Mikotoksinler; Aspergillus


Tablo  6. Fumonisinler  için  tavsiye  edilen  güvenlik limitleri Tür



Yüklə 337,36 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/4
tarix02.03.2017
ölçüsü337,36 Kb.
#10005
1   2   3   4

Tablo  6. Fumonisinler  için  tavsiye  edilen  güvenlik

limitleri



Tür

Limit (ppb)

Sığır ve kümes hayvanları

50000

Domuzlar


10000

Atlar


5000

Şekil 6. Sfinganin (SA), sfingosin (SO) ve fumonisin B

1

(FB



1

) yapıları



F B

1

’in  sfingolipid  biyosentezinden  farklı



olarak palmitik asit oluşumunu değiştirerek hücre-

sel lipid sentezini etkilediği gözlenmiştir. Sıçanlar-

da  ana  fosfolipidlerin  yağ  asiti  düzeyleri  ve  lipid

triaçilgliseritleri 

in vitro ve in vivo olarak izlendiğin-

de n-6 yağ asitlerinde değişiklikler olduğu bulun-

muş,  membran  kaynaklı  kolesterol  düzeylerinde

düşme  olduğu  gözlenmiştir.  Bu  düşüş  fosfo-

tidilkolin:  kolesterol  oranının  artmasına  ve

dolayısıyla membranın katılaşmasına neden olur.

Bu  nedenle  fumonisinler  membran  bileşenleri,

yağ  asiti  havuzu  ve  uzun  zincirli  yağ  asitlerinin

hücre  içinde  akümülasyonu  üzerinde  önemli

etkilere  neden  olabilirler.  Bu  etkiler  membran

yapılarının bütünlüğünü bozar ve hücre ölümüyle

sonuçlanır. Fumonisinlerin memelilere olan olası

toksisite  mekanizmalarından  en  çok  çalışılan-

larıdan  birisi  de  bu  mekanizmadır.  Bazı

araştırmacılar  fumonisin  toksistesinde  sfingoid

bazlarının  birikmesinin  sfingosid  biyosentezi

inhibisyonundan  daha  önemli  rol  oynadıklarını

belirtmişlerdir.  Çeşitli  hayvanlarda  yapılan

çalışmalarda,  sfingolipid  biyosentezi  inhibis-

yonunun  hücre  proliferasyonu  ve  ölümünden

daha önce oluştuğu gözlenmiş ve bu inhibisyonun

toksisitenin  erken  safhasında  meydana  geldiği

doğrulanmıştır (1).

İnsan  idrarındaki  SA  ve  SO  miktarları

değişebilir fakat kişi fumonisine maruz kalmadığı

sürece  oran  aynı  kalır  (25).  Hem  kültürdeki

hücreler  ve  hem  de  FB1  ile  muamele  gören

hayvanlarda ilk gözlenen biyokimyasal değişiklik

SA/SO  oranının  artması  olmuştur.  Bu  sfingoid

bazlarındaki  değişikliklerin  hücresel  etkileri

retinoblastoma protein defosforilasyonu ve apop-

tozis  aktivasyonu  olduğu  düşünülmektedir  (26).

Çünkü  uzun  zincirli  serbest  bazlar  ve  lisosfin-

golipidler hücre içi haberleşme sistemini düzenler

ve  bazı  hücrelere  sitotoksiktirler.  Protein

translokasyonunu,  ATPaz’ları  ve  kalsiyum

dengesini etkilerler (1).

Çeşitli türlerle yapılan araştırmalarda SA/SO

oranları serum, akciğer, karaciğer ve böbreklerde

incelenmiş ve en hassas organın böbrek olduğu

saptanmıştır.  Böbrek  ve  karaciğerdeki  serbest

SO, serbest SA ve SA/SO oranlarındaki belirgin

artış idrara da belirgin şekilde yansımakta, serum-

dan önce idrardaki oran artmaktadır (25).

FB

1

’in tavuklarda karaciğer, böbrek, kalp ve



akciğerlerde lezyonlara ve ani ölümlerine neden

olduğu gözlenmiştir. Fumonisin alımı makrofajlar-

da  azalma  nedeniyle  azalmış  immun  cevap  ve

neticede enfeksiyon ve FB

1

kaynaklı karsinojenez



ile  sonuçlanabilir  (1).  Fumonisinler  karaciğer,

akciğer  ve  beyine  toksik  olmalarının  yanı  sıra

böbrekleri de etkilemektedirler (25,26). Fumonisin

uygulaması  idrar  osmolalitesini  azaltmış,  idrar

konsantre  etme  kabiliyetini  bozmuş  ve  idrarla

protein  kaybını  arttırmıştır.  Total  protein,  laktat

dehidrogenaz,  γ-glutamil  transpeptidaz  ve

N-asetil-β-D-glukozaminidaz aktivitelerinde artma

gözlenmiştir.  FB

1

’e  maruz  bırakılan  erkek



farelerde  yapılan  çalışmalarda  böbreklerde

organik  anyon  ve  katyon  alımının  azaldığı

saptanmıştır (26).

F B


1

’e  maruz  bırakılan  primer  hepatositler

doymamış  yağ  asidi  birikimi  göstermişlerdir.

Bu  durum  uzun  zincirli  doymamış  yağ  asit-

lerinden, özellikle araşidonik asitten sentezlenen

prostoglandinlerin  düzeylerini  etkileyebileceğini

düşündürmektedir. Bilindiği üzere prostoglandin-

ler, hücre tipine göre, kanser başlatılmasında ve

ilerlemesinde önemli bir faktör olan hücre prolif-

erasyonunu inhibe veya stimüle edebilirler. Ayrıca

doymamış  yağ  asidi  miktarındaki  artışın  normal

ve kanserli hücrelerdeki lipid peroksidasyonu ile

ilişkili olduğu gösterilmiş ve böylece FB

1

’in  OTA



gibi dolaylı olarak lipid peroksidasyonuna neden

olabileceği belirtilmiştir.

FB

1

normal  yiyecek  hazırlama  işlemlerinin



çoğuna  dayanıklı  olan  bir  bileşiktir.  Su  da  dahil

olmak üzere pek çok polar solventte çözünür ve

polar  olmayan  çözücülerde  çözünürlüğü  yoktur.

Fumonisinlerle  kontamine  olmuş  yiyecek  ve

yemler için bilinen hiçbir detoksifikasyon yöntemi

bulunmamaktadır.

Mısırdaki ince partiküllü materyal (< 3mm) en

yüksek miktarda fumonisin düzeyine sahiptir. İnce

materyalin  ayrılmasıyla  fumonisin  düzeylerinde

belirgin  azalma  gözlenmiştir.  Öğütme  işlemi  ve

amonyak  uygulanması  da  fumonisin  düzeylerini

düşürmektedir. Bir başka metod da mısırın 0,1 M

GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER

TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ

108


kalsiyum  hidroksitle  24  saat  25°C’de  muamele

edilmesidir. Tüm bu farklı uygulamalar fumonisin-

lerin mısır tohumlarının dış perikarp tabakasında

konsantre olduğunu göstermektedir (1).



OKRATOKSİNLER

Okratoksinler, 

A.ochraceus  (A.alutaceus),

A.melleus,  A.alliaceus,  A.ostianus,  A.sclerotori -

um, A.albertensis, A.wentii, A.auricomus, A.niger

var. niger, A.sulphureus (A.fresenii) ve P.viridica -

tum (P.verrucosum) mantarları tarafından üretilen

mikotoksinlerdir (1,28).

Okratoksin A (OTA) doğada sık olarak bulun-

ması ve neden olduğu patolojik durumlar itibariyle

oldukça  önemli  bir  okratoksindir.  OTA’nın  Dani-

marka’da domuzlarda görülen bir tür nefropatiden

ve  kümes  hayvanlarındaki  mikotoksikozdan

sorumlu  olduğu,  Balkan  endemik  nefropatisinde

(BEN)  ve  Kuzey  Afrika’da  yaygın  görülen  üriner

sistem tümörlerinde rol oynadığı düşünülmektedir

(1,28 - 30).

OTA  12-karboksi  grubundan  L-fenilalanine

bağlanmış  bir  pentaketit  türevi  hidroksikumarin

yapısındadır  (1,29,31).  OTA’nın  doğal  dekloro

analoğu  olan  OTB,  OTA’dan  10  kat  daha  az

toksiktir  (1).  OTA  ile  OTB’nin  farkı,  OTA’nın

dihidro-metil-isokumarin  halka  sisteminde  C5

pozisyonunda  klor  atomu  taşımasıdır.  Bu  klor

atomunun  varlığına  ilaveten,  fenolik  hidroksil

grubu  da  toksisiteyi  arttırmaktadır  (32).  OTA

esterlerinin 

toksisitesi 

OTA’ya 

benzerlik



gösterirken  OTB’nin  esterleri  beklendiği  şekilde

toksik  etkili  bulunmamıştır.  Şekil  7’de  okratok-

sinlerin  genel  yapıları  verilmektedir  (1).  Tüm

bileşikler, 

sıcaklık 

ve 


hidrolize 

rağmen


çok  dayanıklı  olan,  amid  bağıyla  birleşmiş

fenilalanin-dihidroisokumarin  bileşikleridir (32).

Okratoksinler; arpa, mısır, buğday, çavdar ve

yulafın yanı sıra fasulye, incir, kuru üzüm, zeytin,

kabuklu  yemişler,  kahve  tohumu,  baharatlar

ve  greyfurt  suyunda  da  bulunabilmektedirler

(29,32,33). Şifalı bitkiler ve bitki çayları, eğer uy-

gunsuz ve mantar üremesine elverişli koşullarda

saklanmışsa kullanmadan önce mikotoksin analizi

yapılmalıdır.  Kahvede  olduğu  kadar,  bira  gibi

fermentasyon  ürünlerinde  de  OTA  kalıntılarına

rastlanmıştır. OTA kontaminasyon düzeyi en çok

tahıl (özellikle mısır, buğday, arpa), ve hayvansal

ürünlerde gözlenmiştir (32).

OTA,  işlenmemiş  kontamine  tarım  ürünleri

yem olarak kullanıldığında geviş getiren yetişkin

hayvanlarda  sorun  oluşturmazken;  domuz  ve

kümes hayvanları gibi geviş getirmeyen hayvan-

ların et ve et ürünlerini de kontamine edebilmek-

tedir (1,32,33). Geviş getiren hayvanlarda OTA ön

midelerinde  protozoa  ve  bakteriyal  enzimler

tarafından hidroliz edilmektedir. Geviş getirenlerin

işkembelerindeki bakterilerin molekülde bulunan

amid  bağını  bir  dereceye  kadar  koparabil-

diği  düşünülmektedir.  Bu,  fenilalanin  ve  toksik

olmayan  OTα oluşumuyla  sonuçlanır  (32,34).

OTA’nın  aynı  zamanda  farelerde  de  çoğunlukla

çekum,  duedonum,  ileum  ve  pankreas  olmak

üzere  çeşitli  organlarda  OTα’ya hidroliz edildiği,

karaciğer ve böbreklerdeki aktivitesinin ise düşük

olduğu veya olmadığı gözlenmiştir.

OTA’nın insan sütünde de gözlenmiş olması

emziren  annelerin  toksini  kontamine  yiyecekler-

den alabileceğini göstermektedir (1). Çok sayıda

çalışmada  insan  kanı,  sütü  ve  böbreğinde  OTA

bulunması  şaşırtıcı  değildir  (32).  İnsanlarda

sadece  postnatal  değil,  aynı  zamanda  prenatal

olarak  maternal  OTA  maruziyeti  söz  konusudur

GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER

VOL 58, NO 3, 2001

109

Şekil 7. Okratoksinlerin genel yapıları

R

1

R

2

R

3

R

4

R

5

Okratoksin A

Fenilalanin

Cl

H



H

H

Okratoksin B



Fenilalanin

H

H



H

H

Okratoksin A Metil Esteri



Fenilalanin Metil Esteri Cl

H

H



H

Okratoksin B Metil Esteri

Fenilalanin Metil Esteri H

H

H



H

Okratoksin B Etil Esteri Fenilalanin Etil Esteri H

H

H H


Okratoksin α

OH

Cl H



H H

fakat  fötal  dönemde  maruziyetin  sonuçları  tam

olarak tanımlanmamıştır (31).

OTA’nın  yiyecek  ve  yemlerde  bulunduğunu

gösteren çalışmalar vardır. Kontaminasyon genel-

likle ılıman iklim, hasat ve hasat sonrası depola-

ma koşulları ile yakından ilişkilidir (1,32). Üretim

başlıca  sıcaklık,  substratın  nem  miktarı  ve  tipi,

farklı bir mikroflora varlığı, mevcut mantarın suşu

ve tohumun kalitesine bağlıdır (1). Toksinin üreti-

mi pH 5.5’ta demir, bakır ve çinko varlığında mak-

simumdur.  Ilıman  iklim  koşullarında 

Penicillium

OTA’nın  ana  kaynağıdır  (32).  Gıda  ve  Tarım

Organizasyonu (FAO) tarafından OTA üzerinden

belirlenen limitler Tablo 7’de belirtilmiştir. Avrupa

Birliği  tarafından  ise  bebek  mamaları  için

müsaade  edilen  düzey  1  µg/kg;  tahıllar  için  ise

5  µg/kg  olarak  belirlenmiştir  (1).  Günlük  tolere

edilebilir  düzey  (TDI)  olarak  ise  5  ng/kg  vücut

ağırlığı OTA’ya müsaade edilmektedir (32).

1999’da Avrupa Birliği Tarımsal Kontaminant-

lar Uzman Komisyonu (JECFA) sadece tahıl için

değil, aynı zamanda şarap, kahve ve bira için de

minimum  kalıntı  düzeylerinin  (MRL)  saptanması

gerektiğine karar vermiştir. Maruziyet çalışmaları,

tahılların  OTA  maruziyetinde  kabaca  %50-70’lik

bir paya sahip olduğunu şarap, bira ve kahvenin

her  birinin  de  %7-15’lik  bir  payı  olduğunu  gös-

termiştir (32).

Farelere  oral  uygulanan  OTA’nın  yaklaşık

%40-65’i  barsaklardan  ana  olarak  jejunumun

başlangıç kısmından absorbe edilir. OTA yüksek

bağlanma  kapasitesine  sahiptir  ve  dolaşım  sis-

temine ulaşınca serum albuminine ve daha özgül

olarak  kanın  küçük  fraksiyonlarına  bağlanır.

OTA’nın  bu  özelliği  kandan  hepatik  ve  renal

hücrelere  transferini  kısıtlayarak  eliminasyon

süresini  uzatır  ve  yarı  ömrünün  uzamasıyla

sonuçlanır.  Bu  yarı  ömrün,  insanlarda  oral

alımdan  sonra  840  saat  olduğu  bildirilmiştir.

Karaciğer klerensi, karaciğer hücre membranında

bulunan  organik  anyon  transfer  eden  polipeptit

taşıyıcı “oatp taşıyıcı” adı verilen bir multispesifik

safra asidi taşıyıcısına bağlıdır (1,32,34).

Bir  diğer  önemli  eliminasyon  organı  ise

böbrektir. OTA’nın proteine bağlanma oranı yak-

laşık  %99’dur.  Bu  bağlanma  oranı  doğal  olarak

bulunan  konsantrasyon  aralığında  (1-100  nM)

doygunluğa ulaşmaz. Bu yüzden OTA glomerüler

filtrasyonla  değil,  tübüler  sekresyonla  idrara

geçmektedir.  Bu  işlem  de  proksimal  tübül

hücrelerinin bazolateral hücre membranında bulu-

nan başka bir multispesifik ksenobiyotik taşıyıcısı

para-amino-hippürik-asit  (PAH)  taşıyıcı  sistemi

tarafından gerçekleşir. Probenesid bu taşıyıcı sis-

temin inhibitörüdür ve OTA’nın nefrotoksik etkileri-

ni  azaltma  eğilimi  gösterir.  OTA’nın  uzun  süreli

teması  sonucu  proksimal  tübül  kökenli  böbrek

hücrelerinde  genel  hücre  fonksiyonları  etkilen-

meksizin  organik  anyon  taşıyıcı  aktivitesinin

azaldığı  gözlenmiştir.  OTA’nın  kendi  itrahı  da

azalmıştır,  bu  yüzden  diğer  ksenobiyotik  ve

ilaçların da itrahı bozulabilir ve OTA dolaylı toksik

etki gösterebilir. OTA tüm nefron segmentlerinden

reabsorbe olabilir. Bu işlem toksinin renal dokuda

birikmesi  ve  toksisitesinin  artması  (örn.  renal

papilladaki  pH  homeostazının  bozulması)  ile

sonuçlanabilir  (32).  Böbrek  ve  karaciğerden  eli-

mine edilen relatif OTA miktarı hayvanın türüne,

uygulama doz ve yoluna, enterohepatik dolaşıma,

toksinin  serum  makromoleküllerine  bağlanma

düzeyine bağlıdır.

OTA’nın  plazma  yarı  ömrü  absorbsiyon  ve

serum albuminine bağlanma derecesine bağlıdır.

OTA’nın  bağlandığı  küçük  fraksiyonlar  normal

glomerül  membranından  kolayca  geçebileceğin-

den ve OTA’nın böbrekte akümülasyonuna neden

olabileceğinden  dolayı  OTA’nın  memelilerdeki

nefrotoksik  etkileriyle  bu  bağlanmanın  arasında

bir ilişki olabileceği düşünülmektedir (1). Toksinin

GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER

TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ

110

Tablo  7. Farklı  satış  ürünlerindeki  okratoksin  A

limitleri



Ürün

Limit (µg/kg)

Çocuk ve bebek mamaları

0,5-5

Yiyecekler



2-50

Hayvan yemi

5-300

Şarap


0,2-1

Bira


0,2

Yeşil kahve tohumu

8

Kavrulmuş kahve ve kahve ürünleri



4

kandan  taşıyıcı  aracılığıyla  ayrılması  organizma

için  toksisite  riskini  azaltır,  fakat  aynı  zamanda

böbrek ve karaciğer gibi eliminasyon organlarında

toksisite artışına neden olur. Safrayla itrah edilen

toksini  uzaklaştıran  bağırsaklar  kadar,  bu  iki

organda  da  en  yüksek  doku  konsantrasyonları

gözlenir  (32).  OTA’nın  renal  tübüllerden  reab-

sorbsiyonunun   kana tekrar geçişini arttırdığı ve

böbrekteki  bu  işlemin  farklı  hayvan  türlerindeki

böbrek hasarının nedeni olduğu düşünülmektedir.

OTA’nın bir dizi doğrudan ve pek çok dolaylı

etkileri olduğu düşünülmektedir. OTA’nın en iyi bi-

linen etkileri fenilalanin (Phe) metabolizmasındaki

enzimlere,  lipid  peroksidasyonuna  ve  mita-

kondrial solunuma olan etkileridir (1).

Fenilalanin-tRNA  Oluşumunun  İnhibis-

yonu: OTA, fenilalanin-tRNA (Phe-tRNA) sente-

taz  tarafından  katalizlenen  Phe-tRNA  aminoaçi-

lasyon  reaksiyonunu  Phe  ile  yarışarak  inhibe

eder.  Bu  inhibisyon  hepatoma  hücrelerine  Phe

uygulanmasıyla  farelerde  geri  çevrilebilmiştir.

Protein  sentezi  inhibisyonuna  ilaveten  DNA  ve

RNA  sentezi  de  inhibe  edilebilir.  Phe  OTA’nın

teratojenik etkilerine de kısmen prenatal koruma

sağlayabilir ve farelerde OTA’nın immunosupresif

etkilerini  engelleyebilmektedir  (1).  Fakat  Phe’in

diğer  aminoasitlerle  değiştirilmesiyle  yapılan

moleküler modifikasyonlar sonucunda da benzer

toksisitenin  gözlenmesi  etkinin  Phe  yapısından

kaynaklanmadığını düşündürmektedir. Bu neden-

le günümüzde Phe yapısı içeren aspartamın OTA

antagonizma  mekanizmasının  büyük  olasılıkla

proteine  bağlı  fraksiyonun  azalması,  dolayısıyla

depo OTA miktarının azalmasıyla çabuk elimine

olması olduğu düşünülmektedir (29).

OTA  fosfoenol  piruvat  karboksikinaz  ve

γ-glutamil  transpeptidaz  aktivitelerini  de  inhibe

etmekte  ve  fosfoenol  piruvat  karboksikinaz

mRNA’sındaki c-AMP aracılıklı artışı engellemek-

tedir (1).



Lipid  Peroksidasyonu: OTA  endoplazmik

retikulum  membranının  yapısını  büyük  olasılıkla

lipid  peroksidasyonu  ile  bozarak  hepatik  mikro-

zomal  kalsiyum  dengesini  etkiler.  OTA  NADPH

veya askorbat kaynaklı lipid peroksidasyonunu 

in

vitro ve in  vivo olarak arttırır. Lipid peroksidasy-



onu artışının etkinliği farklı okratoksinlerdeki feno-

lik hidroksil grubu varlığı ve bilinen toksisiteleriyle

yakın ilişkilidir. OTA lipid peroksidasyonunu ana

olarak  ferrik  iyonları  (Fe

+ 3

)  bağlayarak  ferröz



iyonuna  (Fe

+ 2


)  indirgeyerek  oluşturmaktadır.

Reoksidasyon O

2

alımı ile olmaktadır. Fe



+3

-OTA


kompleksi  NADPH-sitokrom  P450  redüktaz  ve

NADPH  varlığında  oldukça  reaktif  hidroksil

radikali  oluşturur.  Oksijen  varlığında  OTA-Fe

+2

-



Fe

+2

-OTA lipid peroksidasyonu arttıran bileşikler



oluşturur.  Bu  işlem  bir  kez  başlatıldığında  doy-

mamış yağ asitlerinin ve oksijenin mevcut olduğu

hücre içinde çok kolay yayılabilir. Lipidlerin oksi-

jenle oksidasyonu bir radikal reaksiyonları zinciri

halinde  devam  eder.  Bu  biyokimyasal  işlemin

sonucu  olarak  kimyasal  olarak  oldukça  reaktif

ve  yapısal  hasar  oluşturan  büyük  oranda

degredasyon ürünleri oluşur (35 - 37).

OTA’nın  neden  olduğu  nefropati  ile  sitrinin,

demir  ve  lipid  peroksidasyonu  arasında  bir  ilişki

olabilir. Demir, proteinüri durumunda transferrinin

glomerüle  sızması  nedeniyle  tübüler  lümende

mevcuttur.  Demirin,  düşük  pH  ve  bikarbonat

içeriği  nedeniyle  tübüler  sıvıda  transferrinden

ayrılması ve hidroksil radikali oluşumunu kataliz

edebilecek bir forma dönüşmesi beklenir. Demirin

hidroksil radikali (.OH) oluşumunu kataliz edebile-

cek  bir  forma  dönüşmesinin  tübüler  hücrelerin

lipid  peroksidasyonu  ile  sonuçlanacağı  ileri

sürülmüştür  (1,32).  OTA  tarafından  oluşturulan

serbest reaktif oksijen türevlerinin neden olduğu

lipid  peroksidasyonu  Vero  hücrelerinde  OTA

ilavesini  takiben  ortama  süperoksit  dismutaz

(SOD) ve katalaz (KAT), piroksikam veya aspar-

tam ilavesiyle engellenebilmiştir (37).

Mitokondriyal  ATP  Oluşumunun  İnhibis-

yonu: OTA mitokondrial faz 3 ve faz 4 solunumu

izole  edilmiş  sıçan  karaciğer  mitakondrisinde  iç

membranda  yer  alan  mitokondrial  taşıyıcı

proteinleri kompetatif olarak inhibe eder. OTA’nın

mitokondrial  alımı  enerji  gerektiren  bir  işlemdir,

intramitokondrial ATP azalmasıyla sonuçlanır ve

bu  ATP  azalışı  en  çok  proksimal  tübülün  ikinci

(S2) ve üçüncü (S3) segmentinde gözlenir (38).

Mitokondrial  mekanizmanın  toksisite  üzerindeki

önemi toksik olmayan OTα ’nın da sıçan karaciğer

GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER

VOL 58, NO 3, 2001

111


mitokondrisindeki solunumu OTA’dan daha fazla

inhibe edebilmesi nedeniyle açık değildir.

OTA’nın toksisitesi hakkında çelişkili raporlar

bulunmaktadır. Daha önce yayınlanmış olan bazı

raporlar OTA’yı ana toksik ajan, metabolitlerini da-

ha  az  toksik  moleküller  olarak  gösterirken  bazı

araştırmacılar da toksik etkilerin metabolitlerinden

birine  bağlı  olabileceğini,  zira  enzim  indükleyici

fenobarbital verilen hayvanlarda karaciğer tümörü

riskinin  OTA  verilmesiyle  arttığını  vurgulamak-

tadırlar.

OTA  şimdiye  kadar  test  edilen  tüm  hayvan

türlerine nefrotoksiktir. Böbrekler OTA’ya en du-

yarlı  organlardır.  OTA  hem  akut  hem  kronik

böbrek  hasarı  oluşturabilir.  Hastalıklarla  ilişkili

renal  lezyonlar  proksimal  tübüllerin  dejenerasy-

onu, renal korteks fibrozu, glomerülün hiyaliniza-

syonu  ve  tübüler  epitelde  atrofidir  (1,32).  OTA

kalıntıları  en  çok  böbrekte,  daha  sonra  azalan

sırayla da yağsız et, karaciğer ve yağdadır (1,34).

OTA  böbrek  hücrelerinde  hücre  bölünmesini  in-

hibe     eder ve apoptotik tipte morfolojik lezyonlar

oluşturur.  Apoptoziste  görülen  nükleer  lezyonlar

DNA ayrılmasından sorumlu artmış endonükleaz

aktivitesiyle  ilişkilidir.  OTA  insan  lenfositlerinde

apoptozis  ilişkili  DNA  degredasyonuna  neden

olur.  Farelerde  ise  doğal  öldürücü  hücre

aktivitesinde  azalmaya  ve  hematopoetik  kök

hücrelerinde  ve  lenfositlerde  hücre  bölünmesi

inhibisyonuna neden olur (39).

Bulgaristan,  Romanya  ve  Yugoslavya’nın

kırsal  kesimlerinde  yaşayan  insanlarda  görülen

interstisyel nefropati hastalığının yüksek miktarda

OTA maruziyetiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.

BEN  olarak  isimlendirilen  bu  hastalık  ilk  defa

1950’lerde  tanımlanmış,  fatal  kronik  böbrek

hasarı, küçülmüş böbrek ve renal kortekse özgü

özelliklerde 

değişikliklerle 

karakterize 

bir

hastalıktır.  OTA;  BEN  görülen  kasabalardan



alınan  yiyecek  örneklerinde  ve  bu  kasabalarda

yaşayan  insanların  kanında  hastalığın  olmadığı

yerlerde  olduğundan  çok  daha  sık  olarak

saptanmıştır (1).

OTA mikroorganizma ve memeli hücreleriyle

yapılan bir dizi gen mutasyon testlerinde non-mu-

tajenik çıkmasına rağmen modifiye edilmiş Ames

testi, insan periferal lenfositleriyle yapılan i

n vitro

kardeş  kromatit  değişimi  testi  ve 



E . c o l i i l e

yapılan  SOS  DNA  onarım  testinde  mutasyonu

indüklemiştir (40). Bunun yanında OTA maruziyeti

sonrasında 

kromozom 

hasarı 


gözlenebil-

mekte;  insanlarda  karaciğer,  böbrek  ve  geviş

getirenlerin  işkembelerinde  ve  maymunların

böbrek  hücrelerinde  DNA  katım  ürünlerine  rast-

lanmaktadır. Bu katım ürünleri organlar arasında

farklılık  göstermektedir  ki  bu  da  farklı  metabolik

aktivasyon yolları olduğunu göstermektedir. OTA

mutajenitesinin  P450  aracılıklı  aktivasyon

basamağına  ihtiyacı  olduğu  düşünülmektedir

(41).


OTA’nın  sıçan,  fare,  hamster  ve  tavuklarda

teratojen  olduğu  saptanmıştır.  Fetus  ölüm  ve

düşüklerinde belirgin bir artışa neden olmakta ve

hamile  sıçanlara  verildiğinde  fötal  vücut

ağırlığında azalışa neden olmaktadır. OTA uygu-

lanan sıçanların yavrularında iskelet ve iç organ

anomalileri  gözlenmiştir.  Farelerin  OTA’ya  sub-

kronik  maruziyeti  sonucu  plak  oluşturucu

hücrelerin  antikor  üretimlerinin  baskılandığı

ve  timosit  hücre  sayılarında  ve  CD

4 +

v e y a


CD

8+

hücre oranlarında azalma meydana geldiği



gözlenmiştir.

OTA’nın indüklediği nefrotoksik etkileri süper-

oksit  dismutaz  (SOD)  ve  katalaz  (KAT)  gibi

antioksidan enzimlerin engelleyebildiği ve bu tip

renal  lezyonların  önlenmesinde  kullanılabileciği

belirtilmiştir.  Albino  farelerde  C  vitamininin  OTA

etkilerini  belirgin  şekilde  azalttığı  bildirilmiştir.

Okratoksikozu önlemede etkili olan diğer bileşikler

ise radikal süpürücüler, vitaminler, indometazin ve

aspirin gibi prostoglandin sentetaz inhibitörleri, pH

düzenleyiciler ve kolestiramin gibi adsorban reçi-

nelerdir (1). Piroksikam gibi plazma proteinlerine

bağlanma oranı yüksek olan bileşikler de OTA için

potansiyel  antidot  durumundadırlar.  Yapısal

olarak  OTA’ya  benzeyen  aspartam  da  OTA’nın

plazma proteinlerine bağlanmasını engellemekte-

dir  ve  OTA’ya  bağlı  subkronik  toksik  etkileri

engelleyebilecek en güçlü adaydır (42).

Tahılın  OTA  ile  kontaminasyonu  çok

değişkendir ve hasat esnasında ve sonrasındaki

bölgesel koşullardan etkilenir. OTA tahılların dış

GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER

TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ

112


kabuğunda  yoğun  bulunur.  Dış  perikarp  taba-

kasının  çıkarılması  OTA  konsantrasyonunu

%50’den fazla azaltır (32). Depolanmış ürünlerde

okratoksin üreten mantarların üremesi engellene-

meyeceğinden dolayı oluşan toksinin radyasyon

veya  ısı  uygulanarak  tahrip  edilmesi,  kontami-

nasyonun  daha  dikkatli  kontrol  edilmesi,  eğer

vücuda  girmişse  antagonistlerinin  kullanılması

gibi  toksinin  etkilerini  önlemeye  veya  azaltmaya

yönelik yaklaşımlar uygulanmaktadır (29).



Yüklə 337,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin