ÖLÜm hakki prof. Dr. Cem Eroğul a.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi



Yüklə 92,81 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix28.03.2017
ölçüsü92,81 Kb.
#12739

 

 

 



 

ÖLÜM HAKKI

 

Prof. Dr. Cem EROĞUL

 

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi  

Cilt.48, Sayı 1-4, Ocak-Aralık 1993

 

Ayrı  Bası

 

A.Ü. SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ BASIMEVİ, ANKARA- 1993 



ÖLÜM HAKKI

 

Prof. Dr. Cem EROĞUL*

 

GİRİŞ: HOLLANDA ÖRNEĞİ 

Onulmaz bir sayrılığın (hastalığın) son demlerine gelmiş, acı içinde kıvranan bir 

kişinin hekim tarafından yaşamına son verilmesini istemeye hakkı var mıdır? Bu yoldaki 

bir isteğe olumlu yanıt verip sayrının (hastanın) yaşamına son veren hekim sorumlu 

mudur? 


Bu sorun Batı'da gitgide artan bir ilgiyle tartışılıyor, Hollanda bu alanda en ileri 

gitmiş ülke. İlk kez 1973 yılında, böyle bir olay Leeuwarden kentinde mahkeme önüne 

geldi. O zamandan beri de Hollanda'da konu gündemde. Önceleri, mahkemeler, Kraliyet 

Tabipler Birliği ve hükümet oldukça çekingen bir tutum takındılar. Zamanla bu tutum 

esneklik kazandı. Başkasının ölümüne yardımcı olmak ceza yasasına göre suç sayılmakla 

birlikte, 1985'ten beri mahkemeler, şu üç koşula uyan hekimleri genellikle aklıyorlar: 

l) Sayrının ölüm isteminin özgür, bilinçli ve sürekli olması, 2) Sağlıkbilim (tıp) 

verilerine göre hiçbir iyileşme umudunun kalmamış olması; 3) Sorumlu hekim dışında 

başka bir hekimin de aynı görüşte olması. 

1989 yılında, Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratların ortaklığına dayanan 

yeni bir hükümetin işbaşına gelmesiyle, Hollanda'da yürütme gücü de konuya olumlu 

yaklaşmaya başladı. Hükümet sorunun bir tüzemenler (hukukçular) ve hekimler kuruluna 

incelettirilmesini kararlaştırdı. Bu amaçla, ülkenin önde gelen tüzemenlerinden Prof. J. 

Remmelink'in başkanlığında bir araştırma kurulu oluşturuldu. Kasım 1990'da, hekimlerin 

gönüllü ölüm olaylarını "coroner"lere (kuşkulu ölümleri inceleyen resmi görevli) 

bildirmelerini öngören bir uygulama başlatıldı. Bu bildirimlerde şu bilgiler aranıyor: 

l) Sayrının sağlık öyküsü; 2) 01üm istemini kanıtlayan belgeler; 3) Başka bir hekimin 

görüşü; 4) Sayrının yaşamına son vermek için kullanılan yöntem. Coroner, kendisine 

verilen bu bilgileri savcıya aktarıyor. Savcı da, kovuşturmaya yer olup olmadığına karar 

veriyor. 1991'de bu türden 590 olay bildirilirken, 1992'de bildirim sayısı 1300'ü aşmış 

bulunuyor. 

*

 A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi.

 


48 CEM 

EROĞUL 


Remmelink yazanağı

1

, Eylül 1991'de ilgili bakanlara (adalet ile sağlık bakanlarına) 



sunuldu. Yazanak, bir yanda olguları kümelendirip tanımlamaya çalışırken, öte yandan 

sayısal verileri derlemiş. Buna göre, Hollanda'da yılda toplam 130.000 ölüm olayı içinde 

yalnızca 23O0'ü sayrının istemi üzerine hekimce gerçekleştirilmiş bulunuyor. 400 olayda 

da, kendi canına kıymak isteyen sayrıya hekim yardımcı olmuş. Demek ki, ölümlerin 

ancak %2'lik bir bölümü, sayrıların bilinçli istemine hekimlerin olumlu yanıt 

vermesinden kaynaklanıyor. Yazanağın bulgularına göre, hekimler yılda 9000 gönüllü 

ölüm istemiyle karşılaşıyorlar. Yukarıda belirtildiği gibi, bunların toplam 2700 kadarına, 

yani üçte birinden azına olumlu yanıt veriliyor. Bu bulgular ışığında, Remmelink 

yazanağı, kovuşturma olanağının her zaman açık tutulması ve uygulamanın sıkı kurallara 

bağlanması koşuluyla, hekimlerin umutsuz sayrıların istemine olumlu karşılık 

verebilmesinden yana bir tutum benimsiyor. 

Bu arada Hollanda'da, konu geniş bir biçimde tartışıldı. Örneğin Aralık 1990'da 

Maastricht'te, Hollandalı ve yabancı uzmanların katılımıyla, iki gün süren bir bilimsel 

toplantı yapıldı.

2

 Burada ortak bir görüşe ulaşılamamakla birlikte, konu çeşitli yönleriyle 



olgunlaştırıldı. 

Bu ortamda hükümet Remmelink yazanağını benimsedi ve parlamentoya bu yönde 

bir düzenleme yapılmasını önerdi. 9 Şubat 1993 günü, mecliste, 45'e karşı 91 oyla kabul 

edilen bir yasayla, Hollanda, dünyada gönüllü ölümleri bir ölçüde yasallaştıran ilk ülke 

oldu.

3

 Gerçi, bu yasa ile, ceza yasasının, ne bir kimseyi kendi isteğine uyarak öldürmeyi 



12 yıla dek hapisle cezalandıran 293. maddesi, ne de bir kimseyi canına kıymaya 

yüreklendirmeyi ve bu yolda ona yardım etmeyi 3 yıla dek hapisle cezalandıran 294. 

maddesi, yürürlükten kaldırılmadı. Ancak, 1985'ten beri mahkemelerin uygulayageldikleri 

kurallar yasal bir temele kavuştu. Buna göre: sayrının iyileşme umudu gerçekten 

kalmamışsa, dayanılmaz ölçüde acı çekiyorsa, ölüm isteğini soğukkanlı ve bilinçli bir 

biçimde yenilemişse, başka bir hekimin görüşü sorumlu hekiminkiyle aynı yöndeyse; 

sayrıdan sorumlu olan hekim, yaşama son verme eyleminden dolayı kovuşturmaya 

uğramayacak. Öte yandan, bu tür ölümleri coroner'e bildirme zorunluğu sürüyor. 

Görüldüğü gibi, Hollanda'da gönüllü ölüm tam olarak yasallaşmış değil. Yalnızca, çok 

sıkı bir biçimde tanımlanmış ve resmi görevlilerce denetlenen koşullarda, bu tür isteklere 

olumlu yanıt veren hekimler sorumluluktan kurtulmuş oluyor. 

I.   KAVRAMLAR 

Ölümle sonuçlanan hekim eylemleri çok çeşitli. Konuyu açıklığa kavuşturabilmek 

için yapılması gereken ilk iş, bu çeşitli eylemleri kümelendirmek, tanımlamak, kısacası 

kavramsal bir çerçeveye oturtmak. Yukarıda belirtildiği gibi, Remmelink yazanağının 

yapmaya çalıştığı en önemli iş de bu. İzleyen satırlarda, bu yazanağın verilerinden de 

yararlanılarak, böyle bir kavramlaştırma çabasına girişilecek. 

Bu yazanağın (raporun) bir örneğini ve Hollanda'ya ilişkin öteki bilgileri bana veren 



Çalışma Ataşesi Sayın H. C. van Renselaar'a burada teşekkür etmeyi borç bilirim. 

2

 Toplantının geniş bir özeti için bkz. Maurice A.M. de Wachter, "Euthanasia in the 



Netherlands". Hastings Center Report, March-April  1992. 

Haber için bkz. International   Herald  Tribune, February 10, 1993. 



ÖLÜM HAKKI 

49 


İlk tanımlanması gereken olgu, "euthanasia". (Bu İngilizce sözcüğün Fransızcası 

"euthanasie".) Yunanca kökenli bir sözcük bu. “Eu-“ öneki, "İyi", "tatlı" anlamını 

taşıyor. "Thanatos" ise, ölüm demek. Dolayısıyla sözcüğü, "iyi ölüm", "tatlı ölüm" diye 

çevirmek olanaklı. Ancak bu çevirilerde bir değer yargısı kokusu var. Onun için burada, 

olgunun niteliğine daha uygun düşen "gönüllü ölüm" terimi kullanılacak. 

Bir olayın  gönüllü ölüm olarak nitelendirilebilmesi için, şu öğeleri içermesi 

gerekli: 1) Bilinen sağaltım (tedavi) yöntemlerine göre kurtuluş umudu kalmamış bir 

sayrılık; 2) Sayrıya dayanılmaz gelen bir acı düzeyi; 3) Sayrının yaşamına son 

verilmesini açıkça istemesi; 4) Yaşama son verme eyleminin sorumlu hekimce 

gerçekleştirilmesi. 

Bu öğelerin incelenmesinden çıkan birtakım sonuçlar var. Bir kere, gönüllü ölümden 

söz edilebilmesi için, sayrılığın gerçekten onulmaz nitelikte olması gerekir. Dolayısıyla, 

bir hekimin ya da hekim takımının bilgi eksikliğinden kaynaklanan "onulmazlık tanısı", 

gönüllü ölümün öğesi olamaz. İkincisi, "dayanılmaz acı" nitelemesi, ister istemez öznel 

bir nitelik taşır. Öyleyse, çekilen ağrının ya da sıkıntının dayanılmaz nitelikte olup 

olmadığının kararı sayrıya aittir. Hekimin kendi başına varacağı bir dayanılmazlık 

nitelemesi, gönüllü ölümün öğesi olamaz. Burada, sayrının öznel değerlendirmesi, tek 

nesnel veri kabul edilmelidir. Üçüncüsü, sayrının ölüm istemi herhangi bir kuşkuya yer 

bırakmayacak bir açıklıkla dile getirilmiş bulunmalıdır. Örneğin, büyük bir sancı nöbeti 

sırasında ortaya atılmış ölüm isteği, gönüllü ölümün öğesi olamaz. Sayrı, bütün bilgiler 

eksiksiz olarak kendisine verildikten sonra, ölüm istemini, tam bir bilinç içinde, düşünce 

değiştirmesine olanak bırakacak yeterli bir zaman aralığında, birkaç kez yinelemiş 

olmalıdır. Dördüncüsü, yaşama son verme eylemi, sayrının sağaltımından sorumlu olan 

bir hekimce gerçekleştirilmelidir. Dolayısıyla, sayrıyı belli bir süreden beri izlememiş bir 

hekim, ya da hekim olmayan bir kişinin öldürme eylemi, gönüllü ölüm tanımına girmez. 

Örneğin, çok sevilen bir kişinin acı çekmesine dayanamayıp öldürülme isteğini yerine 

getirmenin, gönüllü ölümle bir ilgisi yoktur. 

Bu biçimde tanımlanan gönüllü ölüm kavramının bir bölüm öğelerinin gerçekleşme 

biçimine bağlı olarak, kendi içinde bölümlenmesi olanaklıdır. Yukarıdaki öğeler yeniden 

göz önüne getirilirse, ilk iki öğenin kavram içi bir kümelendirmeye elverişli olmadığı 

hemen görülür. Buna karşılık, üçüncü ve dördüncü öğeler, gönüllü ölüm çerçevesinden 

çıkılmadan, değişik biçimler alabilir. Üçüncü öğenin gereği olan bilinçli istenç (irade), 

ilgili kişi tarafından sayrılığından önce ortaya konmuş olabilir. Sayrılıkla birlikte bilinç 

de yok olmuşsa, ilgilinin bilinçli olduğu sırada belirttiği istenci geçerli saymak gerekir. 

Buradan giderek, gönüllü ölümün iki türü tanımlanabilir; a) Sayrılık sırasında bilincini 

koruyan kişinin gönüllü ölümü; b) Sayrılık nedeniyle bilincini yitirmeden önce istencini 

ortaya koymuş olan kişinin gönüllü ölümü. 

Dördüncü öğeden kaynaklanan bir kümelendirme de olanaklıdır. Gerçekten de, 

yaşama son verme eylemi, başlıca iki biçimde gerçekleştirilebilir. Hekim, ya bir sağaltımı 

durdurarak ölüme yol açabilir, ya da örneğin zehirli bir iğne vurarak sayrının yaşamına 

son verebilir. İkinci duruma "etkin", birinci duruma ise "edilgin" gönüllü ölüm denebilir. 

Edilgin gönüllü ölümde ölüm olayı, bir şey yapmamanın sonucu iken, etkin gönüllü 

ölümde somut bir öldürüm söz konusudur. Bu ölçüt açısından, gönüllü ölüm kavramı iki 

alttüre ayrılır: a) Edilgin gönüllü ölüm; b) Etkin gönüllü ölüm. 



50 CEM 

EROĞUL 


Hollanda'nın ayrık durumu bir yana bırakılırsa, bugün dünyanın hiçbir ülkesinde 

gönüllü ölüm yasal değil. Ancak birçok ülkede konu kamuoyunu önemli ölçüde meşgul 

ediyor. Örneğin bu konuda en tutucu ülkelerden biri olan Japonya'da bile, 2800 üyelik 

küçük bir Vakur Ölüm Demeği var. Derneğin bu aşamadaki ereği, edilgin ölüm hakkını 

kabul ettirmek.

4

 Kanada'da, son zamanlarda yapılan bir kamuoyu yoklaması, 



Kanadalıların %75'inin, sayrının isteminin yazılı olması koşuluyla, gönüllü ölüme 

yandaş olduğunu ortaya koymuştur.

5

. Bu yönde parlamentoya sunulmuş bir yasa önerisi 



de var. Avusturalya'da da, bu doğrultudaki eğilim güçlü. Victoria eyaleti, dünyaya bir 

başka açıdan öncülük ederek, sayrının istencine karşın kendisine belli bir sağaltım 

yönteminin uygulanmasını suç haline getirmiştir.

6

 Almanya'da, bu konuda yasal 



düzenleme bulunmamakla birlikle, edilgin gönüllü ölüm, genel kabul görmekte, 

dolayısıyla da dava konusu olmamakta. Buna karşılık, Alman ceza yasasının 216. 

maddesine göre, etkin gönüllü ölüm suçtur. ABD'de, Kasım 1991'de Washington 

eyaletinde yapılan halkoylamasında, seçmenler gönüllü ölümün yasallaştırılmasını 

reddetmişlerdir. Ancak, Kongre'nin 1991 yılında kabul ettiği bir yasaya göre, bütün 

sağlık sorumluları, sağaltım yöntemi konusunda karar verirken sayrının seçimini de göz 

önünde bulundurmak zorundadırlar.

8

 



Şu anda, gönüllü ölüm düşüncesine en yatkın ülkelerden biri de İngiltere'dir. 1992 

yılının Eylül ayında görülen bir dava, kamuoyunun bu konuya ne denli duyarlı olduğunu 

ortaya koymuştur. Olay kısaca  şöyledir: Bir hekim, 14 yıldır baktığı 70 yaşındaki bir 

kadına potasyum klorid iğnesi yaparak yaşamına son vermiştir. Hekim, bu yıllar 

boyunca, sayrısına sağlıkbilimin olanak verdiği en iyi sağaltım yöntemlerini uygulamış, 

bir yandan da acılarını hafifletmek için elinden geleni yapmıştır. Ancak, olaydan yaklaşık 

iki hafta önce, artık ağrı kesiciler de etkisiz kalmıştır. Kadın dayanılmaz sancılar içinde, 

hem oğullarının hem de başka hekimlerin önünde, yaşamına son verilmesi için defalarca 

yalvarmıştır. Sonunda hekim, bu isteğe boyun eğmiş; yaptığını da sayrıevi (hastane) 

belgelerine açıkça kaydetmiştir. Olay, bir Katolik hemşirenin duyurumu üzerine 

mahkeme önüne gelmiştir. Mahkeme, ne meslek ne de aktöre (ahlak) açısından hekimde 

herhangi bir kusur bulamamakla birlikte, yasayı çiğnediği için kendisine 12 aylık hapis 

cezası vermiş ve cezayı ertelemiştir.

9

  İşte bu olay çok büyük bir heyecan yaratmış, 



kamuoyunun bir bölümü, hekimin davranışını, başka bir deyişle etkin gönüllü ölümü 

yerinde görmüştür. 

Gönüllü ölüm kavramını tam olarak açıklığa kavuşturabilmek için, bu kavramın 

dışında kalan bir dizi olguya da değinmekte yarar vardır: 

Öncelikle,  şu temel ilke anımsatılmalıdır: Herkes, kendisine belli bir sağaltım 

yönteminin uygulanmasını reddetme hakkına sahiptir. Yukarıda belirtildiği gibi, 

Avusturalya'nın Victoria eyaleti, bu ilkeye uyulmamasını suç haline getirmiştir. Böyle 

bir yasal düzenleme, başka bir yerde görülmemektedir. Ancak bu, sağlıkbilim aktöresinin 



BMJ, vol. 304, 4 January 1992.  



Aynı   kaynak.

 



Aynı   kaynak. 

7

Aynı   kaynak. 

Yasa: "Patient Self Determination Act". Aynı kaynak



9

The Lancet, September 26, 1992.

 

                                                           



9

  


ÖLÜM HAKKI 

51 


(ahlakının) temel kurallarından biridir. Sayrı bilinçliyse, belli bir sağaltım yöntemi 

kendisine zorla uygulanamamalıdır.

10

 Sayrı bu yüzden ölse de, bu durum gönüllü ölüm 



kavramının dışında kalır. 

İkinci olarak değinilmesi gereken bir nokta, her hekimin, yararına inanmadığı bir 

sağaltım yöntemini uygulamamakta özgür olduğudur.Hiçbir hekim yanlış ya da yararsız 

gördüğü bir yöntemi uygulamaya zorlanamaz. Dahası, sağlıkbilim kuralları, hekimin 

böyle bir yöntemi uygulamamasını öngörür. Hekim, boş bulduğu bir sağaltım çabasını 

sayrısına dayatma hakkına da sahip değildir. Yararsız sağaltımı reddetme, hekimlik 

görevinin bir parçasıdır. Dolayısıyla, bu konu da gönüllü ölüm kavramının dışındadır. 

Üçüncüsü, her hekim sayrısının ağrılarını dindirmeye çalışmakla yükümlüdür. 

Gerçi, zorunlu olarak kullanılan ağrı dindirme yöntemi sayrının yaşamını  kısaltabilir. 

Hekim, sayrısına danışarak, ölümün çabuklaşmasına yol açabilecek bir uygulamaya 

girişebilir. Burada amaç, acıyı hafifletmektir. Ölüm bunun kaçınılmaz sonucu ise, bu 

durumda gönüllü ölümden söz edilemez. Hekimin olası sonucun bilincinde olması 

durumu değiştirmez. Hiçbir hekim, sayrının yaşamı kısalabilir diye, ağrıyı dindirme, hiç 

değilse dayanılır kılma görevinden kaçınamaz. 

Dördüncüsü, açıktır ki, bilinç sahibi olmayan umutsuz sayrıları zorla yaşatmayı 

reddetme de, gönüllü ölüme girmez. Bu çerçevede, hekimlerin karşısına başlıca iki tür 

olay çıkmaktadır: sakat doğan bebekler ile bilincini yitirmiş ölüm döşeğinde yaşlılar. 

Özellikle sakat bebekler, hekimleri güç kararlarla karşı karşıya bırakır. Bebek, zorla 

yaşatılmazsa ölecektir. Yaşatılırsa, belki başedilmez acılar içinde geçecek bir ömür 

sürecektir. 

1990 yılında, İngiltere'de yaşanan bir olay, temyiz mahkemesi kararına konu olduğu 

için özellikle ilginç. Bebek J., 27 haftalık doğdu. Kendi haline bırakılsa ölecekti. 

Beyninde önemli tahribat vardı. Yapay yöntemlerle yaşatıldığında, büyük olasılıkla acı 

çekecek, buna karşılık temel zihinsel yetileri gelişmeyecekti. Çocuğun vesayeti 

mahkemenin elinde bulunduğundan, hekimler yargıca başvurdular. Mahkeme, çocuğun 

yaşatılması için alınan önlemlerin durdurulmasına karar verdi. İtiraz üzerine konu temyiz 

mahkemesinin önüne geldi. Başsavcı, hiçbir gerekçeyle bir mahkemenin yaşamın son 

bulmasına yol açacak bir karar veremeyeceğini savundu. Temyiz ise, bakımın 

sürdürülmesinin çocuğun çıkarına aykırı olacağına, durmadan artacak acı karşılığında buna 

değecek bir kazanım sağlayamayacağına, dolayısıyla bakımın durdurulması gerektiğine 

karar verdi. Sonuçta Bebek J., bağlı bulunduğu yapay solunum aracından çıkarıldı ve 

öldü.


11

 

Hekimler, bilincini yitirmiş ölüm döşeğinde yaşlı sayrılar için de bu türden kararlar 



vermek zorunda kalıyorlar. Özellikle geçkin koma durumunda bulunan, yeniden bilincine 

10

ABD ile Avusturalya'nın kimi eyaletlerinde, kişiler, bir "living will" (bilinçlerini 



yitirdikleri durumlarda geçerli olacak bir tür vasiyetname) bırakarak, ya da sorumlu bir kişi 

belirleyerek, bilinçlerini yitirdiklerinde kendilerine belli sağaltım yöntemlerinin 

uygulanmasını engellemek, ya da bu konudaki kararı önceden belirledikleri kişiye bırakmak 

hakkına sahiptirler. BMJ, vol. 304, 4 January 1992.

 

11

Olayın anlatılıp tartışıldığı makale: S. Geddes, N. Pace, D. Hallworth, "Selectively 



Withholding Treatmcnt From Newborn Babies", British Journal of Hospital 

Medicine,  1992, vol. 47, no. 4.

 


52 CEM 

EROĞUL 


kavuşması olanaksız olan, zorla yaşatma yöntemleri uygulanmasa hemen Ölecek olan 

umutsuz sayrıların bakımını genellikle durduruyorlar. (Remmelink yazanağının 

bulgularına göre, Hollanda'da bir yılda bu biçimde yaşamına son verilmiş sayrıların sayısı 

1000 dolayında.) 

Bebek J. örneğinde, kamuoyu genellikle temyiz mahkemesinin tutumunu anlayışla 

karşıladı. Ne var ki, seçim yapmanın çok daha güç olduğu durumlar da var. Öte yandan, 

sakat bebeklerin ölüme bırakılması ile bunların etkin bir biçimde öldürülmesi arasında 

çizgiyi çizmek de çok güç. Bu bakımdan, Çin'in tutumu Batı'da kaygı yaratıyor. Çin'de 

uygulanan çok sıkı nüfus denetimi siyaseti sonucunda, ana babalar sakat doğmuş 

çocuklarını sık sık bakımevlerine bırakıyorlar. Bakımevleri de genellikle bu bebekleri 

öldürüyorlar.

12

 Batı işte bu tür bir gelişmeden büyük bir ürküntü duyuyor. 



Gönüllü ölümle karıştırılmaması gereken bir başka olgu da, özöldürüme (intihara) 

yardım. Gönüllü ölüme benzeyen yanı, her iki durumda da sayrının bilinçli olarak ölmeyi 

istemesi. Ancak, özöldürümde, esas eylemi sayrının kendisi gerçekleştiriyor. Hekim, 

örneğin belli ilaçlar sağlama gibi yöntemlerle, sayrıya yardımcı olmakla yetiniyor. Bu 

konuda da büyük tartışmalar var. Kimi ülkelerde, bu arada Almanya'da, bu tür eylemler 

suç değil. 1984'te, Erlangen'de görev yapan tanınmış bir hekim, Dr. Julius Hackethal, 

kanserli bir sayrısına zehirli ilaç vererek özöldürümüne yardımcı olduğunu açıkladı. Olay 

büyük yankı uyandırdı; ancak yasa dışı bir eylem söz konusu olmadığından, Dr. 

Hackethal kovuşturmaya uğramadı. Öte yandan, şu anda çalışmalarını sürdüren İnsanca 

Bir Ölüm İçin Alman Derneği, canlarına kıymak isteyen sayrılara yol gösteriyor ve bu 

işe yarayacak ilaçlan sağlıyor.

13

 Böyle bir yasaklayıcı düzenlemenin bulunmadığı 



ABD'nin Michigan eyaletinde de bir hekim, Dr. Jack Kevorkian, kendilerini öldürmek 

isteyen sayalarına açıkça yardımcı oluyor. Son zamanlarda Amerika'da en çok gürültü 

koparan olaylardan biri de bu.

14

 



özetle, hepsi de hekimin eyleminden ya da eylemsizliğinden kaynaklanan sayrı ya da 

sakat ölümleri olmakla birlikte, aşağıdaki beş durumu, gönüllü ölüm kavramının 

dışında ele almak gerekiyor: 1) Sayrının belli bir sağaltım yöntemini reddetmesi 

sonucunda ölmesi; 2) Hekimin, yararsız gördüğü bir sağaltım yöntemini uygulamaması 

ve bu arada sayrının ölmesi; 3) Ağrı dindirme yöntemlerinin bir yan sonucu olarak 

sayrının ölümünün hızlandırılması; 4) Sakat doğmuş bebeklerin ve yaşama umudu 

kalmamış yetişkinlerin zorla yaşatılmayarak ölüme bırakılması; 5) Kendini öldürmek 

isteyen bir sayrıya yol gösterilip araç sağlanması. 

Konunun sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilmesi için, gönüllü ölüm ile sayılan 

bu durumların birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı ele alınması gerekiyor. İzleyen bölümde 

Türkiye için öneriler geliştirilirken, böyle bir yol izlenecek. Önce, ölüm hakkı ele 

alınacak. Bu çerçevede, özellikle gönüllü ölüm üzerinde durulacak. İkinci bir adımda, 

ölüm hakkının gönüllü ölüm dışında kalan kimi boyutlan ele alınacak. En sonunda da, 

gerçekte ölüm hakkıyla ilgili olmayan, ancak sık sık bu hakla birlikte gündeme getirilen 

12 Guy

 I. Benrubi, "Euthanasia - The Need For Procedural Safeguards", The New 



England Journal of Medicine, vol. 326, no. 3, January 16, 1992. 

13 


BMJ, vol. 304, 4 January 1992.  

14

 Aynı   kaynak



ÖLÜM HAKKI 

53 


iki konuya değinilecek. Bunlardan biri, sakat doğan bebekler. Öteki ise, bitkisel 

yaşamdan çıkması olanaksız ağır sayrılar. 



II. ÖNERİLER  

Önce bir konuda açıklığa kavuşmak gerek: Aktörel (ahlaki) açıdan bakıldığında, bir 

insanın kendi yaşamını sürdürüp sürdürmeme konusunda karar vermeye hakkı var mıdır, 

yok mudur? Çünkü, ancak böyle bir aktörel hak kabul edilirse, konu yasal olarak 

düzenlenebilir. Yoksa, aktörel açıdan kabul edilmez görünen bir hakkın, yasal bir hak 

olarak tanınması savunulamaz. 

Kanımca, insanlık ile özgürlük arasında varlıksal (ontolojik) bir bağ vardır.  İlk 

insansılardan bugüne dek evrim sürecine baktığımızda, insanlaşma açısından belirleyici 

özelliğin, kendi yazgısına egemen olma yeteneği olduğu söylenebilir. İnsan toplulukları, 

çevre ve toplum koşullarına ne denli egemen olabilmişlerse, o denli insanlaşmalardır. 

Özgürlük de bundan başka bir şey değildir. Gerçekten de özgürlük, insanın kendisini 

belirleyen koşulların bilincine ulaşarak, bu koşulların elverdiği çerçevede kendi yazgısını 

belirlemesi biçiminde tanımlanabilir. 

Bireyin kendi doğumunu seçmesi söz konusu olamaz. "Bileydim şu zamanda, şu 

yerde,  şu ortamda doğardım"  ya  da  "Keşke filanca çevrenin insanı olsaydım" gibi 

yakınmalar, dilekler düpedüz saçmadır. Çünkü, sözü edilen değişik koşullarda doğan 

insan, kesinlikle başka bir insan olurdu. Öyleyse, bireyin yaşama başlamasına ilişkin bir 

özgürlükten söz etmek olanaksız. Buna karşılık, yaşamını sürdürme ya da buna son 

verme, her bireyin elinde bulunan somut bir seçimdir. Başka bir deyişle birey, kendi 

ölümüne ilişkin olarak, kendi yazgısını belirleme olanağına sahiptir. Böyle bir olanağa 

sahip olduğuna göre de, ölümünün zamanını ve biçimini seçmek, her birey için bir 

özgürlük sorunudur. 

İnsan hak ve özgürlükleri anlayışı, ilk kez 17. yüzyılda siyasal sonuçlar yaratmaya 

başlamıştır. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren, bu etki belli bir derinlik ve kapsam 

kazanmıştır. Son iki yüzyıl içinde, insan hak ve özgürlüklerinin etkenliği (tesir derecesi) 

ve kapsamı, hep genişlemiştir. Bu genişlemenin anlamı, insanın kendi yaşam alanının 

gitgide artan bir bölümüne egemen olmasıdır. Bunun insanlaşma süreciyle eşanlamlı 

olduğu yukarıda belirtildi. Bu bakımdan, toplumların uygarlaşma düzeyi ile insan hak 

ve özgürlüklerinin kapsam ve derinliği arasında düz bir orantı bulunması doğaldır. Son 

yüzyıllarda uygarlık meşalesi Batı'nın elinde bulunduğundan, insan hak ve özgürlükleri 

açısından da Batı'nın başı çekmesine şaşmamak gerekir. 

Tıpkı çevre hakkı, tıpkı barış hakkı gibi, ölüm hakkı da, Batı'da son zamanlarda 

belirmeye başlayan yeni bir insan hak ve özgürlüğü alanıdır. Uygarlaştığı ölçüde, her 

toplumun bu yeni alanlarda da düzenlemelere girişmesi kaçınılmazdır. Öte yandan, bu 

yeni alanları bireysel özgürlüğe açmak, bir toplumun uygarlık yolunda ilerlemesini 

kolaylaştırır. 

Her hak ve özgürlük, ancak kendi doğasına uygun bir düzenleme (bir "norm alanı") 

çerçevesinde geçerlidir. Dolayısıyla, ölüm hakkının da böyle bir düzenlemeye gereksinimi 

vardır. Bu hakkın niteliğinden kaynaklanan kötüye kullanılma olasılığı yüksek 

olduğundan, ölüm hakkının sıkı ve ayrıntılı bir düzenlemeye bağlanması daha da 

gereklidir. Bugün bu alanda en geniş deneyime sahip olan ülke Hollanda'dır. Öyleyse, 



54 CEM 

EROĞUL 


Türkiye için çözümler önerilirken, bu örnekten özellikle yararlanılmalıdır. Aşağıda, 

gönüllü ölümden başlanarak, ölüm hak ve özgürlüğünün türlü boyutlarının ülkemizde 

nasıl düzenlenebileceği konusunda öneriler geliştirilmeye çalışılacaktır. 

Gönüllü ölüme ilişkin olarak birinci sorun, böyle bir seçimi sağlıkbilim 

açısından geçerli kılabilecek sayrılıkların ve bu sayrılıkların ilerleme düzeylerinin nesnel 

olarak belirlenmesidir. Böyle bir görev, yalnızca Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından 

yerine getirilebilir. Öyleyse, yasanın öngöreceği ilk adım, TTB'nin bu doğrultudaki 

bilimsel verileri araştırıp ayrıntılı bir belge halinde hekimlerin bilgisine sunması 

olmalıdır. Ayrıca, tıp fakültelerinde, bu yönde bir eğitim de sağlanmalıdır. Böylece, 

umutsuz sayrılıkların tanılanmasında (teşhisinde) uzman hekimler yetişmeli ve 

Türkiye'nin neresinde olursa olsun bir gönüllü ölüm kararı verilebilmesi için bu 

uzmanların onayı aranmalıdır. 

Öte yandan TTB, umutsuz sayrılıklara ilişkin olarak meslek aktöre kurallarını 

("deontoloji"), uzman olmayan kamuoyunun da katılacağı geniş bir tartışmadan sonra 

açık seçik bir biçimde belirlemelidir. Böylece her hekimin elinde bir meslek aktöresi 

kılavuzu bulunması sağlanmalıdır. Ayrıca, böyle bir kılavuz, bireysel olarak her 

hekimin, koşullar ne olursa olsun gönüllü ölümde görev almama hakkını da korumalıdır. 

Unutmamalıdır ki, sayrıların belli koşullarda ölümü isteme haklan bulunacaksa, 

hekimlerin de kendi duyunçlarına (vicdanlarına) sığmayan uygulamalardan kaçınma 

haklan tanınmalıdır. 

Gönüllü ölümün can alıcı  öğesi, sayrının istencinin hiçbir kuşkuya yer 

bırakmayacak bir durulukla belirlenmesini sağlamaktır. Bunun için yasanın öngöreceği 

birçok önlem olabilir. Bir kere, sayrının, kendi sağlık durumu, acılarını hafifletme 

olanakları vb. konularda ayrıntılı ve açıkça anlaşılır bir biçimde aydınlatılması zorunlu 

olmalıdır. Bu aydınlatmada, TTB'nin görevlendireceği uzmanın da sorumluluk 

yüklenmesi sağlanmalıdır.  İkincisi, böyle bir dilekte bulunan sayrı, bu alanda 

uzmanlaşmış bir tin hekimi (psikiyatr) ile görüştürülmelidir. Üçüncüsü, sayrının seçimi 

resmi bir biçimde saptanmalı ve belgelenmelidir. Bunun için en uygun çözüm, bu konuda 

uzmanlaşmış bir savunmanın (avukatın) önünde noter eliyle sayrı istencinin 

saptanmasıdır. Açıktır ki, bu tür olaylarda görev alacak savunmanların da özel olarak 

yetiştirilip görevlendirilmesi gerekir. Bu da ancak Türk Barolar Birliği'nin (TBB) 

yüklenebileceği bir sorumluluktur. Tüzebilim (hukuk) fakülteleri, eğitim izlencelerine 

(programlarına) bu konuyu da katarak, gönüllü ölüm olaylarında görev yapacak 

tüzemenlerin yetişmesini sağlamalıdır. 

Gönüllü ölüm kavramı açıklanırken belirtildiği gibi, bu düzenleme, bilinç yitimine 

yol açacak bir sayrılığa düştüklerinde ne yapılması gerektiğini henüz sağlıklıyken 

saptamak isteyen kişileri de kapsamalıdır. Başka bir deyişle yasa, ABD'de ya da 

Avusturalya'da görülen türden bir "living will" (bilinçsiz sayrılık durumunda nasıl 

davranılacağını belirten bir istenç bildirimi) kurumu öngörmelidir. (Elbette buna elverişli 

bir Türkçe karşılık bulunmalıdır.) Kişi, yine uzman bir savunmanın önünde, notere, 

bilinçsizliğe yol açan ölümcül sayrılık durumunda, kendisine nasıl davranılması istediğini 

resmen bildirebilmelidir. Örneğin kişi, zorla yaşatılmamayı, yaşamına etkin bir biçimde 

son verilmesini ya da bu konudaki kararın kendi belirlediği bir kişiye bırakılmasını 

isteyebilmelidir. Ancak bu son durumda, görevlendirilecek kişinin TBB'nin önceden 

saptayacağı uzman savunmanlar arasından seçilmesi zorunlu kılınmalıdır. 



ÖLÜM HAKKI 

55 


Hollanda'daki deneyime bakılırsa, gönüllü ölümü düzenleyecek yasanın, herhangi bir 

kötüye kullanımı engellemek açısından, bu söylenenlere ek olarak başka önlemler de 

öngörmesi zorunludur. Bu alandaki en etkili önlem, herşeyin açıkça yapılması ve belgeye 

bağlanmasıdır. Dolayısıyla, belli bir gönüllü ölüm uygulamasından sorumlu olan 

hekim, ölümden hemen sonra, savcılığa ayrıntılı bir bildirim vermek zorunda olmalıdır. 

Bu bildirimde, sayrının sağlık öyküsü ayrıntılı bir biçimde anlatılmalı, uygulanan 

sağaltım ve ağrı dindirme yöntemleri açıklanmalı, sayrının ölüm istemini belirten ve 

uzman savunmanca da imzalanmış bulunan noter belgesi verilmeli, yaşama son vermek 

için izlenen yol anlatılmalıdır. Ayrıca, bu belgedeki her bilgi, TTB uzman hekimi 

tarafından da onaylanmış bulunmalıdır. Açıktır ki, böyle bir bildirim ve belgeleme 

zorunluğu, gönüllü ölüm hakkının kötüye kullanılmasını engelleyecek en etkili 

önlemlerden biridir. Buna uyulması, kuşkulu durumlarda savcıların kovuşturma açmasına 

olanak verecek ve gerektiğinde son sözü mahkeme söyleyecektir. Gönüllü ölüm hakkı 

bağlamında işlenebilecek suçlar da böylece cezasız kalmayacaktır. 

Yukarıda, gönüllü ölüm kavramının sınırları çizilirken, bu sınırlar dışında kalan 

birtakım olgulara değinilmişti. Türkiye'de ölüm hakkı yasal bir düzenlemeye 

kavuşturulacaksa, bu olgulara ilişkin kimi kuralların saptanması da yerinde olacaktır. Bu 

çerçevede, açıkça belirtilmesi gereken ilk kural, kişinin kendisine belli sağaltım 

yöntemlerinin uygulanmasını reddetme hakkına sahip olduğudur. Bu geri çevirmenin 

sonucu ne olursa olsun, ergin bir insan kimi sağaltım yöntemlerine hayır diyebilmelidir. 

Sağlıkbilim yordambilgisinde (teknolojisinde) yaşanan baş döndürücü ivmenin tehlikeli 

bir sonucu da, sayrıların kimi zaman deney hayvanı (kobay) olarak kullanılmasıdır. Kişi, 

bugün ya da sonrası için, sağaltım gerekçesiyle kendisine şu ya da bu işlemin 

yapılmasını yasaklayabilmelidir. Bu yasağın çiğnenmesi yasa tarafından suç olarak 

tanımlanmalı ve cezalandırılmalıdır. 

Ölüm hakkı çerçevesi içinde düzenlenmesi gereken bir başka konu da özöldürüm 

(intihar). Bilindiği gibi, TCY'nin 454. maddesine göre: "Birini intihara ikna ve buna 

yardım eden kimse müntehirin vefatı vuku bulduğu takdirde üç seneden on seneye kadar 

ağır hapis cezasına mahkûm olur." İşte bu hükmün yeniden düzenlenip açıklığa 

kavuşturulması gerekir. Birini kendi canına kıymaya itmek, elbette suç olarak kalmalı ve 

cezalandırılmalıdır. Buna karşılık, belli kurallara uymak koşuluyla, kendini öldürmek 

isteyen birine yardımcı olmak her durumda yasaklanmamalıdır. Örneğin, acı içinde 

kıvranan ölümcül bir sayrıya, insancıl bir hekim tarafından kendisini bir daha 

uyanmamak üzere uyutacak hapların sağlanması, cezalandırılacak bir davranış 

olmamalıdır. 

Özöldürüm, birey özgürlüğünden ayrı düşünülemez. Gerçi birçok kişi, özellikle de 

gençler, geçici bunalımlara kapılıp kendini öldürmeye kalkışmakta, kurtarılınca da 

sevinmekte. Bu bakımdan, özgür seçimlerine saygı gösterme gerekçesiyle bu insanları 

kurtarmamak açıkça yanlış olur. Buna karşılık, yaşam kendisi için dayanılmaz bir yük 

durumuna gelmiş bir insanı, zorla yaşatmak da haklı görülemez. Öyleyse, burada bir orta 

yol bulma zorunluğu vardır. Hem kişi, istiyorsa, insanca ölme yolunu bulabilmeli; hem 

de toplum özöldürümü yüreklendirici bir ortamdan korunabilmeli. 

Bu açıklamalar ışığında, özöldürüm konusunda yasa şöyle bir yol izleyebilir: Birini 

özöldürüme itme, suç olarak kalır. Kamuoyunu özöldürüm yollan ve araçları konusunda 

aydınlatan yayınlar serbest olur. (Kaldı ki, düşünce özgürlüğünün gereği de budur.) 

Böylece, bu alanda herkes kendi özgür istenciyle davranma olanağını bulur. Kendilerini 



56 CEM 

EROĞUL 


öldürmeye kalkışanlar kesinlikle kurtarılmaya çalışılır. Çünkü, dönüşü olmayan yollan 

bilmesine karşın kurtarılmaya olanak bırakan bir yolu seçmesi, kişinin gerçekte 

kurtarılmak istediğinin işareti sayılır. Sakatlığı ya da sayrılığı nedeniyle özöldürüm 

araçlarına ulaşamayacak olan kişi için, gönüllü ölüm kuralları çerçevesinde işlem 

yürütülür. 

Buraya dek geliştirilen öneriler, ölüm hakkına ilişkin. Bundan sonra kısaca 

değinilecek konular ise, yine hekim eliyle yaşama son verme konusuna girmekle birlikte, 

ölüm hakkının dışında. Çünkü, ölüm hakkı, niteliği gereği, ancak bilinç sahibi ergin 

bir kişi tarafından kullanılabilecek bir hak. Bu bakımdan, sakat bebeklerin yaşatılmaması, 

ölümcül ve bilinçsiz sayrıların ölüme bırakılması gibi konular, hep ölüme ilişkin 

olmakla birlikte, yine de ölüm hakkının sınırları dışında kalır. 

Açıktır ki, bu konuların düzenlenmesi çok güçtür. Çünkü burada, birtakım aktörel 

değerler çatışma halindedir. Bir yanda, yaşam hakkını kutsal görüp insanların her aşamada 

ve koşullar ne olursa olsun kesenkes yaşatılmasını savunanlar vardır. Öte yanda ise, 

benim gibi, yaşamı ancak çevre ile anlamlı bir iletişime olanak veriyorsa dokunulmaz 

görenler vardır. Ne var ki, bütün bu güçlüklere karşın, yine de bu konuların düzenlenmesi 

zorunludur. Yoksa uygulama her hekimin yeğlemesine (tercihine) kalır ve tutarsızlıklar 

toplumda daha büyük erinçsizliklere (huzursuzluklara) yol açar. Bu nedenle, uygar 

ülkelerde, özellikle sakat doğan bebeklerle ilgili olarak tabip birlikleri birtakım davranış 

kılavuzları geliştirmeye çalışmaktadırlar. 

Son olarak, bu alanda yapılmasını zorunlu gördüğüm tartışmada bir ipucu olur 

umuduyla, bu konulardaki kişisel görüşümü de belirtmeyi görev sayıyorum. Bence, 

yaşamı büyük acılar içinde geçmesi çok olası olan sakat bir bebeği, sağlıkbilimin bütün 

olanaklarını kullanarak illa da yaşatmak yanlıştır. Ne anne babanın, ne de toplumun buna 

hakkı olmaması gerekir. Öte yandan, bilincini yitirmiş ve buna yeniden kavuşması 

olanaksız olan, bitkisel yaşama yazgılı bir kişiyi yapay yöntemlerle yaşamda tutmak, 

bana insanlık özsaygısı (haysiyeti) ile bağdaşmaz gibi görünüyor. Dolayısıyla, yasal bir 

düzenleme çerçevesinde, bu türden büyük acılara kaynaklık edecek ya da bir kişiyi insan 

onuruna sığmayacak bir biçimde, çürüyen bir et yığını halinde tutacak uygulamalara izin 

vermemek, kanımca en doğru çözüm olur. 



Yüklə 92,81 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin