Şekil 3. Aflatoksinlerin olası biyotransformasyonu
Besinlerde Aflatoksin Oluşumunu Önleme
veya Arındırma Çalışmaları:
Tahıllar dahil birçok ürünün büyüme, hasat,
depolama ve işlenmesi esnasında aflatoksinler
tarafından kontamine edilmemesini sağlamak
günümüzde en önemli amaçlardan biridir. Mantar-
la kontamine olmamış tohum kullanımı, böcek ve
hastalıkların kontrolü, yeterli aşılama, kuraklıktan
mümkün olduğunca korunma, ürün olgunken ve
çabuk hasat yapma, mekanik hasarı en aza in-
diren hasat tekniklerinin kullanımı, mantar
yerleşimi ve aflatoksin oluşumunu engelleyebilir.
Ancak ne yazık ki bazı aflatoksin kontaminasyon-
ları engellenememektedir.
Hasat sonrası aflatoksin kontaminasyonunun
önlenmesi hasat edilen ürünün hızlı bir şekilde
kurutulması, depolama ve nakliyat işlemlerinin
aflatoksin oluşumunu desteklemeyecek nem
seviyelerinde yapılması sayesinde kontrol altında
tutulabilir. Bunun yanında hasat edilen ürünlerde
depolama esnasında bazı basit gereçler (UV lam-
bası veya vakum uygulaması gibi) kullanılarak
hasarlı ve olası toksin içeren ürünler teşhis ve
ayırdedilerek ürünün sağlam kısmında kontami-
nasyonun derinleşmesi önlenebilir veya azaltıla-
bilir. Bu uygulamalar sayesinde aynı zamanda
yüksek oranda kontamine olmuş tahıl ürünlerinin
serilerinin belirlenmesi ve market zincirine girip
daha yüksek miktarda yiyecek kontaminasyonuna
neden olmadan elimine edilmesi de mümkün olur
(6). Aflatoksin üretimi için optimum sıcaklık 20-
38°C olmasına rağmen daha uzun süreli inkübas-
yonlarda 7-12°C’lik sıcaklığa sahip ortamlarda da
üretim olduğu gözlenmiştir (1,3). Bu nedenle daha
düşük sıcaklıklarda depolama aflatoksin üretimini
engellemek için yeterli bir koşul sağlamamaktadır
(1). Özellikle hasat öncesi kuraklıkla birleştiğinde
hasat sonrası rutubetli depolama koşulları yüksek
aflatoksin kontaminasyonu ile sonuçlanır.
Tohum ve yağlar üzerinde etanol (%95),
2-propanol (%80), asetonun (%90) sulu çözeltileri
ve hekzanın alkol, sulu alkol veya sulu asetonla
olan karışımları gibi bazı çözücüler ile denenen
arındırma çalışmalarının aflatoksinleri ayırmada
başarılı olduğu bildirilmektedir.
Nemli veya kuru öğütme ile fraksiyonlandırma
yapılarak insan kullanımına sunulacak ürüne afla-
toksinlerin çok az bir miktarının geçmiş olması
sağlanabilir. Bu miktar yine de izin verilen
20 µg/kg'lık düzeyi aşabileceğinden dolayı dikkatli
olunmalıdır (6).
Saf haldeki aflatoksinler genellikle erime
dereceleri olan 250°C'ye kadar dayanıklıdırlar. Isı
uygulanan kontamine ürünlerde bir miktar afla-
toksin kaybının meydana gelmesi büyük olasılıkla
nem, pH ve çevrenin kompleks yapısı ne-
deniyledir. Bu yöntemin pratikte bir detoksifikas-
yon yöntemi olarak kullanılamamasının nedeni
aflatoksinlerin yukarıda belirtildiği gibi ısı uygula-
malarına dayanıklı olmaları ve söz konusu yüksek
ısı uygulamalarında ürünün besin değerini kaybe-
decek olmasıdır. Örneğin sütteki AFM
1
' i n
pastörizasyon, depolama ve çeşitli işlemlere tabi
tutulması
sürecinde
değişen
sıcaklıklara
dayanıksız olduğuna dair raporlar bulunmaktadır
fakat sütteki AFM
1
'in sütün içerdiği besleyici
bileşenlere zarar vermeden uzaklaştıracak veya
etkisiz hale getirecek bir yöntem henüz bilin-
memektedir (6). Yerfıstıklarının kavrulması,
mısırların patlatılması gibi bazı pişirme işlemleryle
de aflatoksin düzeyleri azaltılabilir fakat bu azal-
ma çok az düzeyde olmaktadır (1).
Baharatlarla yapılan çeşitli mikotoksin konta-
minasyon çalışmalarında karabiber, tarçın, nane,
kekik, zencefil gibi baharatların aflatoksin
oluşumunu kısmen veya tamamen inhibe ettiği
gözlenmiştir. Bu baharatların küf mantarının
çoğalmasından çok aflatoksin oluşumunu
engelledikleri düşünülmektedir (12,13).
Aflatoksin molekülü asit, baz ve okside edici
ajanlardan oldukça etkilenen bir moleküldür. Kon-
tamine ürünlerin kimyasallarla muamelesinin afla-
toksin miktarını azaltmada etkin olması mümkün
olsa da diğer olası toksik maddelerin oluşması,
besin değeri kaybı ve protein kalitesindeki düşüş,
organoleptik özelliklerde istenmeyen değişiklikler
ve maddi kayıp gibi diğer faktörler de gözönünde
bulundurulmalıdır.
Fındık ve keten tohumu üzerinde yapılan pek
çok arındırma çalışmaları sonucunda amonyak,
metilamin, sodyum hidroksit ve formaldehitin
oldukça etkili kimyasallar oldukları saptanmıştır.
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
VOL 58, NO 3, 2001
103
Bu işlemlerden amonyaklamanın en etkin uygula-
ma olduğuna karar verilmiştir.
Çalışmalar amonyak uygulamasının afla-
toksinlerin tamamına yakınının inaktive edilme-
siyle sonuçlandığını ortaya koymuştur. Ancak
ürünün kullanımdan önce amonyağın uzak-
laştırılması için tamamen kurutulması gerekmek-
tedir. Amonyak pek çok yiyecekte aflatoksinlerin
detoksifiye edilmesi için gaz veya amonyum
hidroksit çözeltisi halinde kullanılmaktadır
(1,6). Amonyak AFB
1
etkileşmesinde AFB
1
' i n
lakton halkasının açıldığı ve takiben AFD
1
bileşiğinin meydana geldiği gösterilmiştir.
Amonyaklanmış ürünler hayvanlarda herhangi bir
toksisiteye neden olmamıştır. Amonyaklanmış
tahıllarla beslenen inek sütlerinde AFM
1
’ e
rastlanmamasının yanı sıra karaciğer, böbrek ve
kalpte de herhangi bir aflatoksin kalıntısı
bulunmadığı gözlenmiştir. Metilaminle yapılan
çalışmalarda ise bileşiğin keten tohumu
ürünlerinde, özellikle sodyum hidroksit varlığında
aflatoksinleri önemli ölçüde etkisiz hale geti-
rirken başta karaciğer büyümesi olmak üzere
organizmada istenmeyen bazı etkiler oluşturduğu
gözlenmiştir.
Ozonlama yoluyla da AFB
1
ve AFG
1
’ i n
düzeylerinde azalma saptanırken AFB
2
v e
AFG
2
’ye herhangi bir etkisinin olmadığı gözlen-
miştir. Sodyum hipoklorit, formaldehit-kalsiyum
hidroksit karışımı ve bisülfüt gibi pek çok bile-
şikle çalışmalar yapılmasına rağmen günlük
kullanıma çok az madde girebilmiştir. Örn.
Hindistan’da düşük konsantrasyonda hidrojen
peroksitin yerfıstığı ürünlerinin mikotoksinlerden
arındırılmasında kullanımına izin verilmektedir
(6).
Fenolik antioksidanlardan olan bütillenmiş
hidroksi toluen (BHT) ve bütillenmiş hidroksi
anisol (BHA) ile yapılan çalışmalarda, bu iki
antioksidanın farelerde karaciğer kanserinin
başlatma aşamasını inhibe ettiği gözlenmiştir
(14). BHT’in etki mekanizması karaciğer
glutatyon-S-transferazlarını (GST) indükleye-
rek AFB
1
8,9-epoksitin DNA’ya bağlanma-
sını etkin olarak inhibe etmesidir (15). Fare-
lerle yapılan çalışmalarda BHA’ün etkisinin
BHT’den daha fazla olduğu belirlenmiştir (14).
Yapılan çalışmalar sonucunda amon-
yaklamanın arındırma çalışmalarında en etkin
kimyasal
uygulama
olduğu
saptanmıştır.
Araştırmalar;
amonyak
uygulanmasının
aflatoksinlerin tamamına yakınının inaktive
edebildiğini ortaya koymuştur. Ancak ürünün
kullanımdan önce amonyağın uzaklaştırılması
için tamamen kurutulması gerekmektedir.
Hayvan yemlerine ilave edilen aktif karbon,
sodyum bentonit, sodyum aluminosilikat hidrat
gibi sekestre edici ajanların aflatoksinlerden
arındırma
amacıyla
yapılan
çalışmalarda
hidrojene sodyum kalsiyum alüminosilikat
(HSCAS)’ın aflatoksinleri bağlamada oldukça
etkili olduğu saptanmıştır (1,16,17). Yemlerine
HSCAS ilavesi yapılan ineklerin sütlerine itrah
edilen AFM1 miktarında anlamlı bir azalma
olduğu bildirilmiştir (17).
Aflatoksin kontaminasyonunun engellenmesi
amaçlı bir başka yaklaşımı da
A . f l a v u s v e
A . p a r a s i t i c u s’un toksijenik olmayan suşlarının
geliştirilip bunlar aracılıklı, toksik olan
Aspergillus
suşlarının üremesinin yavaşlatılabilmesi veya
durdurulabilmesidir (1).
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ
104
Şekil 4. A ve B tipi trikotesen örnekleri
R
3
R
4
R
7
R
8
R
15
A Tipi
Skirpentriol
OH
OH
H
H
OH
T-2 Toksini
OH
OCOCH
3
H
OCOCH
2
CH(CH
3
)
2
OCOCH
3
B Tipi
Nivalenol
OH
OH
OH
OH
Deoksinivalenol
OH
H
OH
OH
TRİKOTESENLER
Trikotesenler
Fusarium,
Trichoderma,
Myrothecium, Verticimonisporium, Stachybotris’
in çeşitli türleri tarafından oluşturulurlar ve
seskiterpenoit yapısındadırlar (1,18). Günümüze
kadar küf kültürlerinden 140’tan fazla trikotesen
tipi izole edilmiştir ve bu sayı artmaya devam et-
mektedir.
Trikotesenler 12,13-epoksitrikotes-9-en hal-
kası temel alınarak kimyasal yapılarına göre A, B,
C ve D olmak üzere dört farklı gruba ayrılırlar.
B tipi trikotesenlerin A tipinden farkı α - β bağına
sahip olmasıdır. Bu iki alt tip izole edilmiş 140
civarındaki toksinlerin yaklaşık 100’ünü oluşturur.
C tipi ilave bir epoksit grubu ile karakterizedir,
D tipi ise makrosiklik trikotesenlerden oluşmak-
tadır. Şekil 4’te sadece önemli olan A ve B tipi
trikotesenlere bazı örnekler gösterilmiştir (19).
Tarım ürünlerinde trikotesen kontaminas-
yonunun büyük kısmını A grubundan olan
T-2 toksini ve scirpentriol ile B grubuna dahil olan
deoksinivalenol (DON) ve nivalenol (NIV)
ve türevleri oluşturmaktadır. T-2 toksini ve
scirpentriolün doğada bulunma sıklığı DON ve
NIV’e göre daha azdır (20).
Tüm bu doğal toksinler C-9,10’da bir olefinik
bağ ve C-12,13’te toksisite etkenleri olan bir epok-
si grubu içerirler. Toksik etkilerini göstermek için
metabolik aktivasyona gerek yoktur (1,18). Toksin
oluşumu için pek çok defa erime-çözünme olay-
larının gerçekleşmesi gerekir (2). Trikotesenler
(örn. T-2 toksini) daha çok 8-14°C gibi nispeten
düşük sıcaklıklarda oluşabilmektedir fakat 25°C
civarındaki sıcaklıklarda da
Fusarium acumina -
tum tarafından üretilebildiğine dair raporlar da
bulunmaktadır (1).
Çoğu trikotesen hem mikotoksik hem de
zootoksik ajanlardır. Bazı trikotesenler antifungal,
antiviral ve antibakteriyeldir. Ciltte yanma, kaşıntı,
şişlik, peteşik kanama, kuruma, çatlama, pul pul
dökülme; ayrıca enterit, kusma, oral nekroz,
gastroenterik nekroz gibi toksisite belirtileri
göstermektedir (20). Bu bileşikler oldukça güçlü
enflamatuvar etkiler ve ödem gibi önemli sistemik
etkilere sahiptirler; özellikle abdominal ödem diğer
dokularda toksik etki gözlenmeyecek kadar düşük
konsantrasyonlarda toksinle dahi görülebilen bir
etkidir. Verrucarin A ile akut ve subakut
maruziyette pek çok hayvan türü ile yapılan
deneylerde diyare, hematüri, bazen kusma,
anoreksi, susuzluk, ataksi, ve kilo kaybı gibi
etkiler gözlenmiştir. Bu belirtilere ilaveten bu grup
toksinlerin yüksek dozlarda beyinde ve kalp
kaslarında dejenerasyon ve kanamalara neden
oldukları saptanmıştır. Testis, timus ve lenf nodül-
lerinde ciddi lezyonlar oluşturmuşlardır ve bazı
hayvanlarda gastrointestinal kanal (GİK) enfla-
masyonları gözlenmiştir. İnsanlarda düşük doz
etkileri bulantı, kusma, anemi, hemoraji, diyare ve
immünosupresyondur (19 - 21).
Trikotesenler doğada sık bulunur ve
Rusya’da kışı tarlada geçirerek önemli derecede
sıcaklık değişimlerine maruz kalmış ve dolayısıyla
kontamine olmuş tahıl tüketimine bağlı olarak
oluşan “alimentary toxic aleukie” (ATA)’dan
sorumlu tutulmuşlardır. ATA’nın klinik bulguları cilt
toksisitesi, kemik iliği hasarı, hemorajiler ve diğer
bazı sendromlar ile karakterizedir. ATA 1942-47
yılları arasında Sibirya yakınlarındaki Orenbur’da
popülasyonun %10’undan fazlasının ölümüyle
ilişkili bulunmuştur. Semptomları T-2 ile benzer
şekilde kusma, diyare, deri enflamasyonu,
lökopeni, çoklu hemoraji ve kemik iliği hasarı ile
karakterizedir. Bu nedenle T-2 toksinin ATA’daki
etiyolojik etmen olduğu tahmin edilmektedir (1).
ATA’nın klinik gelişimi dört aşamadan oluşur.
Birinci aşama 3-9 gün sürer ve ağızda ve GİK’da
değişikliklerin oluştuğu gözlenir. Ağız, dil ve
GİK’ da yanma hissi, başağrısı, yorgunluk, bitkin-
lik ve başdönmesi ana yakınmalar arasındadır.
Bunlar hasta ikinci aşamaya girdiğinde hızlı bir
şekilde kaybolabilir. İkinci aşama 3-8 hafta sürer
ve hematopoetik sistemdeki değişiklikler dışında
hasta kendisini normal aktivitesine devam
edecek kadar iyi hissedebilir. Progresif lökopeni,
granülopeni, lenfositoz ve anemi görülebilir.
İmmun sistemdeki bozukluklar nedeniyle hastada
bakteriyal enfeksiyonlar artabilir. Daha ciddi
komplikasyonların gözlendiği durumlarda has-
tanın sinir sistemindeki bozukluklar nedeniyle
halsizlik, çarpıntı, başağrısı, astım benzeri kriz,
hipotansiyon, sarılık, pupiller dilatasyon, diyare
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
VOL 58, NO 3, 2001
105
veya konstipasyon gelişebilir. Toksik tahıl
kullanımı devam ederse hasta üçüncü evreye
girer. Bu aşamada daha ciddi ve şiddetli belirtiler
gözlenebilir. Bu evre boyunca vücudun çeşitli
yerlerinde, ciltte ve ağız içinde, GİK'da ve nazal
kısım gibi mukozasında peteşik kanamalar, ağız
boşluğunda nekroz ve servikal lenf nodüllerinde
büyüme ve ödem oluşabilir. Özefagus ve epiglot-
tisteki lezyonlar ve larinksteki ödem nedeniyle
epiglottisin kapanması sonucu ölüm gözlenebilir.
Ölüm gözlenmezse hasta dördüncü safhaya girer
ve iki ay veya daha uzun bir süreç sonunda hasta
iyileşebilir (2).
T-2 toksini ve NIV gibi trikotesenler aktif
olarak üreyen hücrelerde karyorhekzisi indükler-
ler, kemik iliği hücrelerinde belirgin azalış oluştu-
rurlar ve protein ve DNA sentezini inhibe etme ve
HL-60 hücrelerinde
programlanmış
hücre
ölümünü (apoptozis) indükleme yetenekleri
vardır. T-2 toksini ile insan periferal lenfosit
hücrelerinde yapılan
in vitro bir çalışmada
toksinin periferal lenfosit hücrelerini etkilediği,
dolaşımdaki beyaz kan hücreleri sayısında
azalmaya
ve
apoptozise
neden
olduğu
saptanmıştır (1).
Trikotesenler aynı zamanda kimyasal savaş
silahları olarak da kullanılmaktadırlar. 1970’lerin
sonlarında Güneydoğu Asya ve Afganistan’da
kimyasal silah olarak kullanıldıkları bildirilmiştir.
Daha yakın bir zamanda ise, Irak, Birleşmiş
Milletler Özel Komisyonu (UNSCOM) tarafından
biyolojik silah olarak kullanmak amacıyla
trikotesen üretmekle suçlanmıştır. Kimyasal
silah olarak kullanılan trikotesenler; T-2
toksini, DON, diasetilnivalenol ve NIV’dür.
Bu bileşiklerin faredeki intraperitonial LD
5 0
değerleri sırasıyla 5.2, 70.0, 9.6 ve 4.0 mg/kg’dır
(20).
Kluyveromyces marxianus ile yapılan
çalışmalarda ise toksisitenin T-2 toksini
diasetilscirpentriol DON NIV sırasıyla azaldığı
tesbit edilmiştir (1).
Trikotesenler, tahıllarda sık bulunmaları ne-
deniyle ekonomiye olduğu kadar insan sağlığı için
de tehdit olmayı sürdürmektedirler. Bu nedenle
başta tarım ürünleri olmak üzere gıdaları enfekte
etmeleri dünya çapında sağlıkla ilgili büyük sorun
olmaya devam etmektedir (20). Amerikan Gıda
İlaç Kurulu (FDA) tarafından insan kullanımına
sunulan gıdalarda DON için 1 µg/g’lık bir limit
belirlenmiştir (22).
FUMONiSiNLER
Fumonisinler Fusarium moniliforme, F.dlami -
ni, F.nygamai, F.subglutinans, F.napiforme,
F.proliferatum v e F . a n t h o p h i l u m gibi çeşitli
mantarlar tarafından üretilebilmelerine rağmen en
önemli kaynakları
F. moniliforme küfüdür (1).
Fumonisinler,
çeşitli
türlerdeki
farklı
hastalıkların
etiyopatojenezinden
sorumlu
nongenotoksik karsinojenlerdir (23). Üretimleri
için optimum koşullar nem, yaklaşık 20°C sıcaklık
ve 11-13 haftalık bir süredir. Yapıca 2-amino-
12,16-dimetil polihidroksieikosan iskeletinin
C14 ve C15 konumlarından propan-1,2,3-trikar-
boksilik asit ile esterleşmesiyle oluşmuşlardır (1).
Şekil 5’te fumonisin grubunun başlıca toksinleri
olan FB
1
ve FB
2
’nin yapıları gözlenebilir (23).
Bugüne kadar altı farklı fumonisin tanım-
lanmıştır. Bunlardan fumonisin B
1
(FB
1
) ve FB
2
major toksinler olup, FB
3
, FB
4
, FA
1
ve FA
2
minör
olanlarıdır. FB
1
ve FB
2
yapısal olarak benzer olan
ve atlarda lökoensefalomalazi (LEM), domuzlarda
pulmoner ödemle ilişkili olan ajanlardır (24). LEM
Meksika, ABD, Mısır ve Güney Afrika’da bilinen
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
TÜRK HİJ DEN BİYOL DERGİSİ
106
Şekil 5. Fumonisin B
1
ve B
2
’nin yapıları
bir hastalıktır. Eşeklerde ve atlarda beynin beyaz
cevher kısmında nekroz oluşturmaktadır. Ayrıca
F.moniliforme ile kontamine mısır tüketiminin aynı
zamanda Güney Afrika ve Çin’deki özefagal
kanser vakaları ile de ilişkili olduğu sanılmaktadır.
Bilinen altı fumonisinden FB
1
ve FB
2
’nin N-asetil
türevleri olan FA
1
ve FA
2
,
F.moniliforme kültürleri
tarafından en az üretilen ve en az toksisiteye
sahip olan türevlerdir. Bu iki yapısal analog ve
FB
4
doğada bulunmazlar (1).
Fumonisinler toksik etkilerini göstermek için
metabolik aktivasyona ihtiyaç duymayan bileşik-
lerdir. Bu özellikleri FB
1
ve FB
2
ile beslenen
sıçanların idrar, safra, kan ve hepatositlerinde
metabolite rastlanmamasıyla doğrulanmıştır. FB
1
ile sıçan ve maymunların kanında yapılan
toksikokinetik çalışmalarda eliminasyon yarı öm-
rünün 18-40 dakika arası olduğu bulunmuştur.
FA
1
ve FA
2
toksisitesi düşük olan bileşiklerdir
fakat hidrolizleriyle oluşan ürünler (PA
1
ve PA
2
)
ana bileşikler kadar toksisite gösterebilirler (1).
Daha çok FB
1
ve FB
2
olmak üzere fumonisin-
lerin, hayvanlar üzerinde türe bağlı olarak nöro-
toksisite, hepatotoksisite, nefrotoksisite, immüno-
supresyon (ve bazen de immünostimulasyon),
gelişim bozuklukları, karaciğer tümörleri olmak
üzere çeşitli toksik etkileri vardır. Hayvanlarla
yapılan toksikolojik incelemeler en hassas türün
atlar olduğunu göstermiştir (20,21). LEM riskini
azaltmak için at yemlerinde maksimum 5 µg/g fu-
monisin miktarına izin verilmesi tavsiye edilmiştir.
Pulmoner ödemi engellemek için benzer şekilde
domuzlarda maksimum 10 µg/g’lık bir miktara,
sığır ve kümes hayvanlarında ise fumonisinin et-
kilerine duyarlılıkları diğer türlere göre daha düşük
olduğundan dolayı 50 µg/g’a kadar fumonisine
izin verilmektedir (1,25). Tablo 6’da fumonisinler
için müsaade edilen düzeyler verilmiştir (1).
Fumonisinler kanser başlatmasında ve iler-
lemesinde genotoksik karsinojenleri taklit eder.
γ-glutamil transpeptidaz (GGT) ve glutatyon-S-
transferaz’ın plasental formunu (GSTP) indükler.
Bu enzimler genotoksik karsinojenler tarafından
başlatılan
olası
preneoplastik
lezyonların
histolojik markörleridir. Fumonisinler genotoksik
karsinojenlerden kanser başlatma safhaları ve
uzun süreli maruziyeti gerektirmesi nedeniyle
farklılık gösterirler. Bu safha genotoksik karsino-
jenler için normalde birkaç saat veya gün içinde
tamamlanmaktadır (1).
Fumonisinler, sfinganin (SA) ve sfingosine
(SO) olan yapısal benzerlikleri nedeniyle sfin-
golipid biyosentezini inhibe etmektedirler. Şekil
6’da yapıları verilmiştir (25). Sfingolipidler hücre
membranının önemli bileşenlerinden olan uzun
zincirli serbest bazlardır ve mekanizmalarının
bozulması hücre büyümesi, farklılaşması ve
davranışında önemli değişikliklere neden olabilir
(1). Fumonisinler sfinganin N-açil transferaz
(seramid sentetaz) enziminin inhibisyonu ile
SA’in N-açilsfinganinlere (dihidroseramidlere)
dönüşümünü inhibe eder. Bu olay serbest SA’in
akümülasyonu ve dokulardaki SA/SO oranının
artmasıyla sonuçlanır ve toksinlerin alımından
sonra erken bir safhada ortaya çıkmaktadır
(25,26).
GİRGİN, BAŞARAN, ŞAHİN. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE İNSAN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN MİKOTOKSİNLER
VOL 58, NO 3, 2001
107
Dostları ilə paylaş: |