vazgeçip kendimi ne olursa olsun yeniden hayatın
kollarına atmalı mıyım? Ama bu pek de felsefi bir tavır
olmazdı - düşünmeye devam! Peki, düşünen kim?!
Hume değişmeyen bir ben’in varlığını yadsıyor, bir kişiliğe
sahip olduğunun söylenebileceğini kabul etmekle birlikte,
ben’in yalnızca sürekli ve anlık algılardan oluşan bir bohça
olduğu ve bu algıların (aynı bedende) birlikteliklerinin beni
oluşturduğu ölçüde ben’in aldatıcı olduğunu ileri sürüyordu.
Kimileri bundan dolayı ben’in, ^ittgenstein’ın dilin oynanan
özgül oyuna bağlı olarak değiştiğini söylediği gibi, bağlama
göre değiştiğini düşünebilirler: Bu benim akademik benim, bu
baba olarak benim, bu eş olarak benim, bu öğretmen olarak
benim. Ne var ki, eğer ben yalnızca uçup giden bir akım ise
ve dünden farklı ise, bugünkü “ben”i dünkü “ben” ile
birbirine bağlayan nedir? Zaman içinde kendi varlığımı,
aynen başkalarının yaptığı gibi, kabul ederim. Peki düşlerin
üzerinde yükseldiği bu bencil anakaya nedir? Başka insanlara,
hatta kendime bile gösterdiğim tutumu değiştirebilir miyim,
bir yerde neşeli, bir yerde ciddi, bir yerde sorgulayan, bir
yerde içi kan ağlayan. Her bir seferinde işlemekte olan bir
“ben” vardır, duyumları, fantezileri, düşünceleri ve daha geniş
deneyimleri biriktiren ve kendisi de bu karmaşıklık tarafından
yönetilen. Belki de ben, devasa ve eklektik bir
müzik koleksiyonu gibidir: Hepsi farklı ama hepsi müzik.
Dostları ilə paylaş: