ONİKİŞubat müFTÜLÜĞÜ 2014-2015 Hİzmet iÇİ EĞİTİm ders notlari



Yüklə 0,65 Mb.
səhifə1/8
tarix23.02.2017
ölçüsü0,65 Mb.
#9309
  1   2   3   4   5   6   7   8
ONİKİŞUBAT MÜFTÜLÜĞÜ 2014-2015 HİZMET İÇİ EĞİTİM DERS NOTLARI

Bu notlar Hizmetiçi eğitimi gören hocalarımızın bilgilerini tazelemek için güncel konuları ihtiva eden derlediğim notlardır. Hata ve eksikler olabilir. Faydalı olması, C.Hakkın noksanlarımızı affetmesi ümidiyle arzediyorum.



DİNİ HAYATA REHBERLİK ETMEDE DİN GÖNÜLLÜSÜNÜNÜ ROLÜ.

Yaşadığımız çağda İnsanların içine düştüğü veya düşebileceği manevî sıkıntıların giderilmesinde, toplumda huzur ve mutluluğun sağlanmasında, toplumsal bütünlüğün, birlik ve beraberliğin korunmasında din hizmetleri sunma durumunda olan Müftülüklerin ve personelinin önemi büyüktür.


Müftülüklerimiz ve Müftülüğü temsil ederek, topluma rehberlik eden kişilerin, öncelikle

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. (Al-i İmran:104) emr-i ilahisinin muhatabı olarak kendilerini kabul etmeleri gerekir.


Üslenmiş olduğu görevin gerektirdiği sorumluluk bilinciyle Sözkonusu bu topluluğun oluşturulmasında, Din gönüllülerinin sorumlulukları oldukça büyüktür.
Müftülüğü oluşturan bireylerin, topluma sunma durumunda olduğu hizmetin kutsiyetine ve önemine önce kendilerinin inanması ve bulundukları toplumun manevi yönetimini üstlendiklerinin bilincinde olmaları gerekir. Bir büyüğümüzün “Din gönüllüleriToplumun manevi Mimarları durumundadır.” Sözünden hareketle, hizmet sürecinde, “Allah, içinde bulunduğum bu toplumun dinini bana emanet etti ve bundan beni sorgulayacak, toplumda dine karşı bir tutum varsa bunda benim sorululuğum var” bilinci ve şuuruyla yerel ve bölgesel şartlar göz önünde bulundurularak sürekli projeler üretilmeli ve uygulanmalıdır.
Yaşadığımız toplumda insanların, bilhassa manevi yapılarının şekillenmesinde fertlerden ziyade kurumların yeri oldukça önemlidir. Daha çok insanlar, bireysel olarak hizmet üreten kişilerin etkilerinden ziyade, kurum ve kitlesel bazda bir mefkûre etrafında birleşerek hizmet üreten, toplumun belli kesiminin güvenini kazanmış kurumları tercih etmektedirler.
Olaya bu açıdan bakacak olursak bilhassa yakın geçmişte cereyan eden, bir kısım insanları oldukça mağdur eden ve sukut-u hayale uğratan olumsuz hadiseler neticesinde birçok İnsanımız adeta doğruyu arama peşine düşmüşlerdir. Bu hadiselerin vuku bulması, Diyanet İşleri Başkanlığı ve bağlı kurumları olan Müftülük ve personelinin saygınlığını toplum nezdinde daha da artırmıştır. İstikrarlı tutum ve davranışı ile, hoşgörülü ve koylaştırıcı tebligatıyla, birleştirici ve sıcak yaklaşımıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilat olarak toplumun gözdesi haline gelmiş durumdadır.
Birkaç örnek verecek olursak, Halkımız’ ın büyük bir kesiminin, “Diyanet veya temsilcisi söylüyorsa doğrudur.” “Diyanetin yayını ise güvenilir.” “Diyanetin takvimine itibar ederim.” Müftülük varken niye falancaya gidelim.” Gibi güven telkin edici sözlerinin yaygınlaştığını görmekteyiz. Bu durumun büyük bir kazanım olduğu gerekçesiyle Din görevlilerimiz’ in dini hayata rehberlik etmesi hem kolaylaşmış hem de etkileyici bir duruma kavuşmuştur.
Müftülüklerimiz’ in fonksiyonları arasında öne çıkabilecek hususlar.

1.Güven kazanma ve kurum bazında kazanılan güveni muhafaza etme.
Müftü ve Müftülük ailesi diye tabir edeceğimiz diğer personelin yüz yüze muhatap olduğu hedef kitle azımsanamayacak kadar büyüktür.

Kişilerin kurumlarda aradığı en önemli faktör güvendir. Bu bağlamda Peygamber efendimizin Cahiliye toplumunu aydınlatırken insanlar nezdinde kazandığı güvenin, yapmış olduğu rehberlikte ne kadar etkileyici olduğu unutulmamalıdır.

Güven kazanma konusunda, yapmacık hareketlerden uzak, üslendiği görevin ulviyetine inanarak örnek bir yaşantı sergilemek oldukça önemlidir.
Birçok insanlar kendi yaptıkları bir kısım olumsuz davranışları belki meşru görebilirler. Ancak dinin temsilcisi olarak kabul ederek örnek olarak gördükleri kişilerin aynı boyuttaki davranışlarını nahoş bir davranış olarak karşılarlar.

Dolayısıyla örnek olma durumunda olan Müftü ve Müftülüğü temsil eden kişilerin toplum nezdinde yapabilecekleri olumsuzlukların, nahoş tutum ve davranışların, kendilerini örnek alma durumunda olan kişiler nezdinde bir cesarete ve meşruiyete dönüşeceği muhakkaktır.

Bu nedenle, Örnek kişilerin yaptığı kusurların, İslam’a mal edileceği ve hizmetin kalitesini düşüreceği unutulmamalıdır.
2. Halkın yanında olma.

Müftülükler cami içinde olduğu gibi, cami dışında yürütülen sosyokültürel ve psikolojik yönlü hizmetlerde rol almalıdırlar. İnsanımız, çocuğunun doğumunda, sünnetinde, nişanında, düğününde, askere uğurlanmasında, cenazesinde, mevlidinde, kısmen geleneksel bir yaklaşımla da olsa sosyal yaşamın bütünlüğü içerisinde din adamını yanında görmek ve onun manevî desteğini almak ister.

Evinin veya işyerinin hocalar tarafından ziyaret edilmesini bir şeref ve bereket vesilesi sayar. Bir kısım Din görevlilerinin çalışma ve telkinleri sonucunda dargınlık ve kırgınlıklarına son veren, zararlı alışkanlıklarını terk eden, İslam Dini ve Müslümanlara karşı bakış açasını değiştiren kişi sayısı artmaktadır.

Müftülüklerimiz bazı olayları vesile kılarak insanların bir araya geldiği meşru zeminlerde gerekli hizmet ekipleriyle birlikte hazır olmalı ve hizmet sunmalıdır. Söylemimiz ve fiiliyatımız “gel sana hizmet verelim” yerine “geldik size hizmet vermeye” olmalıdır. Ailelere, iş yerlerine yapılacak ziyaretler esnasında hediye edilecek bir kitap ve kartela kişilerin teveccühü artıracaktır.


3. Muhatapları tanıma onlarla iletişim kurabilme.

Gerek bireysel gerekse toplumsal bazda Muhataplara karşı yaklaşım, insanların sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarını da dikkate alarak yapılmalıdır.


Hizmet sunulacak hedef kitlenin hâli hazırda içinde bulunduğu ortam ve Psikolojik unsurlar göz önünde bulundurularak ihtiyacı tespit edilmeli, hizmeti kabule hazır anları seçilmelidir. Rasûlullah (AS.)’ın kendisine sorulan aynı sorulara, soranların kabiliyet ve o andaki ihtiyacına, psikolojik durumuna göre değişik cevaplar vermesi bize bu konuda örnek teşkil etmelidir.
4. Bilgi ve eğitim seviyesinin yükseltilmesi: Yaşadığımız toplumda, insanların bilgi ve kültür seviyesi sürekli artmakta ve Sosyal yapıda çok hızlı bir değişim görülmektedir. Karşımızda, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, farklı yaşantıları karşılaştırabilen, sorgulayıcı, araştırıcı bir toplumun mevcut olduğu gerçeğinden hareketle sunulan hizmetin etkin ve verimli olabilmesi için bu görevi yapan kişinin mesleki liyakatinin yerinde olması kaçınılmazdır.

Müftülüklerin, meslekiyle alakalı bilgi seviyesinin hizmet sunduğu kitleden daha yüksek seviyede olması gerektiği gerçeğinden hareketle, görevlilerini, kendini yenileyen, geliştiren, sosyal ve kültürel hadiseleri takip eden bir yapıya kavuşturması oldukça önem arzetmektedir.


Bilhassa, artık rutin duruma gelmesi gereken, Persole yönelik hizmet içi eğitim kursları, Bilgisayar, diksiyon vb. gibi kursların düzenlenmesi, Camilerin, çağın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi, Camilerin açık tutulması, Engellilere verilecek hizmetler, kadınların camiye gelebilmelirini sağlamak, Cami dersleri, hatim programları, yüz yüze vaaz ve ferdi ezan okutulması, cami çocuk buluşmaları, Müftülüklerle diğer kurum ve kuruluşların buluşmaları gibi hizmetlere hız verilmesi de Müftülük hizmetlerinin olmazsa olmazlarından kabul edilmesi gerekmektedir.
Hizmet verimliliğinin arttırılması ve hizmetin kalıcılığının sağlanması için hizmet sunan Müftülüklerimiz’in ve fertlerinin İlmen, Bedenen ve Ruhen yapılacak hizmete hazır olması, gelişen hadiseler karşısında kendini geliştirmesi gerekmektedir.
Yaygın eğitim alanında, bilhassa ihtiyaç odaklı eğitim programının uygulanmasında hizmet alan kitle sayısının bir hayli artması, yaz kurslarındaki öğrenci akımının çoğalması bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmalarda Başkanlığımız’ın ücretsiz kitap dağıtımının bizleri, veren el durumuna getirdiğini de bir fırsat olarak görmek gerekir.
5. Yaşantı ve Örnek davranışlar sergileme:

Din hizmetleri sunan kişinin, yaşantısıya tebilğ ettiği esas arasında çelişkiye düşmeden örnek bir kişilik arzetmesi de en önemli etkendir. Üslendiği Misyonun kendisine verdiği sorumluluğu idrak ederek, gerek kişisel ve gerekse ailevi yaşantısında göstereceği örnekliğin kişiler nezdinde, söylenenlerden daha etkileyici olduğunun bilinmesi gerekir.


6. Hizmetin sahasını geniş tutma:

Müftülüklerimiz, kadına, aileye, öğrencilere, işçilere, kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, Hastane, Huzurevleri, Ruhsağlığı cezaevleri, taziye evleri, çadırkentler, mevsimlik işçiler gibi insanın bulunduğu her ortamda hizmet sunmayı görev bilmelidirler.

Bunun yanında, sokak çocukları, bakıma ve korunmaya muhtaç, aileler gibi toplumdan ilgi, sevgi ve şefkat bekleyen, toplumun her kesimine hizmet vermede kendine yüklenen sorumluluğu gözden geçirerek hizmet sunma aşk ve heyecanını taşımalıdır.

Toplumun tüm kesimlerinde, Mutlu ve kederli Olaylara İlişkin Merasimlerde, Sosyal ve Kültürel Yardım Hizmetlerinde, Psikolojik destek Hizmetlerinde Müftülükler halkın yanında olmalıdır.



Müftülüklerimiz, hizmetlerin yürütülmesinde, bu kitlelere ulaştırabilme yol ve metotları belirleme açısından önce kendi görevlileriyle mutabakat içerisinde, Okullarda bulunan Meslek Dersleri öğretmenleri, emekli Din görevlileri, ilahiyat fakültelerinin öğretim görevlileri, Muhtarlar ve Cami dernekleriyle, ve toplumun bazı kesimlerine din hizmeti sunma durumunda olan kurum ve kuruluşlarla, insiyatifi kendi elinde bulundurmak kaydıyla işbirliği içerisinde olmalıdır.

Ayrıca, Okullara seçmeli ders olarak, Kur’an-ı Kerim, Din Kültürü ve Ahlak bilgisinin konulması bir fırsat olarak değerlendirilmeli, Bu konuda neler yapılması gerektiği üzerinde ziyadesiyle durulmalıdır.

Bilhassa gençlere yönelik hizmetlerde, sportif faaliyetler, geziler ve yarışmalar düzenlenmesi, Onların başarılarına değer verilmesi, İslam Dininde meşru eğlencelerin bulunduğunun işlenmesi de hizmetin verimliliğini artıracaktır.




7. Diğer grup ve topluluklarla ilişkiler:

Hizmetin hedefi, sadece bizim gibi düşünen ve inanan kişiler olmamalıdır. İslam dininin evrensel oluşu da bunu göstermektedir. Bu konuda asr-ı saadette birçok örneklerden hareketle Sözkonusu kitleye hizmet sunumunda, sevgi ve hoşgörü esas alınarak, değişik fikir ve düşüncelere saygılı bir şekilde yakınlık kurarak, kendilerine değer verildiğini ima etmek, müşterek noktalarda birleşmek onlar üzerinde yapılması düşünülen hizmeti kolaylaştıracaktır.


Kur'ân-ı Kerimde, hıristiyan ve yahudilerden “Ehl-i Kitap” diye bahsedilerek, onların Allahın kitabına ehil olduklarına işaretle kendilerine değer verilmiştir. Aynı şekilde Rasûlullah (AS)’ın Devlet reislerine gönderdiği İslâm'a davet mektuplarında onlara “Rum'un ulu'su, kıptilerin büyüğü” şeklinde hitabettiği gerçeği göz ardı edilmemeli, Onların bu duyglarına hitabedilerek kalpleri kazanılmalıdır.
8. Olayrın tespit ve tahlil edilmesi:

Müftülüklerin, Toplumda yanlış bilinen veya yazılı ve görsel medyada bir kısım tartışmalara yol açan hatalı olduğu bilinen yorumlarla ilgili konuları araştırarak düzeltilmesi gereken hususları sağlam, güvenilir bir bilgi kaynağı ile kişilik haklarını da ihlal etmeden düzeltilmesi gerekir.


Hizmetlerin sunumunda: hangi hizmetin nerede hangi ortamda anlatacağını çok iyi belirlemeli, sunmak istenilen hizmeti, temel ilkelerden taviz vermeden kolaylaştırıcı ve umut verici bir usluble Peygamberimiz’in Beşir ve Nezir sıfatı göz önüne alınarak kademe kademe ikmal etmelidir.


Muhataplarda görülen menfî davranışlar, manevi hastalıklar, şahıs ve kurum adı verilmeden genelleştirilip, rencide edici davranışlardan azami ölçüde uzak bir şekilde ortaya konulmalı, bunların tedavi edilmesinde rol oynayacak kıstaslar muhatapların Kültür ve sosyal yaşantıları dikkate alarak sunulmalıdır.

Kaba ve sert tutumdan uzak durma, Jest ve mimikleri yerinde kullanma, önemli cümleleri vurgulama ve tekrar etme, ses tonunu ayarlama, zamanı iyi kullanma vb. gibi unsurlar hizmet sunmada ve muhatapları etkilemede önemli unsurlardandır.



HELÂL ve HARAM
Peygamberimizin veya Selef-i Sahihin (Sahabe, tabiin ve ilk asır âlimleri) zamanının şartlarını ve imkânlarını göz önüne alınmadan herhangi bir fiil, onlar tarafından işlenmemişse, bu şey haramdır veya bid'attır denmez. Bir şeyin yasak veya haram olabilmesi için, o şeyin Allah tarafından veya Rasulullah tarafından yasaklanmış olması gerekir. (Hak dini Kur'an Dili 6/4812)
Şu duruma göre: Peygamberimizin o günün şartlarında yapmadıkları şeylerin sonradan yapılmasına, kıyas ve içtihada gidilmeden, hissi olarak haram veya mekruh deme kimsenin yetkisinde değildir.
Birkaç misal verecek olursak:

a) Peygamberimiz 'in zamanında Mushaf haline getirilmeyen K.Kerim sonradan Kitap haline getirilmiştir. Çünkü ozaman vahiy gelmeye devam ettiği için buna fiilen imkânda yoktu.


b) Peygamberimiz Ramazan ayı dışında herhangi bir ayı tamamen ara vermeden oruçlu geçirmemiştir. Ancak bu gün bir Müslüman’ın Ramazan dışında herhangi bir ayın tamamının nafile olarak oruçla geçirebilir. Efendimiz yemekte kaşık kullanmamış, ayrı tabak kullanmamış, uçağa binmemiş. Bunları Rasulullah SAV yapmadı diye haram olmaz. Bu ve benzeri nimetlere haram sayanlar için C.Allah:

قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللهِ الَّتِي أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? (7/Araf,32) buyurmaktadır.

İnsan ağır bir yük altındadır, Dağların çekemediği bir yükü insan yüklenmiştir, K.Kerimde



إِنَّا عَرَضْنَا الأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الإِنْسَانُ

"Biz emaneti ,yani akıl düşünce ve kabiliyeti, göklere, yere ve dağlara teklif ettikte onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular, onu insan yüklendi, Doğrusu çok zalim çok cahildir" (33 Ahzab 72)
خَشْيَةِ اللهِ لَوْ أَنْزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ "Eğer biz bu kur’anı bir dağa indirseydik muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğerek parçaparça olmuş görürdün. " (59 Haşr,21)
Buyurulmakla bu ağır yüke işaret edilmektedir. Tâhir'ul-Mevlevî (mesnevi şârihi "öl 1951") nin mezar taşına yazılmasını istediği vefatından evvel kaleme aldığı şu beyit buna güzel bir örnektir.
Eli boş gidilmez gidilen yere, Yarab boş gelmedim ben suç getirdim

Dağlar çekemezken o ağır yükü, İki kat sırtımda pek güç getidim,

(Yılların İzi Mahir İz; S.233-234)

Bu ağır yük kemale namzet müstesna varlığın boyuna göre biçilmiş bir emanettir. İnsan ilahi terbiyeye teslim olduğu zaman melekleri dahi kendine hayran bırakır, Yoksa şeytanın pembe bardakta sunduğu zehiri bal zanneder taş toprak gübre arasında çürüyüp gider. O takdirde bir mü’min helal haram sınırlarını iyi gözetmesi gerekir.

Helal haram sadece onu işleyen kişi ile sınırlı kalmaz aileyi ve toplumu 'da etkiler,

Allah'ın hükmü olan tüm helaller ve haramlarda dünya ve ahiret için birçok hikmetler vardır,



HELAL VE HARAM KILMA YETKİSİ Allah ve Rasulüne aittir, Peygamberimize şu ayet bu yetkinin verildiğini gösterir. وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ "O Peygamber (SAV) onlara temiz olan şeylei helal, pis şeyleri haram kılar." (7 A'raf,157) Haram iki ye ayrılır.
1-Haram Li aynihî: Bizzat varlığı, maddesi, Yaratılış itibareyle haram olanlar; İçki, domuz eti gibi. Ayrıca toplumun iğrinç bulduğu, sıhhata, düşünceye zarar veren şeyleri yemek haramdır. Bazıları açısından iğrenç olmayabilir, ama toplum demek, millet, ümmet gibi geniş bir kitledir.
2-aram Li gayrihî: Elde ediliş yolundan dolayı haram olanlar. Alış veriş yoluyla, hibe ve miras yoluyla elde edilen şeylerde. Mesela; ekmek helaldir çalınarak elde edilirse haramdır.

(Diyanet İlmihali C.1 Sh,175)
HARAMIN DERECELERİ
1- Dürüst âdil mü’minlerin sakındığı yasaklar:

Fıkıh kitaplarında bunlardan sakınanlara “adl” (udûl) denir. Sakınmayanlara da “fasık” denir. Bu haramların cezası kısmen dünyada, kül halinde de ahirette verilecektir.


Haramların, haramlığına göre cezaları da derece derecedir. Haramların ağırlığı ve şiddeti ayet ve hadislerde kullanılan uslüp ve vurguya göredir. Verileceği bildirilen cezaya göredir.

Mesela: Şartlarına uymadan yapılan alışverişten elde edilen kazanç haramdır. Ancak gasbedilen malın haramlığı daha şiddetlidir. Kur’an da gasbın haramlığı, insanın öldürmesi, intihar etmesi, mahvolması, helâk olması benzetmeleri ile ifade ediliyor. (Fî zilâl-i Kur’an, Seyyit Kutub, Nisâ,29’un tefsiri)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلاَ تَقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin.” (4/En-nisâ,29)


Yine bunun gibi: Faiz yenlerin, kabirlerinden, şeytan çarpmış kimseler gibi kalkacağı (Bakar,275) Gıybet ve dedikodunun haramlığı ölü eti yemeye benzetilir. (49/Hucurât,12)
Hatta aynı dereceye giren haramlarda bazen farklı olur. Bir fakirden, yetimden haksızlıkla alınan malın haramlık derecesiyle ahlaksız bir zenginden alınan malın haramlık derecesi farklıdır.
2- Salih kulların sakındığı şeyler: Zahire bakarak caiz olan şeylerden dahi haram ihtimali ve şüphe bulunduğu için Salih kullar sakınırlar. Şüphe kuvvetli, haram ihtimali galipse onu haram kabul etmek gerekir. Helâl ihtimali kuvvetli ise, onu helal kabul etmek lazımdır. Zayıf bir ihtimal yüzünden çekinmek insanı şüpheye düşürür. Peygamber efendimiz “Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli gelmeyeni al” buyurmuşlardır. (Buharî, K. el-Büyû, 3; Tirmizî, K. el-Kıyâmeh, 60.)
Kişilerin ekonomik ve sosyal yapılarına göre de helal ve haramlan değişiklik arzeder. Mesela: Rasululallah Efendimiz; Adiy bin. Hatem’e : “Av köpeği yakaladığı şeyden yemişse sen ondan yeme, korkarım ki köpek onu kendisi için yakalamıştır” derken, Ebû Salebeye de “ondan ye” buyurmuştur. Salebenin “ya ondan köpek yemiş ise” sualine karşılık “Yesi bile” cevabını verdiler. (Buhari, Zebih, 2/9) Gazalinin ifadesiyle; Salebe fakirdi buna dayanamayacaktı, Adiy ise: durumu buna müsait idi. İbn-i Sirin: kalbine bir şüphe düştüğü için 4 bin dirhemi ortağına bırakmıştır. Âlimler alabilirsin demişlerse de almamıştır.
3- Muttakilerin kaçındığı şeyler: İçinde haram fetvası bulunmayan, şüphelide olmayan helal olan şeylerden bile ihtiyata riayet olsun, nefis haram konusunda gevşekliğe alışmasın diye bazı şeyleri yemekten ve bazı davranışlardan vazgeçmektir. Peygamberimiz (sav): “Mahsurlu olana düşme korkusuyla mahsursuz olanı da terk etmedikçe kul muttakiler derecesine ulaşmaz” buyururlar. (İhya,2/96) Hz. Ömer:”Harama düşmemek için helalin onda dokuzunu bıraktığımız olurdu” dediği rivayet edilmiştir.
4- Sıddıkların haramı: Ortada hiçbir şüphe yokken, harama düşme ihtimali bulunmadığı halde, ya elde ediliş yolunda kerahet bulunduğu için, yahut da, ibadet ve Allah rızasını elde etme manası taşımadığı için terk edilen şeylerdir ki, bu gibi kişiler, yalnız haram ve mekruhlardan değil, nefislerine ait mubahlardan da sıyrılmışlardır. Onlar ibadet çerçevesine girmeyen şeylerden uzak dururlar. Sıddıklardan biri Bir dağ başında biraz ot yiyip su içti ve dedi ki, “bir gün helal bir şey yedim içtim ise oda işte bu gündür” deyince, içinden bir ses: “seni bu dağın tepesine kadar getiren gücü hangi rızktan elde ettiğini biliyormusun” diye seslendi. (İhya, c,2/96,99) (Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN Günlük Hayatımızda Helaller Ve Haramlar,1981 istanbul Nesil yayıncılık)
Fıkıh kitaplarında Helal-Haram bahisleri: Sayd, Zebih, Eşribe, Remy, Libas, sibak (atış ve yarış), Özellikle Kerahiye, Elhezr-u vel İbâhe, istihsan isimleriyle ele alınır.

UMUMİ KAİDE:

İslam dininde gıda maddelerinin helal ve haramlığı konusunda temel ilke ve amaçlar belirlenmiştir. Asıl itibariyle yeryüzündekilerin, Edille-i şer’iyyede haram olduğu bildirilmediği takdirde helal olmasıdır. “Eşyada aslolan ibâhedir” (mübahlıktır) sözü genel kaidedir. Kur’ânda, هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا Yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı” (2/Bakara,29), وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ İyi ve temiz şeylerin helâl, pis şeylerin haram” kılındığı (7/A‘râf,/157) bildirilir. Selman-ı Farisi RA. Peygamber efendimiz’e; bir kısım yağ, peynir, yabani eşek etini sorar. Efendimiz: “Helal Allah’ın kitabında helal kıldığı, haram da yine onda haram kıldığıdır. Hakkında bir şey söylemediği şeyler affedip serbest bıraktıklarıdır:” (Tirmizi / Libas, Buhari / Tefsir,99.Müslim)

Yine efendimiz: Allah bazı şeyleri farz kılmıştır. Bunları kaçırmayın. Bazı sınırlar koymuştur, bunları da aşmayın. Bazı şeyleri de haram kılmışır bunları da işlemeyin. Size olan rahmetinden dolayı bazı şeyler hakkında bir şey buyurmamış, bunları da soruşturmayın buyurur. (Dâra Kutnî, Prof.Dr. Hayrettin KARAMAN, A.G.E.)

Bu ayet ve hadisler; Hakkında nas bulunmayan veya aynı illeti taşımayan şeylerin haram olmadığını ifade eder.


Ancak, hakkında nas olmayan şeylerin helal oluşu ibadetlere şamil değildir. Herkes kendince bir ibadet şekli uyduramaz. İbadet, Allah ve Rasûlü’nün dediği gibi yapılır. Helal ve haram kılan yalnız Allah’tır. Peygamberlerin bu mevzudaki ifadeleri, Allah’ın iradesini ve hükmünü beyandır. Başkalarının helal haram kılma yetkisi yoktur. (Diyanet 2 ciltlik İlmihal. C.1, Sh,152)
Hıristilan olan Adiy b. Hatem, İslam’a girince,اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللهِ (Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını; (hıristiyanlar) da rahiplerini rabler edindiler. (9/Et-Tevbe,31) Ayetini için Adiy b.Hatem Rasulullaha “Onlar rahiblerini rab edinmemişlerdi” deyince Efendimiz; “Onların rahipleri, hahamları, helâlı haram, haramı helâl sayıyorlar, halkta onu uygulamışlardı. İşte onların ibadeti budur” buyurdu. (Tirmizi, tefsirussure,9,10)
Şu ayet insanlara bir uyarıdır.وَلاَ تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللهِ الْكَذِبَ

Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. (16/Nahl,116)

Bu nedenle selef uleması, hakkında kesin nas bulunmayan şeyler için haram demekten kaçınır, mekruh, sevimsiz, hoş değil gibi ifadeler kullanırlardı.


1-Harama düşmeyecek kadar çok helaller vardır. İslam; İnsanın ruh ve bedeni için faydalı olan, ihtiyaç olan hiçbir şeyi haram kılmamıştır. Haram kılınanlar, ya sırf zararlıdır ya da alkollü içkiler gibi zararı faydasından çok şeylerdir. İslam Fal oklarını haram kılmış, onun yerine istihareyi meşru kılmıştır. Faizi haram kılmış, onun yerine Alış verişi helal kılmıştır. Kumarı haram kılmış, onun yerine Müsabakayı meşru kılmıştır. Zinayı haram kılmış haram kılmış, onun yerine Nikâhı meşru kılmış.

2-Harama götüren şeyler de haramdır. Kötüyü önlemenin yolu ona açılan kapıları kapatmaktır. (sett-i zerâî) Mesela zinaya kapı açan şeylerde haramdır. Asıl maksat zina suçunun meydana geldikten sonra onu işleyenin cezalandırması değil, maksat onun yapılmamasıdır. Kur’anda وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبيِلًا Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur. (17/İsrâ,32) buyurularak bu yol tıkanmıştır.
3-Haram konusunda hile de haramdır. Bir yolunu bulup kitabına uydurarak veya ismini değiştirerek haramı işlemek sorumluluğu kalrdırmaz. Efendimiz (as) “Ümmetimden bir grup başka bir isim koyarak şarabı helal sayacaktır.” (buhâri, Ketâbul eşribe) buyurmaktadır. Bunun gibi, müstehcen gösteri ve eserlere sanat denmesi, faize sermaye karı denmesi bunları helal kılmaz.
4-İyi niyet Haramı meşru kılmaz. Vasıtalarda gaye gibi meşru olmalıdır. Meşru maksada ulaşmak için, her vasıtayı meşru görmek, iyi niyetle güzel bir netice elde etmek için de olsa haram işlemek caiz değildir. [Kötüleri öldürmek için intihar bombacısı olmak doğru olmadığı gibi.] Buna benzer, Cami yapmak için kumar oynamak, Hayır yapmak için faiz almak gibi fiiller caiz değildir.
5-Haram lokma; diğer ibadetlerin de kabulünü engeller. Efendimiz Ashabına C. Hakkın şu özünü hatırlattı.كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ "Verdiğimiz güzel ve helal nimetlerden yeyiniz" (Bakara,57) Ayetini okudu sonra ثُمَّ ذَكَرَ الرَّجُلَ يُطِيلُ السَّفَر أشْعَثَ أغْبر يمُدُّ يدَيْهِ إلَى السَّمَاءِ : يَاربِّ يَارَبِّ ، وَمَطْعَمُهُ حَرامٌ ، ومَشْرَبُه حرَامٌ ، ومَلْبسُهُ حرامٌ ، وغُذِيَ بِالْحَرامِ، فَأَنَّى يُسْتَجابُ لِذَلِكَ ، ؟ » “Bir kişiden bahsetti, Saçı başı dağınık yani uzun yoldan gelmiş, üstü başı toz toprak içinde yani mahcup ve yoksul, Allah’ın icabetine tam manasiyle layık olan bir kişi Ellerin semaya kaldırmış Yarabbi, Yarabbi diye dua ediyor. Yalnız; Yediği haram, içtiği haram giydiği haram ve vücudu haramla beslenmiş bir insan, nasıl bunun duası kabul edilir” buyurarak haram lokmanın duanın kabulüne mani olduğunu belirtiyor. (Müslim, Zekât 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3, R.Salihin,8 ciltlik şerh: No:1855)

Bir Âlime sorarlar: Kalpler ne ile tatmin olur: Cevap olarak اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle (Onu anmakla) huzur bulur. (13/Ra’d,28) Ayetini okur.

Sonra diğer bir Âlime aynı soruyu sorarlar, Oda “Kalpler Helal Lokma ile tatmin olur” der. Tekrar öncekine giderler, Siz, zikirle dediniz diğer bir ilim ehli de, helal lomkma ile tatmin olur dedi, hangisi doğrudur dediklerinde; O sorduğunuz kişi doğru söylemiş. Helâl lokma ile beslenmeyen kalbe Allah’ın zikri de tesir etmez diye cevap verir.


Haramdan mal kazanan kişinin bununla yaptığı ibadet ve tasadduk’u kabul olmaz. Geride bıraktığı da yalnızca cehennem yolculuğunda kendisine azık olur.
6-Haram şüphesinden kaçınmak: Efendimiz, helal ve haramın sınırlarını belertirken:

إِنَّ الحَلالَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا أُمُوْرٌ مُشْتَبِهَات لاَ يَعْلَمُهُنَّ كَثِيْرٌ مِنَ النَّاس،ِ فَمَنِ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ فَقَدِ اسْتَبْرأَ لِدِيْنِهِ وعِرْضِه، وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الحَرَامِ كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَقَعَ فِيْهِ. أَلا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمَىً . أَلا وَإِنَّ حِمَى اللهِ مَحَارِمُهُ، أَلا وإِنَّ فِي الجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الجَسَدُ كُلُّهُ وإذَا فَسَدَت فَسَدَ الجَسَدُ كُلُّهُ أَلا وَهيَ الْقَلْبُ

Helâl belli, harâm da bellidir. İkisi arasında da (helâl mi, harâm mı belli olmayan bir takım) şüpheli şeyler vardır ki çok kimseler onları bilmezler. Şüpheli şeylerden her kim sakınırsa ırzını (yâni haysiyetini) da, dînini de kurtarmış olur. Her kim şüpheli şeylere dalarsa koru etrâfında (davarlarını) otlatan bir çoban gibi çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her Pâdişâhın bir korusu olur. Gözünüzü açın, Allâh'ın yeryüzündeki korusu da harâm ettiği şeylerdir. Âgâh olunuz, cismin içinde bir lokmacık et (parçası) vardır ki iyi olursa bütün cesed iyi olur, bozuk olursa bütün cesed bozulur. İşte o kalbdir, buyururlar. (Buhari –Müslim, Tecrid-i Sarih,No:48)

7-Zaruretler haramı mübah kılar: Kan, leş, domuz eti, içilmesi haram olan şeyler, zaruret halinde mübah olur. Zaruretin ölçüsü; başkalarından bir zorlama olursa (ikrah-ı mülcî) hayâti bir tehlike ile karşılaşma ve ya vücudunun bir uzvunu kopartma gibi bir tehditle, Yani aç kalma, ölüm korkusu ve sakat kalma ile karşı karşıya kalırsa kifayet miktarı haramlar helal olur.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde, إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ} “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.” (2/Bakara,173) buyurulmaktadır.
8-Haram, herkes için haramdır:

9-Haram islam ülkesi dışında da haramdır.
DÂRUÜL İSLAM - DÂRULHARB

Dârul İslam ve Dârulharb taksimi Kur'an ve sünnette yapılmamıştır. Yalnız Hanefilerin delil kabul ettiği, bilinen hadis kitaplarında geçmeyen ve diğer mezheplerce de kabul görmeyen bazı hadislerde "Dârulharb" tabiri geçmektedir. لاَ تُقَامُ الحدودُ في دارِ الحَرْبِ Dârulharb' de hadler uygulanmaz. (ebu dâvud, tirmizi) لا رِبوا بين المسلمِ والحربيِّ في دارِ الحربِ Dârulharb de müslim ve harbi arasında faiz yoktur. (zeylâî, nasburraye)


Mekke döneminde Müslümanlar için müstakil bir idare yoktu, diğer ülkelerle de siyasi ve hukuki bir hüküm söz konusu değildi. Allah Rasulü (SAV) Habeşistan'a hicret emrini verdiğinde "Orda, yanında kimseye zulmedilmeyen bir kral olduğunu, oranın "Ardu Sıdk" olduğunu söylemişti. Fukahâ tarafından hicret öncesinde Mekke'nin Dârulharb hükmünde olduğu ve bazı hükümlerin terettüb ettiği belirtilmektedir. Hz. Ebu Bekir'in Rum süresinin ilk ayetleri nazil olduğunda, bir müşrik ile bahse girmesi gibi…(Dr. Ahmet ÖZEL, İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı İstanbul-1982 s,69.75)
Fukahânın Görüşleri

1- İslam siyasi hâkimiyetinin sınırları dışında kalan yönetim ve hukuk düzeni islam esaslarına uymayan her ülke Dârulharb dir. Bu tariften "Dârul islam dışındaki ülkeler ve bu günkü yabancı ülke tabirinin karşılığı anlaşılmaktadır. (TDV İsl.Ans.c.8.sh.536 ıst. 1993)
2- Hanefiler: “Dârul islam, Müslümanların imamı (devlet başkanı) nın sultan ve hükmünün yürürlükte olduğu ülke, dârulharb ise, Kâfirlerin reisinin idaresini yürüttüğü ülkedir derler.
3- Hambeliler دَارُ الْحَرْبِ : مَا يَغْلِبُ فِيهَا حُكْمُ الْكُفْرِ “Küfür hükümü ve idaresinin hakim olduğu ülke" diye tarif eder. (Dr. Ahmet Özel A.G.E.sh.76-77)


4- Şafilere göre ise Dârul islam üç kısımdır:

a) Müslümanların meskun bulunduğu yer.

b) Müslümanların fethedip gayr-ı müslim ahalisini cizye karşılığında iskan ettikleri yerler. (Mülkiyetin, islam devletine veya gayr-ı müslime ait olması fark etmez.)

c) Başlangıçta Müslümanların iskan ettikleri fakat daha sonra gayr-ı müslimler in hakimiyeti leri altına geçen yerler. (İspanya, Filistin, kısmen Çin, dağılma öncesi Rusya gibi)

Demek ki bir belde bir kez islam beldesi oldumu, ondan sonra ne sûretle olursa olsun Dârulharb olmaz. (Ö.N.Bilmen Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu.c.3, sh.371)

Önce islam ülkesi iken istilaya uğrayan ülkede bir kısım islami ahkam kaldıkça, yani islam kısmen de olsa yaşandıkça o ülke darul İslam' dır. (Prof. Dr. H.Karaman İslam .ışığında Günün Meseleleri..1/,365,366.İst. 1993)
NETİCE OLARAK

İslam ülkesi hangi hallerde Harp ülkesine dönüşür: Küfür ahkamının yürütülmesi, İslam’ın hiçbir hükmü ile amel edilmemesi, yerin harp ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zımmînin iman etmekle veya zımmî olmayı kabul etmekle elde ettikleri can, mal, namus güvenliğine sahip olmaması halinde orası harp ülkesine dönüşür. (H.Karaman, Helal,Haram, 1981, İst)


1- İslâm hâkimiyeti altında bulunan bir yer gayr-i müslimlerin eline geçtiğinde ülke hükmünün değişmesi için fiili hâkimiyet yeterli değildir. Hâkimiyetin el değiştirmesiyle birlikte daha önce Müslümanların sahip oldukları can ve mal güvenliğinin kesintisiz devam etmesi, müslümanlar’ın ibadetlerini yerine getirmede, dini eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmede serbest olmaları, dolayısıyla fiili de olsa gayr-ı islami hakimiyetin tam gerçekleşmiş sayılamayacağını göstermektedir. Bu da islam hâkimiyeti altında bulunan bu yerin küfür hâkimiyetine geçmiş sayılmasına engeldir. (TDV.İsl.Ans.c.8,sh.542- Ist. -1993 )
2- Dârul Harb tabirinin Müslümanlarla gerçekte harb halinde olan ülkeler için kullanılması doğru olandır. Fakat hukukçular bu tabiri, Müslümanlarla harb halinde olmasalar bile Dârul İslam olmayan bütün ülkeler için kullanmışlardır. Böylece, Müslüman bir devletin sanki tüm gayr-ı müslim bir dünya ile daimi harb halinde olduğu mülahaza edilmiştir. Bu durum islamın temel prensipleriyle telif edilemez.
Harbin sebep ve illetine dair görüşlere bakılırsa İslam’a göre devletler arası münasebetlerde normal ve daimi halin sulh hali olduğu sabit olur.

3- Hanefilere göre Gayr-ı müslimler le harbin meşrû olmasının sebebi onların küfrü değil, Müslümanlara harb açmış olmalarıdır. Dolayısıyla, devletler arası münasebetlerde temel prensip sulh hali olup Müslümanlara harb açmayan toplumlarla harp edilmez.
Şu kadar var ki, gayr-ı müslimler din sebebiyle Müslümanlar’ a düşmanlık besleyip bilhassa son zamanlarda müslümanlara karşı yapılan katliamda aktör olmaları, müslümanları da tedbir almaya ve bunlara karşı birleşmeye sevk etmelidir.

Hanefîlere göre: (Eskiden İslam ülkesi iken) Bu gün gayri müslimlerin elinde bulunan ülkeler islam ülkesidir. Cuma ve bayram namazları kılmak caizdir. Hükmün (illetin) bir parçası kaldıkça ona dayalı hükümlerde kalır.

Dârul harb de de haram hükümleri caridir. Ebû hanife, Muhammed; Kâfirlerle küfür ülkesinde faizli alış veriş caizdir, Kâfirin rızasıyla aradaki ahde riayetsizlik etmeden onların kanunlarının izin verdiği ölçüde yapılır derler. İmam Yusuf, Şafii, Malik, Ahmet b. Hambel ise: Caiz değildir diye hükmederler.

Dârul harb de iki Müslüman arasında tüm ulemâya göre faizli muamele caiz değildir. O halde bir Müslüman avrupa ülkesinde faiz yiyemez, çünkü bankalarda Müslümanların paraları da var.

Ayrıca şu mülahazayı da unutmamak gerekir: Darul harbde harbî olan kişiden faiz alınmasının sebebi onu zayıf düşürmek içindir. Ama günümüzdeki faiz sistemi tam bunun zıddıdır. Karşıdaki daha fazla güçleniyor, fazlasını alıp azını para sahibine veriyor. (Dr. Ahmet Özel A.G.E. sh.79)


YİYECEKLER
Genel kaide olarak Kur’an da وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir.” (Câsiye 45/13)

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا Yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldı” (2/Bakara,29)

Bu ve benzer ayetlerle her şeyin insana boyn eğidiği bildirilmekle, başka ayetlerde ise bir kısım yiyecekler hakkında tafsilata girilmiştir. Genel olarak Kur’ân ve sünnette yenmesi helal ve haram olanlar konusunda kısmen açıklamar yapılmış ama detaya girilmemiş belli ilke ve ölçüler getirilmiştir. “iyi ve temiz şeylerin helâl, pis şeylerin haram kılındığı” ifadeleri ile yetinilmiştir. En çok yenmesi mûtat olan koyun, deve ve sığır gibi türlere (behîmetü’l-en‘âm) diye işaret edilmiştir. (el-Mâide5/1).



كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْSize rızk olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yiyin” (2/Bakara,168) Ayrıca Rasulullah SAV için وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ O Peygamber onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.(7/A‘râf,/157) buyurulur.
Özet Olarak; Kur’an ve sünnette haramlığı belirtilmeyen yiyecekler konusunda belirleme insiyatifi “temez ve pis” ayrımı yapılması insana bırakılmıştır. İslâm alimleri, belirtilen amaç ve ilkeler ışığında ictihad ederek hangi hayvanların etinin helâl ve haram olduğunu ya tek tek veya grup gruplandırarak belirlemeye çalışmışlardır.
İslâm da, yasak olan yiyecekler, İnsanın beden ve ruh sağlığına zararlı olanlar sarhoş edici olanlar, selim tabiatlı insanların pis ve necis olarak gördüğü şeylerin olarak açıklanmaktadır.
Bunun yanında: Faiz, hırsızlık, hile, gasp, kumar gibi haram yollarla elde edilen mal, vakıf, yetim, hazine malının veya özel mülkiyette olan bir malın izinsiz yenmesinin haram olduğu da ayet ve hadislerde defaatle bildirilmiştir. Biz burada sadece Hayvanların etlerinin hehl ve haramlığı üzerinde duracağız.
ETİ YENEN VE YENMEYEN HAYVANLAR:
Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar konusunda bir kısım açıklamalar:

Hayvanların etlerinin haramlığı hakkında Kur’anda şu ayrıntılara girilir.



{إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ },
Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur.” (2/Bakara, 173) En‘âm suresi, 145.Ayetinde de; haram olan hayvanların dört kalem olduğu belirtilmiştir.
Maide 3. Ayette ise bunların detaylara inilerek, Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasıadına boğazlanan, boğulmuş, (sopa ile) öldürülmüş, yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş. Yırtıcı hayvanların öldürüp yediği hayvanlar (ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna), putlar üzerine boğazlanmış hayvanlar diye 10 kısım olarak belirlenmiştir.
Ayrıca Yahudilere ceza olarak bize helal olan bir kısım şeylerin haram alduğu Kur’anda açıkça zikredilmektedir. وَعَلَى الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَا إِلاَّ مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا أَوِ الْحَوَايَا أَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ ذَلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْ Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezâdır.” (6/El-En’âm,146)
Hadislerde: “yırtıcı hayvanlar”ın (zînâb: ağzının dört yanında uzun ve sivri dişleri olan hayvanlar) ve “yırtıcı kuşlar”ın (zî mihleb: pençesi ile avını parçalayan kuşlar) etlerinin yenmeyeceği özellikle belirtilmiştir (Müslim,“Sayd”,15,16;Ebû Dâvûd,“Et’ime”, 32)
Bu ve benzeri hadislerden hareketle İslâmalimleri, belirtilen amaç ve ilkeler ışığında ictihad ederek yenmesi helâl ve haram olan hayvanları gruplandırmışlardır.
Etinin helâl olduğu knusunda görüş birliğine varılan hayvanlar dört gruptur:

1. Sığır, manda, koyun, keçi, deve, tavşan, tavuk, kaz, ördek, hindi gibi evcil hayvanlar,

2. Geyik, ceylan, dağ keçisi, yabanî sığır ve zebra gibi vahşi hayvanlar,

3. Güvercin, serçe, bıldırcın, sığırcık, balıkçıl gibi kuşların helal olduğunda ittifak vardır.

4. Çekirge; sünnette özel hüküm bulunması sebebiyle helâldir. (Buhârî, “Zebâih” 13)
Peygamber efendimiz: “Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım” buyurduğu rivâyet edilmiştir. Ayrıntılı bilgi...(Tecrîd-i Sarîh Terc., C:10, s:18)

Sahabe Efendimize; Hrıstiyanların kestikleri etler hakkında soruyor; “Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım?” Resulullah (SAV) “Siz besmele çekin, yiyin!” cevabını verdi.” (Buhâri, Sayd 21) Etinin haram olduğu knusunda görüş birliğine varılan hayvanlar: Ölüyü (leş), domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlardır. (Bakara 173)



Etlerinin yenip yenmemesinde fakihler arasında ihtilaf edilenler:
1. Yırtıcı hayvanlardan: alt ve üst çenesindeki dört uzun ve sivri dişleri ile kapıp avlanan ve kendisini bu yolla savunan -evcil olsun olmasın- kurt, aslan, kaplan, pars, maymun, sırtlan, köpek, kedi gibi hayvanlar. Yine pençesiyle kapıp avlanan şahin, doğan, kartal, akbaba gibi yırtıcı kuşlar, bu özellikte olmasa bile genelde pislikle beslenen kuzgun, karga gibi kuşlar, tabiatı itibariyle iğrenç bulunan fare, yılan gibi hayvanlar, akrep, sinek, örümcek gibi haşerat fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından haram görülmüştür.
Mâlikî âlimlerin bir kısmına göre aslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanların etlerini yemek helâldir, bir kısmına göre haram olmamakla beraber mekruhtur. Mâlikî mezhebinde meşhur görüşe göre şahin, kartal gibi yırtıcı kuşların ve pislikle beslenen kuşların yenmesi de mekruhtur. Bu âlimler Kur’an’da sadece domuzun haram kılınmış olmasından, âyetteki genel iznin hadisle sınırlanamayacağı noktasından hareket etmişlerdir.
2. Eti yenen hayvanların tespitinde çerçeveyi en dar tutanların Hanefîler, en geniş tutanların ise Mâlikîler olduğu söylenebilirse de bu çerçeve içinde pek çok görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bazı hayvanların saldırganlığı, avını tutma ve yeme şekli ileiğrenç sayılıp sayılmaması hususunda farklıgörüşler vardır.
-Tilki: Hanefîlerden Ebû Yûsuf ve Muhammed’e, Şâfiîler’e, -bir rivayette- Hanbelîler’e ve bazı Mâlikîler’e göre helâl sayılmıştır.
-Ayı: Hanefî ve Şâfiîler’e göre haram, Mâlikî veHanbelîler’e göre helâl,
-Zürafa: Şâfiîler’de haram, diğer üç mezhepte helâl kabul edilmiştir.
-Tavus kuşu ve papağanŞâfiî mezhebinde haram, diğer üç mezhepte helâl,
-Kirpi: Hanefî ve Hanbelîler’de haram, Şâfiî ve Mâlikîler’de helâl sayılmıştır.
Bu çerçeve dâhilinde Hanefîler’e göre -yukarıda sayılanlar dışında- yenmesi haram olan belli başlı hayvanlar: Çakal, sincap, samur, sansar, sırtlan, keler, gelincik, çaylak, kuzgun, baykuş, atmaca, kaplumbağa, köstebek, kertenkele, salyangoz ve her türlü haşerat.
-Keler: Ömer b. Hattab: Nebî aleyhisselâm keler’i haram kılmadı. “Allah onu birçok yönden faydalı kıldı. Çobanın genelde yiyeceği odur.” Buyurmuştu. İbn Abbas, Halİd b. Velid'den rivayet ederek şöyle demiştir: O, Allah Rasulü ile birlikte, halası Meymune binti Haris'in yanına girdi. Meymune Allah Rasûlü'ne keler eti ikram etti. Rasulullah ondan tatmadı. Halid: “Bu haram mı?” diye sordu. Allah Rasûlü “Hayır. Fakat o, kavmimin toprağında bulunmayan bir yiyecektir. Ben ondan hoşlanmıyorum.” buyurdu. Halid şöyle demiştir: “Ben onu aldım ve Allah Rasûlü bakarken yedim.” dedi. (Buhârî, “ez-Zebâih ve’s-sayd”, 33; Seyyid Sabık, fıkhussünne terc.3/132)
Hakkında hadis bulunan veya bir hadis ile ilgi kurularak ihktilaf edilenler:
3. Tavşan eti, dört Sünnî mezhebe göre helâl olmakla birlikte, bazı sahâbe ve tâbiîn bilginleri ile müctehid imamlardan İbn Ebû Leylâ’ya göre tahrîmen mekruhtur.

4. At eti, dört mezhebin genel görüşünde helâldir; Ebû Ha nîfe’ye göre ise tahrîmen mekruhtur.
5. Evcil eşek eti konusunda dört mezhepçe genellikle kabul edilen hüküm, ehlî merkeplerin etinin haram olduğu yönündedir. Mâlikî bilginlerin bir kısmı bunu tenzîhen mekruh saymışlardır.
6. Katır ve benzerlerinin etine gelince, iki ayrı türden hayvanın birleşmesi ile meydana gelen hayvanın konusunda üç durum söz konusudur:

a) Her iki tür, eti helâl olanlardan ise, bunlardan meydana gelen hayvanın eti de helâldir.

b) Her iki tür, eti haram olanlardansa, bunlardan meydana gelen hayvanın eti haramdır.

c) Biri eti helâl olanlardan diğeri haram olanlardan ise, Hanefî ve Mâlikîler’e göre hükümde ananın türü esas alınır; Şâfiî ve Hanbelîler’e göre helâl olmayan taraf esas alınır. Buna göre dört mezhepte de anası eşek olan katırın haram olduğu görüşü yaygındır. Anası at ise, Ebû Hanîlere göre mekruhtur; Ayrıca katır etinin mekruh olduğunu savunan bir görüş de vardır.


Su Hayvanları: Kur’ân da أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ"Deniz avı yapmak size helal kılındı" (Mâide 96) buyurarak, ve denizden elde edilen yiyeceğin helâl olduğu bildirilmiştir.(5/Mâide,96;35/Fâtır,12), Sahabeder biri, Allah Rasûlüne: Ey Allah'ın Rasûlü! Biz denizde yolculuk ediyoruz ve yanımızda pek az su taşıyoruz. Onunla abdest alsak, susuz kalırız. Deniz suyuyla abdest alalım mı?» diye sormuş, Peygamberimizde, هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ ، الْحِلُّ مَيْتَتُهُDenizin suyu temiz, ölüsü (içinde ölen) helâldir” buyurmuştur. (Buharî ,Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Davud)
1. Balık türleri bütün mezheplere göre helâldir, boğazlamaya gerek yoktur. Hanefîler’e göre kendiliğinden ölmüş ve su üzerine çıkmış balıklar yenmez. Fakat suyun çok sıcaklığı veya soğukluğundan, suyun çekilmesinden ötürü ölen balıklar helaldir.
2. Balık türü dışında kalan (midye, kurbağa, yengeç gibi) su hayvanlarını yemek Hanefîler’e göre helâl değildir. Diğer üç mezhebe göre ise, sadece suda yaşayan her türlü hayvan kendili-ğinden ölmüş bile olsa helâldir. Şâfiî mezhebinde bir görüşe göre su hayvanlarından eti yenen kara hayvanlarına benzeyenleri helâl, eti yenmeyen kara hayvanlarına benzeyenleri haram sayan bir görüş de vardır. Yine Şafilere göre: Deniz Köpeği, Deniz domuzu, kurbağa, kaplumbağa, timsah, yılan, yengeç, ıstakoz, dışında kalan diğer canlılar helaldir. Malikilere göre: Denizde yaşayan her canlı helaldir. Fakihlerin çoğunluğu deniz suyunun ve orda yetişen hayvanların helalliğine yukarıdaki ayet ve hadisi delil gösterirler.
Seyyid SABIK; İmam-Malik ve bir kısım ulemanın görüşünü şöyle özetler:

Deniz hayvanlarının tamamı helaldir. Zararlı olduğu bilinenler dışında hiçbiri haram değildir. Bunların balık veya başka bir şey olması, tutulmuş veya ölü bulunmuş olması, müslüman veya ehli kîtab ya da putperestin avlamış olması ya da karada benzeri bulunanlardan veya bulunmayanlardan olması bu hükmü değiştirmez. Deniz hayvanlarının tezkiye (kesilme) zorunluluğu yoktur. (Fıkh-u Sünne terc. Seyyid Sabık, C.3 s.130)


Hem Karada Hem Suda Yaşayan Hayvanlar
Hem karada hem suda yaşayan timsah, kurbağa, yılan, kaplumbağa, yengeç, gibi hayvanlar hakkında üç görüş vardır: Hanefîler’e ve Şâfiîler’e göre bunları yemek helâl değildir.
Mâlikîler’e göre helâldir. Hanbelîler’e göre timsah, kurbağa ve yılanın yenmesi helâl değildir, kaplumbağa, yengeç yenebilir. Ancak bunlardan, akıcı kanı olan (kaplumbağa, su aygırı gibi) hayvanlar için boğazlama işlemi gerekir, akıcı kanı olmayanlar için boğazlama da gerekmez.
Hayvan Etleri ile İlgili Bazı Meseleler
Etinin yenmesi helâl sayılan bir hayvanın usulüne göre boğazlanması (tezkiye), avlanma yoluyla elde edilecekse bu konudaki dinî şartlara uyulması gerekir.
Etinin yenmesi helâl olmakla beraber, pislik yemiş olan kara hayvanlarının (cellâle) bir süre temiz yiyeceklerle beslenmeden, etindeki kötü kokunun gitmesi sağlanmadan kesilip yenmesi hemen bütün mezheplerce mekruh görülmüştür. Fıkıh kitaplarında, bu durumdaki tavuklar için üç gün, koyunlar için dört gün, sığır ve develer için on gün gibi süreler belirtilmiş ise de aslolan hayvandaki pis kokunun gitmesini sağlayacak bir süre beklenmesidir.

Balıkların temiz olmayan sularda bulunmuş olması, etlerinin yenmesine engel değildir. Balığın yuttuğu balık da -eğer parçalanmamışsa- yenebilir.


Etinin yenmesi helâl türlerden bile olsa, canlı hayvandan boğazlama yapılmadan koparılan parça, meyte (murdar) hükmündedir; yenmesi ittifakla haramdır.
Hayvanların yumurtası ve sütü genellikle etlerinin hükmüne bağlanmıştır; etinin yenmesi câiz olan hayvandan ister canlı iken ister kesildikten sonra çıkan yumurtanın yenmesi -bozulmuş olmadıkça- ittifakla caizdir. Bunlar boğazlanmadan ölmüş olursa çıkan yumurta sertleşmişse yenebilir, aksi halde yenmez.
Etinin helal olmayan, yumurtlayan hayvanın yumurtası, Hanefîler’e ve Hanbelîler’e göre yenmesi câiz değildir. Şâfiîler’e göre eti yenmeyen hayvanların da canlı iken yaptıkları yumurta temizdir ve yenebilir. Mâlikî fakihleri eti yenen ve yenmeyen ayırımı yapmayıp, zararlı değilse bunların yumurtalarının yenebileceği görüşündedir.
Süt, dört mezhebe göre etin hükmüne tâbidir. İnsan eti, saygınlığına binaen haramdır, sütü haram değildir. At etinin mekruhluğu cihat aracı olduğundandır. Sütü ise mubahtır.
Domuzla İlgili Fıkhî Hükümler
Esasen domuz etinin yenmesi Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da haramdır. Tevrat’ta domuzun etinin yenilmesi ve ölüsüne dokunulması yasaklanmıştır (Tesniye, 14/8)
İncil’de domuz yer yer aşağılandığı halde (Matta, 7/6; Markos, 5/11-14) etinin yenmesini yasaklayan açık bir ifade yoktur. Ancak bu durum, Hıristiyanlığı bu yönde köklü alışkanlıkları olan toplumlara benimsetebilmek maksadıyla Pavlus’un domuz etini yasaklayan ibareleri İncil’den çıkartmışlardır.
Domuzun haramlığı Kur’an’da birkaç defa tekrar edilir. Rasulullah efendimiz; “Allah ve resulü şarabın, ölü hayvan etinin, domuzun ve putların alım satımını haram kılmıştır” buyurmuştur. (Buhârî, Büyû‘ 112)
Domuzun gayri müslimlere nisbetle mal hükmünde olup Hanefî ve Mâlikîler’e göre gayri müslim’e ait bir domuz haksız yere telef edilmişse tazmin edilmesi gerekir.
İslâm hukukçularının çoğunluğu domuzun derisinin tabaklansa bile kullanılmayacağı, necis olduğu görüşünde iken, Zâhirîler, Ebû Yûsuf, İbn Hazm gibi bazı hukukçular tabaklanan domuz derisinin kullanılabileceği görüşündedir. Domuzun kılının iğne ve badana fırçası olarak kullanılmasının İslâm hukukçularının çoğunluğu tarafından câiz görülmesi de buna o dönemde olan ihtiyaç sebebiyledir.

İÇECEKLER

İçecekler, Fıkıh Kitaplarında bu konuya ayrılmış bölüm de “el-eşribe” başlığını taşır.

Haram olan içeceklerin başında gelen içki Kur’anda yasaklanmış ve şöyle buyurulmuştur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنْصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.(5/Mâide,90) Hz. Peygamber, كلُ مسكرٍ خمرٌ “Her sarhoşluk veren şey hamrdır. وكلُ خمرٍ حرامٌ her hamr (şarap)da haramdır” “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır” buyurmuştur. (Buhârî, “Edeb”, 80; Müslim, “Eşribe”, 73),


Hanefî ekolü de dâhil bütün fıkıh mezheplerinde hâkim ve ağırlıklı görüş sarhoş edici özelliği bulunan bütün içki türlerinin haram olduğudur.
Hz. Peygamber bir hadislerinde içkiyi üretenin, ürettirenin, içenin, taşıyan ve taşıtanın, dağıtanın, satanın, bundan gelir elde edenin, satın alanın, ikram edenin ve parasını yiyenin lânetlendiğini bildirerek bu grup insanları ağır bir şekilde kınamıştır. (Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 2; Tirmizî, “Büyû‘”, 58; İbn Mâce, “Eşribe”, 6)
Nitekim bütün fakihler, Hz. Peygamber’in üzerinde içki bulunan sofraya oturulmasını yasaklayan hadisinden de (Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 18; Tirmizî, “Edeb”, 43) hareketle, Müslüman’ın içki meclisinde bulunmaması, her durum ve şart altında içkiye karşı tavır alması, bulunduğu mecliste içki içilmesini önlemeye çalışması, buna gücü yetmiyorsa o tür toplantıları terk etmesi gereğinden söz ederler.
Hz. Peygambere, şarabın ilâç ve tedavi olarak kullanımı sorulduğunda “O ilâç değil derttir” (Müslim, “Eşribe”, 3; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 11) buyurmuş, bundan hareketle İslâm alimleri sarhoşluk veren içkilerin tedavi amacıyla içilmesini câiz görmemişlerdir. Alkollü maddelerin ilâç yapımında kullanılması ise kural olarak câizdir. Burada söz konusu haramlık, içkinin tedavi amacıyla içilmesidir.
İçkinin ayn-ı (bizzat kendisi) dinen necimsidir? Fakihlerin büyük çoğunluğu, ilgili âyetin şarabı “rics” (pislik) olarak nitelendirmesinden de hareketle şarabı da kan ve gibi necâseti galîza kabul etmişler, diğer içkilere de, şarap gibi necistir hükmünü varmışlardır.
Bazı fakihler, âyette diğer sayılanlar gibi şarapta mânevî kirliliğinin kastedildiğini, aksine bir delil bulununcaya kadar eşyada temiz oluşun asıl olduğunu, bir şeyin haram kılınışının onun necis olması anlamına gelmeyeceğini, bu itibarla şarabın haram olduğunu, fakat necis olmadığını ileri sürerler.
İÇKİNİN YASAK EDİLİŞİ BİRKAÇ MERHALEDE OLMUŞTUR.
1- وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. (16/Nahl,67) sonra içkinin büyük zararı ve günahı ile ilgili olarak
2-يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. (2/Bakara, 219)

Ayeti nazil oldu. Daha sonra sarhoşken namaza yaklaşılması yasaklandı.


3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى حَتَّى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ Ey iman edenler! Siz sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. (4/En-nisâ,43) En sonunda da

4-يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنْصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ



إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنْتُمْ مُنْتَهُونَ Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi? (5/El-Mâide,90,91)
BAĞIMLILIKLAR

SİGARA: Batı’da yaklaşık on asırlık bir geçmişi bulunan tütün ve sigaranın, 15. Yüzyıldan itibaren İslâm dünyasına yayılmaya başlamasıyla tartışılır olmuştur. Yeni bir mesele olduğundan ilk devir müctehidlerinin konuyla alâkalı görüşünün bulunmayacağı açıktır. Son dönem İslâm alimleri sigaranın hükmü konusunda üç gruba ayrılmışlardır.

1. Sigaranın zararlarını bilmeyen veya önemsemeyen bir grup alimler, tütün kullanma (pipo, nargile vb.) hakkında dinde açık bir hüküm bulunmadığını, ileri sürerek sigara içmenin mubah olduğu görüşünü ileri sürmüştür.

2. Diğer bir grup İslâm alimleri ise, sigara içmeyi doğru bulmamakla birlikte, “haram” da diyemedikleri için “mekruh” olarak nitelendirmişlerdir.

3. Üçüncü bir grup ise, sigara içmeyi, özellikle tiryakilik derecesinde sigarayı sağlık açısından zarara ve ekonomik yönden israfa yol açtığı, nafaka yükümlülüğünü ihlâl ettiği gerekçesiyle “haram” saymışlardır.


Günümüz İslâm bilginlerinin genel eğilimi ise: Her şeyden önce, sigara içme hakkında dinî bir hükmün ve şâriin yasağının bulunmadığını söylemek doğru olmaz. Şer‘î hükümler, her mesele hakkında ayrıntılı hüküm verme yerine genel kurallar ve ölçüler koymuştur. Bu ölçülere, göre anlamak ve değerlendirmek gerekir.
a) Zarar: Zararları ilmen ve tıbben açık olduğuna göre, konunun dinî yasaklar içerisine gireceği şüphesizdir. Kanserden, sinir sistemlerinde bozukluğa kadar bir dizi zarar ve hastalığa yol açtığından söz edilmektedir.
b) İsraf: İsraf malı boş yere harcamaktır. Kur’an’da, “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz” (A‘râf 7/31) buyurulmuştur.

c) Nafaka Yükümlülüğü. Aile reisi aile fertlerinin, muhtaç yakınlarına bakan erkekler de onların nafakalarını karşılamakla yükümlüdür. Böyle bir malî yükümlülük altında bulunan kimselerin onu aksatacak şekilde sigaraya para vermesi dînen kabul edilemez.
Böyle olunca kesin hüküm vererek “haram” demek yerine, bazı ayırımlar yaparak farklı durumlarda farklı hükümler vermek, her bir durumu kendi şartları içerisinde değerlendirmek gerekir. Kural olarak “harama yakın mekruh” demek uygundur.

Ancak bedene verdiği zarar tıbben kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin aile fertlerinin nafakasını kısmasına yol açıyorsa, o takdirde “haram” olduğu söylenebilir.


UYUŞTURUCU MADDELER

Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler ve alkollü içkiler, sarhoşluk veren, insanın aklî ve ruhî dengesini bozan bütün katı ve sıvı maddeler, Kur’an’da geçen içki yasağı kapsamına girmektedir. (5/Mâide,90),

Hadislerde de her sarhoşluk veren şeyin haram olduğu bildirilmiş(Buhârî, Vudû’, 81, Eşribe, 4,10), çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram olduğu, her sarhoşluk veren şeyin içki (hamr) hükmünde ol- duğu belirtilmiştir (Müslim, Eşribe, 73-75; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)Şu halde haram hükmünün illeti olan sarhoş etme, uyuşturma özelliğini taşıyan maddeleri vücuda almak haram hükmünü alır. Esrarın İslâm dünyasına, 12. yüzyıldaki Tatar istilâsı sırasında girdiği söylenir.
GİYİNME ve SÜSLENME-ÖRTÜNME (TESETTÜR)
Örtünme Canlılar içinde sadece insana mahsustur. Tabii bir ihtiyaç olan örtünmenin hikmetlerinden biri de insanlar arısı iletişimde bir kısım zaaflar dolayısıyla olumsuz etkileşimlerin, menfi tavır ve davranışların önüne geçmektir. Örtünmek medeniyettir. Çıplaklık ilkelliktir.

İnsandaki edeb ve hayâ duygusu, örtünmeyi gerektirir. Örtünme Kaledir. Bir millet için bayraktır, Devlettir, bir vatandır, zırhtır. Kale düşerse bayrak yerdedir, vatan sizin değildir.


Örtünmenin gâyesi, başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı, meşrû olmayan isteklerden sakınmak, ve asıl gâyede, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olmalıdır. İslâm Dîni, örtünmeyi emretmekle kadını muhâfaza etmek, onun kıymetini arttırmak ve hürmete lâyık bir insan olduğunu ortaya koymak istemiştir. Dış etkilerden korumayı istediğimiz her şeyi örtü ile muhâfazaya çalıştığımız da bir gerçektir.
Tesettür, şer’an örtülmesi gereken yerleri örtmek demektir. İslâm dininin örtünme emri, insanın ruh sağlığını, fıtrî yapı ve onurunu, toplumun genel ahlâkını koruma, insanlar arası münasebetlerde dengeyi gözetme, insan haysiyetine yakışır bir aile hayatı kurma gibi gayelere yöneliktir. Bunun için de İslâm, insanların zaaf ve temayüllerinin sapma noktasına varmasını ve toplumsal bünyenin bozulmasını önlemek maksadıyla örtünme ve süslenme ile ilgili bazı temel ölçüler getirilmiştir.
Açılması ve bakılması haram olan yerlere AVRET denir. Namazın şartlarından Setr-i avret tabiri ile ifade edilen kısımların namazda ve namaz dışında örtülmesi dinî vecîbe niteliğindedir.
Türkçede kadın anlamına gelen Avret Kelimesi Kur’anda bakılması haram olan yerler korunması gerekenler manalarına gelir. أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاءِYahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklar.” (24/Nur, 31) 58. Ayette ise mahremiyet, insanın vücudunun açılması sözkonusu olan üç vakitlerden söz edilerek, bu vakitler sizin, ثَلاَثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakit” ifadesi yer alır.
Cahiliyyette insanların birçokları terbiye ve edepten yoksundu. Ahlak, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi bazı kadınlar açılıp saçılıyordu, vücudunu, haram yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahi rahmet olarak gelen İslam dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.
Kadının örtülü olması, hürriyetini kısmak için değil, bilakis şeref ve iffetini korumak içindir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle kadınların örtünmeleri konusunda elbiseye işaret edilerek kesin emirler verilmiştir.



يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلاَ يُؤْذَيْنَ

Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. (33/Ahzab,59)



Cilbab'ın mahiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

1-Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.

2-Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.

3-Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.

4-Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ' denilen örtüdür.

Bu manalardan hangisi kasdedilirse caizdir. diyor. Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürted olur. İslam'ın kabul etmediği te’villere başvurup halkın inancını bozmak sapıklıktır.


Şu ayette, Cilbab’ın (dış elbisenin) hangi durumlarda çıkartılabileceği de ifade edilir

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ اللَّاتِي لاَ يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّ Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. (24/Nur,60)
Bu ayettekiاَلْقَوَاعِدُ kelimesi ihtiyar hayızdan kesilmiş kadınlar demektir. Yaşlı Kadınlara (oturanlar mânâsına gelen) kavaid denilmesi yaşlı olmaları sebebiyle çokça oturmalarındandır.
Ayetin metnindekiمُتَبَرِّجَاتٍ kelimesi gizlenmesi gereken yerleri açmaya zorlanmak demektir. Kadının ziynet yerlerini ve güzelliklerini erkeklere göstermemeleri hususunda kullanılmıştır.

Yine ahzab suresinde Müslüman kadınların vakarlarını korumaları emredilerek



وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الأُولَى Evlerinizde vakarla-oturun, (evlerinizi karargah edinin) ilk cahiliye (kadınları) nın süslerini açığa vurması gibi siz de süslerinizi açığa vurmayın; (33/Ahzab,33)
Teberruc: Burçlaşmak, yıldızlaşmak, Bu ifadeden şunu anlayabiliriz, prlaklığı ile diğer yıldız kümeleri arasından kendinizi göstermeyin: bilhassa günümüzde yıldız ya da star diye anılan kadınlare özenmeyin. Göz alıcı giyim ve kuşamlarınızla sokağa çıkıp dolaşmayın demektir. (Beyan'ül Hak, Kur'an-ı Kerim'in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri, Prof Dr.M.Zeki Duman)
Örtünmesi Gereken Yerler

Erkeğin örtülmesi gereken yeri, bazı görüş farklılıkları ile birlikte İslâm âlimlerinin çoğunun görüşü, göbek ile diz kapağı arasında kalan bölgedir.

Kadınların kadınlara ve mahremlerine yani aralarında evlenme engeli bulunan erkek akrabasına karşı avret yeri, Hanefî ve Şâfiîler’e göre erkeğin erkeğe karşı avret yeri gibidir. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ağırlıklı görüş, el, yüz, baş, boyun, kol, ayak ve baldır hariç bütün vücudunun avret olduğu ve örtülmesinin gerektiği yönündedir.
Kadının yabancı yani mahremi olmayan erkeklere karşı avret yeri hanefî mezhebinde, yüzü, el ve ayakları hariç bütün vücududur. Diğer fıkıh mezheplerine göre kadının ayakları da avrettir. Ebû Yûsuf’tan, kadının dirseklere kadar kolunu avret saymayan bir görüş de rivayet edilir.
Erkeğin ve kadının örtünmesiyle ilgili Kur’an’da ve Sünnet’te yer alan hükümlere gelince;

Erkeğin yönlendirici ve kendi ailesine mürebbi olma vasfından dolayı ve kendi ailesine, namusuna bakılmasını istemeyeceği için, kendisinin de başkalarının haram yerlerine bakmasını yasaklamıştır.

Bu bakımdan Kur’an namusu koruma ve haramdan sakınma konusunda önce erkeğe seslenmiştir.
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ (Resulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. (24/Nur,30)

Bu ayet-i kerimede öncelikle erkeklerin haramdan sakınmaları istenmiştir. Şehvetle bakmanın dahi yasak edilişi, Haşa zina etme, dokunma, taciz etme ve diğer sataşmaların öncelikle yasak olduğunu gösterir. Başkalarının ırz ve namusuna hain bakışla bakan, kalbinde şehvet hastalığı olan erkeklere (33/Ahzâb32) sorsanız; yapan erkeklere sorulsa, O taciz edilen kadınlar sizin ananız, bacınız olsa razı olurumsunuz denze büyük çoğunluk hayır diyecektir.


Aynı âyetin devamında kadınların da namus ve iffetlerini korumaları, harama bakmaktan gözlerini sakındırmaları istenir.

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلاَ يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلاَّ مَا ظَهَرَ مِنْهَا

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. (24/Nûr31)

Ayetin bu kısmında, Kadının da erkeğe şehvetle bakmasının haram olduğunu göstermektedir.

Görülen kısım: وَلاَ يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلاَّ مَا ظَهَرَ مِنْهَا Ziynetlerinden görülen kısımdan başkasını açmasınlar... cümlesindeki "görülen kısım" diye istisna edilen yer, naklî ve aklî delillerle "Tüm güzelliklerin toplandığı yer..." (F. Râzî. Mefatihu't-Ğayb, X/90) olarak da belirtilen kadının yüzü ve bileklerinden itibaren elleri olarak tefsir edilmiştir. Hz. Aişe'nin naklettiğine göre, bir gün Hz. Peygamber eve geldiğinde baldızı Esmâ'yı, tenini gösterecek derecede ince bir elbise içerisinde gördü. Allah'ın elçisi, ondan yüzünü yana çevirdi ve: "Esma, kadınlar bulûğ çağına erdikten sonra, şurası ve şurası hariç, diğer yerlerini örtmelidir; git, örtün de gel!" buyurdu ve abdest alırken yüzün yıkanması gereken yerini ve bileklerden itibaren ellerini işaret etti." (Ebû Dâvûd, Libas. 34)
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. (24/Nûr31)

Hımar: (çoğ. humur), örtmek manasına gelen خَمَرَ - يَخْمُرُ fiilinden isimdir. Bu kelimenin aslı, bir şeyi örtmek; şahitliği gizlemek, hayâ duymak, örtünmek, yüzünü örtmek, evinden dışarıya çıkmamak gibi manalara gelmektedir. Genel anlamda, örtünülen her şeye hımar denir; Zihni örttüğü ve aklı işlevsiz bıraktığı için, bütün sarhoş edici (uyuşturucular da dahil olmalı) şeyler için de Kur'an'da, hamrاِنَّمَاالْخَمْرُ sözcüğü kullanılmıştır. (Mâide 5/90) Fakat bu kelime örfte bir kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur. (Râğıb, Müfredat, "HMR" mad.)
Ceyb: عَلَى جُيُوبِهِنَّ Ceyb (çoğ. cüyûb), gömlek, entari gibi elbiseler giyilirken başın girmesi için ön veya arkasına sarkacak şekilde açılan yarık; elbisenin boyun kısmına denk gelen yeri; yakanın boyunla bitiştiği ye ve bilinen cep anlamındadır.

Darb: وَلْيَضْرِبْنَ Darb kelimesinin asıl anlamı, vurmak, dövmektir. Ancak Arapçada birçok manalara gelen bu kelime burada örtmek, başörtüsü vurunmak, (takvaya uygun) örtünme anlamınadır. İmam buhârî: "Bu ayetler inmeden önce, Arap kadınları başlarını örtüyorlardı; ama boyun ve göğüslerinin bir kısmı açık kalıyordu diye kaydeder." (Buhârî, "isti'zan", 2; Tefsir, Nûr, 12.)



وَلاَ يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلاَّ لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ... (ancak bu) zinetlerini Kocaları, babaları...’ından başkasına göstermesinler.

Bu ayette ziynet kelimesi, ikinci defa geçmektedir. Birinci geçtiği yerde, إِلاَّ مَا ظَهَرَ مِنْهَا istisnası ile ziynetin bir kısmı (herkesin görebileceği) yüz ve eller kastedilmişti. Burada ise, ellerin ve yüzün dışında bedenin bütünü kast edilmiştir.



وَلاَ يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz. (24/Nûr31)

Nur suresinin bu (31) Ayetine Muharramât ayeti de denir.

Ayette ziynet kelimesi üçüncü defa geçmektedir ve bu kez "gizli ziynet"ten söz edilmektedir. Bundan maksadın, Arap kadınlarının ayak bileklerine taktıkları hâlhâllar olduğu söylenebilir. Ancak, ayet önemli bir mesaj içermektedir. Bu mesajı sadece yöresel bir aksesuara tahsis etmek manayı daraltır! Hâlbuki bakıldığında hemen görülemeyen, ancak ayaklar yere vurularak dikkat çekildiğinde fark edilebilecek olan gizli süs ve bedensel güzellikleri de ayetin kapsamına dahil edilmelidir. Söz gelimi bakanları tahrik edici, baştan çıkartıcı edalı bir yürüyüşe işaret edilmiş de olabilir.



Zînet: Bu konuda çeşitli yorumlar vardır.

1-Yüz, el dışında her yerdir.

2- Örfen, tac, küpe, toka, gerdanlık, bilezik gibi emsâli hulliyat ve elbisedeki süslerdir.

3- Bir kısım ulemâya göre bunların mahallidir. Birleştirecek olursak, el, yüz, ayak, gerdan yeri ve takılan takılır. Boyun, hizmet anında açılması zarûrî olan bilek, kol, baş ve saçlardır. Alış verişte, işte güçte lazım olan eşyayı tutarken açılan yerler hariç, el ve yüz ve elbisedir. Maliki-Şafî: Yüz ve el avrettir, ancak namazda açılabilir derler. Malikilerin cumhûru ve Hanefiler buna muhaliftirler.



Yüklə 0,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin