Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə63/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   73

Sonuç:
İnoperabıl  olgularda  (Evre  IIIA,  IIIB,  IIIC)  ilk  secenek  tedavi, 
neoadjuvan  sistemik  kemoterapidir.  Hormon  duyarlı 
tümorlerde,  hormonal  tedavinin  neoadjuvan  kullanımı 
hasta  bazında  değerlendirilmelidir.  İleri  yaş,  performans 
durumu duşuk, agresif olmayan, hormon duyarlı tumorlerde 
neoadjuvan hormonal tedavi onerilebilir. Secilecek hormonal 
ajanlar öncelikle aromataz inhibitorleridir.
EP-277
NOD-NEGATİF MEME KANSERİNDE PROGESTERON 
RESEPTÖRÜNÜN SAĞKALIM ÜZERİNE ETKİSİ
FATMA P. TÜRKÖZ , ÖZGE KESKİN , MUSTAFA SOLAK , FURKAN 
SARICI , TANER BABACAN , KADRİ ALTUNDAĞ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Bu  çalışmada  nodal  tutulumu  olmayan  meme  kanseri  tanılı 
hastalarda  östrojen  ve  progesteron  reseptör  (PR)  durumuna 
göre hastaların tümör özellikleri ve sağkalım oranları incelendi.
Gereç ve Yöntem:
1995-2011 tarihleri arasında tanı alan, Hacettepe Üniversitesi 
Medikal  Onkoloji  Kliniği’nde  takip  ve  tedavi  edilen  2218 
meme kanserli hastadan, nodal tutulumu olmayan ve hormon 
reseptör  durumu  bilinen  864  hastanın  verileri  retrospektif 
olarak incelendi. Hastalar ER+/PR+, ER+/PR- , ER-/PR+ ve ER-/
PR-  olmak  üzere  dört  gruba  ayrıldı.  İstatistiksel  analiz  için 
Pearson ki-kare ve Kaplan-Meier testleri kullanıldı.
Bulgular:
ER+PR+  grup  575  (%66.6),    ER+PR-  grup  64  (%7.4),  ER-
PR+  grup  43  (%5.0)  ve  ER-PR-  grup  182  (%21.1)  hastadan 
oluşmaktaydı. Hastaların medyan yaşı 48 yıl (20-83) olup, tüm 
gruplarda benzerdi (p=0.18). PR- tümörlü hastalar çoğunlukla 
postmenopozoal  evrede  başvurmuşlardı  (p=0.021).  Medyan 

266
takip  süresi  29  aydı.  Tümör  özellikleri  ve  hastaların  aldığı 
tedaviler tablo1’de, sağkalım süreleri ise grafik 1’de gösterildi.
Sonuç:
PR  tümörü  olan  hastalarda  ileri  evre  ve  HER-2  pozitif 
meme  kanseri  daha  sık  gözlenirken,  ER-  gruplardaki 
hastalar  daha  yüksek  gradlı  tümörle  başvurmaktadır. 
PR+  tümörü  olan  hastalar,  ER+  tümörü  olan  hastalarla 
karşılaştırıldığında,  daha  uzun  sağkalım  süresine  sahiptir. 
Çalışmamızda  PR  durumunun  nod-negatif  meme  kanserinde 
önemli  bir  prognostik  faktör  olduğu  gösterilmiştir. 
EP-278
VİNORELBİN VE TETRAPLEJİ: OLASI İLİŞKİ
ERTUĞRUL BAYRAM , SEMRA PAYDAŞ , FİLİZ KOÇ , KENAN 
BIÇAKÇI  
 
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ 
Amaç:
Onkoloji  pratiğinde  sıklıkla  kullanılan  ilaçlardan  biri  olan 
vinorelbin, diğer yan etkilerinin yanısıra  nörolojik toksisitelere 
de  yol  açabilir.  Nöropati  ve  miyopati  iyi  bilinen  yan  etkiler  
olmakla birlikte parapleji, quadripleji ve tetrapleji nadir de olsa 
görülebilir.
Gereç ve Yöntem:
66 yaşinda kadın hasta 20 yıldır romatoid artrit ve 10 yıldır tip-
II diyabet tanıları ile izlenmekteyken 1 yıl önce meme Ca tanısı 
almış. Lenf nodu negatif  ve hormon sensitif hastalık nedeniyle 
aromataz  inhibitöür  ile  izlenmekte  iken  1  yılın  sonunda 
akciğer  ve  kemik  metastazları  saptandı.  Metastatik  hastalık 
nedeniyle    vinorelbin  başlandı.  4  kür  kemoterapiden  10  gün 
sonra halsizlik, yorgunluk, yürümede zorluk yakınmaları ile acile 
başvurdu.  Muayenesinde    quadriparazi  nedeniyle  yatırılarak 
izleme  alındı.  Serebral  ve  spinal  MR  ve  BOS  incelemeleri  ve 
EMG yapıldı.
Bulgular:
Takibinde  üst  ekstremitedeki  parezi  geriledi  ancak  alt 
ekstremitelerde  düzelme  olmadı.  Serebral  MR’da  serebral 
atrofi saptanırken serebral ödem veya metastaz saptanmadı. 
Spinal  MR’da torakal 11-12 vertebra korpus fraktürü, parsiyel 
medulla spinalis basısı, C3-7  de spinal kanal darlığı ve osteofit  
faset    eklem  hipertrofisi  saptandı..  EMG’de  duyusal  egemen 
ve  alt  extremitelerde  daha  belirgin,  aksonal  dejeneresyon 
ve  segmentel  demiyelinizasyonla  karakterize  polinöropati 
saptandı.  BOS  örneginde  hücre  ve  atipik  hücre  saptanmadı. 
Kültür  negatif  idi  ve  BOS  biyokimyasal  incelemede:  glukoz:  
111mg/dl,  protein:  88  mg/dl,  LDH:  13IU,  Na:  131mEq/L  idi. 
Nöroloji  kliniğince  yapılan  değerlendirmede  mevcut  klinik 
durum vinorelbin ile ilişkilendirildi.
Sonuç:
Vinorelbin  metastatik  meme  Ca  tedavisinde  de  kullanılan 
bir  ilaçtır.  Polinöropati  ve  miyopati  beklenen  yan  etkileridir. 
Özellikle hastada mevcut diyabet ve romatoid artrit nedeniyle 
bu  etki  daha  aşikar  olmuş  ve  klinik  tablonun  kötüleşmesine 
katkıda bulunmuş olabilir. Çok nadir de olsa vinorelbin sonrası 
quadriparazi  takibinde  quadripleji  ve  tetrapleji  yazılmıştır. 
Nadir görülmesi ve ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle olgu 
sunulmuştur.
EP-279
LAPATİNİB TEDAVİSİ ALAN 20 HASTANIN DEĞERLENDİRMESİ
TANER BABACAN , FATMA PAKSOY TÜRKÖZ , MUSTAFA SOLAK, 
ZAFER ARIK , FURKAN SARICI , İBRAHİM PETEKKAYA , KADRİ 
ALTUNDAĞ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Lapatinib,  HER-2  ve  EGFR  inhibisyonu  yaparak  etki  gösteren 
tirozin  kinaz  inhibitörüdür  ve  HER2  pozitif,  ilerlemiş  veya 
metastatik  meme  kanserli  (MMK)  hastaların  tedavisinde 
kullanılmaktadır.  Bu  çalışmada  lapatinib  tedavisi  alan 
hastalarımızın klinik ve patolojik özellikleri, genel sağkalım (OS) 
ve hastalıksız sağkalım (DFS) oranları araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
2008-2011  yılları  arasında  Hacettepe  Üniversitesi  Medikal 
Onkoloji  Bölümü’nde  kapesitabin  ve  lapatinib  kombinasyon 
tedavisi uygulanan MMK tanılı 20 hastanın verileri analiz edildi. 
Bulgular:
Medyan  yaşları  47  yıl  (26-79)  olup,  %55.5’i  premenopozal, 
%45’i  postmenopozaldi.  18  hastada  invaziv  duktal  karsinom 
saptandı.  %15’i  T1,  %60’ı  T2,  %15’i  T3  ve  %5’i  T4  tümörle 
başvurdu  (%60  evre  3  hastalık).  %50’sinde  grad  3  tümör 
gözlendi.  Tüm  hastalar  nod-pozitifti.  %40’ında  HER-2  pozitif, 
%60’ında luminal B tipi saptandı. ER, PR  sırasıyla %30 ve %55 
idi.  En  sık  metastaz  bölgeleri  sırasıyla  akciğer,  karaciğer  ve 
kemikti. 11 hastaya adjuvan, 6 hastaya neoadjuvan kemoterapi 
uygulandı.  Medyan  72  aylık  takipte  11  hasta  kaybedildi. 
Medyan  OS  70  ay  (41-99),  DFS  19  ay  (1.5-36.5)  bulundu.  7 
hastada beyin, 5 hastada karaciğer, 4 hastada akciğer metastazı 
geliştikten sonra; medyan 4. basamaktan itibaren lapatinibin 
tercih edilmişti. Lapatinib sonrası medyan DFS 5 ay (3.2-6.7), 
OS 19 ay (15.4-22.6) bulundu.
Sonuç:
Yapılan  çalışmalarda  kapesitabin  ve  lapatinib  kombinasyon 
tedavisi  alan  hastalarda  cevap  oranı  %22  bulunmuş  olup, 
bildirilen DFS 8.4 aydır. Hastalarımızda medyan DFS daha kısa 
saptanırken,  OS  literatüre  benzer  bulunmuştur  ancak  daha 
geniş ölçekli çalışmalara gereksinim vardır.

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
267
EP-280
MEME KANSERLİ BİR VAKADA TTF-1 POZİTİFLİĞİ
ÇİĞDEM USUL AFŞAR 
1
, SEMRA PAYDAŞ 
1
, DERYA 
GÜMÜRDÜLÜ 
2
, MERAL GÜNALDI 
1
, VEHBİ ERÇOLAK 
1
, ARBİL 
AVCI AÇIKALIN 
2
 
 

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BD 

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ BD
Amaç:
TTF-1, özellikle tiroid, akciğer ve (peri) diensefalik yapılardan 
köken  alan  tümörler  tarafından  eksprese  edilir.  Meme 
karsinomlarında da %2,4 gibi bir pozitiflik oranına sahiptir. Bu 
meme karsinomlarının çoğunluğu küçük hücreli orijine sahiptir. 
TTF-1 ölçümünde kullanılan alt klonun sonucu etkileyebildiği 
düşünülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
64  yaşında  kadın  hastaya,  2000  yılında,  53  yaşında  iken 
invaziv  duktal  meme  karsinomu  tanısı  ile  sağ  mastektomi  ve 
aksiler  lenf  nodu  diseksiyonu  yapılmıştı.  Hasta  sonrasında  5 
yıl  kadar  tamoksifen  kullanmıştı.  2009  yılında  çekilen  toraks 
BT’de  akciğerde  kitle  saptanan  hastanın,  Ağustos  2010’da 
yapılan  bronkoskopik  biyopsisinde  akciğer  adenokarsinomu, 
TTF-1  pozitif,  ER(-),  PR(-),  cerbb2  (+++)  olarak  saptandı. 
Hastaya sırasıyla 6 kür cisplatin, paklitaksel kemoterapisi, 4 kür 
erlotinib kemoterapisi, 6 kür cisplatin+vinorelbin kemoterapisi 
uygulandı.  02.12.2010  PET-BT’de  sağ  akciğer  üst  lobda,  sağ 
akciğer alt lob bronşunu saran hipermetabolik kitleler, sağda 
plevral  effüzyon,  mediastende  lenf  nodları  (metastatik) 
saptandı.  01.2011’de  perikard  effüzyonu  gelişen  hastanın 
31.01.2011  tarihli  patolojisinde,  adenokarsinom  metastazı, 
perikard biyopsisi olarak raporlandı. 04.03.2011 tarihli toraks 
BT’de  sağ  akciğer  alt  lob  posterobazalde  lenfanjitik  yayılım, 
her  iki  akciğerde  metastaza  yol  açan  malign  kitlesel  lezyon, 
mediastinal lenfadenopatiler, perikardial ve plevral metastaz, 
progresif hastalık olarak raporlandı. Hasta şu anda gemsitabin 
1 gr/m2 ve karboplatin 280 mg kemoterapisi almaktadır.
Bulgular:
Bu  hastada  2009  yılında  akciğerde  kitle  saptandığında 
öncelikle  meme  karsinomu  metastazı  olabileceği  düşünüldü. 
Ancak  hastanın  meme  operasyonu  dış  merkezde  yapılmıştı. 
Bu  sebeple  de  meme  patoloji  preperatlarına  ulaşılamadığı 
için  tümörün  ER,  PR  ve  cerbb2  ekspresyon  durumu 
bilinmemekteydi.  Akciğerdeki  lezyonun  patolojisinde  de  TTF-
1 pozitif olmasına rağmen cerbb2(+++) olması üzerine meme 
kanseri metastazı olabileceği düşünüldü. İlk kemoterapilerinde 
hastaya patoloji raporu dikkate alınarak primer akciğer kanseri 
şeklinde kemoterapi uygulanmasına rağmen hastalık progrese 
oldu. Bunun üzerine hastada cerb2(+++) liği dikkate alınarak, 
akciğerdeki lezyonlarının meme kanserine bağlı olma olasılığı 
düşünülerek gemsitabin ve karboplatin kemoterapisine geçildi. 
Hasta  şu  anda  kliniğimizden  takipli  olup  hastalığı  kontrol 
altındadır, progresyon izlenmemiştir.
Sonuç:
TTF-1  invaziv  duktal  meme  karsinomlarında  %2,4  oranında 
pozitif  saptanabilmektedir.  Akciğerde  de  kitlesi  olan  meme 
karsinomlu  vakalarda  dikkatli  olunmalıdır.  Şüpheli  vakalarda 
ER, PR ve cerbb2 pozitifliği ayırıcı tanıda kullanılabilir.
EP-281
METASTATİK MEME KANSERİNDE TEK AJAN ORAL 
KAPESİTABİN KULLANIMI:TEK MERKEZ DENEYİMİ
İBRAHİM PETEKKAYA , UĞUR ŞAHİN , MUHAMMET CEMAL 
KIZILARSLANOĞLU , ELSHAD HASANOV , KADRİ ALTUNDAĞ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ
Amaç:
Kapesitabin  metastatik  meme  kanserinin  tedavisinde 
kullanılmaktadır.  Bu  çalışmada  bölümümüzde  metastatik 
meme kanseri için ilk basamakta oral kapesitabin alan hastalar 
retrospektif olarak değerlendirildi
Gereç ve Yöntem:
Hastane tabanlı bu retrospektif çalışmaya Ocak 2004 ve Ocak 
2012  arasında  Hacettepe  Üniversitesi  Tıp  Fakültesi  Medikal 
Onkoloji  Bölümü’ne  meme  kanseri  tanısıyla  başvuran  ve 
histolojisi  bilinen  toplam  2289  kadın  hasta  arasından  birinci 
ve  ikinci  basamak  sonrası  tek  ajan  oral  kapesitabin  alan  66 
(%2.8) hasta çalışmaya alındı. Histolojisi, yaş dağılımı, perinöral 
invazyon, ekstrakapsüler invazyon, perinoral invazyonlar tespit 
edildi.  Menopoz  durumu,  yaş  ortalaması,  metastaz  yerleri 
belirlendi. Tüm istatistiksel analizler SPSS
®
 versiyon 17 yazılımı 
kullanılarak hesaplandı
Bulgular:
Kapesitabin alan hastaların ortanca sağkalım süreleri 172 aydı 
(%95  GA,  91-252  ay).  Kapesitabin  alan  66  hastanın  %9,1’i 
(n=6)  kapesitabini  birinci  basamak  tedavide,  %90,9’u  (n=60) 
ikinci  basamak  ve  sonrasında  kullanmıştı.  Birinci  basamakta 
kapasitabin  alan  hastaların  takipleri  halen  devam  etmekte 
olduğu  için  sağkalımları  karşılaştırılamamıştır.    %4.5’i  Evre  I 
(n=3), %30.3’ü Evre II (n=20), %53’ü Evre III (n=35) idi. Ekstra 
kapsüler invazyon mevcuttu (n:14, %21.2). 25 hastada (%37.9) 
lenfo Vasküler İnvazyon mevcuttu. 5 hastada (%7,6) perinöral 
invazyon mevcuttu
Sonuç:
Metastatik meme kanseri tedavisinde birçok hasta evde kalma 
isteği ve oral kullanımın kolay ve ulaşılabilir olması nedeniyle 
oral  kapesitabini  tercih  etmektedir.  Metastatik  meme 
kanserinin  birinci  basamak  oral  kapesitabin  kullanan  1.  ve 
ikinci basamaktaki hastaların ortanca sağkalım süresinin uzun 
olaması bu fikri desteklemektedir.
EP-282
TRİPL NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK 
VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN RETROSPEKTİF OLARAK 
İNCELENMESİ
İBRAHİM PETEKKAYA 
1
, ALPER ALNAK 
1
, ÖMER VURAL 
1
, UĞUR 
ŞAHİN 
1
, DENİZ YÜCE 
2
, KADRİ ALTUNDAĞ 
1
 
 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, PREVANTİF ONKOLOJİ 
BİLİM DALI
Amaç:
Meme  kanseri  patolojik  ve  moleküler  olarak  heterojen  bir 
kanserdir.  Çeşitli  yaşam  tarzı  özellikleri,  ailesel  ve  genetik 

268
özellikler  ile  ilişkisi  bilinmektedir.  Yakın  zamanda  yapılan 
çalışmalarda  meme  kanserinin  immünohistokimyasal  olarak 
ayırt edilebilen alt tipleri belirlenmiştir
Gereç ve Yöntem:
Hastane tabanlı bu retrospektif tanımlayıcı çalışmaya 2004 ve  
2012  arasında  Hacettepe  Üniversitesi  Tıp  Fakültesi  Medikal 
Onkoloji  Bölümü’ne  meme  kanseri  tanısıyla  başvuran  ve 
histolojisi bilinen toplam 2218 kadın hasta alındı
Bulgular:
Hastaların  244’ünün  (%  11,0)  tripl  negatif  hastalığı  olduğu 
görüldü. Ortanca tanı yaşı 47 (20-83) idi, % 32,4’ünde (n=79) 
oral kontraseptif ve/veya hormon tedavisi kullanımı mevcuttu. 
Hastaların  %  48,4’ü  (n=118)  post-menapozaldi.  Tripl  negatif 
hastalarda  sık  görülen  histoloji  infiltratif  duktal  karsinomdu 
(n=202,  %  82,8).  Tripl  negatif  hastaların  %  73,7’si  (n=180) 
evre  2  veya  3  hastalığa  sahipti.  Lenf  nodu  pozitif  hastalık 
%  51,6  (n=126),  metastatik  hastalık  %  5,3  (n=13)  oranında 
görülmekteydi. En sık metastaz yerleri sırasıyla akciğer (n=9, % 
69,2), kemik (n=5, % 38,5) idi. Hastaların % 14,7’ünün (n=36) 
takiplerinde nüks gelişti. İzleminde mortalite % 10,7 (n=26) idi. 
Ex olan hastaların tanı anından itibaren ortaca yaşam süresi 25 
ay olarak hesaplandı
Sonuç:
Triple  negatif  meme  kanserli  hastaların  tanı  anında  düşük 
yaşta, yüksek dereceli tumor sahibi, ileri evre kanser hastaları 
olduğu  söylenebilir.  Bu  hastalarda  trastuzumab  ve  hormonal 
tedavilerden  yeterince  faydalanılamaması  tümörün  kötü 
prognozunda önemli role sahiptir.
EP-283
NULLIPAR, 30 YAŞ ALTINDA DOĞUM YAPAN VE 30 YAŞ 
ÜZERINDE DOĞUM YAPAN MEME KANSERI OLGULARININ 
PATOLOJIK ÖZELLIKLERININ KARŞILAŞTIRILMASI
MURAT TURGUTALP 
1
, İBRAHİM PETEKKAYA 
1
, DENİZ YÜCE 
2

BERFU KORUCU 
1
, FURKAN SARICI 
1
, MUHAMMET CEMAL 
KIZILARSLANOĞLU 
1
, KADRİ ALTUNDAĞ 
1
 
 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, PREVANTİF ONKOLOJİ 
BİLİM DALI
Amaç:
İlk  çocuğunu  doğurma  yaşı  meme  kanserine  yakalanma 
açısından önemlidir. Merkezimizde takip edilen nullipar meme 
kaserli hastaları incelemek amaçlanmıştır 
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde  takip  edilen  2125  meme  kanseri  olgularının 
verileri restrospektif olarak değerlendirildi
Bulgular:
Histopatolojik  tiplerine  göre  gruplandırıldıklarında  %77,7’si 
IDC (Infiltratif Duktal Karsinom), %5,2’si ILC (Infiltratif Lobuler 
Karsinom),  %8.40’ı  IDC+ILC,  %1’i  tübüler  idi.  Hastalar  yaş 
gruplarına  göre  ayrıldıklarında  patolojik  tiplerine  göre 
dağılımlarının benzer olduğu görüldü.  ER (+)’liği bakımından 
gruplar  arasında  genel  dağılım  açısından  fark  olmadığı 
görüldü  (p=0,126).  ER  (+)’liği  açısından  gruplar  ayrı  ayrı 
değerlendirildiğinde  nulliparların  %71,30’unda,  IDY<30 
olanların %63,90’ında, IDY ≥30 olanların %65,70’inde ER (+)’liği 
saptandı. Nulliparlarda ER (+)’liğinin yüksekliği anlamlı olarak 
değerlendirildi (p=0,03). PR ve HER2 (+)’liği bakımından gruplar 
arasında genel dağılım açısından fark olmadığı görüldü (p=0,220 
/ p=0,126). Hastalar triple(-)’lik açısından değerlendirildiğinde 
nulliparların %9,6’sının, IDY< 30 olanların %10.8’sinin, IDY ≥30 
olanların %7.4’ünün triple(-) olduğu saptandı.
Sonuç:
Nullipar  hastalardaki  ER  (+)’liğinin  diğer  gruplarla 
karşılaştırıldığında daha yüksek olduğu tespit edildi. Hiç doğum 
yapmamış  olmak  meme  kanserine  yakalanma  açısından  risk 
yaratan  bir  durumdur.  Bununla  birlikte  bu  grupta  hormon 
reseptör (ER) pozitifliğinin yüksek olması, hastaların tedaviden 
daha fazla fayda göreceğinin bir göstergesi olabilir.
EP-284
KOLESİSTEKTOMİ HİKAYESİ OLAN MEME KANSERLİ 
HASTALARIN KLİNİK, PATOLOJİK VE DEMOGRAFİK 
ÖZELLİKLERİ
İBRAHİM PETEKKAYA , BURCU ŞAHİN , KADRİ ALTUNDAĞ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Kolesistektomi  geçirmiş  kişilerde  kolorektal  kanserler,  meme 
kanseri  ve  üreme  sistemi  organlarında  kanser  riskinin  artmış 
olduğu  bilinmektedir.  Yapılan  çalışmalarda,  kolesistektominin 
en  fazla  meme  kanseri  riskini  artırdığı  saptanmıştır. 
Kolesistektomi  sonrası  meme  kanserinde  artış  olmadığına 
dair  yayınlar  da  bulunmaktadır.  Bu  çalışmada,  kolesistektomi 
öyküsü  olan  hastalarla  olmayan  hastaların  klinik  ve  patolojik 
özellikleri retrospektif olarak karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
2002-2012 yılları arasında arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp 
Fakültesi  Medikal  Onkoloji  Bölümüne  başvuran  2238  meme 
kanseri  tanısı  almış  hasta,  retrospektif  olarak,  dosya  tarama 
yöntemiyle değerlendirilmiştir.
Bulgular:
2238 hastadan 93’ünün (%4.2) kolesistektomi hikayesi olduğu 
tespit edilmiştir. Bu hastaların tanı anındaki yaş ortalamasının, 
kolesistektomi hikayesi olmayan hastalardan anlamlı olarak farklı 
olduğu saptanmıştır (Student T-testi, p<0.001). Kolesistektomi 
geçirmiş hastaların vücut kitle endeksi, kolesistektomi öyküsü 
olmayan  hastalardan  anlamlı  olarak  farklıdır.  Yaş  ortalaması 
kolesistektomi  olan  hastalar  için  56.6,  diğerleri  için  48.9 
olarak  hesaplanmıştır.  Vücut  kitle  indekslerinin  ortancası 
kolesistektomi  olanlarda  29,5  olmayanlarda  27,6  olarak 
hesaplanmıştır.  Hastaların  değerlendirilmeye  alınan  diğer 
özelliklerinde anlamlı fark saptanmamıştır (Tablo-1). Hastalıksız 
ortanca sağkalım, kolesistektomi yapılmış hastalar için 150,833 
ay,  kolesistektomi  yapılmamış  hastalar  için  111,433  aydır. 
Hastalıksız  ortanca  sağkalımlar  arasında  istatistiksel  olarak 
anlamlı fark saptanmamıştır.

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
269
Sonuç:
Anatomik  ve  fizyolojik  olarak  birbirinden  farklı  iki  organın 
sık  rastlanan  patolojileri  arasındaki  ilişkiyi  tespit  etmek 
oldukça  zordur.  Araştırmamızın  sonuçlarının  klinik  olarak 
yorumlanabilmesi  için  patofizyolojik  mekanizmaları  araştıran 
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
EP-285
TİROİD BEZİNİN PLEOMORFİK LEİOMYOSARKOMU: İYİ 
PROGNOZLU VE ENDER GÖRÜLEN BİR ANTİTE
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES 
ROACH , KADRİ ALTUNDAĞ , İBRAHİM GÜLLÜ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ
Amaç:
Tiroid  bezinin  primer  düz  kas  tümörleri  çok  enderdir. 
Leiomyosarkomların  preoperative  tanısının  konması  çok 
zordur.  Bu  çalışmamızda,  cerrahi  rezeksiyonun  ardından  üç 
sene boyunca rekürrens olmadan takip edilen tiroid bezinde 
pleomorfik leiomyosarkom vakası ele almaktayız
Gereç ve Yöntem:
Tiroid bezinde pleomorfik leiomyosarkom vakası ele almaktayız
Bulgular:
Boyun  USGsinde  sol  lob  inferiorda  70X40  mm  boyutlarında 
lobule  kontorölü  kistik  alanlar  içeren  heterojen  hipoekoik 
nodüler lezyon izlenmiştir. Servikal LAP saptanmamıştır. Boyun 
BT tiroid sol lobü normalden büyük üst mediastende trakeayı 
sol ve arkadan çevreleyerek toraks içine uzanan kitle görüldü. 
Uzak metastaz yoktu. Hastaya sol lob total lobektomi yapıldı. 
Tümör  hücrelerinde  vimentin  desmin  ve  alfa  1  antitripsin  ile 
diffüz kuvvetli pozitif boyama izlenmiş EMA ile fokal immune 
boyama  gözlenmiştir.  Tiroid  dokusuna  özgün  belirteçler 
(tiroglobulin vs) negatiftir. Tanı malign mezenkimal neoplasm 
(pleomorfik  leiomyosarkoma)  olarak  konulmuştur.Tedaviye 
geç gelen hastanın 5 ay sonraki PET sonucuna gore metastatic 
hastalığa  dönüşmüş  oldu.  IMA  başlandı.  Kontrol  BT’sinde  sol 
akciğer  alt  lob  mediobazal  segmentteki  nodülün  5.5X3  cm’e 
çıktığı tespit edildi. Sol akciğere wedge rezeksiyonu uygulandı. 
Patolojisi  sarkom  metastazı  ile  uyumlu  geldi.  Hastaya  oral 
siklofosfamid  ve  etoposid  başlandı.  (siklofosfamid  etposoid 
21 gün) . Hasta halen oral etoposid ve siklofosfamid tedavisi 
altında şikayeti olmaksızın takip edilmektedir.
Sonuç:
Tiroid bezinde leiomyosarkomlar hakkında literatürde bilgi çok 
azdır ve bundan dolayı daha büyük çalışmalar ile tanı ve tedavi 
modalitelerine yönelik araştırmaların yapılması gerekmektedir.
EP-286
RENAL HÜCRELİ KARSİNOMUN İLK BULGUSU OLARAK DİLDE 
METASTAZ
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES 
ROACH , KADRİ ALTUNDAĞ , İBRAHİM GÜLLÜ  
 
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ
Amaç:
Renal malignensilerin arasında en sık tespit edilen renal hücreli 
karsinoma yüksek derecede metastatik oluşuyla öne çıkar. En 
sık görülen metastaz bölgeleri arasında akciğer (%76) bölgesel 
lenf nodları (%66) kemik (%42)  ve karaciğer (%41) vardır. Renal 
hücreli kanserin dile metastazı ender olarak görülen bir olgudur. 
Bu çalışmamızda, ilk bulgu olarak dilde kitle olarak tespit edilen 
bir renal hücreli karsinoma vakası tarif edilmektedir
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin