|
|
|
949) everyone; (zamir)
|
|
|
|
herkes
|
|
|
|
|
|
Everyone at the meeting agreed with him. ( Toplantıdaki herkes onunla aynı fikirdeydi.)
|
|
|
|
|
|
|
950) everything; (zamir)
|
|
|
|
her şey
|
|
|
|
|
|
She is so arrogant that she thinks she knows everything. ( Öylesine kibirli ki her şeyi bildiğini sanıyor.)
|
|
|
|
|
|
|
951) everywhere; (zarf)
|
|
|
|
her yer, her taraf , her yerde
|
|
|
|
He follows me everywhere. (beni her yerde takip ediyor.)
|
|
|
|
|
|
|
952) evidence; (isim , fiil)
|
|
|
|
kanıt, delil, ispat, şahitlik f.; kanıtlamak, ispatlamak
|
The police collected a lot of evidence against him. (Polis, onun aleyhinde birçok kanıt topladı.)
|
|
|
|
|
|
|
953) evolution; (isim)
|
|
|
|
evrim, değişim, gelişim
|
|
|
|
Evolution theory is still a matter of debate. (Evrim teorisi hala bir tartışma konusu.)
|
|
|
|
|
|
|
954) evolve; (fiil)
|
|
|
|
|
evrim geçirmek, değişmek, geliştirmek
|
|
|
Each school must evolve its own way of working. (Her okul kendi çalışma yöntemeni geliştirmeli.)
|
|
|
|
|
|
|
955) exact; (sıfat, fiil)
|
|
|
|
s.; kesin, tam , kati f.; zorla almak , istemek
|
|
We need to know the exact time the accident occured. (Kazanının gerçekleştiği kesin zamanı bilmemiz gerek.)
|
|
|
|
|
|
|
956) exactly; (zarf)
|
|
|
|
|
tam olarak, tamamen, tümüyle
|
|
|
I know exactly how she reacted. (Nasıl tepki gösterdiğini tümüyle biliyorum)
|
|
|
|
|
|
|
957) examination; (isim)
|
|
|
|
inceleme, sorgulama,denetlem, muayene, sınav
|
|
Your proposals are still under examination. (Önerileriniz hala inceleme altında.)
|
|
|
|
|
|
|
958) examine; (fiil)
|
|
|
|
|
incelemek, muayene etmek,sorgulamak , sınav yapmak
|
The doctor examined her but he could not finy anything wrong. (Doktor onu muayene etti fakat ters giden bir şeye rastlamadı.)
|
|
|
|
|
|
|
959) example; (isim)
|
|
|
|
örnek, numune
|
|
|
|
|
This castle perfect example of medieval architecture. (Bu kale, ortaçağ mimarisinin müthiş bir örneğidir.)
|
|
|
|
|
|
|
960) exceed; (fiil)
|
|
|
|
|
aşmak, ileri gitmek, sınırı aşmak
|
|
|
The total price will not exceed $50. (Toplam fiyat 50 doları geçmeyecek.)
|
|
|
|
|
|
|
961) excellent; (sıfat)
|
|
|
|
mükemmel, dört dörtlük, muazzam, kusursuz
|
|
She speaks excellent Russian. (Mükemmel Rusça konuşuyor.)
|
|
|
|
|
|
|
962) except; (edat, fiil)
|
|
|
|
ed.; dışında, hariç f., hariç tutmak, dışında tutmak
|
|
She works everyday except Sunday. (Pazar günü dışında her gün çalışıyor.)
|
|
|
|
|
|
|
963) exception; (isim)
|
|
|
|
istisna, hariç tutma,, dışarda bırakma
|
|
|
Most of the buildings are modern, but the mosque is an exception. (Binaların çoğu modern ancak cami bir istisna.)
|
|
|
|
|
|
|
964) exchange; (fiil, isim)
|
|
|
|
f.; değiştirmek, değiş tokuş yapmak , takas etmek i.; değiş tokuş, döviz
|
Our school have an exchange program with a school in Bulgaria. (Okulumuzun, Bulgaristan’daki bir okulla değişim programı var.)
|
|
|
|
|
|
|
965) exciting; (sıfat)
|
|
|
|
|
heyecanlı, uyarıcı
|
|
|
|
|
This was the most exciting story I had ever read. (O zamana dek okuduğum en heyecanlı hikayeydi.)
|
|
|
|
|
|
|
966) executive; (isim, sıfat)
|
|
|
|
i.; yönetici, idareci, yetkili kişi s.; yönetsel, idari, yürütme
|
She has an executive position in an advertising agency. (Bir reklam ajansında yönetici pozisyonunda çalışıyor.)
|
|
|
|
|
|
|
967) exercise; (fiil, isim)
|
|
|
|
f.; egzersiz yapmak, antrenman yapmak, alıştırma yapmak, uygulamak i.; egzersi, alıştırma, uygulama, antrenman
|
Swimming is a good exercise. (Yüzmek iyi bir egzersizdir.)
|
|
|
|
|
|
|
968) exhibit; (fiil, isim)
|
|
|
|
f.; sergilemek , ortaya koymak , göstermek i.; sergi, teşhir |