48
Bıyoloiik yapın, iki ayaklı hale geldiğin
andan sonra tam alt, bin yılda eksikliklerini
ancak giderdi ve yaratıcılığını felce
uğratmaktadır. «Yasal olmayan bir ana»yı
ahlâksız bir varlık olarak mahkûm eden sen
değil misin, Küçük Adam? «Nikâh bağı»yla
doğmuş «yasal» çocuklarla «ni-kâhsızlar»dan
doğmuş «yasal olmayan»
çocuklar arasında katı bir ayrım gözeten
sen değil misin? Ah zavallı yaratık, sen kendi
ağzından çıkan sözlerin anlamını bilmiyorsun:
İsa'ya tapıyor, ona büyük saygı gösteriyorsun.
İsa, elinde evlilik cüzdanı olmayan bir anadan
doğmadır. Aslında, hiç farkında olmadan,
Çocuk-İsa' ya verdiğin değerle, cinsel
özgürlüğe karşı duyduğun özleme tapıyorsun
sen ey Küçük Kılıbık Adam. «Yasal olmayan
bir çocuk» olarak dünyaya gelmiş olan İsa'yı,
yasal olmayan çocuk tanımayan Tanrının Oğlu
yaptın. Ama daha sonra, Aziz Paul gibi gerçek
sevgiden doğan çocukları mahkûm etmeye ve
gerçek kinden doğan çocuklara dinsel
yasalarının korumasını sunmaya başladın. Sen
.sefil bir Küçük
Adamsın!
Otomobillerini ve trenlerini büyük Galileo'
nun bulduğu köprüler üzerinde işletiyorsun.
Büyük Galileo'nun üç çocuk babası olduğunu
ve elinde bir evlilik cüzdanı bulunmadığını
biliyor muydun Küçük Adam? Bunu okullardaki
çocuklarına anlatmazsın. Galileo'ya bu nedenle
de işkence eden sen değil miydin?
Bütün bunlardan haberin yok senin. Çünkü
sana göre hakikat nedir ki, tarih ya da kendi
özgürlüğün için savaşmak nedir ki! Ayrıca, sen
bir görüş sahibi olacak adam mısın ki!
Seni, o senin evlilik yasalarının zincirlerine
50
Proleter General
vuran şeyin kendi cinsel sorumsuzluğun
ve cinsel açlığın olduğundan haberin bile yok.
Kendini sefil, küçük, miskin, güçsüz,
duygusuz, cansız ve bomboş hissediyorsun.
Kadının yok, ya da eğer varsa, içindeki
«insan»ı kanıtlamak için yalnızca «üstüne
çıkmak» istiyorsun. Sevgi nedir bilmiyorsun.
Kabızsın, boyuna müs-51
hil ilacı alıyorsun. Kötü kokuyorsun, cildin
yapış yapış;
çocuğunu kucağına aldığında onun
varlığını
duyamıyorsun, bu yüzden itilip kakılacak
bir enik gibi
davranıyorsun ona.
Cinsel güçsüzlüğün yaşamın boyunca
yakanı bırakmadı, seni hep rahatsız etti bu
eksikliğin. Bütün düşüncelerin bu
rahatsızlığının denetimi altındaydı. İşinde de
görülüyordu bu güçsüzlüğün getirdiği eksiklik.
Kendisine sevgi verme yeteneğinden yoksun
olduğun için karın seni bıraktı. Yersiz
kuruntularla dolusun, sinirlisin, sıkıntıdan
boğulur gibisin. Düşüncelerin hep cinsellik
çevresinde dönüyor. Seni anlayan ve sana
yardım etmek isteyen biri cinsel düzenlilikten
söz ediyor. Gündüzleri cinsel düşüncelerden
arınık olabilmen ve böylece işini yapabilmen
için geceleri cinselliğini yaşamanı sağlamak
istiyor bu kimse. Karını kollarında çaresizlik
içinde kıvranır görmek yerine mutlu görmek
istiyor. Çocuklarının benzi soluk olmasın,
tersine yanakları al al olsun, davranışları
acımasız değil sevgi dolu olsun istiyor. Ama
sen, cinsel düzenlilik sözünün edildiğini
duyunca, «Cinsellik her şey değil,» diyorsun.
«Yaşamda daha önemli şeyler vardır,»
diyorsun. Sen böylesin işte, Küçük Adam.
Ya da bir «profesyonel devrimci»sin;
«dünya proleterlerinin Führeri» olabilecek
birisin. Dünyayı çektiği acılardan kurtarmak
istiyorsun. Aldatılmış kitleler senden kaçıyor,
sense «Durun, durun!» diye bağırarak
peşlerinden koşuyorsun. «Durun ey kitleler!
Sizin kurtarıcınız olduğumu göremiyorsunuz!»
Senin kitlelerinle 52
konuşuyorum ben, Küçük Devrimci; onlara
küçük yaşamlarının sefaletini gösteriyorum.
Büyük bir heves ve umutla dinliyorlar beni.
Senin örgütlerinde toplaşıyorlar, çünkü orada
beni bulmayı umuyor onlar. Ama sen ne
yapıyorsun?
«Cinsellik bir küçük-kentsoylu
uydurmacasıdır,» diyorsun. «Önemli olan
iktisadi etkenlerdir.» Ama kalkıp Van de
Velde'nin Cinsel Teknik kitabını okuyorsun.
Bir bilge adam, senin iktisadî kurtuluşunu
bilimsel temeller üzerine oturtmayı kendine
görev edindi; sen, onu ölüm açlığına bıraktın.
Böylece karşına çıkan ilk hakikat yolunu
tıkayarak yaşamın yasalarından koptun, başka
yola saptan. Bu hakikat yolunu gösterenin ilk
girişimi başarılı oldu, sen, kalkıp ondan
yönetimi devraldın ve böylece onu ikinci kez
öldürdün. İlkin, bilge adam senin örgütünü
dağıttı. İkincisindey-se hakikat yolunu gösteren
bilge adam artık ölmüştü, bu yüzden sana
karşı koyacak durumda değildi. Bu adam,
değerler yaratan yaşama gücünün senin
çalışmanda bulunduğunu gözler önüne serdi;
ama senin gözün, bunu göremedi. Onun
toplumbilimi senin toplumunu, senin
devlerinden korumak amacını güdüyordu; sen
bunu da anlamadın. Hiç, ama hiçbir şey
anlamadın sen!
Senin o sözünü ettiğin «iktisadi etkenlerinle
bile bir şey beceremiyorsun. Yaşamdan zevk
almak için iktisadî
koşulları iyileştirmen gerektiğini sana
anlatabilmek için bilge bir insan canla başla
çalıştı, bu yolda canını verdi.
Karnı aç bireylerin kültürü
geliştiremeyeceğini anlat-
53
maya çabaladı; bütün yaşam koşullarının
iktisadî duruma bağlı olduğunu, kendini ve
toplumunu her türlü
baskı yönetimlerinden bağımsız kılman,
kurtarman gerektiğini anlattı sana. Evet, bu
bilge adam, seni aydınlatmaya çabalarken
yalnızca bir tek yanlış yaptı; senin, kendini
kurtarma yeteneğine sahip olduğuna inandı.
Özgürlüğünü, bir kez ele geçirdikten sonra
bırakmayacağına, onu koruyabileceğine inandı.
Bir yanlış daha yaptı bu adam: Senin «diktatör»
olmana izin verdi.
Bu bilge adamın bir küçük ihmalinden dev
bir yalanlar dizgesi oluşturdun. Yalanlardan,
suçlamalardan, işkencelerden, copçulardan,
cellâtlardan, gizli polislerden, ispiyonculuk ve
ihbarcılıktan, üniformalardan, mareşallardan ve
madalyalardan oluşan bir yalanlar düzeni
kurdun — bunların dışındaki her şeyi fırlatıp
attın. Şimdi, nasıl olduğunu biraz daha iyi
anlamaya başlıyor musun, Küçük Adam? «Pek
değil,» mi diyorsun? Peki, gel baştan alalım:
Yaşamda ve sevgide mutlu olmanın «iktisadî
koşullan »nı «makinalar»la karıştırıyorsun;
insanların kurtuluşu, «devletin büyüklüğü»yle
sağlanır sanıyorsun; milyonların ayaklanması
demek, top arabalarının geçit töreni yapmadı
demek diye düşünüyorsun; sevginin
bağımsızlığa kavuşmasını, Almanya'ya
geldiğinde elini uzatabileceğin her kadının
ırzına geçmekle karıştırıyorsun; yoksulluğu
önlemek için yoksul, zayıf ve çaresizleri
ortadan kaldırmak gerektiğine inanıyorsun-,
çocuk bakımıyla «yurtseverler soyu yetiştirme
»yi bir tutuyorsun; doğum denetimiyle 54
«on çocuklu analara» madalya vermeyi
birbirine karıştırıyorsun. Senin kafandan çıkan,
bu «on çocuklu ana» fikrinin kurbanı değil misin
sen sanki?
Başka ülkelerde de, şu talihsiz küçük
sözcük, «diktatörlük» sözcüğü kulaklarında
yankılandı. Oralarda bu sözcüğe şatafattı
üniformalar giydirdin ve kendi içinden, seni
Üçüncü Reich'a ve senin türünden altmış
milyon insanı mezara götüren küçük, güçsüz,
gizemli ve sadist subayı yarattın. Sonra da
kalkmış, durmadan Heil! Heil! Heil! diye
bağırıyorsun.
İşte sen böylesin, Küçük Adam. Ama
kimse sana neye benzediğini söylemeye
cesaret edemiyor. Çünkü
senden korkuyorlar Küçük Adam, ve senin
küçük olmanı istiyorlar.
Kendi mutluluğunu yiyip bitiren sensin.
Tam bir özgürlük içinde mutluluğun tadını
çıkardığın olmadı hiç.
Bu yüzden büyük bir oburluk içinde kendi
mutluluğunu yiyorsun ve mutluluk sağlama,
onu koruma sorumluluğunu hiç üstlenmiyorsun.
Mutluluğunu korumayı, onu, bir bahçıvanın
çiçeklerini, bir çiftçinin ürünlerini yetiştirdiği,
onlara gereken besini verdiği gibi beslemeyi
öğrenmekten yoksun bıraktılar seni.
Büyük araştırmacılar, ozan ve bilgeler
kendi mutluluklarını korumak için senden
kaçtılar. Senin çevrende, senin yörende
mutluluğu yiyip bitirmek kolay ama onu
korumak çok güçtür Küçük Adam.
Neden söz ettiğimi bilmiyorsun, değil mi
Küçük Adam? Bak dinle: Bir araştırmacı kendi
bilim dalı ya da makinası ya da toplumsal
55
Kendi mutluluğunu yiyip bitiren sensin
fikri üzerinde on yıl, yirmi ya da otuz yıl,
hiç durmadan çalışır. Yeni bulguların ağır
yükünü tek başına taşımak zorundadır. Senin
aptallıklarının, yanlışlarla dolu küçük fikir ve
ideallerinin doğurduğu sonuçlara katlanmak, bu
yanlışları anlayıp çözümlemek ve sonunda,
onların yerine kendi yargı ve bulgularını
koymak zorundadır. O bunları
yaparken sen ona hiç yardımcı olmazsın
Küçük Adam. Hiç, ama hiç işi-56
ni kolaylaştırmaz, tersine "güçleştirirsin.
Örneğin şunları söyleyemezsin: «Bak dostum,
durumları düzeltmek için ne kadar çok
çalıştığını görüyorum. Benim makinam, benim
çocuğum, benim karım, benim dostum, benim
evim, benim tarlalarım konusunda çalıştığım da
anlıyorum. Uzun yıllardır şundan şundan
yakınıyorum, ama bu dertlerden kurtulmayı
başaramadım. Bana yardımcı olmana bir
katkıda bulunabilir iniyim?» Hayır, Küçük
Adam, yardımcına yardım etmeye kalkmadın
hiçbir zaman. İskambil oynarsın sen ancak, ya
da bir horoz dövüşünde avazın çıktığınca
bağırırsın, ya da bir büro ya da maden
ocağında aptal aptal köleliğini sürdürürsün.
Ama yardımcına yardıma koşmazsın hiçbir
zaman. Neden biliyor musun? Çünkü, her
şeyden önce, bir araştırmacının sana
düşüncelerinden başka verecek hiçbir, şeyi
yoktur. Kâr dağıtmaz, ücret yükseltmez, toplu
sözleşme yapmaz, yılbaşı ikramiyesi vermez
ve bir elin yağda bir elin balda yaşamam
sağlayamaz. Yalmzca kaygı verebilir bir
araştırmacı, sense kaygı
istemiyorsun, yeterinden çok kaygı, ve
tasa duyuyorsun çünkü.
Ne var ki, yalmzca uzak durmakla, yardım
elini uzatmamak ya da yardım etmemekle
kalsan, araştırmacı senin bu tavrından dolayı
mutsuz olmayacaktır. Ne de olsa o senin için
düşünüyor, tasalanıyor ve araştırmalarını
«senin için» yapıyor değildir. Onun yaşamsal
işlevleri onu bunu yapmaya ittiği için bu yolda
çalışmaktadır. Senin için tasalanmayı ve sana
acımayı parti önderlerine ve din adamlarına
bırakmış-
57
tır. Onun istediği tek şey, senin sonunda
kendi kendine bakabilme, kendini düşünebilme,
kendin için tasalanma yetisini geliştirdiğini
görmektir.
Ama sen yardım etmemekle kalmıyorsun;
balon gibi patlıyor, çevreye tükrükler
saçıyorsun. Araştırmacı uzun ve zorlu bir
çalışmadan sonra karına neden mutluluk
veremediğini, onu neden yürekten
sevemediğini ortaya çıkardığında, kalkıp bu
araştırmacının kendisinin bir şeh-vet düşkünü
olduğunu öne sürüyorsun. Kendi içindeki
şehvet düşkününü gözden ırak tutmak için
bunu söylediğini ve sevme yeteneğinden
yoksun olmanın nedeninin bu olduğunu
aklından geçilmiyorsun. Ya da bir araştırmacı
insanların neden kitleler halinde kanserden
öldüklerini keşfetmiş de, bu bulgusunu
açıklamışsa ve sen, Küçük Adam, bir Kanser
Patolojisi Profe-sörüysen, hele güzelce bir
aylığın da varsa, araştırmacının bir sahtekâr
olduğunu ya da havadaki mikroplar konusunda
hiçbir şey bilmediğini; araştırmaları için çok
para harcadığını ya da aldığını söyleyeceksin;
ya da onun bir Yahudi mi, yoksa bir yabancı mı
olduğunu soracaksın; ya da «senin»
kanser sorunun, senin çözemediğin sorun
üzerinde çalışma yetkinliği olup olmadığını
saptamak için onu muayene etmeye
kalkacaksın; ya da hastalarının yaşamını
kurtarmak için senin büyük bir gereksinme
duyduğun şeyi onun bulduğunu kabul
etmektense, çok, ama pek çok kanserli
hastanın öldüğünü
görmeyi yeğleyeceksin.
Sana göre meslek onurun ya da bankada-
58
ki hesabın ya da radyum sanayisi ile olan
ilişkin, hakikatten ve öğrenmekten çok daha
önemlidir. İşte bu yüzden çok küçük ve
sefilsin, Küçük Adam.
. Yani demek istiyorum ki, yardım
etmemekle kalmıyorsun, senin adına ya da
senin yerine yapılan işi çirkince bozuyorsun.
Şimdi anlıyor musun mutluluk neden senden
kaçıyor? Mutluluk, uğrunda çalışılmasını
gerektirir; mutluluk gökten yağmaz, kazanılır.
Oysa sen mutluluğu yalnızca yalayıp yutmak
istiyorsun; bu yüzden senden kaçıyor o da;
senin kendisini kemirmeni, yutmanı istemiyor.
Araştırmacı, zamanla, bulgularının
kullanım değeri olduğuna, diyelim belli
hastalıkların iyileştirilmesini, ya da bir ağırlığın
kaldırılmasını, kayaların parçalanmasını, ya da
ışınların maddenin içine geçmesini sağlayarak
maddenin içinin görülebilmesini olası kıldığına
birçok insanı inandırmayı başarır. Sen,
gazetede okumadan bunlara inanmazsın
Küçük Adam, çünkü kendi öz duygularına
güvenmiyorsun. Seni küçük gören kimseye
saygı duyuyor, kendini küçük görüyorsun; bu
yüzden kendi öz duygularına güvenemezsin
işte. Ama araştırmacının bulgusu gazetelere
geçtiğinde, yürüyerek değil, koşarak gelir
yardım istersin. Daha dün sahtekâr dediğin,
şehvet düşkünü, şarlatan ya da kamu ahlâkını
hiçe sayan tehlikeli bir adam diye andığın
araştırmacının bir «dehâ» olduğunu ilan
edersin. Artık ona bir
«dâhi» diyorsundur. «Yahudi» nedir
bilmediğin gibi, «hakikat» ya da «mutluluk»
nedir bilmediğin gibi, bir dâhi ne-59
dir bilmiyorsun, öyle mi Küçük Adam?
Jack London'ın Martin Eden adlı kitabında
sana söylediği sözlerle açıklayayım bunu da:
"Dâhi", insanın satışa çıkardığı ürünlerinin
üzerine yapıştırdığı bir markadır. Eğer (daha
dün bir «şeh-vet düşkünü» ya da «deli» olan)
araştırmacı bir «dâhi»yse, onun ortaya
koyduğu mutluluğu yiyip bitirmek senin için
daha kolaydır. Çünkü artık pek çok küçük
adam çıkar ve seninle birlikte, «Dâhi, dâhi»
diye bağırmaya başlar. İnsanlar artık akın akın
gelmekte, ürünlerini avucu-nun içinden
yemektedirler. Bir doktorsan eğer, hastaların
çoğalacaktır; daha önce olduğundan çok daha
kolay iyileştirebilirsin onları ve çok daha fazla
para kazanabilirsin. «Bunda ne kötülük var
sanki,» diyeceksin Küçük Adam. Doğru,
haklısın, dürüst ve iyi çalışarak para
kazanmakta hiçbir kötülük yok kuşkusuz.
Ama, o buluşa hiçbir şey vermemek, onu
korumamak, yalnızca sömürmek çok kötüdür.
Senin yaptığın budur işte. Buluşun gelişmesine
katkıda bulunacak hiçbir şey yapmıyorsun.
Mekanik bir biçimde oburca, aptalca
kabulleniyorsun bulguyu. Onun getirdiği yeni
olasılıkları ya da kısıtlamaları
görmüyorsun. Olasılıkları görmüyorsun
çünkü görüşün yok, kısıtlamalanysa görüyor
ama kabullenmiyor, çiğniyorsun.
Eğer bir doktor ya da bakteriyolog olarak
tifo ya da koleranın bulaşıcı hastalıklar
olduğunu biliyorsan, kanser hastalığında
mikroorganizma arar ve böylece onlarca yıllık
araştırmayı yok sayarsın. Bir keresinde bir
büyük adam, makinalann belli yasalarla
çalıştığını gösterdi sana; kalktın öl-
60
dürmede kullanılan makinalar yaptın,-
canlıları da makina yerine koydun. Bu yanlışı
üç onyıl değil, üç yüzyıl sürdürdün; yanlış
kavramlar, yüz binlerce bilim işçisinin
kafasında kök saldı; dahası, yaşamın kendisi
ağır hasar gördü; çünkü canlıları makina yerine
koyduğun andan sonra —onurunu ya da
profesörlüğünü, dinini, bankadaki hesabını ya
da kişilik zırhını korumak için— yaşama
işlevleri göstermeye başlayan herkesi
suçladın, katlettin, şu ya da bu biçimde onlara
zarar verdin.
Anlıyorum, «dâhillerin olsun istiyorsun,
onlara gereken saygıyı göstermeye de razısın.
Ama iyi bir dâhi istiyorsun sen. Uysal, terbiyeli
bir dâhi, çılgınlıkları olmayan, kısacası halim
selim, ölçülü ve uyarlanmış bir dâhi istiyorsun;
bütün engel ve kısıtlamaları çiğneyen, kural
tanımaz, ehlileşmemiş bir dâhi değil. Kısıtlı,
kanatlan kırpılmış ve süslenip püslenmiş bir
dâhi istiyorsun sen; kasabalarının sokaklarında
utkulu tavırlarla dolaştırabileceğin, insan içine
çıkarmaktan utanmayacağın bir dâhi
istiyorsun. İşte sen böylesin, Küçük Adam.
Kaşık atmayı, kepçe daldırmayı iyi
beceriyorsun ama yaratma yetisinden
yoksunsun. Zaten bu yüzden böylesin, bu
yüzdendir ki, yaşamın boyunca sıkıcı bir
büroya ya da bir resim masasının başına
kapanıyorsun, sırtına deli gömleği geçirir gibi
parmağına evlilik yüzüğü geçiliyorsun. Ve bu
yüzdendir ki çocuklardan nefret eden bir
öğretmensin. Gelişme yok sende, yeni bir
düşünce geliştirmene olanak yok, çünkü sen
yalnızca 61
aldın bugüne dek, bir başkasının gümüş
tepside sunduğu şeyi kaşıkladın yalnızca.
Bunun neden böyle olduğunu
anlayamıyorum diyorsun öyle mi? Ama başka
türlü olamaz ki? Bunun
nedenlerini ben söyleyebilirim sana. Küçük
Adam, çünkü sen, bir hayvan gibi huysuz bir
halde bana geldiğinde tanıdım seni; seni o
halinle gördüm. Büyük bir boşluk ya da
güçsüzlük duyduğun, ya da ruhsal-akılsal
sağlığının en bozuk olduğu anda geldin bana.
Böylece, seni tanıdım. Sen yalnızca çorbaya
kepçe daldırmasını bilirsin, yalnız almasını
bilirsin sen. Bir şey yaratamaz, veremezsin.
Çünkü temel bedensel davranışın sürekli
olarak kendini tutmanı ve kin gütmeni
gerektiriyor; çünkü için-Kanatları kırpılmış,
sokaklarda utkulu tavırlarla
dolaştırabileceğin, insan içine çıkarmaktan
utanmayacağın bir dâhi istiyorsun
62
de gerçek ve doğal sevgi ve verme
duygusu uyandığında birden paniğe
kapılıyorsun. Sendeki alma eyleminin temelde
yalnızca bir anlamı var: Kendini büyük bir
oburluk içinde parayla, mutlulukla, bilgiyle
doldurmak istiyorsun, çünkü kendini boş, aç,
mutsuz hissediyorsun Küçük Adam; gerçekten
bilgili saymıyorsun kendini, ya da gerçekten
öğrenmek istediğine inanmıyorsun. Gene aynı
nedenle hakikatten kaçıyorsun. Küçük Adam:
İçinde bulunan sevgi, tepkesini salıverir diye
kaçıyorsun ondan. Hakikat, kaçınılmaz olarak,
burada sana benim göstermek istediğim,
anlatmakta yetersiz kaldığım şeyleri
gösterecektir çünkü. Sense bunu istemiyorsun
Küçük Adam. Yalnızca bir tüketici ve yurtsever
gibi görünmek istiyorsun, o kadar.
«Şuna da bak! Yurtseverliği yadsıyor bu
adam! Devletin, ve onun özü olan ailenin
koruyucusu yurtseverliği yadsıyor! Bu adamı
susturmak gerek!»
Sendeki ruhsal kabızlıktan sözedildiğini
duyunca böyle bir yaygara kopanyorsun işte.
Bu sözleri dinlemek, anlamak istemiyorsun.
Bağırmak istiyorsun yalnızca. Haydaa! İyi
güzel ama, mutlu olma yetisinden yoksun
olmanın nedenlerini sakin sakin anlatmama
neden izin vermiyorsun? Gözlerinde korku
görüyorum-, bu soru seni çok ilgilendirmişe
benziyor. «Dinsel hoşgörü »den yanaşın değil
mi. Dilediğin dine, kendi dinine inanmak
istiyorsun. Buna bir diyeceğim yok. İyi
ediyorsun. Ama bu kadarla kalmıyorsun ki?
Kendi dininden başka din olmasın istiyorsun.
Kendi dinine karşı hoşgörülüsün, ama baş-
63
kalannınkine karşı hiç de hoşgörülü
değilsin. Biri kalkıp da bir kişisel Tanrı yerine
doğaya hayranlık duysa, ve doğayı anlamaya
çalışsa, öfkeden kuduruyorsun. Evli çiftler artık
bir arada yaşayamayacaklarını anladığında,
eşlerden birinin ötekini dava etmesini, karısını
ya da kocasını
ahlâksızlıkla, kabalıkla suçlamasını
istiyorsun. Karşılıklı verilmiş uygar bir ayrılma
kararını, boşanmak için geçerli neden
saymıyorsun sen, ey büyük isyancıların küçük
torunu. Sen de bir şehvet düşkünüsün çünkü
ve bundan korkuyorsun. Hakikati, bir aynada,
elle tutamayacağın bir yerde görmek
istiyorsun.
Sendeki tutucu yurtseverlik, bedensel
katılığından, kasılmalarından, ruhsal
kabızlığından kaynaklanıyor Küçük Adam.
Hakikati söyleyen dostlarını kılıçtan
geçiriyorsun ama gene de, dostun olduğum için
söylüyorum bunları, seni aşağılamak için değil.
Şu senin yurtsever dediklerine bir göz atalım:
Onlar yürümez, asker gibi uygun adım giderler.
Düşmandan nefret etmezler, her on yılda bir
falan değiştirdikleri «geleneksel düşman »lan
vardır onlann. Geleneksel düşman bir on yıl
sonra
geleneksel dost olur, sonra gene
geleneksel düşman. Türkü söylemezler; askerî
havalar «bağırırlar».
Kadınlarını kucaklamazlar; onlann «üstüne
çıkar» gecede şu kadar «sefer» şunu, şunu
«yaparlar.»
Benim hakikatim karşısında yapabileceğin
hiçbir şey yok, Küçük Adam. Olsa olsa,
geçmişte pek çok gerçek dostuna yaptığın gibi
gebertirsin beni. İsa gibi, Rat-henau, Karl
Liebknecht, Lincoln ve daha birçok-, lan gibi
öldürebilirsin beni. Almanya'da buna
64
«alaşağı etmek» diyordunuz. Uzun
vadede, bu yaptıklann seni alaşağı etti. Ama
gene de kendine göre bir yurtsever olmaktan
vazgeçmedin. Sevgiye hasretsin, işini seviyor
ve ekmek paranı ondan kazanıyorsun; senin
işin, benim bilgimle, ve başkalannın bilgisiyle
beslenmektedir. Sevginin, çalışmanın ve
bilginin anayurdu yoktur, gümrük denetiminden
geçmez bunlar, üniforma tanımaz. Onlar,
evrenseldir ve bütün insanlığı kapsar. Ne var
ki, sen küçük bir yurtsever olmak istiyorsun,
gerçek sevgiden korkuyorsun çünkü, işine
karşı olan sorumluluğundan, bilgiden
korkuyorsun. Bu yüzdendir ki sen yalnızca
başkalarının sevgisini, çalışma ve bilgisini
sömürmekten başka bir şey yapamazsın,
bunlan kendin asla yaratamazsın.
Bu yüzdendir ki, kendi mutluluğunu
aydınlıktan ürken bir gece hırsızı gibi
çalıyorsun; ve bu yüzdendir ki, baş-kalannın
mutlu olduğunu gördüğünde kıskançlıktan
çatlarsın.
Kendi mutluluğunu aydınlıktan ürken bir
gece hırsızı gibi çalıyorsun 65
«Susturan şu adamı! Yabancı uyruklu o!
Bir göçmen! Oysa ben bir Almanım, Amerikalı,
Danimarkalıyım, Norveçliyim!»
Bırak bu sözleri Küçük Adam! Sen hem bir
Amerikan göçmeni hem de bir dünya
göçmenisin. Anadan doğma bir göçmensin
sen. Bu dünyaya bir rastlantı sonucu
gelmişsin, ve geldiğin gibi, sessizce
gideceksin. Neden bağırıyorsun böyle, biliyor
musun? Korkuyorsun da ondan. Bedeninin
kaskatı kesildiğini, giderek kuruduğunu
hissediyorsun. İşte bu yüzden korkuyor ve
yardım çağırıyorsun. Ama sana yardıma
gelenlerde de benim hakikatimi bastıracak güç
yok ki? Senin yardımcıların bile bana gelip
karısından, hasta çocuğundan yakmıyor.
Gösterişli giysilerini kuşandığında içindeki
insanı gizliyor O; ama benden hiçbir şeyini
gizleyemez; onu da çırılçıplak gördüm ben.
Neden bağırıyorsun böyle, biliyor musun?
Korkuyorsun da ondan 66
«Polise kaydım yaptırmış mı? Evrakları
tamam mı? Vergilerini düzenli ödemiş mi?
Araştırın, soruşturun. Bu adam devlet için bir
tehlikedir, ulusun onurunu lekelemektedir!»
Evet, Küçük Adam, polise kaydımı
yaptırdım, gerekli tüm işlemleri yaptırdım,
evraklarım tamam ve vergimi tümüyle ödedim.
Aslında ne devlet senin umurunda ne de
ulusun onura. Senin doğal yapım, hasta bakım
odamda gördüğüm
haliyle kamuya açıklayacağım diye ödün
kopuyor, korkudan tir tir titriyorsun. Bu yüzden
bana bir siyasal suç
yüklemenin, beni yıllarca parmaklıklar
ardına kapatmanın yollarım arıyorsun. Seni iyi
tanırım, Küçük Adam. Diyelim bir Savcı
Yardımcısısın, yurttaşı ya da yasaları korumak
umurunda bile değil; seni ilgilendiren tek şey,'
okkalı bir
«dava» yakalayıp, bir an önce
Başsavcılığa atanmaktır.
Küçük Savcı Yardımcılarının istediği tek
şey budur işte. Sokrat zamanında da böyleydi,
ona da aym şeyi yaptılar.
Ama tarihten ders almazsın ki sen.
Sokrat'ı sen öldürdün, bugün bile bu yaptığının
farkında değilsin ve bu yüzden hâlâ
bataklıktasın. Sokrat'ı senin iyi ahlâkım hiçe
saymakla suçladın. O bugün de senin o
kurallarım hiçe sayıyor, ey zavallı Küçük
Adam. Onun bedenini öldürdün ama aklım
öldüreme-din. «Düzen»in çıkarları uğrana
öldürmeyi sürdürüyorsun; ama korkakça, sinsi
sinsi öldürüyorsun. Beni herkesin önünde
ahlâksızlıkla suçlarken doğrudan gözlerimin
içine bakamazsın. Çünkü hangimizin daha
ahlâksız, hangimizin şehvet düşkünü,
hangimizin açık saçık yayınla-67
nn hayranı olduğunu çok iyi biliyorsun. Biri
sayıları kabarık olan tanışları arasında açık
saçık fıkra anlatmayan tek bir kişi olduğunu
söylemişti; o bir kişi bendim. Hangi önemli, ya
da önemsiz konumda olursan ol, açık saçık
fıkralardan pek hoşlanıyorsun Küçük Adam,
bunu adım gibi biliyorum, bunların hangi
kaynaktan geldiğini de biliyorum. İyisi mi sesini
çıkarma sen. Kimin suçlu çıkacağı belli olmaz.
Ama bak, gelir vergimi yüz dolar eksik
tuttuğumu kanıtlamayı başarabilirsin; ya da bir
kadınla eyalet sınırını
geçmekle ya da sokaktaki bir çocukla tatlı
tatlı konuşmakla suçlayabilirsin beni. Bu
Uzayan hasret
68
yukarıdaki üç tümce, ancak senin ağzında
bir suçlama niteliğine bürünebilir; özel bir ses
tonuyla, yapış
yapış ve hain, kötü bir sesle söyleyebilirsin
bu sözcükleri. Bunu ancak sen becerebilirsin.
Ve başka hiçbir şey bilmediğinden, benim de
sana benzediğimi sanırsın. Yok, Küçük Adam,
ben sana benzemem ve bu konularda hiçbir
zaman sana benzemedim. Bu sözlerime inanıp
inanmayacağın umurumda değil. Sende
makinah tüfek, bendeyse bilgi var evet,
biliyorum. Rol bölümü yapılmış.
Bak, Küçük Adam, sen kendi varlığını
şöyle yıkıyorsun:
1924 yılında insan kişiliğinin bilimsel bir
incelemesinin yapılmasını önerdim. Hevesli
görün-dün.
1928'de çalışmalarımız ilk somut
sonuçlarını vermeye başladı. Gene büyük bir
heves ve isteklilik gösterdin, bana onursal
rektörlük sanı bile verdin.
1933 yılında, aldığım bu sonuçlan senin
ya-yınevlerinden birinde kitap haline getirmek
istedim. Hitler iktidara yeni gelmişti. Hitler'in,
senin kişiliğinin kabuk bağlamış olması
nedeniyle iktidara geldiğini gördüm. Kitabı kendi
yayınevinde basmayı kabul etmedin, çünkü
kitap, senin, bir Hitler'i nasıl ürettiğini
gösteriyordu.
Kitap gene de yayımlandı, sen de
istekliliğini sürdürdün. Ama bu kez susarak,
kitabı yo-kumsayarak öldürmeye kalktın,
çünkü «Başkan» ın kitaba karşı olduğunu
açıklamıştı. Başkanın, 69
ayrıca analara, çocuklarının, cinsel
organlarında duydukları heyecanların
bastırılması gerektiğini ve bunun için de onları
soluklarını tutmaya alıştırmaları için
zorlamalarını söylüyordu.
Tam on iki yıl sustun. Bir zamanlar ilgini
çeken, övgünü kazanan kitabımdan hiç söz
etmedin. 1946'da kitap ikinci basımını yaptı.
Onun bir «klasik» olduğunu ilan ettin. Bugün
bile hâlâ tutuyorsun kitabımı, beğeniyorsun.
Bireysel sağaltımın değil, zihinsel
bozuklukların (akıl hastalıklarının)
önlenmesinin önemli olduğunu sana öğretmeye
başladığım günden bugüne tam' yirmi iki uzun,
sıkıntılı ve olaylarla dolu yıl geçti. Yirmi iki yıl
boyunca, insanların şu ya da bu çılgınlığa
düşmelerinin, şu ya da bu belalara
dolanmalarının zihin ve bedenlerinin kaskatı
kesilmesinden, sevgi duyma, sevme ve bunun
tadını çıkarma yetisinden yoksun olmalarından
kaynaklandığını öğrettim sana.
İnsanların gövdesinin, sevme edimi
sırasında başka hayvanlannki gibi kasılıp
gevşeyememe-si nedeniyle bunun böyle
olduğunu anlatmaya çalıştım.
Bunu ilk söylediğim günden yirmi iki yıl
sonra, bugün, kalkmış dostlarına, bireysel
sağaltımın değil, zihinsel bozuklukların
önlenmesinin önemli olduğunu söylüyorsun. Ve
binlerce yıl nasıl davrandınsa, gene öyle
davranıyorsun: Varılacak hedefin ne olduğunu
söylüyor ama ona nasıl erişileceğini
açıklamıyorsun. İnsan kitlelerinin sevisel
yaşamından söz edemiyorsun. «Akıl
hastalıklarını önlemek» istiyorsun. Bunu 70
söylemekte sakınca görmüyorsun;
zararsız ve ağırbaşlı sözcükler bunlar sana
göre. Ama işi, boy gösteren cinsel yoksulluğa
dokunmadan yapmak istiyorsun. Cinsel
yoksulluk sözcüklerini ağzına bile almıyorsun;
çünkü yasak. Ve bir tıp doktoru olarak içinde
bulunduğun bataklıktan çıkamıyorsun.
Bir teknisyen kalksa, uçma tekniklerini
açıklasa, ama motorla pervanenin gizlerinden
hiç söz etmese, nasıl olur?
İşte, ruhsal-sağaltımın teknisyeni olan sen
böyle davranıyorsun. Korkaksın sen.
Tasımdaki hoşafın tanelerini ayıklayıp yemeye
varsın ama güllerimin dikenine katlanamazsın.
Beni pis fıkralarına konu eden sen değil misin,
ha?
Bana «bedensel boşalma peygamberi»
diyen sen değil misin? Ha, Küçük ruh doktoru?
Bedenleri güçsüz kocalar tarafından hırpalanan
genç gelinlerin yakınmalarını duymadın mı hiç?
Duydukları sevginin gereğini yerine
getirememekten çatlayan ergin çocukların
çektiği acıya tanık olmadın mı hiç? Gene de
güvenliğinin hastalarından daha önemli
olduğunu söylüyorsun, ha? Daha ne kadar
ağırbaşlılık dediğin o şeyi tıbbi
yükümlülüklerine yeğ
tutacaksın? Kullandığın taktiklerin,
milyonların yaşamına malolduğu gerçekliğini
daha ne kadar görmezlikten geleceksin?
Güvenliğini, hakikate yeğ tutuyorsun.
Acun-sal Yaşam Enerjisi'ni bulduğumu
duyduğunda, «Bu ne işe yarar?
Hastalan nasıl iyileştirir?» diye sormadın.
Yok, buna benzer bir soru duymadım senden.
Ancak, «Maine eyaletinde doktor-71
luk yapma ruhsatı var mıymış» diye
sordun. Senin o küçük ruhsatlarının benim
çalışmalarımı bozmaktan
—ama azıcık bozmaktan— başka işe
yaramayacağını, çalışmalarımı
engelleyemeyeceğini bilmiyorsun.
Coşkusal vebanın ve yaşam enerjisinin
bulgucusu olarak bu dünyanın her yanında bir
anlam ifade ettiğimi, benden fazla bilgisi
olmayan hiç kimsenin beni sınayamaya-cağını,
denetleyemeyeceğini bilmiyorsun.
Şimdi, gelelim senin şu özgürlük
sarhoşluğuna. Bugüne dek hiç kimse, neden
kendine özgürlük sağlayamadığını, ya da
sağladınsa neden hemen bir yeni efendiye
teslim ettiğini sormadı.
«Şuna da bakın! Dünya proleterlerinin
devrimci dalgasına dil uzatıyor! Demokrasiye
dil uzatıyor!
Gebertin şu karşı-devrimciyi! Kahrolsun
karşı-devrimciler!»
Dur, dur, heyecanlanma birden, sen ey
demokratların ve bütün dünya proleterlerinin
küçük Führer'i.
Bana kalırsa, gelecekte sahip olacağın
gerçek özgürlük, senin Parti Kongrelerinde
alacağın on binlerce karardan çok şu bir
sorunun yanıtlanmasına bağlıdır.
«Gebertin şunu! Ulusun ve devrimci
proletaryanın onurunu lekeliyor! Kurşuna dizin!
Haydi duvar dibine!»
Ne "Viva!" diye haykırman, ne de
"Gebertin!" diye bağırman seni amacına bir
adım bile yaklaştıracak değildir, Küçük Adam.
İnsanları «duvar dibine dikmekle» özgürlüğüne
kavuştuğunu sanıyordun, değil mi.
Bir kerecik olsun kendini ayna karşısına
diksene!
72
«Öldürün, gebertin!»
Dur bir dakika, Küçük Adam. Seni
aşağılamak, küçültmek değil amacım,
yalnızca, neden bugüne dek özgürlüğünü elde
edemediğini ya da elinde tutamadığını
göstermek istiyorum, o kadar. Bunu öğrenmek
istemez misin, ha?
«Öldürün, gebertin, öldürün!»
Pekâlâ, kısa keseceğim: Bir rastlantı
sonucu özgür bir durum içinde bulunduğunda,
içindeki Küçük Adamın nasıl davrandığını
anlatacağım sana. Diyelim çocuk ve erginlerde
cinsel sağlığın sağlanma ve korunması üzerine
çalışmalar yapan bir Enstitüde öğrencisin. Bu
«harikulade fikir» çok hoşuna gitti, savaşa
katılmak istedin. Benim enstitümde şöyle bir
olay oldu: Öldürün,: gebertin!
Öğrencilerim mikroskoplarının başına
çökmüş, yaşam zerreciklerini inceliyorlardı.
Sense 73
Acunsal Yaşam Enerjisi toplayan aygıtta
oturu-yordun, çıplaktın. Gelip senin de
incelemelere katılmanı önerdim.
Bunun üzerine, toplama aygıtından
çırılçıplak kalktın, kızların ve kadınların
arasında tüm çıplaklığını sergiledin.
Seni hemen azarladım, ama neden
azarlamakta haklı olduğumu anlayamıyordun.
Bense kendi payıma, senin bunu anlamamanın
nedenini kavrayamamıştım. Daha sonra,
seninle yaptığım ayrıntılı bir tartışma sonunda,
cinsel sağlığı
savunan bir Enstitüde, bu türden bir
özgürlük olmasını beklediğini itiraf ettin. Çok
geçmeden, Enstitüye ve onun temel fikrine
karşı büyük bir kin ve aşağılama duyduğunu
ve bu yüzden öyle uygunsuz davrandığını
anladın.
Özgürlüğünü poker fişi gibi harcadığına bir
başka örnek vereyim. Yaşamının her anında
büyük bir cinsel açlık içinde bulunduğunu,
karşı cinsten olan herkese büyük bir
doymakbilmez-likle baktığını artık şu kadarcık
çocuklar bile biliyor; dostlarınla sevgi
konusunda konuştuğunda, ağzından yalnızca
açık-saçık fıkraların çıktığını, kısacası, aklının
yalnızca iğrenç ve açık-saçık şeylere
çalıştığını herkes gibi, benim gibi, sen de
biliyorsun. Bir gece, arkadaşlarınla sokakta
yürüyordunuz, hep bir ağızdan şöyle
bağırdığınızı duydum: «Kadın istiyoruz! Kadın
istiyoruz!»
Geleceğinden kaygı duyduğum için,
mutsuzluğunun nedenini anlamayı ve bunu
ortadan kaldırmayı öğrenmeni sağlayabilecek
örgütler kurdum. Sen ve dostların, bu
toplantılara oluk oluk akın ettiniz. Bunun sebebi
neydi acaba Kü-
74
çük Adam? Başlangıçta bunun içtenlikli bir
davranış olduğunu sandım, yaşantını
iyileştirmek için büyük bir istek duyduğunu,
toplantılara bu yüzden geldiğini sandım. Seni
harekete geçiren dürtünün ne olduğunu ancak
bir hayli zaman sonra anladım. Buranın değişik
türden yeni bir genelev olduğunu sandın,
kendine kolay yoldan bir kız bulacağını, üstelik
beş para bile vermeden gününü gün edeceğini
umdun. Bunu anlayınca aslında senin
yaşantını
iyileştirmene yardımcı olmak için kurulmuş
olan bu örgütleri dağıttım. Böyle bir örgütün
toplantısında bir kızla tanışmakta bir kötülük
gördüğümden değil, bu örgütlere böylesi iğrenç
düşüncelerle yaklaştığın için dağıttım hepsini.
İşte bu yüzden kalktı bu örgütler ve sen, bir
kez daha bataklığın içindeki yerini korudun. .
Ne o, bir şey mi dedin?
«Proletaryayı bozan kentsoylulardır.
Proletaryanın Führer'leri bu bozukluğu
giderecek. Bu pisliği askeri güçle,
yumruklanyla temizleyecekler. Hem ayrıca,
proletaryanın cinsel sorunları kendiliğinden
çözümlenecek.»
Bu sözleri çok duyduk, Küçük Adam.
Proleterlerin anayurdunda da böyle
yapmışlardı: cinsel sorunların kendiliğinden
çözümlenmesini beklemişlerdi. Bunun sonucu
Berlin'de görüldü: Proletaryanın askerleri gece
sabahlara dek kadınların ırzına geçtiler. Bunu
sen de biliyorsun. Senin o «devrimci onur»
şampiyonları, «dünya
proleterlerinin askerleri» seni öyle bir
lekelediler ki, daha yüzyıllarca taşıyacaksın
alnındaki bu karayı. Bu gibi olaylar «yalnızca
savaşta
75
olur» diyorsun, ha? Öyleyse gel bir başka
öykü anlatayım sana: Proletaryanın
diktatörlüğüne büyük bir coşkuyla inanan,
Führer niteliklerine sahip biri, cinsel düzenlilik
konusunda da inançlı görünüyordu. Bana geldi
ve şunları söyledi: «Harikasın sen. Karl Marx
nasıl insanlara ekonomik bağımsızlığa
kavuşmanın yolunu gösterdiyse, sen de
insanlığa cinsel bağımsızlığa kavuşmayı
öğrettin: 'Gidin, önünüze geleni becerin, dedin
onlara.'» Ben, böyle, demişim. Sen, her şeyi
ters anlarsın, Küçük Adam. Benim sevgiyle
sarılma dediğim şey, senin yaşamında iğrenç
bir yatak serüveni haline gelir.
Neden söz ettiğimin bile farkında değilsin,
Küçük Adam. İşte bu yüzdendir ki tekrar tekrar
ve de gidip gidip batağa saplanıyorsun.
Eğer sen, Küçük Kadın, hiçbir özel nitelik
ve yeteneğin olmadığı halde, yalnızca kendi
çocuğun yok diye öğretmenlik ediyorsan, bu
uğraşı seçmenin tek nedeni buysa eğer,
verdiğin zararların haddi hesabı yok demektir.
Senin görevin çocukları eğitmektir. Eğitimi
ciddiye alacak olursak, çocukları eğitmek
demek, çocukların cinselliğini doğru bir biçimde
yönlendirmek demektir. Çocukların cinselliğini
doğru bir biçimde yönlendirebilmek için, insanin
kendisinin sevgi denen şeyin ne olduğunu
bilmesi ve sevgiyi yaşaması gerekmektedir.
Oysa sen şişmansm, biçimsiz bir görünümün
var, çekicilikten yoksunsun. Yaşam dolu,
çekici bedenlerden derin, acı bir kinle nefret
etmen için yalnız bu durumun yeter. Seni
şişman ya da çekicilikten yoksun olmakla
suçluyor değilim! «Sevgi»nin tadını
çıkaramamakla da suçluyor değilim seni (bunu
sana verecek sağlıklı bir erkek görmedin);
çocuklarda bulunan sevme yetisini
anlamadığın nedeniyle de suçlamıyorum.
Neyle suçluyorum, biliyor musun, çekicilikten
ve sevme yetisinden yoksun oluşunu bir erdem
saymak ve —eğer bir «ilerici okul »da
çalışıyorsan— içindeki acı kinle çocuklarda
bulunan sevgi'yi öldürmekle suçluyorum seni.
Bu bir cinayettir işte çirkin Küçük Kadın.
Sağlıklı
çocukların içinde bulunan sevgiyi, sağlıklı
babalarına yabancılaştırdı-
Dostları ilə paylaş: |