A'dan Z'ye Felsefe



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə45/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#51440
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

LOCKE, JOHN (1632-1704)
Neredeyse çağdaşı olduğu Hobbes gibi, Locke da ilginç ve
çalkantılı bir dönemde doğmuştur. Hayatı boyunca İç
Savaşları, CromvvelPin cumhuriyetini, Monarşi’nin
Restorasyonu’nu ve 1685’in Şanlı Devrim’ini yaşamıştır.
Kırsal bir centilmenin oğluyken, yetenekleri ve çalışkanlığı
sayesinde Restorasyon’un en güçlü politikacılarından birinin
danışmanlığına ve nihayet saygı gören bir filozof ve eğitimci
konumuna yükselmiştir. Kökeninde muhafazakâr olmakla
birlikte, Locke zamanla birey ve mülkiyet haklarının
önceliğini, minimal devleti ve dinsel hoşgörüyü savunan
radikal bir düşünür haline gelmiştir. Locke ampirizmi ge-
rekçelendirmek ve doğuştan gelen fikirleri reddetmek
bakımından güçlü birtakım argümanlar öne sürmüştür.


Locke kurulu düzen yanlısı muhafazakâr bir konumdan
radikal liberal bir konuma (bu konuma Britanya politik
hayatında daha sonra Whig’ler adı verilecektir), Anthony
Ashley-Cooper (öteki adıyla Shaftesbury) ile tanıştıktan sonra
geçecektir. Shaf-tesbury’nin safra kanalının temizlenmesi
amacıyla yapılan bir ameliyatı yöneterek, anlatılana göre bu
politikacının hayatını kurtarmıştır. Locke, aynı zamanda, 17.
yüzyılın en önde gelen tabibi olan Thomas Sydenham’in
yanında çalışan amatör bir tıp doktoruydu.
Shaftesbury İngiltere’nin ilk siyasi partisini kurarken Locke
kendini bireysel hakların daha derinden gerekçelendirilmesi
uğraşma verecekti. İki Risale başlıklı çalışmasında Locke her
birimizin bedenimiz üzerinde vazgeçilmez bir hakka sahip
olduğumuzu belirtiyordu: Ahlaki ve siyasi bir ilke olarak her
birimizin bedenimizin sahibi olduğumuzu ileri sürüyordu.
Eğer kendi bedenimizin sahibi biz değilsek, kim olacaktı?
Bununla bağlantılı olarak, bireyin kendi bedeninin sahibi
olduğunu yadsıyan filozoflar insanların hayatına büyük
ölçüde müdahale edilmesine yatkındır. Locke bu tür
müdahaleyi reddetmeye eğilimliydi. İnsanın kendi kendisinin
sahibi olduğu fikrini düşüncesinin bir kö-şetaşı olarak
vazetmekle liberter düşünürlere ve anarşistlere minimal devlet
veya devletsizlik konusunda güçlü bir gerekçe sunmuş oldu.
Locke’ın mantığı özel mülkiyeti gerekçelendirme yönünde
ilerliyordu: Eğer emeğimizi sahipsiz kaynaklarla
birleştirirsek, bunlar emeğimiz sayesinde bizim olacaktır. Bir
kıtaya veya gezegene ayak basar basmaz onun mülkiyetini
talep etmek saçmadır, ama bir toprak parçası üzerinde
çalışmışsanız, ürünün size ait olması hakkaniyete uygundur.


Tersini söylemek, çıkıp gelen ve üretiminizi kaba bir biçimde
elinizden alan birileri uğruna çalışmayı kabul etmek olur.
Birey kendi kendinin sahibidir ve emeği de kendisinindir, onu
istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ona karşı şiddet veya
hırsızlık yoluyla saldıran herhangi bir başkası ona savaş
ilan etmiş demektir ve mağdur kendini her yoldan savunma
hakkına sahiptir.
Öyleyse, İnsanı Savaş durumuna sokan, şiddetin haksız
kullanımıdır... (Locke, Second Treatise
y
 paragraf 177)
Hırsız amacına ulaşırsa mülkiyetinin yitirilmesi, mağduru bir
köle haline getirir. Bu ise insanın içinde yaşayabileceği en
kötü durumdur. Saldırgan saldırıyı (şiddet, hırsızlık,
dolandırıcılık) başlatmakla bütün haklarını yitirir ve mağdur
onu haklı olarak öldürebilir veya köleleştirebilir. (Locke, köle
ticareti konusunda mükemmelen bilgi sahibi olduğu halde,
Batı Afrikalıların köleliğine karşı çıkmıyordu, çünkü ya
safdillikten ya da politik davranarak, kölelerin kendilerini
köleleşti ren lere karşı saldırı savaşı başlattıkları için
köleleştirilmeyi hak ettiklerini kabul ediyordu!) Ancak,
kendini savunan kişinin haklı savaşını saldırganın ailesini de
içerecek biçimde genişletme hakkı yoktur: Yalnızca o
tekil faile saldırmak haklı görülebilir.
İnsanların devlete neden ihtiyaç duyacağı sorusu birçok
bakımdan sorulabilir. Çünkü Locke entelektüel olarak sık sık
anarşinin sınırlarına kadar uzanır. Ama insanların
kendilerini doğa durumunun anarşisinden kurtarmak için bir
devlet sözleşmesi oluşturmasını gerekçelendirecek birkaç
neden ileri sürer. Doğa durumu belirsizliklerle doludur ve


insanlar saldırı riski altında yaşamaktadır; doğa durumunda
aynı zamanda yerleşik, bilinen ve üzerinde anlaşma sağlanmış
yasalar, önceden bilinen, tarafsız bir yargıç ve bu yargıca
hukuku uygulama yetkisinin verilmesi eksiktir. Anarşistler
için bunlar aşılamaz sorunlar değildir, hatta dikkati ana
sorundan uzaklaştıran ayrıntılar oldukları bile söylenebilir,
ama Locke için bu sorunlar bir devlet kurmak için yeterli bir
gerekçedir. Bir kez devlet kurulduğunda insanlar demokrasi
ya da çoğunluk yönetimi üzerinde anlaşmalıdır: Devlet ancak
halkın rızası temelinde savunulabilir.
Hoşgörü, rıza ve halkın teme) haklarını ihlal eden
hükümetlere karşı isyan hakkı, 20. yüzyıla kadar liberal
felsefenin ana direkleri haline gelmiştir (şimdi bu yaklaşıma
liberter deniyor). Locke başlangıçta çoğulluğun, sürtüşmenin
ve savaşın kaynağı olduğu düşüncesiyle dinin bireylere
bırakılamayacağı fikrine katılmış olsa da, zamanla bu ilkeyi
reddederek dinsel hoşgörüyü de savunmuştur. Her insan,
devletin müdahalesine maruz kalmaksızın dinini kendi
istediği gibi yaşamalıdır. Anglikan Kilisesinden kopan bütün
“nonconformist” gruplar göz önüne alındığında, Locke din
özgürlüğünü savunan tek düşünür değildir, ama belagati ve
ileri sürdüğü gerekçeler liberal fikirlerin, hâlâ da olduğu gibi,
çok daha geniş kitlelere ulaşmasını olanaklı kılmıştır.
Büyük etki yaratan Eğitim Üzerine Düşünceler kitabında
Locke eğitsel ideallerin ilköğretim öğrencilerinin eğitimine
uygulanma tarzını özetler. Okullar çocuğu öğrenmeden
soğutmakta ve terbiyesiz öğrenciler yetiştirmektedir.
Dolayısıyla, ideal olan, eğitimin evde yapılması, gerektiğinde
özel öğretmenlerle desteklenmesidir. Ama baskıcı, disiplin


kuran, sıkıcı bir eğitim olmamalıdır bu. Çocuklar ancak son
çare olarak okula gönderilmelidir. Ama baştan doğru
yetiştirildilerse çocuk ana babasına saygılı olacak, centilmen
gibi davranacak, saygıdeğer olacak ve toplumun her
katmanıyla iletişim kurabilecektir.
Eğitim konusundaki çalışmaları sayesinde meşhur olmadan
önce (siyasi konulardaki çalışmalarını, devletin
baskısından korktuğu için ölüm döşeğine kadar isimsiz olarak
yayınlamıştır), İnsantn Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme
başlıklı bir çalışma kaleme almış, ampirizmi ve bilimsel
yöntemi savunmuştu. Onu felsefeye yönelten Descartes’m
meditasyonlarıydı. Descar-tes’ın bazı argümanlarını
reddetmekle birlikte, bilginin izah edilebileceği ve kesin
bilginin savunulabileceği yolundaki genel yönelişini
benimsiyordu. Descartes kesin bilginin kendi zihninden
(düşünüyorum, öyleyse varım) ve Tanrı’nın varlığından
kaynaklandığım beyan etmişken, Locke işe duyularla
başlamayı tercih ediyordu. Duyular ampirik yönelişi reddeden
birçok filozofun alay konusudur. Bunlar “duyular aldanıyor
olabilir” derler. Bu doğru olabilir elbette, ama zihnimizin
ötesinde, dışımızda olan biteni anlamak için başka nereden
başlamak mümkün?
Locke işe zihni bir kil levha gibi olan yeni doğmuş bir
bebekle başlar (“kil levha” kavramı Fransızcaya çevirmeni ve
dostu Pi-erre Coste tarafından tabula rasa -kabaca boş sayfa-
olarak çevrilmiştir). Bir bebeğin bir şeyi bildiği nasıl
söylenebilir? Duyular dışında bebek herhangi bir şeyi nasıl
bilebilir? Filozofların doğuştan gelen bilgiye delil olarak
önerdiği çeşitli Önermeleri ele alan Locke, esas olarak


genelleştirilemeyecekleri gerekçesiyle her birini teker teker
yadsır. Olgusal olanın tersinden hareket eden düşünüş tarzı,
doğuştan gelen bilgiyi reddetmek için yeter-lidir. Örneğin,
herkes Tanrı’ya inanmaz ya da bütün insanlar aynı ahlakı ve
önermeleri benimsemezler. Descartes’a karşı Locke aklın
genel olarak bilinen birtakım önermeleri keşfetmek
için kullanılmasının çıkmaz yol olduğunu vurgular.
Hepimizin bilmesi gerektiği düşünülen bu şeyler neden
bilinmez?
Doğuştan gelen bilgi fikri bir kez reddedildiğinde, yüzümüzü
bilginin tek üreticisi ve sahibi sıfatıyla bireye çevirmek
zorunda-yızdır. Bu, Locke’ın bireyci ve kuşkucu felsefesinin
altyapısını hazırlar. Bu noktada filozof insanın kendi
gözleriyle gözlemlemesinin ve kendi aklıyla düşünmesinin
önemini vurgular. Buna karşılık, doğuştan gelen bilgi fikri,
başkalarının insan zihninde olduğuna (veya olması
gerektiğine) inandığı şeyleri kabul etmeye kapı açar ve
Locke’a göre böylece otoritarizm ve kör itaate giden yolu
döşer. Oysa bunlar Locke’ın geriletmeye çabaladığı iki ahlaki
ve siyasi eğilimdir.
Bir insanın sahip olduğu bütün fikirler ancak duyular yoluyla
ortaya çıkabilir. Ama bir kez bunlar zihnimde varsa, bunları
birlikte gruplandırıp sözcükler yoluyla kavramlar
oluşturabilirim. Sözcükler fikirlere (yani zihin tarafından
algılanmış olan şeylere) atıf yapar, kavramlar ise tek bir
başlık altında uygun bir biçimde toplanmış gruplara. Örneğin
at, sayısız at örneğinin ortak adıdır. Ama Locke uyarır:
Filozoflar bu aşamada kendi düşünüşlerinin esiri olabilirler,
çünkü sözcükler yeniden algılayabildiğimiz ve


saptayabildiğimiz şeylere bağlanamazsa, o zaman anlamsız
hale gelirler. Bir buçuk yüzyıl sonra bu argümanlar,
bir önermenin bir anlam ifade edebilmesi için saptanabilir ve
doğrulanabilir terimlerle ifade edilebilir hale getirilebilmesi
gerektiğini iddia eden pozitivistlerce daha ileriye taşınacaktı.
Locke belki de kendi fikrinin bu içermesinin bilincindeydi,
ama bir Hıristiyan olarak, daha sonraki pozitivistlerin
yapacağı gibi dini, doğrulanamazlık veya düpedüz saçma
olma gerekçeleriyle reddetmesi olanaklı değildi. Tersine
çocuklara, büyüdüklerinde ateist olmasınlar diye çok erken
bir yaştan itibaren Tanrı inancının telkin edilmesi gerektiğini
düşünüyordu (Locke çocukların ateist olarak doğduğuna
inanıyordu).
Algılanan (ve zihinde fikir olarak saklanan) izlenimler,
birincil ve ikincil nitelikler olarak sınıflandırılabilir: Birincil
nitelikler, fiziksel bir şeyin katılığı, kaplamı, şekli ve
hareketliliğidir; ikincil nitelikler ise tat, renk ve sestir. Her
ikisi de duyular üzerinde iz bırakır ama bunları ayırt etmek
mümkündür. Yani belirli boyutlarda Ye biçimde bir piyanoyu
tespit edebilir, (benim bakış açımdan) hareket etmiyor
olduğunu kaydedebilir ve buna aynı zamanda belirli bir
kokusu olduğu, koyu renkte bir ahşaptan yapılmış olduğu ve
cila tadı olduğu bilgilerini ekleyebilirim. Bu özellikler
kendilerini beııim zihnime sokarlar, ben buna engel olamam:
Duyularım bilgiyi almıştır. Ne var ki, dış dünyaya yönelik
odaklaşmamı değiştirebilirim, keskinleştirebilirim veya
donuklaştırabilirim, dalgınlaşmış olabilirim. İşte burada
zihin işin içine girer, çünkü genel olarak dış dünyanın
sinyallerini alırken pasif olsam da, iş zihnimi kullanmaya
gelince pasif değilimdir ve odaklaşmasını değiştirebildiğim de


budur. Duyusal anlamda ortalıkta tuhaf bir koku olduğunun
farkında olabilirim, ama zihnimin farkındalığını bu kokuyu
araştırma ve bunu tanıdık başka kokularla (örneğin bölgenin
çiftliklerindeki sıvı çamurla) karşılaştırma amacıyla
yükseltmeyebilirim. Ama düşünmeye başlar başlamaz ne
düşündüğüm konusunda bilgim vardır ve dolayısıyla
düşündüklerimden bütünüyle sorumluyumdur. Ne var ki,
zihnim bir kez izlenimlerini edindiği algılanmış gerçeklik
üzerindeki odaklaşmasını gevşettiğinde, zihnimin
karmakarışık hale gelme ve hiçbir yere çapalanmamış
birtakım kavram ve sözcükleri sağa sola saçma olasılığı çok
yüksektir. Böylelikle tuhaf önermeler ileri sürmeye eğilimli
hale gelirim (“ejderhalar tek boynuzlu atları yer” gibi).
Epistemolojik açıdan bu, daha önce görülmüş olan şeylere
geri dönmenin bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyar. Locke
bunun her tür düşünür için sağlıklı bir tutum olacağını, ama
özellikle entelektüel fanteziye kaçma eğilimindeki
düşünürlere yarayacağını söylerdi.
Locke’ın epistemolojik teorileri eğitim teorisiyle yakın bir
bağ içindedir: Çocuk, tikelleri ve referansları anlamalı ve
soyutlamaları, arkalarında yatan ve temsil ettikleri şeylerle
ilişkilen-dirmeyi öğrenmelidir. Aynı şey politik teorileri için
de geçerlidir. Birey bir otoritenin veya rahibin yargılarına
değil, kendi yargılarına güvenmelidir. Bireyin entelektüel
alandaki önceliği, kendi hayatını belirleme konusundaki
politik ve etik haklarının önemini de yansıtır.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin