Çocuk Kalbi



Yüklə 1,14 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/83
tarix25.02.2022
ölçüsü1,14 Mb.
#53085
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   83
Edmondo De Amicis - Çocuk Kalbi





ÇOCUK KALBİ
EDMONDO DE AMICIS
SİS YAYINCILIK


SİS YAYINCILIK - 14
ÇOCUK KALBİ
EDMONDO DE AMICIS
Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni: Zana HOCAOĞLU
Yayın Koordinatörü: Mehmet DEMİRKAYA
Çeviren: Serek ÇELİK
Tasarım: Özgür YURTTAŞ
Baskı: Barış Matbaası
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 291
Topkapı – İSTANBUL
Tel: (0212) 674 85 28 – Faks: (0212) 674 85 29
ISBN 978-975-6938-14-5
5. Baskı: Ocak 2011
6. Baskı: Ekim 2011
7. Baskı: Mart 2012
SİS YAYINCILIK
Merkez: Giyimkent Sitesi D 6 Blok / 59
No: 77-78 Esenler / İstanbul
Tel: (212) 659 58 61 -62
Fax: (212) 659 02 51
www.sisyayincilik.com


e-mail: info@sisyayincilik.com


ÇOCUK KALBİ
EDMONDO DE AMICIS
SİS YAYINCILIK


EKİM
OKULUN İLK GÜNÜ
17 Pazartesi
Bugün  okulun  ilk  günü.  Yazlıktaki  üç  aylık  tatil  bir  rüya  gibi  geçti!
İlkokulun  üçüncü  sınıfına  yazdırmak  için,  annem  beni  bu  sabah  Baretti


Okulu’na  götürdü.  Aklım  yazlıktaydı  ve  istemeyerek  gidiyordum.  Bütün
sokaklar  çocuklarla  kaynıyordu.  İki  kitapçı  dükkanı;  çanta,  kağıt  ve  defter
satın alan anne ve babalarla tıklım tıklımdı. Okulun önünde o kadar çok insan
birikmişti ki okul hademesiyle, belediye görevlisi girişi serbest bırakmak için
paralanıyorlardı.  Giriş  kapısında  biri  omzuma  dokundu.  İkinci  sınıf
öğretmenimdi. Kızıl saçları darmadağınıkdı. Her zamanki neşesiyle bana:
– “Demek artık birbirimizden temelli olarak ayrıldık” dedi.
Bunu ben de pekala biliyordum ama, gene de bu sözler bana çok acı geldi.
Güçlükle  içeri  girebildik.  Hanımlar,  beyler,  işçiler,  subaylar,  büyükanneler,
dadılar,  bir  ellerinde  çocukları,  diğerinde  de  kayıt  kağıtları,  holü  ve
merdivenleri  dolduruyorlardı.  Tiyatro  girişlerindekini  andıran  bir  vızıltı
çıkarıyorlardı.  Üç  yıl  süreyle,  aşağı  yukarı  her  gün  geçtiğim,  yedi  sınıf
kapısının üzerine açıldığı o koskocaman odayı tekrar görünce çok sevindim.
Çok kalabalık vardı. Öğretmenler gidip geliyorlardı. Birinci sınıf öğretmenim
beni sınıfının kapısında selamladı ve:
–  “Enrico,  bu  yıl  yukarıdaki  katta  okuyacaksın,  artık  senin  buradan
geçtiğini bile göremeyeceğim” dedi ve bana üzgün üzgün baktı.
Sınıflarda  çocuklarına  yer  kalmayan  endişeli,  telaşlı  hanımlar  müdürün
etrafını  çevirmişlerdi.  Bana  müdürün  sakalı  bu  yıl  biraz  daha  ağarmış  gibi
geldi.  Çocukları  daha  büyümüş,  toplanmış  gördüm.  Giriş  katında  bütün
öğrenciler sınıflarına yerleştirilmişlerdi.
Birinci  sınıfa  yeni  kaydolan  çocuklar  içeri  girmek  istemiyorlar  ve  inatçı
sıpalar  gibi  dikilip  kalıyorlardı.  Onları  zorla  çekip  almak  gerekiyordu.
Bazıları oturdukları sıralardan kaçıyorlardı. Diğerleri ana babalarının gittiğini
görünce  ağlamaya  başlıyorlar,  berikiler  de  onları  avutmak  için  geri
dönüyorlardı.  Öğretmenler  de  umutsuzluğa  kapılıyorlardı.  Küçük  erkek
kardeşim,  öğretmen  Delcati’nin  sınıfındaydı;  ben  de  öğretmen  Perboni’nin
birinci  kattaki  sınıfındaydım.  Saat  onda  hepimiz  sınıftaydık.  Tam  elli  dört
kişi.  Çocukların  on  beş,  on  altısı  ikinci  sınıftan  arkadaşımdı.  Aralarında
daima sınıf birincisi olan Derossi de vardı. Yazı geçirdiğim ormanları, dağları
düşündükçe  okul  bana  o  kadar  küçük,  o  kadar  kasvetli  görünüyordu  ki!
Sonra,  ikinci  sınıftaki  öğretmenimi  de  düşünüyordum.  Öyle  iyiydi  ki,  hep
bizlerle beraber gülerdi. O kadar da ufak tefekti ki arkadaşlarımızdan biri gibi
görünürdü.  Darmadağınık  kızıl  saçlarıyla  onu  artık  orada  göremeyeceğimi
düşündükçe üzülüyordum. Bu yılki öğretmenimiz uzun boylu, sakalsız, uzun
kır  saçlı,  alnında  da  düz  bir  çizgisi  var.  Sesi  oldukça  kalın.  Sanki  içimizi
okumak  istermiş  gibi,  her  birimize  teker  teker  sabit  gözlerle  bakıyor  ve  hiç


gülmüyor. Kendi kendime:
– “İşte ilk gün. Dokuz ay daha var. Ne kadar çalışma, ne kadar aylık sınav,
ne kadar yorgunluk!” diyordum.
Okul  çıkışı  annemi  bulmaya  ve  koşup  elini  öpmeye  gerçekten  ihtiyacım
vardı. Bana:
“Gayret, Enrico! Beraber çalışacağız” dedi.
Ve  eve  döndüğümden  de  memnundum.  Fakat,  neşesi  ve  tatlı  gülüşüyle
öğretmenim yoktu artık, okul da bana eskisi gibi güzel görünmüyordu.
ÖĞRETMENİMİZ
18 Salı
Bu sabahtan beri, yeni öğretmenimden de hoşlanmaya başladım. Biz sınıfa
girerken  o  yerine  oturmuştu  bile.  Zaman  zaman  geçen  yılki  öğrencilerinden
bazıları  onu  selamlamak  için  kapıda  beliriyorlardı.  Geçerken  kapıdan
eğiliyorlar ve onu selamlıyorlardı:
“Günaydın, Bay öğretmen! İyi günler, Bay Perboni!”
İçlerinden  bazıları  geliyorlar,  eline  dokunuyorlar  ve  kaçıveriyorlardı.  Onu
sevdikleri ve yeniden onunla beraber olmak istedikleri görülüyordu. O:
“Günaydın” diye karşılık veriyordu.


Kendisine uzatılan elleri sıkıyordu ama, kimsenin yüzüne bakmıyordu. Her
selamlayışta  ciddiyetini  bozmadan,  alnındaki  düz  çizgiyle  duruyordu.
Pencereye  doğru  dönmüş,  karşıdaki  evin  damına  bakıyordu.  Bu
selamlaşmalardan  neşeleneceğine  bundan  sıkılır  gibi  bir  hali  vardı.  Sonra,
teker  teker,  dikkatle  bizlere  baktı.  Ödev  yazdırırken,  sıraların  arasında
dolaşmak  için  kürsüden  indi.  Bütün  yüzü  sivilceden  kıpkırmızı  olmuş  bir
çocuğu  görünce,  ödevi  yazdırmaya  ara  verdi,  çocuğun  yüzünü  iki  elinin
arasına  aldı  ve  baktı.  Sonra  öğrenciye  nesi  olduğunu  sordu,  ateşinin  olup
olmadığını anlamak için elini çocuğun alnına götürdü. Bu sırada, öğretmenin
arkasında kalan bir çocuk sıranın üstüne çıktı ve soytarılık yapmaya başladı.
Öğretmen  birden  arkasına  döndü.  Çocuk  hızla  yerine  oturdu,  orada,  başını
eğip, cezasını beklemeye koyuldu. Öğretmen elini onun başına koydu ve:
“Bir daha böyle şeyler yapma” dedi
Başka  hiçbir  şey  eklemedi.  Kürsüsüne  geri  döndü  ve  ödev  yazdırmayı
tamamladı. Ödev yazdırmayı bitirdikten sonra, bir süre sessizce bizlere baktı.
Sonra, sakin sakin, kalın ama, yumuşak sesiyle:
–  “Dinleyin.  Önümüzde  beraber  geçireceğimiz  bir  yıl  var.  Onu  iyi
geçirmeye çalışalım. İyi çalışın ve uslu olun. Benim ailem yok. Benim ailem
sizlersiniz.  Annem  geçen  yıla  kadar  hayattaydı;  o  da  öldü.  Yalnız  başıma
kaldım.  Dünyada  sizlerden  başka  kimsem,  sizlerden  başka  düşüncem,
sevecek  kimsem  yok.  Sizler  benim  evlatlarım  olmalısınız.  Ben  sizleri  çok
seviyorum,  sizlerin  de  beni  sevmenizi  istiyorum.  Kimseyi  cezalandırmak
istemiyorum. İyi kalpli çocuklar olduğunuzu bana gösterin. Sınıfımız bir aile,
sizler de benim avuntum olacaksınız, sizlerle gurur duyacağım. Yüksek sesle
yemin etmenizi istemiyorum, eminim ki daha şimdiden kalbinizden buna evet
dediniz. Teşekkür ederim.”
Tam  bu  sırada  dersin  bittiğini  haber  veren  hademe  sınıfa  girdi.  Hepimiz
sessiz  sedasız  sıramızdan  kalktık.  Demin  derste  sıranın  üstüne  çıkmış  olan
çocuk öğretmene yaklaştı ve titrek bir sesle:
– “Bay öğretmen, beni affedin” dedi.
Öğretmen onu alnından öptü ve
– “Haydi, evladım, git” dedi.


BİR FELAKET
21 Cuma
Yıl  bir  felaketle  başladı.  Bu  sabah  okula  giderken  babama  öğretmenin
sözlerini tekrarlıyordum. Sokağın, tam o sırada okulun kapısı önünde biriken
halkla dolduğunu gördük. Babam hemen:
– “Bir felaket! Yıl kötü başlıyor!” dedi.
Bin güçlükle içeri girebildik. Giriş holündeki o koskocaman oda ana, baba
ve  çocuklarla  doluydu.  Öğretmenler  öğrencileri  sınıflarına  sokmayı
başaramıyorlardı. Herkes müdürün odasına doğru dönmüştü ve:
– “Zavallı çocuk. Zavallı Robertti!” dedi.
Kalabalığın  tıklım  tıklım  doldurduğu  odanın  sonunda  bütün  başların
üzerinden belediye görevlisinin kasketiyle, müdürün saçsız başı görünüyordu.
Sonra içeri yüksek şapkalı bir bey girdi. Herkes:
– “Doktor geldi” dedi.
Babam bir öğretmene sordu:
– “Ne oldu?”
– “Ayağının üstünden tekerlek geçmiş” diye karşılık verdi.
Birisi de:
– “Ayağı kopmuş” dedi.
Robertti  ikinci  sınıfa  gidiyordu.  Dora  Grossa  Sokağı’ndan  doğru  okula
gelirken,  annesinin  elinden  kurtulup  sokağın  ortasına  fırlayan  bir  çocuk
görmüş.  Birinci  sınıfa  giden  bu  öğrenci,  arkasından  gelen  bir  atlı  tramvayın
pek  yakınında  düşüvermiş.  Bunun  üzerine  Robertti  büyük  bir  cesaretle
koşmuş,  çocuğu  yakalamış  ve  kurtarmış.  Ama,  kendi  ayağını  hemen  geri
çekemediği için, atlı tramvayın tekerliği üstünden geçmiş.
Robertti bir topçu yüzbaşısının oğluydu. Bize bunları anlatırlarken bir kadın
deli gibi kalabalığı yararak o büyük odaya girdi. Bu, Robertti’nin annesiydi,
onu çağırtmak için birini göndermişlerdi. Bir başka kadın koşarak ona doğru
geldi,  hıçkırarak  kollarını  onun  boynuna  doladı.  Bu  da  kurtarılan  çocuğun
annesiydi. İki kadın birden odaya atıldılar ve ümitsiz bir çığlık duyuldu:


– “Ah, Giulio’m! Evladım!”
Bu  sırada  kapının  önünde  bir  araba  durdu  ve  kısa  bir  süre  sonra  da
kollarında  Robertti’yle  müdür  belirdi.  Başını  müdürün  omzuna  dayamıştı,
yüzü  bembeyaz,  gözleri  de  kapalıydı.  Herkes  sustu.  Annesinin  hıçkırıkları
duruluyordu.  Müdür  bir  an  durdu,  solgun  çocuğu  halka  göstermek  için  iki
kolunu  birden  biraz  kaldırdı.  Bunun  üzerine  öğretmenler,  veliler,  çocuklar,
bir ağızdan:
–  “Bravo,  Robertti!  Bravo,  zavallı  yavrucak!”  diye  mırıldandılar  ve  ona
öpücükler yolladılar.
Etrafında  bulunan  öğretmen  ve  öğrenciler,  ellerini,  kollarını  öptüler.
Robertti gözlerini araladı ve:
– “Onu ben taşıyorum, sevgili melek, onu sana ben taşıyorum” dedi.
Bu  sırada  yaralının  annesi  göründü,  yüzünü  elleriyle  kapıyordu.  Çıktılar,
yaralıyı  usulca  arabaya  yerleştirdiler,  araba  gitti.  Sonra  hepimiz  sessizce
sınıflarımıza girdik.

Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin