MA’RUZALARNING QISQACHA MAZMUNI BİLDİRİ ÖZETLERİ KİTABI
social sciences with its interdisciplinary nature. Scholars and researchers working in
the field of international relations make extensive use of various fields and disciplines
such as political science, history, economics, sociology, philosophy, public
administration, geography, mathematics, psychology, legal studies, anthropology,
field studies, development studies, environmental studies, gender studies, religious
studies and demography. Therefore, our understanding and teaching of international
relations are built on this synthesis, fusion and combination of intersected and
overlapped fields, which emerged out or resulted from broad and diverged influences.
With this feature, International Relations as a discipline seems to have
a versatile/flexible and eclectic foundation and a rich tradition of discussing
epistemological and ontological approaches to international relations studies. Its
ability to rely on analytical eclecticism and an interdisciplinary approach is the
strength of the field of International Relations. However, this strength can also
turn into a complicating or even puzzling factor for graduate students learning to
conduct empirical research or even for experienced researchers seeking to explore
new topics. Therefore, it is essential to take into account the necessity of developing
eclectical but at the same time simplified interdisciplinary methods in the teaching of
International Relations. The paper will attempt to summarize the current discussions
and studies on such methods.
TÜRK HALKLARI ARASINDAKİ YENİ DİNÎ KİMLİK ARAYIŞI:
SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Dr. Öğr. Üyesi Aiitmamat KARİEV
Kırgızistan-Türkiye “Manas” Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Bilimleri
Bölümü,
Özet:
Tarih sayfalarında birçok uygarlıkların olduğu, günümüzde de
varlığını devam ettirdiği, gelecekte de devam ettireceği açık ve mübeyyandır. Bu
uygarlıkların temelini Türk uygarlığının oluşturduğu da tartışılmaz. Enisey’deki
Orhun Abidelerindeki yazılardan Balasagun’daki balbal taşlara, Semerkant’taki
Şâh-ı Zindâh’tan Türkistan’daki Yesevî’ye, Özkent’teki Serahsî’ye kadar olan
birçok müşahhas örnekler, bunun en bariz kanıtıdır. Talas Savaşı’ndan itibaren Türk
halklarının İslam’la teması, onları hem siyasî, hem iktisadî, hem ideolojik arayışlara
mecbur bırakmıştır. Bu ihtiyaca binaen atalarımız, İslam’ın orta yolu diyebileceğimiz
Hanefî-Mâturidî-Yesevî üçgeni içerisindeki doğru din anlayışının tesisini de,
başarıyla itmam etmiştir. Millî kimliğimizle özdeşmiş bu dinî kimliğimizin, modern
hayatın etkisinde kalarak ya tek taraflı bir şekilde rafa kaldırılması, yada millî
kimliğimizle örtüşmeyen günümüz selefîliği, vahhâbîlik, şiilik vb. İslam’ı âlet edinen
ideolojik akımların, belki de zikrettiğimiz Hanefî-Mâturidî-Yesevî din anlayışımızı
kırarak, genelde Türk kökenli halkların birlik ve beraberliğini parçalamak isteyen,
aslında siyasî güçler diyebileceğimiz güçlerin, millî ve dinî kimliğimizi tehdit altına
alması söz konusudur. Bir taraftan, (özelde) Orta Asya Türklerinin bir asırlık ateizm
rejiminin kıskacında kalması söz konusu iken, diğer taraftan halkın dinî kimlik
boşluğunu doldururken de, yukarıdaki dinî ve millî kimliğimize zarar vermeyecek,
|