli ve hayali köylülerle konu§mak
ya da tuhaf ve bilinci tutulmu§ insanları tüm dertlerini
kendisine yıkmaya .ikna etmekti. Bir ba§ka gece onun
dairesindeyken, birçok ki§i inançları ve inançsızlıklarından
söz etmeye ba§ladı ve onları zihinlerinin yalız ı§ığından
geçirdi. Bazen hayaller onlarla konu§urken geliyordu, ve
kimi insanlara geçmi§ ya§amları ve uzak dostlarıyla ilgili
gerç,ek olaylardan söz ettiği ve onları garip, yeni yetme
ama içlerindeki en ya§lı ki§iden daha incelikli bir yol gös
tericinin ürküsüyle altüst ettiği söylentisi yayılıyordu.
Bana okuduğu §iirleryaratılı§ı ve hayalleriyle örülüydü.
Bazen diğer yüzyıllarda ya§adığına inandığı ba§ka ya§am
lardan bazen de onları kendilerine anlattığı insanlardan
söz ediyordu. Ona kendisiyle ilgili bir makale yazacağımı
söylediğimde ismini kullanmamam ko§uluyla bunu yapa
bileceğim yanıtını verdi, çünkü her zaman 'bilinmez, ka
ranlık ve bellisiz' olmak istiyordu. Ertesi gün §iirlerinden
bir deste bana ula§tı ve §öyle bir de not vardı: "ݧte istediği
niz dizelerin kopyaları. Artık yazabileceğimi ya da resim
yapabileceğimi sanmıyorum. Kendimi ba§ka bir ya§amda
ba§ka bir etkinlikler döngüsü için hazırlıyorum. Köklerimi
ve dallarımı sağlamla§tıracağım. Yaprak verip çiçeğe dur
manın sırası değil."
Tüm §iirler, karanlık bir imge dizisi içindeki bir çe§it
yüce, soyut ruh durumunun izindeydi. Hepsinde güzel
bölümler vardı, ama sıklıkla kendi zihninde özel bir değeri
olan dü§üncelerle sarmalanmı§lardı ve hepsi de diğer in
sanlar için bilinmez bir dilin dökümüydü. Onlar için pi
rinç, bakır
ya
da iyice kararını§ gümü§ olabilirlerdi en
fazla. Bunun dı§ında dü§üncenin güzelliği, birden yazma
nın budalaca bir i§ olduğundan ku§ku duymaya ba§lamı§
24
gibi kayıtsız karalamalarla gölgeleniyordu. Dizelerini, sık
sık, duyumsamanın en uç zarafetini içeremeyen çizimlerle
süslüyordu. Periler ona, en önemlisi şafakta kımıldama
dan oturan ve yavaşça pencereden eğilen genç ve güzel
bir canlının kulağına fısıldadığı Ercildounelu Thomas olmak
üzere, birçok kahraman esinlemişti. Her şeyin ötesinde
güçlü renk etkileriyle gönenmişti: Başlarında saç yerine
tavuskuşu tüyleri olan ruhlar; bir alev çevriminden bir
yıldıza doğru giden hayalet; ruhun simgesi olan ve yarıya
kadar eliyle gizlediği yanardöner bir küreyle geçen ruh.
Ama hep insanın kırılgan umutlarına yönelen şefkatli bir
öğüdün gizlediği renk yeğniliği altında. Bu ruhsal canlılık
kendisi gibi aydınlığı arayan ya da yitmiş bir sevincin ar
dından acı çeken herkesi ona yaklaştırır. Bunlardan birini
özellikle anmalı. Bir ya da iki kış önce, gecenin büyük
bölümünü dağda dolaşıp birçok insan karşısında tek keli
me etmeyen bir köylünün dertlerini dinleyerek geçirmiş.
X,
o sıralar sanat ve şiirin kendisine göre olmadığına karar
verdiği için, yaşlı köylü ise yaşamı ardında hiçbir şey bı
rakamadan tükendiği ve artık hiç umut kalmadığı için, ikisi
de mutsuzdu. İkisi de
tam
bir Kelt! Asla tam olarak dile
gelmeyecek ya da gerçekleşmeyecek bir şeyin peşinde ne
büyük bir gayret. Köylü, zihnindeki tavsamış üzüncün için
de debeleniyordu. Bir ara, "Tanrı göklerin hakimi - Tanrı
göklerin hakimi - ama Tanrı'nın dünyada da gözü var,"
diye isyan etmiş, bir ara da eski komşuları
gitti
ve hepsi
onu unuttu diye dertlenmişti: Her kulübede ona ateşe yakın
bir yer verirlerdi, şimdi ise "Kim şu ihtiyar herif?" diyor
lardı. "Dört yanımfret (İrlanda dilinde kıyamet)," diye yanıt
lıyor ve yine Tanrı'dan ve cennetten söz etmeyi sürdürüyor
du. Birçok defa kollarını dağa kaldırarak, "Kırk yıl önce o
kaktüsün altında neler olduğunu bir ben bilirim," derdi;
ve bunun üzerine yüzündeki yaşlar ayışığında parıldardı.
Ne zaman X'i düşünsem bu ihtiyar adam gözlerimde
canlanır. İkisi de -biri cümleler arasında, diğeri ise simge-
25
1
�,��
�' ı'
H
1,
f
1
.
, r
'I
ı,
1
!
1'
sel resimler ve incelikli alegorik şiirler arasında gidip ge
lerek- ifade olanağının ötesinde yer alan bir şeyi dile getir
meye çalışıyordu; ve ikisinde de, X beni affetsin, Kelt
yüreklerinin derinlerinde yatan engin ve ölçüsüz taşkınlık
var. Köylü hayalciler, düellocu toprak ağaları, bütün bir
efsaneler yığını -dalgalara kapılıp ölene kadar iki gün bo
yunca denizle savaşan Cuchulain, tanrıların sarayına saldı
ran Caolte, üç yüz yıl boyunca kanmaz yüreğini periler
diyarının zevkleriyle doyurmak için boşuna uğraşan Oisin,
dağları arşınlarken ruhlarının korundaki düşleri daha az
düşsel olmayan cümlelerle haykıran bu iki mistik, ve on
ları böylesine ilgi çekici bulan bu zihin- hepsi birden an
lamı hiçbir insan tarafından bulunamayan ya da hiçbir me
lek tarafından açınlanmayan bu büyük Kelt düşleminin
bir parçası.
26
KÖY
HAYALETLERİ
Büyük kentlerde dünyayı çok
az
ayrımsarız, kendi azın
lığımıza çekiliriz. Küçük kasabalar ve köylerde azınlıklar
yoktur; insanlar yeterince kalabalık değildir. Dünyayı ora
da mecburen fark edersiniz. Her insanın kendisi bir sınıf
tır; her saat kendi taze heybetini taşır. Köyün bitimindeki
ham geçtiğinizde en büyük hevesinizi ardınızda bırakırsı
nız; çünkü onu paylaşacak kimseye rastlamayacaksınızdır.
Uzdilli konuşmalar dinler, kitaplar okur ve yazarız, evre
nin tüm işlerini yoluna koyarız. Sağır kalabalıklar değişme
den geçer gider; eldeki bahçe belinin hissi hiçbir konuşma
mızda farklı değildir: İyi mevsimler ve kötü mevsimler
eskisi gibi birbirini izler. Sağır kalabalıklar bizimle ağılın
paslı kapısından bakan ihtiyar at kadar ilgilenmez. Eski
harita yazıcıları keşfedilmemiş bölgeler için şu notu düşer
di, "Burada aslanlar var." Yeryüzünün zanaatkar ve balıkçı
köyleri ise bizden o kadar farklıdır ki kesin olan tek bir
cümle yazabiliriz, "Burada hayaletler var."
Benim hayaletlerim Leinster'deki H. köyünde yaşar.
Dolambaçlı dar geçitleri, uzun çimlerle kaplı eski bir ma
nastır kilisesi, oyalanmak için balık tutan birkaç küçük
yelkenlinin bulunduğu bir rıhtımı olan bu eski köyle tarih
hiçbir biçimde ilgilenmemiştir. Entomoloji yıllıklarında
ise iyi bilinir. Hafifçe batıya doğru uzanan küçük bir koy
olduğu için, her gece oradan bakan biri tam akşam biter
ya da şafak sökerken.az rastlanan bir tür güvenin kabaran
deniz boyunca titreştiğini görebilir. Yüzyıl önce bir ipek
ve süs şeridi yükü içinde kaçakçılar tarafından İtalya'dan
getirilmiş. Güve avcısı ağım denize atıp Lillith'in çocukları
27
'
1:1!
ııı.
ıılı
ı
ılı
il'
,ı.\
gibi hayalet ya da peri öyküleri avlamaya giderse çok daha
az beklemesi gerekecek.
Gece vakti köye yaklaşmak için çekingen birinin kur
naz bir plana ihtiyacı vardır. Bir keresinde bir adamın
şöyle yakındığı duyulmuştu, "İsa aşkına! Nasıl gideceğim?
Dunboy Tepesi'nden geçersem ihtiyar kaptan Burney be
ni görür. Suyun etrafından dolaşıp yukarı tırmansam rıh
tımda başsız hayalet ve diğerleriyle karşılaşırım, eski kilise
duvarının altında da yeni bir tane var. Öteki yoldan gitsem
Bayan Stewart Hillside Gate'de bitiverir, şeytanın kendisi
ise Lane Hastanesi'nde."
Hangisinin karşısına çıkmaya cesaret ettiğini asla öğre
nemedim, ama bunun Lane Hastanesi'ndeki olmadığına
eminim. Kolera salgını varken hastaların barınması için
oraya bir sundurma kurulmuştu. Gerek kalmayınca yıkıl
dı, ama yıkılır yıkılmaz oradan hayaletler, kötü ruhlar ve
periler sökün etti. H.'de Paddy B adında güçlü kuwetli,
dev gibi bir çiftçi var. Çiftçinin gücü üzerine bahse tutu
şan karısı ve gelini sarhoşken adamın ne yapabileceğini
sık sık merak ederdi. Bir gece Lane Hastanesi'nin yakı
nından geçerken önce uysal bir tavşan olduğunu sandığı
bir şey gördü; bir süre sonra onun bir kedi olduğunu
anladı. Yakına gelince yaratık gittikçe şişmeye başladı ve
o büyüdükçe çiftçi sanki vücudundan emiliyormuş gibi
kendi gücünün tükendiğini hissetti. Döndü ve koşmaya
başladı.
Lane Hastanesi'nin yanından 'Periler Patikası' uzanır.
Her akşam tepeden denize ve denizden tepeye doğru pe
riler yol alır. Patikanın deniz kıyısında bir barınak bulunur.
Bir gece orada yaşayan Bayan Arbunathy oğlunu beklerken
kapıyı açık bırakmıştı. Kocası ateşin yanında uyuyordu;
uzun boylu bir adam içeri girdi ve yanına oturdu. Adam
orada bir süre oturduktan sonra kadın, "Tanrı aşkına, sen
de kimsin?" dedi. Adam kalktı ve giderken, "Bu saatte
kapıyı asla açık bırakma, yoksa şeytan seni bulur," diye
28
konuştu. Kadın kocasını uyandırıp olanları anlattı. "İyi in
sanlardan biri bizimleydi," dedi adam.
O
adam belki de Hillside Gate'teki Bayan Stewart'ın
karşısına çıkmaya cesaret etmişti. Yaşarken protestan bir
din adamının karısıydı. "Onun hayaletinin kimseye zarar
verdiği görülmemiştir," der köy halkı, "sadece yeryüzün
deki kefaretini ödüyor." Onun mesken tuttuğu Hillside
Gate yakınlarında kısa bir süre için daha dikkat çekici bir
ruh belirmişti. Onun meskeni ağaçlıklı yoldu, köyün batı
yakasından uzanan yeşil, dar bir geçit. Öyküsünü uzun
uzadıya aktarıyorum: Bildik bir köy trajedisi. Ağaçlıklı
yolun bitimindeki köyde bulunan bir kulübede bir bada
nacı olanjim Montgomery ve karısı yaşardı. Birçok çocuk
ları vardı. Biraz züppeydi ve komşularından daha yüksek
bir sınıftan geliyordu. Karısı çok yapılı bir kadındı. Köy
korosundan içki yüzünden kovulan kocası bir gün onu
patakladı. Kızkardeşi olanları duydu, gelip pencere kanat
larından birini yerle bir etti - Montgomery her konuda
titizdi ve her pencerenin dışında kanat vardı ve adama
onunla vurdu, kendisi de kızkardeşi gibi yapılı ve güç
lüydü. Adam onu dava etmekle tehdit etti; kadın da bunu
yaparsa vücudundaki her kemiği kıracağını söyleyerek ya
nıt verdi. Kızkardeşiyle bir daha hiç konuşmadı, çünkü
böyle çelimsiz bir adamdan dayak yemişti. Jim Montgo
mery gittikçe kötüledi: Bir süre sonra karısı yeterince
yiyecek bulamamaya başladı. Kimseye söylemedi, çünkü
çok gururluydu. Soğuk geceleri yakacak bir şey de bula
mıyordu. Komşulardan biri gelecek olsa yatmak üzere
olduğu için ateşi söndürdüğünü söylüyordu. Etraftaki in
sanlar sık sık kocasının onu dövdüğünü duyuyordu ama
o kimseye bundan söz etmedi. Çok zayıfladı. Sonunda
bir cumartesi günü evde kendisi ve çocuklar için yiyecek
bir şey kalmamıştı. Daha fazla dayanamıyordu, rahibe gitti
ve ondan biraz para istedi. Rahip ona otuz şilin verdi.
Kocası kadına rastladı, parayı aldı ve onu dövdü. Bunu
29
1
1
1 '
1
1
'ı'
11
,ı
ııl
1111
,,ıı
� '
'
1
lııı
1
'ı
Ilı:
ı'
1
ıl
il
1 ,ı
'1
:ııı
ı,
izleyen pazartesi günü kadın çok hasta1andı, Bayan Kelly
isminde birine gönderildi. Bayan Kelly onu görür görmez,
"Yavrucuğum, sen ölüyorsun," dedi .ve rahiple doktora
bu haberi ulaştırdı. Kadın bir saat içinde öldü. Ölümünden
sonra Montgomery çocukları ihmal etti, toprak sahibi on
ları aldı ve atölyesine götürdü. Çocuklar gittikten birkaç
gece sonra Bayan Kelly ağaçlıklı yoldan evine giderken
Bayan Montgomery'nin hayaleti belirdi ve onu izledi: Evi
ne ulaşana kadar peşini bırakmadı. Bunu hatırı sayılır bir
antikacı olan rahip S'ye anlattı ama onu inandıramadı. Bir
kaç gece sonra Bayan Kelly ruha aynı yerde bir kere daha
rastladı. Bütün yolu gidemeyecek kadar ürkmüştü ve yan
yolda bir komşunun kulübesinde durdu, kendisini içeri
almalarını istedi. Yatmak üzere olduklarını söylediler.
"Tanrı aşkına, beni içeri alın ya da kapıyı kıracağım," diye
haykırdı. Kapıyı açtılar ve o da hayaletten kurtuldu. Ertesi
gün olanları rahibe yeniden anlattı. Rahip bu defa inandı
ve onunla konuşana dek kendisini izleyeceğini söyledi.
Ruha üçüncü defa ağaçlıklı yolda rastladı. Onu meza
rından kaldıranın ne olduğunu sordu. Ruh, çocuklarının
atölyeden alınmaları gerektiğini, çünkü hiçbir yakınının
öyle bir yerde bulunmadığını ve ruhunun huzura ermesi
için üç ayin yapılması gerektiğini söyledi. "Eğer kocam
sana inanmazsa," dedi, "ona bunu göster," ve üç parma
ğıyla Bayan Kelly'nin bileğine dokundu. Montgomery,
karısının bir ruh olarak yaşadığına bir süre inanmadı:
"Kendisini Bayan Kelly'ye gösteremez," diyordu, "o ve
karşısına çıkacağı saygıdeğer insanlar, öyle mi?" Üç marka
ikna oldu ve çocuklar atölyeden alındı. Rahip, ayinler ve
karaltının huzurlu olması gerektiğini, çünkü o zamandan
beri hiç görünmediğini söylüyordu. Bir süre sonra Jim
Montgomery atölyede öldü, içki yüzünden büyük bir
sefalete sürüklenerek.
·
İskelede başsız hayaleti gördüğüne inanan bazı insanlar
ve gece vakti eski mezarlıktan geçerken başlığında beyaz
30
şeritler olan bir kadının2 sürünerek kendisini izlediğini
gören birini tanıyorum. Onun belirişi adamı tam kapısının
önüne mıhlıyordu. Köylüler bir yanlışın hesabını sormak
için kadının adamı izlediğini düşlüyordu. 'Ölünce sana
tebelleş olacağım' çok bilinen bir tehdittir. Bir defasında
köpek biçiminde bir iblis gören kansı ölesiye korkmuştu.
Birkaç tane açık hava ruhu vardır: Kabilelerinin daha
evcil olanları kapı içlerinde toplaşır, güney saçaklarının
altındaki kırlangıçlar gibi kalabalıktırlar.
Bir gece Bayan Nolan isminde biri Fluddy's Lane'de
ölmek üzere olan çocuğunun başındaydı. Birden kapının
çalındığı duyuldu. Kapıyı açmadı, çalanın insanötesi bir
varlık olmasından korktu. Kapının çalınması kesildi. Bir
süre sonra ön kapı sonra da arka kapı gürültüyle açıldı ve
kapandı. Derken Bayan Nolan, adet olduğu üzere, ruhun
evden ayrılması için kapı ya da pencereyi açık bırakmadı
ğını anımsadı. Bu garip açılma, kapanma ve tıklatmalar,
ölüme tanıklık eden ruhların uyarılan ve hatırlatmalarıydı.
Ev hayaleti genellikle zararsız ve iyi huylu bir yaratıktır.
Olabildiğince uzun konuk edilebilir. Onunla yaşayanlara
şans getirir. Küçük bir odada anneleri, kızkardeşleri ve
erkekkardeşleriyle birlikte uyuyan iki çocuk anımsıyo
rum. Odada bir de hayalet vardı. Dublin sokaklarında rin
ga
balığı satar ve hayaleti fazlaca umursamazlardı, çünkü
'mesken tutulmuş' bir odada uyudukları için balıklarını
kolayca satacaklarını bilirlerdi.
Batı köylerinde hayalet gören bazı tanıdıklarım var.
Connaught öyküleri Leinster öykülerinden oldukça farklı
dır. Bu
H
ruhlarının kasvetli ve gerçekçi bir yapılan vardır.
2) Başlığında neden beyaz şeritler olduğunu merak ediyorum. Bana
birçok masal anlatan ihtiyar Mayolu kadın, kayınbiraderinin, başlığında
beyaz şeritler olan bir kadını tarladaki yığınlar etrafında dolaşırken
gördüğünü ve kısa zaman sonra rahatsızlanıp altı ay içinde öldüğünü
anlatmıştı.
31
ıı
ıı
ı:,
ıl I
1
'ı
1
1
' 1
1 '
I· ''.
r.:
1
ı
'i
·ı�:
�
�
1
1
,ı
' 1
'' lı
Bir ölümü duyurmaya gelirler, kimi zorunlulukları yerine
getirmek, bir hatanın öcünü almak, hatta bedelini ödemek
için -geçen gün bir balıkçının yaptığı gibi- ve huzura var
mak için acele ederler. Her yaptıkları şey incelikli ve kural
lara uygundur. Bunlar hayalet değil, kendilerini beyaz kedi
ya da kara köpeklere dönüştürmüş iblislerdir. Masal anla
tan insanlar fakir ve ciddi balıkçılardır, hayaletlerin yaptık
larında korkunun büyülenimini bulan Batı masallarında
gelgeç bir lütuf, tuhaf bir aşırılık vardır. İnsanlar onları
en yabanıl ve güzel manzarada, uçuşan bulutlarla dolu ve
düşsel bir göğün altında yaşıyor varsayar. Bunlar arada
bir balık tutan çiftçiler ve işçilerdir. Hayaletlerin yaptık
larından sanatsal ve nükteci bir tad almak için onlardan
çok fazla ürkmezler. Hayaletlerin kendileri de bu sevimli
coşkunluğa katılır. Terk edilmiş rıhtımı yeşillenen bir
Batı kasabasında bu ruhlar öyle bir ağırlığa sahipti ki inan
sız biri mesken tutulmuş bir evde uyumaya cüret ettiğinde,
önce kendisinin sonra da yatağının pencereden fırlatıldığı
söylenmişti bana. Komşu köylerde hayaletler en garip kı
lıklara girer. Ölü bir ihtiyar centilmen, büyükçe bir tavşan
biçiminde bahçesindeki havuçları yolar. Hınzır bir kaptan,
bir çulluk biçiminde, en korkunç gürültüleri yaparak yıl
larca alçıdan bir kulübe duvarının içinde kaldı. Duvar yı
kıldığında tek tahliye edilen .oydu, sonra da sert alçının
ötesine ıslık çalarak uzaklaştı çulluk.
3 2
' T OZ B"ÇJ RÜfytÜ_Ş TQ
HELEN' IN G OZUNU'
1.
Geçenlerde köy denebilecek kadar büyük olma
yan,Galway Eyaleti'ndeki Kiltartan Baronluğu'nda bulu
nan, bütün Batı İrlanda'da Ballylee adıyla bilinen küçük
bir
grup
evdeydim. Burası bir çiftçi ve kansının oturduğu
kare biçimindeki eski Ballylee Kalesi'nin, kızlan ve damat
larının yaşadığı bir kulübenin, bir değirmen ve ihtiyar bir
değirmencinin, küçük bir nehrin ve büyük basamaklara
yeşil gölgesi vuran bir dişbudağın olduğu bir yer. Geçen
yıl oraya, birkaç yıl önce Clare'de yaşamış Biddy Early
isimli bilge bir kadın ve onun 'Ballylee'nin iki değirmen
taşı arasında her kötülük için bir deva vardır,' yollu deyişi
hakkında değirmenciyle konuşmak ve kadının nehir suyu
ya da bir tür otun içinde biriken küften söz edip etmediğini
ondan ya da bir başkasından öğrenmek için iki veya üç
defa gittim. Bu yaz oradaydım, sonbahardan önce yine
gideceğim, çünkü hala turba alevlerinden bir tansık olarak
bilinen çok güzel bir kadın, Mary Hynes, altmış yıl önce
orada öldü; zira güzellik bu dünyaya ait olmadığını bilelim
diye bizim aylaklık ettiğimiz yerde sürer üzünç dolu ha
yatını. Yaşlı bir adam beni değirmen ve kaleden böğürtlen
ve güvem çalıları arasında neredeyse kaybolan dar bir geçit
boyunca aşağı sürüklerken, "İşte evin küçük ve eski iske
leti, ama büyük kısmı duvar örmekte kullanıldı, ve keçiler
şuradaki çalıları kökleri zayıflayana kadar yedi, artık çıkmı
yorlar," dedi. Onun bir zamanlar İrlanda'daki en güzel
kız olduğunu söylüyorlar, teni çiseleyen kar gibi beyazmış
3 3
i/
ı.
ıı
ı·
'
1
'.ı\'
/·ııı
'ı
.Ilı
ı
ı
'I ,
lı
liri
i,ı;ı
1
ıııı.
ı ıı,·ı
: ·,I
1
ıı
I' f
ı
•,
1
' 1
ıı
.ı
-belki de gökten boşanan kar demek istedi- ve yanakla
rında pembelikler varmış. Beş yakışıklı erkekkardeşi var
mış, ama şimdi hiçbiri yok! Onunla İrlandaca bir şiir hak
kında konuştum, Rafi:ery, ünlü bir şair onun için yazmış,
nasıldı bakayım, "Sağlam bir mahzen vardır Ballylee'de."
Sağlam mahzenin nehrin yeraltına karıştığı büyük oyuk
olduğunu söyledi, ve beni bir su samurunun boz renkli
bir kaya kitlesi altında kaybolduğu derin bir havuza götür
dü, birçok balığın 'tepelerden akan taze suyu tatmak için'
sabah erken saatte karanlık su yüzüne çıktığım anlattı.
Şiiri ilk defa nehrin iki mil kadar yukarısında yaşayan
bir kadından dinledim, Raftery ve Mary Hynes'ı tanıyor
du. "Hiç onun kadar güzel birini görmedim ve ölene kadar
da görmeyeceğim," dedi, "neredeyse tümüyle kördü ve
yaşamak için etrafta dolanıp gidilecek evlerin yolunu işa
retlemekten başka çaresi yoktu, tüm komşular onu duya
bilmek için bir araya geliyordu. Ona iyi davranırsanız size
iltifat eder, davranmazsanız İrlandaca söylenirdi. İrlan
da'daki en büyük şairdi ve o çalının altında durma fırsatı
bulsaydı onunla ilgili bir ezgi de üretirdi. Yağmur
yağdığında altına sığındığı bir çalı vardı ve onu öven dizeler
yazardı, ama damlalar aradan süzülmeye başladığında ise
söverdi çalıya,'' diyerek sürdürdü. Şiiri bir dosta ve bana
İrlandaca okudu, her sözcük kulak dolduruyordu ve an
lamlıydı, müzik tıpkı sözcüklerden bir çelenk gibi ululan
madan önce, bana öyle geliyor ki, enerjisinin kabarıp de
ğişmesiyle durmadan kabaran ve değişen sözlerin olduğu
bir şarkıdaki gibiydi. Şiir geçen yüzyılın en has İrlanda
şiiri kadar doğal değildi, çünkü düşünceler açıkça çok ge
leneksel bir biçim altında oluşturulmuştu ve yarı kör,
fakir, ihtiyar adam sevdiği kadına her şeyin en iyisini
sunan zengin bir çiftçi gibi söylemek zorundaydı şiirini,
yine de saf ve içten cümleler vardı. Çevirinin bir bölü
münü benimle birlikte olan dostum yaptı, ama bir bölümü
de bizzat yerli halk tarafından yapılmıştı. Sanırım İrlanda
34
şiirinin yalınlığı diğer birçok çeviride bulabileceğimizden
daha fazla onda vardı.
'Tanrı rızası için ayine giderken yolda,
Yağmur başladı, patlak verdi rüzgar birden;
Kiltartan kavşağında rastladım Mary Hynes'a,
o
an aşık oldum ona, orada, hemen.
Nazik ve kibar konuştum onunla,
, Onun da öyle olduğu söylenirdi herkesçe;
"Raftery, bana göre hava hoş," dedi,
"bugün bir uğrasana Ballylee'ye."
Teklifini duyunca oyalanmadım bir an bile,
Konuşması işledi içime ve yüreğim kabarıyordu.
Boydan boya üç düzlüğü aşmalıydık sadece,
Biz Ballylee'ye giderken gün ışıyordu.
Masa donanmıştı kuart ve bardaklarla,
Açık renk saçları vardı ve oturuyordu ilişiğimde;
"İç Raftery,'' dedi, "ve yüzlerce selam sana,
Sağlam bir mahzen vardır Ballylee'de."
Ey ışık yüklü yıldız, Ey hasat güneşi,
Ey ıtır kokan saç, dünyadan bana düşen hisse,
Pazar günü benimle gelecek misin ki,
Bütün herkes önünde anlaşıp sözleşmeye?
Çok görmem sana her Pazar akşamı bir şarkıyı,
Masada punç var ya da şarap, içmek istersen,
Ama, Ey Zafer Tanrısı, kaldır önümden yolları,
Bulana dek Ballylee'ye giden yolu ben.
Tatlı bir hava var tepenin eteğinde
Aşağıda uzanan Ballylee'ye baktığın zaman;
Yemiş ve böğürtlen toplayarak yürüdüğün vadide,
Müziği var kuşların ve Sidhe şarkı mırıldanan.
35
r ı:�
'
'1
ı�
I•
Neye yarar azamet bulana kadar ışığı
Neye yarar senden olan çiçek, dal?
Ne yadsınacak bir Tanrı ver ne de saklamaya uğraşmalı
Göklerin güneşi o yüreğimi yaralayan.
Gitmediğim hiçbir yeri yok İrlanda'nın,
Ne nehirler ne dağların zirveleri,
Hatta Lough Greine ve onun saklı ağzı,
Hayatımda görmedim ondan daha güzelini.
Saçları parıldıyordu ve kaşları da öyle;
Ağzı hoş ve tatlı, yüzü kendi gibiydi,
O gururdu, ve ona verdim dalı ben de,
O Ballylee'nin parıldayan çiçeği.
Mary Hynes'dır o, dingin ve huzurlu kadın,
Zihninde de güzellik taşır yüzünde de.
İsterse yüz katip bir araya toplansın,
Yazamazlar hallerinin yarısını bile.'
Oğlu gece vakti Sidhe'ye (periler arasına) gidecek olan
ihtiyar bir dokumacı, "Mary Hynes şimdiye kadar yaratıl
mış en güzel şeydi. Annem onu bana anlatırdı, çünkü her
hokey maçında bulunur ve her yerde beyazlar giyinirdi.
Bir günde on bir kadar erkek ona evlenme teklif etmişti,
ama o hiçbirini kabul etmedi. Bir gece Kilbecanty'nin öte
sinde bir sürü adam oturmuş içiyor ve ondan söz edi
yordu, içlerinden biri onu görmek için Ballylee'ye doğru
yola koyuldu, ama o zamanlar Cloon Bog açıktı ve adam
orada suya düştü, ertesi sabah onu orada ölü buldular.
Mary kıtlıktan önce bir havale geçirerek öldü," dedi. Bir
başka ihtiyar adam onu gördüğü zaman daha çocuk oldu
ğunu söyledi, ama en kuvvetlileri olan John Madden isimli
birinin onun uğruna öldüğünü, gece vakti Ballylee'ye git
mek üzere nehri geçmeye çalışırken donarak öldüğünü
36
anımsıyordu. Belki de anımsadığı adam Cloon Bog'da
ölendi, çünkü gelenek bir şeye birçok farklı biçim verir.
Mary'yi anımsayan ihtiyar bir kadın var, o eski şiirden bu
yana çok az değişen geniş ve metruk bir yer olan Echtge
tepelerindeki Derrybrien'de yaşıyor, "Echtge'nin soğuk
zirvesindeki bir geyik kurtların ulumasını duyar," de
mişti, hala eski dilin saygınlığını ve birçok şiirini anarak.
"Güneş ve ay hiç bu kadar güzel birini aydınlatmadı, teni
o kadar beyazdı ki mavi görünüyordu, ve yanaklarında
iki küçük pembelik vardı," dedi. Ballylee yakınlarında ya
şayan ve bana Sidhe'yle ilgili birçok masal anlatmış olan
buruşuk tenli bir ihtiyar kadın, "Mary Hynes'ı sık sık
görürdüm, gerçekten de güzeldi. Yanaklarının arkasında
gümüş renkli iki bukle demeti vardı. Ötedeki nehirde
boğulan Mary Molloy'u gördüm, ve Ardrahan'daki Mary
Guthrie'yi, ama o ikisinden de üstündü, çok alımlı bir
yaratıktı. Ölüsünün başında ben de bekledim - bu
dünyada çok şey görmüştü. Kibar bir varlıkn. Bir gün şu
ötedeki düzlükten eve dönüyordum, yorgundum, ve o
Poisin Glegeal (parlak bir çiçek) çıkagelmesin mi, bana
bir bardak taze süt verdi," diye anlatn. Bu ihtiyar kadın
gümüş gibi güzel ve parlak bir renkten söz ediyordu yal
nızca, çünkü onun, npkı Sidhe gibi, 'dünyadaki tüm kötü
lükler için bir deva olduğunu' bildiğini düşünen ihtiyar
bir adam -arnk yaşamıyor- tanırdım, kadın henüz rengini
söyleyemeyecek kadar az bir kısmını görmüştü altının.
Yine de Kinvara kıyısında ve Mary Hynes'ı anımsayama
yacak kadar genç olan bir adam, "Şimdilerde o kadar güzel
biri olmadığını söylüyor herkes; altın renginde güzel saç
ları olduğu söylenirdi. Fakirdi, ama her gün giysileri aynı
Pazar günkü gibiydi, öylesine düzenliydi. Hangi davete
giderse gitsin, herkes onu görebilmek için birbirini çiğni
yordu, ve birçoğu ona aşıktı, ama genç öldü. Onunla ilgili
bir ezgi yapan hiç kimsenin çok fazla yaşamayacağı söyle-
nir," demişti.
·
3 7
ı'
lı
"ı
..
'u
Denir ki, çok hayranlık duyulan ve sonlarını hazırlayan
dizginsiz bir duyumsamaya sahip olanlar Sidhe tarafindan
alınır, bu yüzden, ihtiyar bir şifalı bitki hekiminin bana
anlattığı gibi, bir baba çocuğunu ya da bir koca karısını
onların ellerine bırakabilir. Hayranlık duyulan ve arzu edi
len kişi ancak birisi onlara bakarken, "Tanrı onları koru
sun," denirse güvendedir. Şiiri okuyan ihtiyar kadın da
"güzel olmayan o kadar çok kişiyi aldıklarına göre onu
neden almasınlar," cümlesinde söylendiği gibi, Mary
Hynes'ın "alındığını" düşünüyordu. İnsanlar her yerden
onu görmek için gelmişlerdi ve belki de bazıları "Tanrı
onu korusun" dememişti. Duras'ta deriiz kıyısında yaşayan
ihtiyar bir adam onun alındığından biraz şüpheliydi, çünkü
onun biraz ötede düzenlenen
pattern'e3
geldiğini anım
sayan canlı tanıklar vardı ve İrlanda'daki en güzel kız oldu
ğu söyleniyordu. Genç yaşta öldü çünkü Tanrılar onu se
viyordu, Sidhe Tanrılardı, ve doğru anlamayı beceremedi
ğimiz o eski deyiş, belki de, eski zamanlarda onun nasıl
öleceğini anlatıyordu. Bu fakir taşra erkekleri ve taşra ka
dınları, inançları ve duygularında, güzelliği şeyler çeşmesi
nin bir yanına koyan Yunanlılara bizim bilgelerimizden
çok daha yakındır. Bu dünyada çok şey görmüştü; ama
bu ihtiyar erkek ve kadınlar, onu anlattıkları zaman
Mary'yi değil birbirlerini suçlar, ve ne kadar kaba olsalar
da, Helen surlarının üzerinden geçince kibarlaşan Troyalı
lar gibi incelebilirler.
Onu bu kadar ünlü yapan şairin kendisi de tüm Batı
İrlanda' da büyük bir üne sahiptir. Bazıları Raftery'nin yarı
kör olduğuna inanır ve "Raftery'yi gördüm, o karanlık
adamı, ama hala Mary'yi görecek kadar ışığı vardı," ya da
buna benzer şeyler söyler, bazılarıysa, yaşamının sonunda
olmuş olabileceği gibi, onun tümüyle kör olduğunu düşü
nür. Fabl her şeyi kendi içinde kusursuz yapar, ve onun
3) 'Pattcrn' ya da 'patron', bir aziz onuruna yapılan festival_ (Ç. N.)
38
kör kahramanları ne dünyaya ne de güneşe bakar. Bir gün
tanıştığım birine, eğer bir
na mna
Sidhe
havuzu arayacak
olsam peri kadınların nerede görüneceğini ve eğer tümüy
le körse Raftery'nin Mary Hynes'e nasıl böyle hayran ol
duğunu sordum. "Sanırım Raftery tümüyle kördü," dedi,
"ancak körlerin her şeyi bir şekilde görebilme ve ışığı
olan diğer insanlara kıyasla daha fazlasını bilme, duyum
sama, yapma ve tahmin etme gücü vardır, bir tür zeki ve
bilgelik de verilmiştir onlara." Doğrusu herkes size onun
çok bilge olduğunu söyleyecektir, çünkü sadece kör değil
aynı zamanda şairdi. Daha önce Mary Hynes hakkındaki
sözlerini aktardığım dokumacı, "Onun şiiri Tanrı'nın bir
armağanıydı, zaten Tanrı'nın armağanı olan üç şey vardır
- şiir, dans ve prensipler. Bu yüzden, eski zamanlarda
dağdan inen bir adam, bugün karşılaşabileceğin eğitimli
birinden daha görgülü ve bilgiliydi, çünkü her şeyi Tan
rı' dan öğreniyorlardı," diyor. Coole'da yaşayan bir adam
ise, "Parmağını başında bir yere koyduğu zaman, sanki
bir kitapta yazılıymış gibi her şeyi kavrardı," diye konu
şuyor; Kiltartanlı eski bir kiracı da, "Bir keresinde bir
çalılığın altında duruyordu, onunla konuştu ve çalılık da
ona İrlandaca yanıt verdi. Bazıları konuşanın çalı olduğunu,
içinde büyülü bir sesin gizlendiğini ve dünyadaki her şeyin
sırrını Rafi:ery'ye verdiğini söyler. Çalı daha sonra sararıp
soldu, şimdi burasıyla Rahasine arasındaki yolun kena
rında görülebilir," diye anlatır. Raftery'nin çalı hakkında
yazılmış bir şiiri var, ben hiç görmedim, bu tür bir fablın
ürünü de olabilir.
Bir keresinde, bir dostum, Raftery ölürken onun ya
nında olan bir adamla tanışmıştı, ama insanlar onun yalnız
öldüğünü söyler, Maurteen Gillane isimli biri, Doktor
Hyde'a, onun yattığı evin çatısından göğe doğru gece bo
yunca bir ışığın süzüldüğünü ve bunun da onunla beraber
olan meleklerin ta kendisi olduğunu; gece boyunca fakir
hanesinde güçlü bir ışığın yandığını, bunun da onu uyandı-
39
'"
'!
ıı '.
'ı
::ıı1[
lı,:lı
11''
il
:ı
1
1
1
ran melekler olduğunu söylemi§. Çok iyi bir §air olduğu
ve birçok dindar §arkı söylediği için onu onurlandırmı§lar.
Kendi harcında faniliği ölümsüzlüğe dönü§türen fablın,
birkaç sene içinde, Mary Hynes ve Raftery'yi de güzelliğe
has bir hüznün ve dü§lerin görkemiyle kanaatkarlığının
kusursuz simgelerine dönü§türmesi olası.
1900
il.
Bir süre önce, bir kuzey kasabasındayken, çocukluğunu
kom§U yörede geçirmi§ olan bir adamla uzun uzun ko
nu§tum. Söylediğine bakılırsa, pek de ho§ görünümlü ol
mayan bir aile çok güzel bir kız çocuk sahibi olduğunda,
kızın güzelliğini Sidhe'den aldığına ve aileye uğursuzluk
getireceğine inanılırmı§. Tanıdığı birçok güzel kızın adını
·
saydı ve güzelliğin hiçbirine mutluluk getirmediğini söy
ledi. Bunun hem gurur duyulup hem de korkulacak bir
Dostları ilə paylaş: |