Klinik Psıkofarmakoloji Bülteni,Cilt:V,Sayı(1 -4), 1995 / Bulletin of Clinical Psychopharmacology Vol.V( 1-4), 1995
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA GÖRÜLEN SOSYAL FOBİ OLGULARINDA
FLUOKSETİN'İN ETKİNLİĞİ
Dr. Nahit Motavallı Mukaddes *
ÖZET
Erişkinlerde görülen sosyal fobinin
tedavisinde psikoterapötik ve mediksl yöntemlerin etkinliği
bilinmektedir. Ancak çocukluk çağında görülen bu klinik tablonun seyri ve tedavi yaklaşımları
konusunda çalışmalar yetersizdir.
Son senelerde diğer tedavi yöntemlerine dirençli olan sosyal fobiklerin fluoksetine olumlu yanıtı
dikkati çekmektedir. Bu noktadan yola çıkarak 10-13 yaş arası sosyal fobi tanısı alan dört çocuğa (2
si psikoterapiye ve biri medikasyona yanıt vermeyen ) fluoksetin verildi. Bu sunumda olguların
fluoksetine yanıtı ve davranış paternlerindeki değişiklik tartışılacaktır.
A n a h ta r K e lim e le r: Sosyal fobi, fluoksetin, anksiyete bozuklukları
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 5:(1-4) (66-71)1995.
SUMMARY
The efficacy of fluoxetine in the treatment of childhood social phobia
Psychotherapy and medical treatment are used succesfully in the treatment of adult social phobic
patients. However research in the treatment of childhood social phobia so far is insufficient. To
determine the efficacy of fluoxetine in the treatment of childhood social phobia, fluoxetine
was
adminstered to four patients with the childhood social phobia. Half o f the cases had been resistant to
other types of therapy (psychoterapy and medication). Their response to fluoxetine adminstration and
significant differences in clinical characteristic are discussed.
K ey W ord: Social Phobia, fluoxetine, anxiety disorders.
Bull.Clin. Psychopharmacol., 5:(1-4) (66-71),1995
* Çocuk Psikiyatrisi Doçenti, İ.Ü.T.F. Çocuk Psikiyatrisi AbD Öğretim Görevlisi
66
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni.Cilt :V,Sayı(1-4),1995/ Bulletin of Clinical Psychopharmacology Vol.V(1-4), 1995
GİRİŞ
Sosyal fobi, toplu ortamlarda bulunmaktan sürekli
kaçınma ve şiddetli korku ile karakterize olan
psikiyatrik bir bozukluktur. Sosyal fobik kişiler küçük
düşebilecekleri endişesi ile toplulukta herhangi bir
eyleme başlamaktan
(örneğin toplulukta konuşma
vs.) kaçınırlar. Bu
kişilerde anksiyete
belirtileri
sadece topluluklarda kişinin çevre tarafından izlendiği
duygusuna kapıldığında ortaya çıkmaktadır.
Çocuklarda sosyal fobinin klinik özellikleri erişkinlere
benzemektedir. Bu çocuklar genelde kendi bilişsel
kapasitelerini
olumsuz
değerlendirerek
sözel
sınavlarda, tahta da yazı yazma sırasında, şiddetli
anksiyete belirtileri göstermektedirler(l).
Bu bozukluğun etyolojisinde biyolojik yatkınlığın
önemli rolü olduğu
belirtilmektedir. Bebekliğinden
itibaren davranışsal ketlenmeler gösteren bebeklerin
ileriki yaşlarda sosyal fobik özellikler gösterdiği ileri
sürülmektedir (2).
Sosyal
fobiyi
değerlendiren
epidemiyolojik
çalışmalarda bu bozukluğun
nokta prevalansının
%0.9 - % 1.1 (1), 6 aylık prevalansının %2.7, yaşam
boyu
yansıtmadığı
halen tartışma konusudur.
Marshall ve Ark.(1994) bu bozukluğun Amerika
Birleşik Devletlerinde psikiyatrik bozukluklar arasında
sıklık açısından 3’üncü sırada yer aldığını, ancak son
zamanlara kadar üzerinde durulmadığını belirterek, bu
bireylerin
%80
inin
tanı
almadan
yaşamlarını
sürdürdüklerini belirtmişlerdir. (4) Bu bozukluğun
tanınması ve tanımlanmasındaki güçlük pek çok
faktörlerle bağlantılı görülmektedir.
Bu zorluklar kısmen bozukluğun özelliklerinin kültürel
faktörle ilintisine bağlıyken kısmen de sık rastlanılan
“comorbid” durumlarının tabloyu maskelemeleri ile ilgili
olduğu düşünülmektedir. Çocuklar ve ergenlerde
bütün bu zorluklara ek olarak, çocukluk çağı
psikopatolojisini
incelemede
nozolojik
zorlukların
varlığı, sosyal
fobi tanı kategorisi ile çocuk ve
ergende görülen
“çekinme bozukluğu" (Avoidant
disorder) sınırının net olmaması (5,6) ayrıca çocukluk
çağı anksiyete bozukluklarının psikopatolojik, klinik ve
tedavi
boyutunda son dekada dek ilginin yetersiz
olmasının da rolü olduğu varsayılmaktadır.
Erişkinlerde sosyal fobinin tedavisinde psikodinamik,
bilişsel-davranışcı ve psikofarmakolojik tedavilerin
etkinliğinden
söz
edilmektedir.
(7.8)
Yapılan
çalışmalarda sıklıkla psikofarmakolojik tedavi ve
bilişsel-davranışçı tedavi yöntemleri karşılaştırm ıştır.
Bilişsel-davranışçı tedavilerin özellikle grup tedavisi ile
birlikte yürütüldüğü taktirde sonuçların olumlu olduğu
bildirilmektedir (8).
Psikofarmakolojik
çalışmalar
sıklıkla
bir
Monoaminoksidaz
inhibitörü
olan
Fenelzin
(9,10,11,12), Benzodiazepin grubundan Alprazolam
(9) ve
Klonazepam (4), Beta adrenerjik blokerleri
(9,10,11) ve Fluoksetin’in (13) etkinliğini incelemiştir.
Yapılan çalışmalarda adı geçen ilaç gruplarının
hepsinin anksiyete belirtilerini hafiflettikleri belirtilmiştir.
Özellikle beta adrenerjik blokerlerin sosyal anksiyeteyi
azaltmada rolü benimsenmiştir. Son yıllarda sosyal
fobinin etyolojisinde serotoninin rolünün tartışılması
ile birlikte, seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
Fluoxetin’in
etkinliği
üzerinde
durulmuşur.
Van
Ameringan ve arkadaşlarının sosyal fobi
tanısı
konulan 16 erişkine, açık klinik bir çalışma sürecinde
12 hafta boyunca 20 mg. Fluoksetine vererek ilacın
etkinliğini araştırmışlardır. Çalışmaya 13 kişinin devam
ettiği (3 kişinin yan etkiler sebebiyle bıraktığı) bu 13
kişiden 10 kişinin yararlandığı bildirilmiştir (13).
Çocuklar ve ergenlerde görülen sosyal fobinin tedavisi
ile ilgili çalışmalar nadirdir. Kısıtlı sayıda yapılan
çalışmalarda da sadece
sosyal fobi tanısı alan
hastalarla ilgili tedavi çalışması yayınlanmamıştır. Bu
alanla ilgili yapılan çalışmalardan biri Black ve
Uhde’ye (1994) aittir. Bu çalışmada bir grup elektif
mutizmin tanısı alan çocukta çift kör, plasebo kontrollü
bir süreç içinde Fluoxetin’in etkinliği incelenmiş,
yazarlar elektif mutizmin sosyal fobinin bir varyansı
olduğu noktanından yola çıkarak bu
araştırmayı
planlamış ve sonuçta Fluoxetin’in muhtemel yararlılığı
ve güvenilirliğinden söz etmişlerdir (14).
İkinci aşamada
Birmaher ve ark. (1994) anksiyete
bozukluğu tanısı almış 21 hastada açık-klinik bir
çalışma ile Fluoxetin’in etkinliğini 10 aylık süre içinde
değerlendirmişlerdir. Bu hastaların 5’inde
aşırı
anksiyöz bozukluk, sosyal fobi ve ayrılma anksiyetesi
tanısı, 10’unda aşırı anksiyöz bozukluk ve ayrılma
anksiyetesi/sosyal
fobi, 6’sında sadece
aşırı
anksiyete bozukluğu tanısı konulmuştur. (15).
Çalışma sonucunda olguların %81’nin anksiyete
belirtilerinin orta-ileri derecede hafiflediği ve anlamlı
yan etki saptanmadığı belirtilmiştir. Yukarıda belirtilen
iki çalışmadan hiç biri sadece sosyal fobi tanısı almış
çocukların
tedavisine
ait
değerlendirmeleri
içermemektedir.
Prognoz ile ilgili yapılan çalışmalar erken yaşlarda
başlayan sosyal fobinin geç yaşta tedaviye cevabının
iyi olmadığını, çocuklukta başlayan
sosyal fobiye
ergenlikte intihar girişimleri, antisosyal davranışlar ve
okul başarısızlığının eklendiği, erişkin yaşta fobik
bozukluğa (16) yol açabileceği belirtilmektedir. Bu
faktörler göz önünde
bulundurulduğunda çocukluk
çağında görülen sosyal fobinin tanınmasının ve
tedavisinin önemini tekrar gündeme getirmektedir.
Bu alanda nozolojik zorlukların varlığı ve tedavi ile ilgili
yeterli çalışmaları olmamasının farkında olarak, 94-95
yılları
arasında İ.T.F çocuk psikiyatri kliniğine
başvuran ve DSM lll-R’a göre sosyal fobi tanısı olan 4
olgunun Fluoksetine’e cevabını, açık klin'k bir deneyim
olarak sunmak amaçlanmıştır. Bu olgulardan
ikisi
daha önce
yapılan
psikoterapotik ve medikal
tedavilere dirençli olup, diğer ikisinde ilaç kullanımı
dışında tedaviler için yeterli koşullar mevcut değildi.
67
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni,Cilt :V,Sayı(1-4), 1995 / Bulletin of Clinical Psychopharmacology Vol.V( 1-4), 1995
Bu
sunumda olguların özellikleri klinik tablo ve
follow-up süresinde gösterdikleri ilerlemelerden söz
tedaviye cevapları tedavi kesildikten sonra ki 6 aylık
edilecektir.
Olguların Değerlendirilmesi
Olgular DSM lll-R
sınıflama sisteminin anksiyete
bozuklukları ve duygu durum bozuklukları kriterlerine
göre değerlendirmiştir. Olgularda sosyal fobi tanısına
varılmış ve diğer major tanı kategorilerine ait bazı
kriterlerin varlığının ek bir tanıya götürebilecek
düzeyde olmadığı (1 elektif mutizm olgusu dışında)
görülmüştür. Olguların ilaç tedavisi öncesi EEG, EKG
ve
pediatrik
muayenesi
yapılmıştır.
Olguların
tedaviye cevabının ilacın anti depresif etkisi ile ilgili
olup
olmadığını
saptamak
amacıyla
tedavi
başlangıcında ve sonunda çocukluk çağı depresyon
ölçeği (CDI) (17) uygulanmıştır. Ölçeğin depresyon
için eşik puanı 19 olarak bildirilmiştir.
OLGU 1
11 y kız çocuğu 5’nci sınıf öğrencisi, yüksek öğrenimli
38y bir anne ile 43 yaşında bir babanın tek çocuğu.
Bebekliğinden itibaren sessiz, çekingen olduğu, oyun
çocukluğu döneminde bir kaç kişi dışında kimse ile
aktif iletişim kurmadığı, ilk okula başladıktan sonra
aşırı çekingenliğinin yine ön planda olduğu, okuldaki
aktivitelere katılmadığı, derse çağrıldığında soruları
yüksek sesle yanıtlamakta güçlük çektiği, yazılı
sınavlarda başarısının iyi olmasına
rağmen sözlü
sınavlarda tedirginliği nedeniyle başarılı olmadığı,
başkaları tarafından incelenebileceği kaygısı ile beden
derslerine katılmadığı, yemek yeme tarzı başkaları
tarafından
eleştiriye maruz kalabilir endişesi ile
dışarıda (resturant v.s) yemek yemekten kaçındığı
öğrenildi.
Psikiyatrik öyküsünde 9 yaşında iken 1-2 ay süren
kompulsif davranışları (çantasını sık kontrol etme,
elektrik fişlerini kontrol etme) olduğu ve kendiliğinden
iyileşme
gösterdiği
belirtildi.
Çocuğun
sosyal
etkileşimindeki kısıtlıkların , okul yaşantısını aksatması
ve öğretmenlerin şikayeti sebebi ile 10 yaşındayken
özel bir danışmalık merkezine başvurdukları, bu
merkez de bir yıl süre ile bireysel izleme ve oyun
tedavisine devam edildiği, bu tedavi ile belirtilerin
hafiflemediğini fark ederek kliniğimize başvurdukları
ifade edildi. İlk görüşmede kooperasyon da zorluk
yaşandı. Olgu sorulara kısa yanıtlar vermekte idi, aşırı
aksiyetesi (terleme, titreme, dudaklarını kemirme) ön
planda idi. Görüşmelere devam etmekte isteksiz
olduğunu, 1 yıllık psikoterapiye
devam etmesinin
ebeveynin katı ve zorlayıcı tutumunun sonucu olduğu
öğrenildi. Yapılan incelemelerde EEG, EKG ve dahili
muayenesi normaldi ce CDI=10 olarak saptandı.
İncelemelerden
sonra
Fluoksetine
20mg/günlük
başlandı. Tedavinin 3’üncü haftasından
itibaren
olgunun görüşmelerde daha
aktif katılımı dikkat
çekmekte idi. Okulda sınıf arkadaşları ile etkileşiminin
arttığı, sözel sınav ve
derslerde
anksiyete
belirtilerinin önemli ölçüde azaldığı, tedavinin 6’ıncı
haftasından
itibaren
beden
eğitimi
derslerine
katılmaya başladığı, topluluklarda yemek yemeye
başladığı belirlendi. Tedaviye 3 ay devam edildi. Bu
süre içinde fluoksetine ait yan etki belirlenmedi. Sosyal
ortamlarda ortaya çıkan anksiyete belirtileri önemli
ölçüde azaldıktan sonra ilaç kesilmesine karar verildi.
Tedavi sonunda CDI=7 idi. 6 aylık ilaçsız takip süresi
içinde ebeveyn ve öğretmenlerden alınan bilgi aktif
etkileşimin devam ettiği ve sosyal fobik özelliklerin
önemli düzeyde gerilediği yönündedir.
OLGU 2
13 y kız, orta 1 öğrencisi, 52 yaşında ilk okul mezunu
bir anne ile 58 yaşında orta okul mezunu bir babanın
4’üncü
ve son çocuğun ilk görüşmede sorulan
sorulara tek kelimeler ile yanıtladığı, göz kontaktından
kaçındığı ve aşırı kontrollü ve kaygılı olduğu izlenimi
edinildi. Çocukluğundan itibaren evde neşeli-hareketli
bir çocuk olduğu, dış ortamlarda ve yabancıların
yanında aşırı sessiz ve çekingen olduğu, sokakta
oyun
oynamaktan,
toplulukta
dans
etmekten
yabancıların bulunduğu ortamda yemek yemekten,
deniz havuz ve
sportif aktiviteleri yapmaktan
kaçındığı,
okulda
aşırı
çekingenliği
nedeniyle
teneffüslerde yerinde oturup dışarı çıkmadığı, 1-2 sıra
arkadaşı dışında kimse ile uzun dialoğa giremediği,
sözel sınavlar ve tahtaya yazı yazarken aksiyete
belirtileri gösterdiği ifade edilmektedeydi.
Öyküsünde 2 yaşında başlayan jeneralize epilepsi söz
konusu idi. 12 yaşına dek antipileptik kullandığı, son
1,5
yılda
nöbetlerin
olmaması
sebebiyle
antipileptiklere
ara
verildiği
öğrenildi.
Aile
anamnezinde annede depresif
özellikler dışında
anlamlı
bir
patoloji
saptanmadı.
Yapılan
değerlendirmede
EKG ve pediatrik muayenesi
normal, EEG si, normal sınırlar içinde değerlendirildi.
WSC-R ile total IQ=70, CDI=12 saptandı. Zeka
düzeyinin düşük olması ve sosyo-kültürel zorlukları
sebebiyle psikoterapotik girişimler uygun olmadığı
düşünüldü. Epilepsi eşiğini düşürmeyeceği düşüncesi
ile Fluoksetine tercih edildi. Fluoksetine 20mg/günlük
doz ile başladıktan 2 hafta sonra
çocuğun sosyal
ortamlardaki anksiyete belirtilerinin azaldığı, 4’üncü
haftadan itibaren sosyal ilişkilere aktif katılımı olduğu,
teneffüslerde sınıftan dışarı çıkıp diğer arkadaşları ile
68
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni,Cilt :V,Sayı(1-4), 1995/ Bulletin of Clinical Psychopharmacology Vol.V(1 -A), 1995
oynadığı, ailesi ile birlikte gittiği sosyal ortamlarda
yabancılarla dialoğu başlattığı, 6’ıncı haftada okul tatili
ile birlikte yaşantısında ilk kez denize girmek istediğini
ve mayo giymekten çekinmediği belirtildi. Sosyal fobik
özelliklerin 8’inci haftada tamamen kaybolmasından
sonra tedavinin 12’inci haftada kesilmesine karar
verildi. Tedavi süresinde Fluoksetine ait yan etki
bildirilmedi. Tedavi sonunda CDI=8 idi. 6 aylık ilaçsız
takipte iyilik halinin devam ettiği saptandı.
OLGU-3
12 yaş 2 aylık kız Karadenizin bir köyünde yaşayan,
54 yaşında çiftçi ilkokul mezunu bir baba ile 52
yaşında ev hanımı bir annenin
11’ninci ve son
çocuğu. Ağabeyi tarafından
muayene getirildi. İlk
değerlendirmede edinilen bilgilere göre 8 yıldan beri
annesi ve bir kaç kardeşi ve 1-2 arkadaşı dışında
kimse ile konuşmadığı, toplu ortamlarda bulunmakta,
toplu yerlerde yemek yemekte,
toplulukta
dans
etmekte, beden eğitimi dersine katılmakta umumi
tuvalete gitmekte zorlandığı ifade edildi. Son 3 ayı
İstanbul’da ağabeyinin evinde ağabeyi ve yengesi ile
tek bir kelime konuşmadan geçirdiği öğrenildi. Klinik
tabloyu başlatan anlamlı bir yaşam olayı (12’inci
kardeşin 2 aylıkken ölümü dışında) belirtilmiyor idi.
İlk öğrenimini öğretmeni ile hiç sözel iletişim kurmadan
yazışarak geçirdiği öğrenildi. Aile ile ilgili edilinen
bilgilerden, ailenin üç kız çocukunda daha
sosyal
fobik
özelliklerin
ön planda olduğu öğrenildi. İlk
görüşmede olgunun ağabeyi tedavi süresi kısa olduğu
taktirde tedaviye devam edebileceklerini ve kardeşinin
köye dönmesi gerektiğini ifade etti. Bu talep göz
önünde bulundurularak hastanın EEG.EKG, pediatrik
muayenesi istendi ve bu sürede plasebo denendi.
Plasebonun hastanın
sözel ve
sözel
olmayan
etkileşiminde
etkisi
olmadığı
görüldü.
Organik
incelemelerinde
patoloji
saptanmayan
olgunun
tedavisine Fluoksetin 20mg/günlük doz ile başlandı. 1
hafta sonraki görüşmede mood da hafif yükselme,
sözel olmayan iletişimde artma olduğu belirtildi.
Tedavinin 16’ıncı gününde oldunun ağabeysi telefonla
arayarak kardeşinin konuşmaya başladığını belirtti.
Tedavinin 17’inci gününde olan görüşmemizde sözel
iletişim kuruldu. Konuşmaya başlar başlamaz 8 yıldan
beri konuşmadığı babası ve kardeşleri ile telefonla
konuştuğu öğrenildi. İlaç tedavisine 4 hafta
daha
devam edildi. İlaça ait yan etki bildirilmedi. İlaç
kesildikten sonra köye
dönen hasta ile telefonla
yapılan görüşmelerde sosyal etkileşim ve sözel
iletişim (ilaçsız 6 aylık takipte) sürdüğü ve yeniden
okula başlamak istediği öğrenildi.
OLGU 4
10 yaşında kız, ilkokul 4’üncü sınıf öğrencisi, 40
yaşında orta öğrenimli ev hanımı bir anne ile 48
yaşında orta öğrenimli ticaret yapan bir babanın 2’inci
ve son çocuğu. Bebekliğinden
itibaren “sessiz” bir
çocuk olduğu oyun çağından itibaren çekingenliği,
yabancılarla iletişimden kaçındığı, okula başlarken 1
ay süren okul reddi ve ayrılık anksiyetesinin olduğu,
bu problemin basit rehberlik ve danışmanlık ile
çözüldüğü, okula devam etmesine
rağmen okulda
aktivitelere katılmaktan kaçındığı, özellikle sözel
sınavlarda şiddetli anksiyete belirtileri gösterdiği,
öğretmeni ve arkadaşları ile 4 yıl boyunca kısık ses ve
kısa cümlelerle konuştuğu, beden eğitimi
dersine
katılmadığı, okulun tuvaletini kullanmadığı, evden
götürdüğü yiyecekleri arkadaşlarının yanında çekindiği
için yiyemediği, yazılı sınavlarda performansının hep
çok iyi olmasına rağmen sözel sınavlarda aşırı
tedirginliği nedeniyle anksiyete belirtileri gösterdiği ve
sözel sınavın olduğu günlerde bedensel yakınmalar,
(başağrısı, karın ağrısı) olduğunu ifade ederek sözel
sınavdan kaçındığı belirtildi.
Bu
yakınmalar
sebebiyle
6
ay
kliniğimize
başvurmadan
önce başka
bir klinikte incelenerek
bireysel görüşme ve İmipramin 50mg/günlük ile
tedaviye alındığı ifade edildi. 2 ay bu tedaviye devam
eden olgu, yararlanmayınca tedaviyi bırakarak, 4 ay
aradan
sonra
kliniğimize
başvurmuştur.
Aile
anamnezinden babanın ailesinde obsesif kompulsif
olduğu öğrenildi. Hastanın grup terapisine alınmasına
karar verildi. Ancak hastanın red etmesi nedeniyle
gruba katılması
mümkün
olmadı.
İlaç tedavisi
öncesinde yapılan EEG,EKG
ve dahili muayene
normal, CDI=13 bulundu. Fluoksetin günlük 20mg ile
tedaviye başlandıktan 2 hafta sonra anksiyetenin
somatik
belirtilerinin
hafiflediği
4’üncü
haftadan
itibaren insan ilişkilerindeki çekingenliğin hafiflediği,
5'inci haftadan 3 aylık Fluoksetin tedavisi
ile
yakınmaların belirgin oranda azaldığı, tedavinin ilk
günlerinde mide bulantısının Fluoksetinin yan etkisi
olabildiği gibi hastanın sık gösterdiği bedensel
yakınmalardan biri olabileceği de düşünüldü. Tedavi
sonunda CDI=8 idi. 6 aylık ilaçsız takipte iyilik halinin
sürdüğü görülmektedir, itibaren görüşmeye
daha
rahat ve iletişime açık geldiği, buna paralel olarak
okulda sözel sınavlarda başarısının arttığı, anksiyete
belirtilerinin azaldığı, okula götürdüğü yiyeceklerin
arkadaşları ile birlikte yediği öğrenildi.
69
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni,Cilt :V,Sayı(1-4),1995 / Bulletin of Clinical Psychophamnacology Vol.V(1-4),1995
TARTIŞMA
Yukarıda anlatılan
olguların klinik belirtilerinin
Fluoksetin ile hafiflemesi, bu ajanın depresif olmayan
çocukların tedavisindeki katkısını düşündürmektedir.
Bu Birmaher ve ark. (15) çalışma sonuçları ile tutarlılık
göstermektedir.
Birmaher
ve
arkadaşlarının
çalışmasında anksiyete bozukluğu tanısı alan 16
çocuğu Fluoksetine cevabı incelenerek, olguların
%81’inde ileri-orta düzeyde anksiyete
belirtilerinin
hafiflediğini belirtilmektedir.
Black ve Uhde (14) ise alektif mutizmli olgularda
(elektif mutizm
sosyal fobinin varyansı
olduğu
varsayılarak) Fluoksetinin muhtemel yararlılığı ve kısa
süreli kullanımda iyi tolere edilirliği ve güvenirliğini
belirtmişlerdir. Bu çalışmada en hızlı klinik değişimin
kullanımının 8-12 haftalarında olduğu belirtilmektedir.
Bizim olgularda ise 3-6 haftalarda klinik belirtilerin
hızla silindiği izlenimi edinilmektedir. Fluoksetinin bu
çalışmada iyi tolere edilmesi ve yan etkilerin önemli
boyutta olmaması da bizim olguların drogu iyi tolere
etmesi ile benzerlik göstermektedir. Ancak diğer
çalışmalarda (King 1991, Birmaher 1994) çocuklarda
kullanımda yan etkilerin ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Sadece sosyal fobi tanısı alarak Fluoksetin ile tedavi
edilen çocuklarla
ilgili yayının bulunmaması bu
çalışmanın
sonuçlarını
karşılaştırma
olanağını
kısıtlamaktadır. Sosyal fobik erişkinlerde Fluoksetinin
etkinliğini inceleyen bir çalışmada ise (13) 16 kişide
12 haftalık açık-klinik bir deneyim olarak aktarılmıştır.
Bu çalışmada tedavi öncesi ve sonrasında uygulanan
depresyon
ölçeği, sosyal kaçınma ve negatif
değerlendirmeden
korkma ölçeğindeki değerlerde
anlamlı düzeyde değişme saptanmıştır.(p<0,005)
Bizim çalışmada ise olgu sayısı kısıtlılığı nedeniyle
tedavi öncesi ve
sonrasında
uygulanan CDI
değerlendirmesinde
istatistiksel
incelemeler
yapılamamaktadır. Ancak olgularda CDI puanının
tedavi sonrasında düştüğü görülmektedir. Ancak
tedavi öncesi tanısal
değerlendirmede olguların
depresyon tanısı almaması ve tedavi öncesinde CDI
değerinin eşik altı olması, olgulardaki değişikliğin
muhtemel altta yatan depresyon tedavisi ile ilgili
olmadığını düşündürmektedir.
Burada sunulan çalışma vaka sayısının yetersizliği
ve plasebo-kontrollü bir çalışma olmaması nedeniyle
ilacın
etkinliğini tartışmada yetersiz kalmaktadır.
Ancak bu alanda (sosyal fobik çocuklarda Fluoksetinin
etkinliğini incelemede) ilk yayınlanan çalışma olması
açısından anlam taşıdığı düşünmülmektedir. Ayrıca
olgular tek tek gözden geçirildiğinde bu tedaviye
başlamanın endikasyonu olgular arası farklılıklar
göstermesi ve bu içeriğin tartışılması zenginleştirici bir
faktör olarak değerlendirilebilir.
Örneğin; birinci olgunun bir yıllık psikoretapötik cevap
vermemesi, ikinci olgunun IQ
ve sosyokültürel
faktörler nedeniyle psikoterapiye alınmaması ve
epilepsi
öyküsü nedeniyle epilepsi eşiğini düşüren
ilaçların
kullanılmaması, üçüncü olgunun
elektif
mutizmin tabloya eşlik etmesi ve hastanın ailesinin
ancak kısa süreli bir tedavide iş birliği yapabilmesi,
dördüncü olgunun daha önceki ilaç tedavisine
(imipramin) yanıtsızlığı ve önerilen grup psikoterapisini
red etmesi Fluoksetine seçimine yol açmıştır. Kısa
süreli kullanım sonrasında, 6 aylık ilaçsız takip
süresinde bile iyilik halinin
sürmesi dikkate değer
görülmekltedir. Olguların sosyal etkinlikleri artması ve
sosyal
anksiyetelerinin
azalmasına
rağmen,
görüşmelerde
bilişsel
düzeydeki
zorluklarına
dokunmaktan kaçınmaları ve halen
eleştirilere
duyarlılıkları, ilaç tedavisinin psikoterapötik girişimle
birlikte, bütünleştirici bir tedavi sürecinde kullanarak
olumlu yanıt alabileceğinin düşündürmektedir.
Sonuçta, bu çalışma olgu sayısı ve yöntemdeki
kısıtlıklarına
rağmen
Fluoksetinin
kısa
süreli
kullanımda etkinliği ve güvenilirliği düşündürmektedir.
Bu
yorumların daha kesin
yapabilmesi ancak iyi
planlanmış, yeterli olgu sayısı
içeren, farklı tedavi
yöntemlerini karşılaştıran çalışmaların düzenlenmesi
ile mümkün olacaktır.
KAYNAKLAR
1. Bidel DC., Social Phobia and Overanxious Disorder in
School-Age children J. Am. Acad. Child Adolesc.
Psychiatry 1991 30 4 545-552
2. Rosenbaum-Jf, Biederman J., Pollock RA; Hirshfeld DR:
the Etiology of social phobia. J. clin Pychiatry 1994 Jun
55 suppl 16-6
3. Davidson-JR, Hughes-DI, George-LK, Blazer-DG: The
epidemiology of social phobia: Findings from the Duke
epidemiologial Cutchment Area Study. Psychol-Med
1993 Aug 23(3) 709-18
4. Marshall RD; Schneir FR.; Fallon BA, Feerick j; Liebowitz
MR: J Clin Psychiatry. Jun 55 suppl 33-7
5. Last CG., Perrin S., Hersen M., Kazdın AE.: DSM-III-R
Ankxiety Disoeders in Children: Sociodemographic and
Clinical
Charateristics:
J.Am.Acad.
Child
Adolesc
Psychiatry 1992 31 6: 1070-1076.
6. Francis G. Last CG., Strauss CG.: Avoidant Disorder and
Social Phobia in children and adolescents. J.Am. Acad.
Child Adolesc. Psychiatry 1992 31 6: 1086-1089
7. Barlow DH.: Comorbidity in social phobia: implications for
Cognitive-Behavioral treatment. Bull Meninger Clin 1994
58 (2 Suppl A): A 43-57.
8. Scholing A;
Emmelkamp PM.: Exposure with and
without Cognitive therapy for generalized social phobic
effects of individual and group treatment. Behav. Fes.
Ther. 1993 Sep:31(7) 667-81.
9. Gelernter
CS.,
et
al:
Cognitive-behavioral
and
pharmacological treatments of social phobia. A controlled
study. Arch Gen Psychiatry 1991 48 (10) 938-945.
Klinik Psikofarmakolojı Bülteni.Cilt :V,Sayı(1-4),1995 / Bulletin of Clinicaı Psychopharmacology Vol.V(1 -4), 1995
10. Liebowitz
MRPharmacotherapy
of
social,
J.Clin
Psychiatry 1993 54 31-5.
11. Rosenbaum JF:The psychopharmacology of social
phobia and comorbid disorders. Bull-Menniger clin 1994
58 (2 supple A) A 67-83
12. Liebawitz MR. et al:Phenelzine and atenolol in social
phobia. Psychopharmacol-Bull 1990 26 (1) 123-5
13. Van Ameringen M., Mancini C; Streiner DL. Fluoxetine
Efficacy in social
phobia J.Ciin.Psychiatry 1993 Jun
54(1)27-32
14. Black B, Uhde TW.; Treatment of Elective Mutism with
Fluoxetine: A
Double-Blind, Placebo-Controlled study.
J.Am. Acad child Adolesc. Psychiatry 1994 33 7 1000-
1006
15. Birmaher B. et al: Fluoxetine for childhood Anxiey
Disorders. J.Am Acad Child. Adolesc. Psychiarty 1994 33
7 993-999
16. Rosenbaum JF:, Hirshfeld DR., Bolduc-EA, Chaloff J.:
Behavioral inhibition in children : A possible precursor to
panic disorder or social phobic. J. clin Psychiatry 1991
52 supple s-9
17. Kovacs. M : Rating scale to asses depression in school
aged children. Acta Paedopsychiat 1981 46 305-315.
18. King RA, et al
Emergence of self-destructive
phenomena in children and
adolescents during
fluoxetine treatment. J Am Acad Child Adoles Psychiatry
1991 30 179-186
71
Dostları ilə paylaş: |