Çocuk Kalbi



Yüklə 1,14 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə68/83
tarix25.02.2022
ölçüsü1,14 Mb.
#53085
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   83
Edmondo De Amicis - Çocuk Kalbi

11 Perşembe
Bu sabah aylık hikayenin Apenin’lerden And’lara bana düşen kısmını yazıp
bitirmiştim ve öğretmenin verdiği serbest kompozisyon için konu arıyordum.
Tam  o  sırada  merdivenlerde  duymaya  alışık  olmadığımız  bir  ses  duydum.
Kısa  bir  süre  sonra  da  eve  iki  itfaiyeci  girdi.  Damda  ki  bacalardan  biri
yanıyormuş  ve  hangi  eve  ait  olduğunu  anlayamıyorlarmış,  bunun  için
babamdan soba ve şömineleri inceleme iznini istediler.
Babam da:
– “Rica ederim, buyurun.” dedi.
Evin  hiçbir  yerinde  yanan  ateş  olmadığı  halde  bütün  odaları  dolaşıp,
duvarlara kulaklarını dayayıp evin diğer katlarına giden borularda çıtırdayan
ateşin sesini duymaya çalıştılar.
İtfaiyecilerle birlikte odalarda dolaşırken babam bana:
–  “Enrico,  işte  kompozisyonun  için  güzel  bir  konu:  İtfaiyeciler.  Sana
anlatacaklarımı  yazmaya  çalış.”  dedi.  Ve  anlatmaya  başladı:  “Tam  iki  yıl
önce  itfaiyecileri  iş  başında  gördüm.  Bir  akşam  Balbo  tiyatrosundan
çıkıyordum, gece epey ilerlemişti. Roma Sokağı’na girdiğimde garip bir ışık
ve  koşuşan  kalabalık  bir  halk  kitlesi  gördüm.  Bir  ev  baştan  başa  alevler
içindeydi.  Alevler  ve  duman  pencerelerden,  bacalardan  dışarı  uğruyordu.
Kadınlar,  erkekler,  bir  an  pencerelerde  beliriyorlar.  Sonra  ümitsiz  korku
çığlıkları  atarak  gözden  kayboluyorlardı.  Sokak  kapısının  önünde  büyük  bir
kalabalık birikmişti. Halk:
– “Diri diri yanıyorlar! İmdat! İtfaiye!” diye bağırıyordu.
Tam  o  sırada  bir  araba  geldi,  içinden  dört  itfaiyeci  atladı,  bunlar  Belediye
Sarayında buldukları ilk itfaiyecilerdi, dördü birden yanan eve daldılar. Onlar
henüz  içeri  girmişlerdi  ki,  korkunç  bir  şey  görüldü.  Üçüncü  kattaki
pencerelerden  birinde  korkunç  çığlıklar  atan  bir  kadın  belirdi,  pencerenin
pervazına  bütün  gücüyle  tutundu,  pencerenin  kenarına  ata  biner  gibi  oturdu
ve öyle olduğu yerde kaldı, sanki boşluğun üstünde asılıymış gibi duruyordu,
sırtı dışarı doğru kaymıştı, odadan dışarı uğrayan dumanla alevler onun başını
yalayarak geçiyordu, zavallı kadıncağız da kendini koruyabilmek için elinden
geldiğince  eğiliyordu.  Halk  bir  dehşet  çığlığı  attı.  Korkudan  çılgına  dönmüş
kiracıları  görünce  itfaiyeciler  yanlışlıkla  ikinci  katta  durdular,  duvarlardan
birini yıkıp bir odaya atıldılar, bu sırada aşağıdan gelen yüzlerce çığlık onları
uyarıyordu:


– “Üçüncü kata! Üçüncü kata!”
Üçüncü kata uçuverdiler. Buradaki görüntü cehennemi andırıyordu: Çöken
tavan ve duman. O katta oturanların kapalı kaldıkları odaya ulaşabilmek için
tek çare kalmıştı, o da damdan dolaşmak. Hemen dama çıktılar, birkaç saniye
sonra  da  kiremitlerin  üstünde  kara  panterler  gibi  atladıkları  görüldü.
Dumanların arasında ilerliyorlardı. İlk ulaşan onbaşı oldu. Ama, damın yanan
odanın  üstündeki  kısmına  varabilmek  için  bir  tavan  arasıyla  oluk  arasında
kalan çok dar bir yerden geçmek gerekiyordu. Damın geri kalan kısmı alevler
içindeydi.  Bu  küçücük  alan  da  kar  ve  buzla  kapalıydı,  tutunabilecek  bir  yer
yoktu.
Halk aşağıdan:
– “Oradan geçmelerine imkan yok!” diye bağırıyordu.
İtfaiye  onbaşısı  damın  kenarından  ilerledi,  herkes  korkudan,  heyecandan
donakalmıştı ve nefesini tutup yukarı bakıyordu. Ve onbaşı sağ salim gitmesi
gereken  yere  ulaştı,  aşağıdan  gelen  yaşa  varol  sesleri  gökyüzüne  doğru
yükseldi.  İtfaiye  onbaşısı  koşmaya  başladı  ve  alevlerin  tehdit  ettiği  noktaya
gelince  de  elindeki  baltayla  kiremitleri,  tahta  çatı  kirişlerini  kırdı,  odanın
içine inebilmek için bir delik açmaya çalışıyordu. Bu sırada kadıncağız hala
pencerenin  pervazına  asılı  duruyordu  ve  alevler  de  gittikçe  daha  azgın  bir
şekilde saçlarını yalamaya devam ediyordu. Birkaç dakika daha dursa sokağa
yuvarlanıverecekti.  Tavandaki  delik  açıldı.  Odadan  içeri  kayan  itfaiye
onbaşısı görüldü; sonradan kendilerine katılan diğer itfaiyeceler onu izlediler.
Aynı anda yangın yerine henüz gelmiş olan uzun yangın merdiveni alevlerin,
ümitsiz  bir  çılgınlık  içinde  atılan  çığlıkların  dışarı  uğradığı  pencerelerin
önünde durdu. Geç kalmış olmaktan korkuluyordu.
–  “Artık  kimse  kurtulamayacak!”  diye  bağrışıyorlardı.  “İtfaiyeciler  de
yanıyor. Her şey bitti. Öldüler.”
Birden,  pencerelerden  birinde  onbaşının  dumandan  kapkara  olmuş  yüzü
belirdi.  Aşağı  katlardan  gelen  alevler  onu  aydınlatıyordu.  Demin  ki  kadın
onun  boynuna  sarılmıştı.  İtfaiyeci  de  iki  koluyla  onu  belinden  yakaladı,
yukarı  doğru  çekti  ve  odaya  soktu.  Aşağıdaki  kalabalığın  attığı  çığlık
yangının  çatırtısını  bastırdı.  Peki,  ya  diğerleri?  Nasıl  ineceklerdi?  Damdaki
başka  bir  pencerenin  önüne  yerleştirilen  merdiven  bir  süre  binanın
cephesinden  uzaklaştı.  Onu  nasıl  yakalayabileceklerdi?  Herkes  bunu
düşünürken,  itfaiyecilerden  biri  pencerenin  dışına  çıktı,  sağ  ayağını
pencerenin  dış  pervazına  koydu,  sol  ayağını  da  merdivene.  Böylece  havada
dimdik  durdu.  Diğerlerinin  içeriden  kendisine  doğru  ittikleri  kiracıları  teker


teker  yakalıyor  ve  merdivene  tırmanmış  olan  diğer  arkadaşına  uzatıyordu.
Onlara  merdivenin  çubuklarına  sıkı  sıkı  tutunmalarını  öğütlüyor  ve  diğer
itfaiyecilerin  de  yardımıyla  birbiri  ardından  onları  aşağı  indiriyordu.  Önce
pencerenin  pervazına  çıkmış  olan  kadın  indi,  sonra  bir  kız  çocuk,  bir  başka
kadın  ve  bir  ihtiyar.  Hepsi  kurtulmuşlardı.  İhtiyardan  sonra,  içeride  kalmış
olan itfaiyeciler indi. En son inen de ilk önce işe atılan onbaşı oldu. Halk onu
zafer çığlıklarıyla, sevgi ve hayranlıklarını belirten bir atılışla kucakladılar. O
zamana  kadar  kimsenin  bilmediği  adı  -Giuseppe  Robbino-  kısa  bir  sürede
herkesin ağzına yayıldı... Anladın mı? İşte cesaret budur, ölmekte olan birinin
çığlığını duyunca, hiç tereddüt etmeden, inceden inceye hesaplar yapmadan,
gözleri  kapalı,  tehlikeye  atılan  yüreğin  cesaretidir  bu.  Seni  bir  gün  itfaiye
kışlasına  götürürüm,  orada  onbaşı  Robbino’yu  sana  gösteririm.  Onu
tanımaktan kıvanç duyacaksın, değil mi?”
“Evet,” diye karşılık verdim.
Babam:
– “İşte onbaşı Robbino!” dedi.
Birden  arkama  döndüm.  İncelemelerini  bitiren  iki  itfaiyeci  çıkmak  için
bulunduğumuz odadan geçiyorlardı.
Babam,  ufak  tefek  olanını,  kolundan  da  sırmalı  şeritler  bulunanın  bana
gösterdi ve:
– “Onbaşı Robbino’nun elini sık.” dedi.
Onbaşı durdu ve gülümseyerek elini bana uzattı; ben de onun elini sıktım;
beni selamladı ve çıktı.
Babam bana:
–  “Bunu  bütün  hayatın  boyunca  hatırla!”  dedi,  “Çünkü  ömrün  oldukça
sıkacağın binlerce elin arasında bu kadar şereflisini bulamazsın”.



Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin