Bölüm 17
Annenin İsteği Oluyor
Sonraki birkaç hafta boyunca annenin Out-With deki hayattan duyduğu mutsuzluk giderek artıyor
gibi görünüyordu. Bruno, bunun nedenini çok iyi anlıyordu, ne de olsa ilk geldiklerinde o da buradan
nefret etmişti. Eve hiç benzememesi ve hayattaki en iyi üç arkadaşının eksikliği nedeniyle... Ama
zamanla Kari, Martin veya Daniel’den daha önemli hale gelmiş olan Shmuel sayesinde, kendisi için
durum değişmişti. Tabii annenin bir Shmuel’i yoktu. Konuşacak kimsesi yoktu. Birazcık arkadaşlık
kurabildiği tek kişi de -genç Teğmen Kotler-başka bir yere tayin olmuştu.
Anahtar deliklerinden ve şöminelerden gizlice dinleyen çocuklardan olmamaya çalışsa da bir
akşamüstü babanın çalışma odasının önünden geçiyordu Bruno ve anne ile baba, içeride heyecanlı bir
şekilde konuşuyorlardı. Dinlemek istemedi önce; ama oldukça yüksek sesle konuşuyorlardı,
duymamak elinde değildi.
“Korkunç!..” diyordu anne. “Kesinlikle korkunç! Artık dayanamıyorum.”
“Başka seçeneğimiz yok,” diyordu baba. “Bu bizim görevimiz ve...”
“Hayır, bu senin görevin,” dedi anne, ‘‘senin görevin, bizim değil! Sen kalmak istersen kal.”
“İnsanlar ne düşünecek,” diye sordu baba, “senin ve çocukların Berlin’e bensiz dönmenize izin
verirsem? Buradaki işe bağlılığım hakkında sorular sorarlar.”
“İş mi!..” diye bağırdı anne. “Buna iş mi diyorsun?..” Bruno daha fazla duyamadı; çünkü sesler
kapıya yaklaşıyordu ve anne ilaçlı içkisinden içmek için lıer an dışarı fırlayabilirdi. O da hemen
yukarı koştu. Yine de Berlin’e dönme şansları olduğunu anlayacak kadarını duymuştu ve şaşkınlıkla,
bu konuda ne hissedeceğini bilmediğini fark etti.
İçinde bir şeyler, oradaki hayatını sevdiğini hatırlıyordu; ama o zamandan beri çok şey değişmiş
olmalıydı. Kari ve isimlerini hatırlayamadığı diğer iki en iyi arkadaşı muhtemelen onu şimdiye kadar
unutmuşlardı. Büyükanne ölmüştü ve büyükbabadan neredeyse hiç haber atamıyorlardı.
Baba onun bunadığını söylemişti.
Öte yandan Out-With’deki hayata alışmıştı. Bay Liszt’e aldırmıyordu, Maria ile Berlin’de
olduğundan çok daha yakınlaşmıştı. Gretel, hâlâ bir dönem atlatıyordu ve onun yolundan uzak
duruyordu; ayrıca artık o kadar da umutsuz vaka değildi. Öğleden sonraları Shmuel ile yaptığı
konuşmalar, içini mutlulukla dolduruyordu.
Bruno, ne hissedeceğini bilmiyordu ve her ne olursa olsun yakınmadan kabul etmeye karar verdi.
Birkaç hafta boyunca hiçbir şey değişmedi, normal hayat devam etti. Baba, zamanının çoğunu
çalışma odasında veya tel örgülerin diğer taralında geçirdi. Anne, gündüzleri çok sessizdi ve çok
daha fazla akşamüstü uykusuna yatıyordu. Bazen akşamüstü bile değil, tam öğle yemeği öncesinde...
Bruno onun sağlığından endişeliydi; çünkü ilaçlı içkiye bu kadar çok ihtiyacı olan kimseyi
tanımamıştı. Gretel odasında kalıyor, duvarlara astığı haritalara yoğunlaşıyor, saatlerce gazeteleri
okuduktan sonra da raptiyelerin yerlerini değiştiriyordu. Bay Liszt bunu yaptığı için ondan çok
memnundu.
Bruno, her zaman kendisinden isteneni yapıyor, hiç sorun yaratmıyor, kimsenin bilmediği gizli bir
arkadaşa sahip olmanın tadını çıkarıyordu.
Bir gün baba, Gretel ve Bruno’yu çalışma odasına çağırdı, onlara yapılacak değişiklikleri anlattı.
“Olurun çocuklar,” dedi iki geniş deri koltuğu göstererek. Ara sıra babanın ofisini ziyaret
ettiklerinde kirli elleri yüzünden onlara oturmamaları söylenmişti. Baba, masasının arkasına geçti.
“Birkaç değişiklik yapmaya karar verdik,” diye devam etti, konuşurken üzgün görünüyordu. “Söyleyin
bana. Burada mutlu musunuz?
“Evet baba, elbette...” dedi Gretel.
“Elbette baba...” dedi Bruno.
“Berlin’i hiç özlemiyor musunuz?”
Çocuklar bir an durakladılar ve ikisinden hangisinin bir cevap vereceğini merak ederek
birbirlerine baktılar. “Ben çok özlüyorum,” dedi Gretel sonunda. “Tekrar arkadaşlarımın olmasına
hayır demezdim.”
Bruno, sırrını düşünerek gülümsedi.
“Arkadaşlar,” dedi baba, başını sallayarak. “Evet, bunu çok sık düşündüm. Bazı zamanlar
yalnızlık çekmiş olmalısınız.”
“Çok yalnızdık,” dedi Gretel, kararlı bir sesle.
“Ya sen Bruno?” diye sordu baba şimdi ona bakarak. “Arkadaşlarını özlüyor musun?”
“Şey... evet,” dedi, cevabını dikkatlice düşünerek. “Ama sanının nereye gidersem gideyim
binlerini özlerim.” Bu, Shmuel’den dolaylı şekilde söz etmekti, bundan daha açık olmasını istemedi.
“Fakat Berlin’e dönmek ister miydiniz?” diye sordu baba. “Eğer böyle bir fırsat olsaydı...”
“Hepimiz beraber mi?” diye sordu Bruno.
Baba, derin bir nefes alıp başını salladı: “Anne, Gretel ve sen. Berlin’deki eski evimize
döneceksiniz. Bu hoşuna gider mi?”
Bruno bunu düşündü. “Eğer sen olmayacaksan, hoşuma gitmezdi.” dedi, çünkü gerçek buydu.
“Yani burada benimle kalmayı mı tercih edersin?” “Dördümüzün bir arada kalmasını tercih
ederim,” dedi, gönülsüzce Gretel’i de katarak, “ister Berlin’de ister Out-With’de olsun.”
“Ah, Bruno,” dedi Gretel, bezmiş bir sesle, ama nedeninden emin değildi. Dönüş planlarını
mahvettiği için mi, yoksa yeni evlerinin adını hâlâ -Gretel’e göre- yanlış telaffuz etmeyi sürdürdüğü
için mi...
“Korkarım şimdilik bu imkânsız,” dedi baba. “Fury şu an için beni görevimden almayacak. Öte
yandan anneniz üçünüzün eski eve dönüp evi tekrar açmanızın zamanı olduğunu düşünüyor. Ve ben de
düşününce...” Bir an durakladı ve solundaki pencereden dışarıya baktı, tel örgülerin diğer tarafındaki
kampa bakan pencereye. “Ben de düşününce belki de haklıdır diyorum. Belki de burası çocuklara
göre bir yer değil.”
“Burada yüzlerce çocuk var,” dedi Bruno, ağzından çıkmadan önce ne söylediğini düşünmeden.
“Sadece tel örgülerin diğer taralındalar.”
Yorumunu bir sessizlik izledi, ama sadece kimsenin konuşmadığında oluşan normal bir sessizlik
değildi. Çok gürültülü bir sessizlik gibiydi. Baba ve Gretel gözlerini ona diktiler. O, şaşkınlıkla
gözlerini kırpıştırdı.
“Orada yüzlerce çocuk var demekle ne kastediyorsun?” diye sordu baba. “Orada olanlar hakkında
ne biliyorsun?”
Bruno konuşmak için ağzını açtı; ama daha fazla bir şey söylerse başının derde gireceğini
düşündü. “Onları odamın penceresinden görebiliyorum,” dedi sonunda. “Elbette çok uzaktalar, ama
yüzlerce varmış gibi görünüyorlar. Hepsi çizgili pijamalar giyiyorlar.”
“Çizgili pijamalar... evet,” dedi baba, başını sallayarak. “Demek onları izliyorsun?”
“Şey... Onları gördüm,” dedi Bruno. “Bunun aynı şey olduğundan emin değilim.”
Baba gülümsedi. “Çok iyi Bruno,” dedi, “haklısın, tam olarak aynı şey değil.” Tekrar tereddüt elli
ve sanki son bir karar vermiş gibi başını salladı. “Evet, o haklı,” dedi yüksek sesle konuşarak; ama
Bruno ve Grelel’e bakmadan. “Kesinlikle haklı. Zaten burada fazla bile kaldınız. Eve gitme
zamanınız geldi.”
Böylece karar verilmişti. Evin temizlenmesi, camların silinmesi, tırabzanların cilalanması,
çarşafların ütülenmesi, yatakların yapılması için haber gönderilmişti. Ve baba; anne, Gretel ve
Bruno’nun hafta içi Berlin’e döneceklerini ilan etmişti.
Bruno, bunun için sandığı kadar sabırsızlanmadığını fark etli. Shmuel’e bu haberi vermek zorunda
olması onu kahrediyordu.
|