BİR YAZARIN ÇOCUKLUK ANILARI
Devlet, babamın büyük hizmetlerine karşılık, beni parasız yatılı
olarak
Galatasaray Lisesi'nde okuttu. Bu okula da çok şey borçluyum. "Batıya açılan bu
pencere" benim de görüşümü genişletti. Galatasaray'da
daha çok spordu en çok
sevdiğim. Her sınıfın çalışkanları vardır, şair olma heveslileri vardır, tiyatro meraklıları
vardır; bizim merakımız atletizmdi.
Bu alanda ağabeylerimiz de daha sonra Türkiye rekortmenleri olan Mehmet Ali
Aybar'la Semih Türkdoğan'dı. Arka bahçede tanrının günü koşar, engel atlar, çalışırdık.
Ben 110 engelli koşardım. Bir merakım da dekatlondu. Yazar olmak ilkin aklımın
kıyısından geçmezdi. Ama rahat yazıyor olmalıyım ki,
kompozisyonda hep iyi not
alırdım. Hatta yazamayanlar için de kompozisyon ödevi yapardım.
Bir keresinde,
başkası için yazdığım, özenli ödevden çok daha iyi not almıştı.
Bendeki yazarlık kıvılcımını ilk keşfeden Fransızca edebiyat hocamız M. Dard
olmuştu. Sonradan UNESCO'da önemli yönetici mevkilere atanan bu hoca bize şöyle
bir kompozisyon ödevi vermişti: Okullar açıldı, ne duyumsuyorsanız, bunu yazın.
Herkes hocanın
gözüne girmek için, yeni bir hevesle çalışma açlığını belirtirken ben
içimden geldiği gibi döşendim: Dünyanın en güzel olduğu
güz mevsiminde bizleri
denizden, doğadan, gönlümüzce bunların tadını çıkarmaktan koparıp bu sıkıntı verici
dört duvar arasına, somurtuk hocaların klişe laflarını dinlemeye, kendi kafamızla değil
de onların öğrettiği yolda, ille onlar gibi düşünmeye alıştırmalarına isyanımı belirtip
attım imzamı.
Sıfır da alsam umrumda değildi. Yaz uzantısını bırakıp okula tıkılmak kafamı
bozmuştu. Ertesi hafta hoca notları
okurken bir de ne göreyim,
en yüksek notu ben
almışım. Oysa sınıfta üslup meraklısı ne edebiyatçı arkadaşlar vardı. Hepsi de bu işe
benim kadar şaştılar. Üstelik benim metnimde en az yirmi kadar da Fransızca yanlışı
vardı. Onlarınkinde hemen hemen yanlış hiç yoktu.
Bunun nedenini hocadan
sorduklarında şu yanıtı aldılar: "Fransızca düzelebilir, önemli olan o değil. Yazıda
başkalarında görmediğim bir kişilik ve yüreklilik gördüm. Külfetsiz, ıkınmasız, rahat
bir anlatışı var. Notu bunlara verdim."
Yıllar sonra aynı hoca uluslararası bir tiyatro kongresinde beni karşısında
Türkiye delegesi olarak görünce elimi hararetle ve iki eliyle sıktı: Arada ülkemin iyi
kötü tanınmış bir yazarı olduğumu, kimi yapıtlarımın da yabancı antolojilere geçtiğini
bildiği için, çocuk yaşta bana kondurduğu yazarlık yeteneği teşhisini yalancı
çıkarmadığıma neredeyse teşekkür edecekti.