Tablo 6. Fumonisinler için tavsiye edilen güvenlik
limitleri
Tür
Limit (ppb)
Sığır ve kümes hayvanları
50000
Domuzlar
10000
Atlar
5000
Şekil 6. Sfinganin (SA), sfingosin (SO) ve fumonisin B
1
(FB
1
) yapıları
F B
1
’in sfingolipid biyosentezinden farklı
olarak palmitik asit oluşumunu değiştirerek hücre-
sel lipid sentezini etkilediği gözlenmiştir. Sıçanlar-
da ana fosfolipidlerin yağ asiti düzeyleri ve lipid
triaçilgliseritleri
in vitro ve in vivo olarak izlendiğin-
de n-6 yağ asitlerinde değişiklikler olduğu bulun-
muş, membran kaynaklı kolesterol düzeylerinde
düşme olduğu gözlenmiştir. Bu düşüş fosfo-
tidilkolin: kolesterol oranının artmasına ve
dolayısıyla membranın katılaşmasına neden olur.
Bu nedenle fumonisinler membran bileşenleri,
yağ asiti havuzu ve uzun zincirli yağ asitlerinin
hücre içinde akümülasyonu üzerinde önemli
etkilere neden olabilirler. Bu etkiler membran
yapılarının bütünlüğünü bozar ve hücre ölümüyle
sonuçlanır. Fumonisinlerin memelilere olan olası
toksisite mekanizmalarından en çok çalışılan-
larıdan birisi de bu mekanizmadır. Bazı
araştırmacılar fumonisin toksistesinde sfingoid
bazlarının birikmesinin sfingosid biyosentezi
inhibisyonundan daha önemli rol oynadıklarını
belirtmişlerdir. Çeşitli hayvanlarda yapılan
çalışmalarda, sfingolipid biyosentezi inhibis-
yonunun hücre proliferasyonu ve ölümünden
daha önce oluştuğu gözlenmiş ve bu inhibisyonun
toksisitenin erken safhasında meydana geldiği
doğrulanmıştır (1).
İnsan idrarındaki SA ve SO miktarları
değişebilir fakat kişi fumonisine maruz kalmadığı
sürece oran aynı kalır (25). Hem kültürdeki
hücreler ve hem de FB1 ile muamele gören
hayvanlarda ilk gözlenen biyokimyasal değişiklik
SA/SO oranının artması olmuştur. Bu sfingoid
bazlarındaki değişikliklerin hücresel etkileri
retinoblastoma protein defosforilasyonu ve apop-
tozis aktivasyonu olduğu düşünülmektedir (26).
Çünkü uzun zincirli serbest bazlar ve lisosfin-
golipidler hücre içi haberleşme sistemini düzenler
ve bazı hücrelere sitotoksiktirler. Protein
translokasyonunu, ATPaz’ları ve kalsiyum
dengesini etkilerler (1).
Çeşitli türlerle yapılan araştırmalarda SA/SO
oranları serum, akciğer, karaciğer ve böbreklerde
incelenmiş ve en hassas organın böbrek olduğu
saptanmıştır. Böbrek ve karaciğerdeki serbest
SO, serbest SA ve SA/SO oranlarındaki belirgin
artış idrara da belirgin şekilde yansımakta, serum-
dan önce idrardaki oran artmaktadır (25).
FB
1
’in tavuklarda karaciğer, böbrek, kalp ve
akciğerlerde lezyonlara ve ani ölümlerine neden
olduğu gözlenmiştir. Fumonisin alımı makrofajlar-
da azalma nedeniyle azalmış immun cevap ve
neticede enfeksiyon ve FB
1
kaynaklı karsinojenez
ile sonuçlanabilir (1). Fumonisinler karaciğer,
akciğer ve beyine toksik olmalarının yanı sıra
böbrekleri de etkilemektedirler (25,26). Fumonisin
uygulaması idrar osmolalitesini azaltmış, idrar
konsantre etme kabiliyetini bozmuş ve idrarla
protein kaybını arttırmıştır. Total protein, laktat
dehidrogenaz, γ-glutamil transpeptidaz ve
N-asetil-β-D-glukozaminidaz aktivitelerinde artma
gözlenmiştir. FB
1
’e maruz bırakılan erkek
farelerde yapılan çalışmalarda böbreklerde
organik anyon ve katyon alımının azaldığı
saptanmıştır (26).
F B
1
’e maruz bırakılan primer hepatositler
doymamış yağ asidi birikimi göstermişlerdir.
Bu durum uzun zincirli doymamış yağ asit-
lerinden, özellikle araşidonik asitten sentezlenen
prostoglandinlerin düzeylerini etkileyebileceğini
düşündürmektedir. Bilindiği üzere prostoglandin-
ler, hücre tipine göre, kanser başlatılmasında ve
ilerlemesinde önemli bir faktör olan hücre prolif-
erasyonunu inhibe veya stimüle edebilirler. Ayrıca
doymamış yağ asidi miktarındaki artışın normal
ve kanserli hücrelerdeki lipid peroksidasyonu ile
ilişkili olduğu gösterilmiş ve böylece FB
1
’in OTA
gibi dolaylı olarak lipid peroksidasyonuna neden
olabileceği belirtilmiştir.
FB
1
normal yiyecek hazırlama işlemlerinin
çoğuna dayanıklı olan bir bileşiktir. Su da dahil
olmak üzere pek çok polar solventte çözünür ve
polar olmayan çözücülerde çözünürlüğü yoktur.
Fumonisinlerle kontamine olmuş yiyecek ve
yemler için bilinen hiçbir detoksifikasyon yöntemi
bulunmamaktadır.
Mısırdaki ince partiküllü materyal (< 3mm) en
yüksek miktarda fumonisin düzeyine sahiptir. İnce
materyalin ayrılmasıyla fumonisin düzeylerinde
belirgin azalma gözlenmiştir. Öğütme işlemi ve
amonyak uygulanması da fumonisin düzeylerini
düşürmektedir. Bir başka metod da mısırın 0,1 M
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ
108
kalsiyum hidroksitle 24 saat 25°C’de muamele
edilmesidir. Tüm bu farklı uygulamalar fumonisin-
lerin mısır tohumlarının dış perikarp tabakasında
konsantre olduğunu göstermektedir (1).
OKRATOKSİNLER
Okratoksinler,
A.ochraceus (A.alutaceus),
A.melleus, A.alliaceus, A.ostianus, A.sclerotori -
um, A.albertensis, A.wentii, A.auricomus, A.niger
var. niger, A.sulphureus (A.fresenii) ve P.viridica -
tum (P.verrucosum) mantarları tarafından üretilen
mikotoksinlerdir (1,28).
Okratoksin A (OTA) doğada sık olarak bulun-
ması ve neden olduğu patolojik durumlar itibariyle
oldukça önemli bir okratoksindir. OTA’nın Dani-
marka’da domuzlarda görülen bir tür nefropatiden
ve kümes hayvanlarındaki mikotoksikozdan
sorumlu olduğu, Balkan endemik nefropatisinde
(BEN) ve Kuzey Afrika’da yaygın görülen üriner
sistem tümörlerinde rol oynadığı düşünülmektedir
(1,28 - 30).
OTA 12-karboksi grubundan L-fenilalanine
bağlanmış bir pentaketit türevi hidroksikumarin
yapısındadır (1,29,31). OTA’nın doğal dekloro
analoğu olan OTB, OTA’dan 10 kat daha az
toksiktir (1). OTA ile OTB’nin farkı, OTA’nın
dihidro-metil-isokumarin halka sisteminde C5
pozisyonunda klor atomu taşımasıdır. Bu klor
atomunun varlığına ilaveten, fenolik hidroksil
grubu da toksisiteyi arttırmaktadır (32). OTA
esterlerinin
toksisitesi
OTA’ya
benzerlik
gösterirken OTB’nin esterleri beklendiği şekilde
toksik etkili bulunmamıştır. Şekil 7’de okratok-
sinlerin genel yapıları verilmektedir (1). Tüm
bileşikler,
sıcaklık
ve
hidrolize
rağmen
çok dayanıklı olan, amid bağıyla birleşmiş
fenilalanin-dihidroisokumarin bileşikleridir (32).
Okratoksinler; arpa, mısır, buğday, çavdar ve
yulafın yanı sıra fasulye, incir, kuru üzüm, zeytin,
kabuklu yemişler, kahve tohumu, baharatlar
ve greyfurt suyunda da bulunabilmektedirler
(29,32,33). Şifalı bitkiler ve bitki çayları, eğer uy-
gunsuz ve mantar üremesine elverişli koşullarda
saklanmışsa kullanmadan önce mikotoksin analizi
yapılmalıdır. Kahvede olduğu kadar, bira gibi
fermentasyon ürünlerinde de OTA kalıntılarına
rastlanmıştır. OTA kontaminasyon düzeyi en çok
tahıl (özellikle mısır, buğday, arpa), ve hayvansal
ürünlerde gözlenmiştir (32).
OTA, işlenmemiş kontamine tarım ürünleri
yem olarak kullanıldığında geviş getiren yetişkin
hayvanlarda sorun oluşturmazken; domuz ve
kümes hayvanları gibi geviş getirmeyen hayvan-
ların et ve et ürünlerini de kontamine edebilmek-
tedir (1,32,33). Geviş getiren hayvanlarda OTA ön
midelerinde protozoa ve bakteriyal enzimler
tarafından hidroliz edilmektedir. Geviş getirenlerin
işkembelerindeki bakterilerin molekülde bulunan
amid bağını bir dereceye kadar koparabil-
diği düşünülmektedir. Bu, fenilalanin ve toksik
olmayan OTα oluşumuyla sonuçlanır (32,34).
OTA’nın aynı zamanda farelerde de çoğunlukla
çekum, duedonum, ileum ve pankreas olmak
üzere çeşitli organlarda OTα’ya hidroliz edildiği,
karaciğer ve böbreklerdeki aktivitesinin ise düşük
olduğu veya olmadığı gözlenmiştir.
OTA’nın insan sütünde de gözlenmiş olması
emziren annelerin toksini kontamine yiyecekler-
den alabileceğini göstermektedir (1). Çok sayıda
çalışmada insan kanı, sütü ve böbreğinde OTA
bulunması şaşırtıcı değildir (32). İnsanlarda
sadece postnatal değil, aynı zamanda prenatal
olarak maternal OTA maruziyeti söz konusudur
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
VOL 58, NO 3, 2001
109
Şekil 7. Okratoksinlerin genel yapıları
R
1
R
2
R
3
R
4
R
5
Okratoksin A
Fenilalanin
Cl
H
H
H
Okratoksin B
Fenilalanin
H
H
H
H
Okratoksin A Metil Esteri
Fenilalanin Metil Esteri Cl
H
H
H
Okratoksin B Metil Esteri
Fenilalanin Metil Esteri H
H
H
H
Okratoksin B Etil Esteri Fenilalanin Etil Esteri H
H
H H
Okratoksin α
OH
Cl H
H H
fakat fötal dönemde maruziyetin sonuçları tam
olarak tanımlanmamıştır (31).
OTA’nın yiyecek ve yemlerde bulunduğunu
gösteren çalışmalar vardır. Kontaminasyon genel-
likle ılıman iklim, hasat ve hasat sonrası depola-
ma koşulları ile yakından ilişkilidir (1,32). Üretim
başlıca sıcaklık, substratın nem miktarı ve tipi,
farklı bir mikroflora varlığı, mevcut mantarın suşu
ve tohumun kalitesine bağlıdır (1). Toksinin üreti-
mi pH 5.5’ta demir, bakır ve çinko varlığında mak-
simumdur. Ilıman iklim koşullarında
Penicillium
OTA’nın ana kaynağıdır (32). Gıda ve Tarım
Organizasyonu (FAO) tarafından OTA üzerinden
belirlenen limitler Tablo 7’de belirtilmiştir. Avrupa
Birliği tarafından ise bebek mamaları için
müsaade edilen düzey 1 µg/kg; tahıllar için ise
5 µg/kg olarak belirlenmiştir (1). Günlük tolere
edilebilir düzey (TDI) olarak ise 5 ng/kg vücut
ağırlığı OTA’ya müsaade edilmektedir (32).
1999’da Avrupa Birliği Tarımsal Kontaminant-
lar Uzman Komisyonu (JECFA) sadece tahıl için
değil, aynı zamanda şarap, kahve ve bira için de
minimum kalıntı düzeylerinin (MRL) saptanması
gerektiğine karar vermiştir. Maruziyet çalışmaları,
tahılların OTA maruziyetinde kabaca %50-70’lik
bir paya sahip olduğunu şarap, bira ve kahvenin
her birinin de %7-15’lik bir payı olduğunu gös-
termiştir (32).
Farelere oral uygulanan OTA’nın yaklaşık
%40-65’i barsaklardan ana olarak jejunumun
başlangıç kısmından absorbe edilir. OTA yüksek
bağlanma kapasitesine sahiptir ve dolaşım sis-
temine ulaşınca serum albuminine ve daha özgül
olarak kanın küçük fraksiyonlarına bağlanır.
OTA’nın bu özelliği kandan hepatik ve renal
hücrelere transferini kısıtlayarak eliminasyon
süresini uzatır ve yarı ömrünün uzamasıyla
sonuçlanır. Bu yarı ömrün, insanlarda oral
alımdan sonra 840 saat olduğu bildirilmiştir.
Karaciğer klerensi, karaciğer hücre membranında
bulunan organik anyon transfer eden polipeptit
taşıyıcı “oatp taşıyıcı” adı verilen bir multispesifik
safra asidi taşıyıcısına bağlıdır (1,32,34).
Bir diğer önemli eliminasyon organı ise
böbrektir. OTA’nın proteine bağlanma oranı yak-
laşık %99’dur. Bu bağlanma oranı doğal olarak
bulunan konsantrasyon aralığında (1-100 nM)
doygunluğa ulaşmaz. Bu yüzden OTA glomerüler
filtrasyonla değil, tübüler sekresyonla idrara
geçmektedir. Bu işlem de proksimal tübül
hücrelerinin bazolateral hücre membranında bulu-
nan başka bir multispesifik ksenobiyotik taşıyıcısı
para-amino-hippürik-asit (PAH) taşıyıcı sistemi
tarafından gerçekleşir. Probenesid bu taşıyıcı sis-
temin inhibitörüdür ve OTA’nın nefrotoksik etkileri-
ni azaltma eğilimi gösterir. OTA’nın uzun süreli
teması sonucu proksimal tübül kökenli böbrek
hücrelerinde genel hücre fonksiyonları etkilen-
meksizin organik anyon taşıyıcı aktivitesinin
azaldığı gözlenmiştir. OTA’nın kendi itrahı da
azalmıştır, bu yüzden diğer ksenobiyotik ve
ilaçların da itrahı bozulabilir ve OTA dolaylı toksik
etki gösterebilir. OTA tüm nefron segmentlerinden
reabsorbe olabilir. Bu işlem toksinin renal dokuda
birikmesi ve toksisitesinin artması (örn. renal
papilladaki pH homeostazının bozulması) ile
sonuçlanabilir (32). Böbrek ve karaciğerden eli-
mine edilen relatif OTA miktarı hayvanın türüne,
uygulama doz ve yoluna, enterohepatik dolaşıma,
toksinin serum makromoleküllerine bağlanma
düzeyine bağlıdır.
OTA’nın plazma yarı ömrü absorbsiyon ve
serum albuminine bağlanma derecesine bağlıdır.
OTA’nın bağlandığı küçük fraksiyonlar normal
glomerül membranından kolayca geçebileceğin-
den ve OTA’nın böbrekte akümülasyonuna neden
olabileceğinden dolayı OTA’nın memelilerdeki
nefrotoksik etkileriyle bu bağlanmanın arasında
bir ilişki olabileceği düşünülmektedir (1). Toksinin
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ
110
Tablo 7. Farklı satış ürünlerindeki okratoksin A
limitleri
Ürün
Limit (µg/kg)
Çocuk ve bebek mamaları
0,5-5
Yiyecekler
2-50
Hayvan yemi
5-300
Şarap
0,2-1
Bira
0,2
Yeşil kahve tohumu
8
Kavrulmuş kahve ve kahve ürünleri
4
kandan taşıyıcı aracılığıyla ayrılması organizma
için toksisite riskini azaltır, fakat aynı zamanda
böbrek ve karaciğer gibi eliminasyon organlarında
toksisite artışına neden olur. Safrayla itrah edilen
toksini uzaklaştıran bağırsaklar kadar, bu iki
organda da en yüksek doku konsantrasyonları
gözlenir (32). OTA’nın renal tübüllerden reab-
sorbsiyonunun kana tekrar geçişini arttırdığı ve
böbrekteki bu işlemin farklı hayvan türlerindeki
böbrek hasarının nedeni olduğu düşünülmektedir.
OTA’nın bir dizi doğrudan ve pek çok dolaylı
etkileri olduğu düşünülmektedir. OTA’nın en iyi bi-
linen etkileri fenilalanin (Phe) metabolizmasındaki
enzimlere, lipid peroksidasyonuna ve mita-
kondrial solunuma olan etkileridir (1).
Fenilalanin-tRNA Oluşumunun İnhibis-
yonu: OTA, fenilalanin-tRNA (Phe-tRNA) sente-
taz tarafından katalizlenen Phe-tRNA aminoaçi-
lasyon reaksiyonunu Phe ile yarışarak inhibe
eder. Bu inhibisyon hepatoma hücrelerine Phe
uygulanmasıyla farelerde geri çevrilebilmiştir.
Protein sentezi inhibisyonuna ilaveten DNA ve
RNA sentezi de inhibe edilebilir. Phe OTA’nın
teratojenik etkilerine de kısmen prenatal koruma
sağlayabilir ve farelerde OTA’nın immunosupresif
etkilerini engelleyebilmektedir (1). Fakat Phe’in
diğer aminoasitlerle değiştirilmesiyle yapılan
moleküler modifikasyonlar sonucunda da benzer
toksisitenin gözlenmesi etkinin Phe yapısından
kaynaklanmadığını düşündürmektedir. Bu neden-
le günümüzde Phe yapısı içeren aspartamın OTA
antagonizma mekanizmasının büyük olasılıkla
proteine bağlı fraksiyonun azalması, dolayısıyla
depo OTA miktarının azalmasıyla çabuk elimine
olması olduğu düşünülmektedir (29).
OTA fosfoenol piruvat karboksikinaz ve
γ-glutamil transpeptidaz aktivitelerini de inhibe
etmekte ve fosfoenol piruvat karboksikinaz
mRNA’sındaki c-AMP aracılıklı artışı engellemek-
tedir (1).
Lipid Peroksidasyonu: OTA endoplazmik
retikulum membranının yapısını büyük olasılıkla
lipid peroksidasyonu ile bozarak hepatik mikro-
zomal kalsiyum dengesini etkiler. OTA NADPH
veya askorbat kaynaklı lipid peroksidasyonunu
in
vitro ve in vivo olarak arttırır. Lipid peroksidasy-
onu artışının etkinliği farklı okratoksinlerdeki feno-
lik hidroksil grubu varlığı ve bilinen toksisiteleriyle
yakın ilişkilidir. OTA lipid peroksidasyonunu ana
olarak ferrik iyonları (Fe
+ 3
) bağlayarak ferröz
iyonuna (Fe
+ 2
) indirgeyerek oluşturmaktadır.
Reoksidasyon O
2
alımı ile olmaktadır. Fe
+3
-OTA
kompleksi NADPH-sitokrom P450 redüktaz ve
NADPH varlığında oldukça reaktif hidroksil
radikali oluşturur. Oksijen varlığında OTA-Fe
+2
-
Fe
+2
-OTA lipid peroksidasyonu arttıran bileşikler
oluşturur. Bu işlem bir kez başlatıldığında doy-
mamış yağ asitlerinin ve oksijenin mevcut olduğu
hücre içinde çok kolay yayılabilir. Lipidlerin oksi-
jenle oksidasyonu bir radikal reaksiyonları zinciri
halinde devam eder. Bu biyokimyasal işlemin
sonucu olarak kimyasal olarak oldukça reaktif
ve yapısal hasar oluşturan büyük oranda
degredasyon ürünleri oluşur (35 - 37).
OTA’nın neden olduğu nefropati ile sitrinin,
demir ve lipid peroksidasyonu arasında bir ilişki
olabilir. Demir, proteinüri durumunda transferrinin
glomerüle sızması nedeniyle tübüler lümende
mevcuttur. Demirin, düşük pH ve bikarbonat
içeriği nedeniyle tübüler sıvıda transferrinden
ayrılması ve hidroksil radikali oluşumunu kataliz
edebilecek bir forma dönüşmesi beklenir. Demirin
hidroksil radikali (.OH) oluşumunu kataliz edebile-
cek bir forma dönüşmesinin tübüler hücrelerin
lipid peroksidasyonu ile sonuçlanacağı ileri
sürülmüştür (1,32). OTA tarafından oluşturulan
serbest reaktif oksijen türevlerinin neden olduğu
lipid peroksidasyonu Vero hücrelerinde OTA
ilavesini takiben ortama süperoksit dismutaz
(SOD) ve katalaz (KAT), piroksikam veya aspar-
tam ilavesiyle engellenebilmiştir (37).
Mitokondriyal ATP Oluşumunun İnhibis-
yonu: OTA mitokondrial faz 3 ve faz 4 solunumu
izole edilmiş sıçan karaciğer mitakondrisinde iç
membranda yer alan mitokondrial taşıyıcı
proteinleri kompetatif olarak inhibe eder. OTA’nın
mitokondrial alımı enerji gerektiren bir işlemdir,
intramitokondrial ATP azalmasıyla sonuçlanır ve
bu ATP azalışı en çok proksimal tübülün ikinci
(S2) ve üçüncü (S3) segmentinde gözlenir (38).
Mitokondrial mekanizmanın toksisite üzerindeki
önemi toksik olmayan OTα ’nın da sıçan karaciğer
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
VOL 58, NO 3, 2001
111
mitokondrisindeki solunumu OTA’dan daha fazla
inhibe edebilmesi nedeniyle açık değildir.
OTA’nın toksisitesi hakkında çelişkili raporlar
bulunmaktadır. Daha önce yayınlanmış olan bazı
raporlar OTA’yı ana toksik ajan, metabolitlerini da-
ha az toksik moleküller olarak gösterirken bazı
araştırmacılar da toksik etkilerin metabolitlerinden
birine bağlı olabileceğini, zira enzim indükleyici
fenobarbital verilen hayvanlarda karaciğer tümörü
riskinin OTA verilmesiyle arttığını vurgulamak-
tadırlar.
OTA şimdiye kadar test edilen tüm hayvan
türlerine nefrotoksiktir. Böbrekler OTA’ya en du-
yarlı organlardır. OTA hem akut hem kronik
böbrek hasarı oluşturabilir. Hastalıklarla ilişkili
renal lezyonlar proksimal tübüllerin dejenerasy-
onu, renal korteks fibrozu, glomerülün hiyaliniza-
syonu ve tübüler epitelde atrofidir (1,32). OTA
kalıntıları en çok böbrekte, daha sonra azalan
sırayla da yağsız et, karaciğer ve yağdadır (1,34).
OTA böbrek hücrelerinde hücre bölünmesini in-
hibe eder ve apoptotik tipte morfolojik lezyonlar
oluşturur. Apoptoziste görülen nükleer lezyonlar
DNA ayrılmasından sorumlu artmış endonükleaz
aktivitesiyle ilişkilidir. OTA insan lenfositlerinde
apoptozis ilişkili DNA degredasyonuna neden
olur. Farelerde ise doğal öldürücü hücre
aktivitesinde azalmaya ve hematopoetik kök
hücrelerinde ve lenfositlerde hücre bölünmesi
inhibisyonuna neden olur (39).
Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’nın
kırsal kesimlerinde yaşayan insanlarda görülen
interstisyel nefropati hastalığının yüksek miktarda
OTA maruziyetiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.
BEN olarak isimlendirilen bu hastalık ilk defa
1950’lerde tanımlanmış, fatal kronik böbrek
hasarı, küçülmüş böbrek ve renal kortekse özgü
özelliklerde
değişikliklerle
karakterize
bir
hastalıktır. OTA; BEN görülen kasabalardan
alınan yiyecek örneklerinde ve bu kasabalarda
yaşayan insanların kanında hastalığın olmadığı
yerlerde olduğundan çok daha sık olarak
saptanmıştır (1).
OTA mikroorganizma ve memeli hücreleriyle
yapılan bir dizi gen mutasyon testlerinde non-mu-
tajenik çıkmasına rağmen modifiye edilmiş Ames
testi, insan periferal lenfositleriyle yapılan i
n vitro
kardeş kromatit değişimi testi ve
E . c o l i i l e
yapılan SOS DNA onarım testinde mutasyonu
indüklemiştir (40). Bunun yanında OTA maruziyeti
sonrasında
kromozom
hasarı
gözlenebil-
mekte; insanlarda karaciğer, böbrek ve geviş
getirenlerin işkembelerinde ve maymunların
böbrek hücrelerinde DNA katım ürünlerine rast-
lanmaktadır. Bu katım ürünleri organlar arasında
farklılık göstermektedir ki bu da farklı metabolik
aktivasyon yolları olduğunu göstermektedir. OTA
mutajenitesinin P450 aracılıklı aktivasyon
basamağına ihtiyacı olduğu düşünülmektedir
(41).
OTA’nın sıçan, fare, hamster ve tavuklarda
teratojen olduğu saptanmıştır. Fetus ölüm ve
düşüklerinde belirgin bir artışa neden olmakta ve
hamile sıçanlara verildiğinde fötal vücut
ağırlığında azalışa neden olmaktadır. OTA uygu-
lanan sıçanların yavrularında iskelet ve iç organ
anomalileri gözlenmiştir. Farelerin OTA’ya sub-
kronik maruziyeti sonucu plak oluşturucu
hücrelerin antikor üretimlerinin baskılandığı
ve timosit hücre sayılarında ve CD
4 +
v e y a
CD
8+
hücre oranlarında azalma meydana geldiği
gözlenmiştir.
OTA’nın indüklediği nefrotoksik etkileri süper-
oksit dismutaz (SOD) ve katalaz (KAT) gibi
antioksidan enzimlerin engelleyebildiği ve bu tip
renal lezyonların önlenmesinde kullanılabileciği
belirtilmiştir. Albino farelerde C vitamininin OTA
etkilerini belirgin şekilde azalttığı bildirilmiştir.
Okratoksikozu önlemede etkili olan diğer bileşikler
ise radikal süpürücüler, vitaminler, indometazin ve
aspirin gibi prostoglandin sentetaz inhibitörleri, pH
düzenleyiciler ve kolestiramin gibi adsorban reçi-
nelerdir (1). Piroksikam gibi plazma proteinlerine
bağlanma oranı yüksek olan bileşikler de OTA için
potansiyel antidot durumundadırlar. Yapısal
olarak OTA’ya benzeyen aspartam da OTA’nın
plazma proteinlerine bağlanmasını engellemekte-
dir ve OTA’ya bağlı subkronik toksik etkileri
engelleyebilecek en güçlü adaydır (42).
Tahılın OTA ile kontaminasyonu çok
değişkendir ve hasat esnasında ve sonrasındaki
bölgesel koşullardan etkilenir. OTA tahılların dış
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ
112
kabuğunda yoğun bulunur. Dış perikarp taba-
kasının çıkarılması OTA konsantrasyonunu
%50’den fazla azaltır (32). Depolanmış ürünlerde
okratoksin üreten mantarların üremesi engellene-
meyeceğinden dolayı oluşan toksinin radyasyon
veya ısı uygulanarak tahrip edilmesi, kontami-
nasyonun daha dikkatli kontrol edilmesi, eğer
vücuda girmişse antagonistlerinin kullanılması
gibi toksinin etkilerini önlemeye veya azaltmaya
yönelik yaklaşımlar uygulanmaktadır (29).
Dostları ilə paylaş: |