sözlü bildiri olarak sunulan metnin yeniden düzenlenmiş ve eklemeler yapılmış hâlidir.
19
Adem ORAKÇI
International Journal of
Languages’ Education and Teaching
Volume 6, Issue 2, June 2018
1. Giriş
Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti’nin birçok kurumlarında olduğu gibi eğitim kurumlarında da,
Batı normlarına göre yeni yapılanmalara gidilir.
Özellikle Fransız eğitim sistemi örnek alınarak
oluşturulan bu yeni yapılanma çalışmaları ile “Batılılaşma” hareketinin en önemli basamağını eğitim
sistemindeki bu yeni kurumsallaşma modeli oluşturur. Millî Eğitim’in idari yapısında artık “Usul-ü
Cedit” denilen yeni bir dönemin oluştuğunu görürüz. Bu uygulama ile birlikte, öğretmen yetiştirme
modelinde de yeni arayışlar ortaya çıkar.
Eğitim olgusunun en öneli aktörü olan
öğretmenler,
Tanzimat Dönemi’ne kadar klasik Osmanlı eğitim geleneği içerisinde, ağırlıklı olarak medreselerde
yetiştirilmekteydiler. Tanzimat’la birlikte medresenin yanında “mektep” adıyla yeni bir eğitim
kurumu daha oluşmuştur.
Bu dönemde büyük bir ivme kazanan batılılaşma hareketleri, medrese eğitimini olumsuz yönde
etkilemiştir. Zira Osmanlı aydınlarının çoğu, klâsik eğitim yerine, Batılı anlamda eğitim veren yeni
mektepleri ve yine Batılı anlamda öğretmen yetiştiren yeni öğretmen okullarının açılmasını
istiyorlardı.
Bu gelişmelerden sonra “1848’de Dârülmuallimîn adıyla erkek öğrencilerin okuyabilecekleri,
İstanbul Fatih’te bir öğretmen okulu açılır. Bunu, 1868’de ilkokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla, yine
İstanbul’da ‘Dârülmuallimîn-i Sıbyân’ adıyla ikinci bir öğretmen okulu, 1869 tarihli Maarif-i Umûmiyye
Nizamnamesi ile de ‘Dârülmuallimât’ adı altında bir kız muallim mektebinin açılması izler.” (Öğretmen
Okulları Genel Müdürlüğü 1969-1970 Yıllığı, Ankara, 1970) Bu okullar, İstanbul’dan sonra, taşradaki bazı
illerde de açılmaya devam edilir. Böylece okullaşma oranının artmasıyla öğretmen açığı da gittikçe
çoğalır.
Yeni muallim mekteplerinden mezun olan öğretmenler, hükûmet merkezi olan İstanbul’un dışına da
ilk kez atanmaya başlanır. Ülkenin geri kalmışlığı ve halkın eğitimsizliği üzerinde, taşraya giden
öğretmenler -mesleklerini icra etmelerinin bir gereği olarak- ısrarla dururlar. Artık yurdun ücra
köşelerinde bile, aydın bir kişi kimliğiyle öğretmenler daha çok ön plana çıkarlar.
Roman türünün Türk edebiyatına yeni girmekte olduğu Tanzimat Dönemi edebiyatıyla birlikte (1860-
1896), eğitim olgusu ve insanımızın eğitimi gibi önemli bir sorumluluğun sahibi olan öğretmenlerin
mücadeleleri, başarıları, çaresizlikleri, sevinçleri, üzüntüleri, başlangıcından günümüze kadar birçok
romana konu olmuştur.
Şüphesiz ki romanın asli gayesi eğitim olmadığı gibi, sadece öğretmenleri anlatmak da değildir.
Bununla birlikte diğer sosyal konular gibi eğitim de, öğretmenler de gerek Türk edebiyatında, gerekse
dünya edebiyatında birçok romana konu olmuştur. Zira insanla bütünleşmiş olan eğitim, yine insanı
anlatan birçok romana çeşitli yönleriyle ya doğrudan ya da dolaylı olarak aksetmiştir. Edebiyat ve
eğitim alanında birçok roman yazarı,
“öğretmen ve eğitim” olgusunu irdeleyerek doğruları
yüceltmişler, eğitim adına yapılan yanlışlıkları eleştirerek geleceğe yönelik öneriler sunmuşlardır.
İnsan, bütün güzellikleri ve erdemleriyle beraber yanlışlıklara düşebilen, iyilikleriyle birlikte hataları
da olan bir varlıktır. Bu yüzden onun eğitimi doğumla birlikte başlayıp çok yönlü olarak ölünceye
kadar sürmektedir. Sürekli telkine, sürekli doğruyu-yanlışı öğrenmeye ve sürekli kendini yenilemeye
ihtiyacı vardır. Sözünü ettiğimiz, bu rehberlik ve eğitim konusunun literatürdeki aslî sahibi, hiç
şüphesiz ki öğretmenlerdir. "Öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini
üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir." (Millî Eğitim Temel Kanunu, 1973)