38
Tablo 12. Ortalama epitelize olmayan alanların (mm
2
) tedavi gruplarında zamana göre dağılımı.
Ortalama±SS. (a,b) aynı sütundaki istatistiksel farklılıkları, (A,B) aynı satırdaki istatistiksel
farklılıkları gösterir.
Grup
0. gün
3. gün
7. gün
10. gün
15. gün
P Tukey
T.
Er:YAG
67,23±24,04
aA
23,85±12,07
cB
10,78±6,32
cC
4,73±2,35
cD
1,58±1,34
cE
<0,001
Nd:YAG
64,39± 21,50
aA
45,86± 17,26
aB
22,98±9,52
aC
8,16±4,74
aD
3,21±1,80
bE
<0,001
Elektrok
oter
48,73± 15,96
bA
30,74± 13,66
bB
16,19±7,86
bC
8,10 ±4,74
bD
3,60±2,19
aE
<0,001
Konvans
iyonel
46,03±14,77
bA
21,17±8,76
dB
8,14±3,31
dC
3,28±1,47
dD
1,19±0,92
dE
<0,001
P Tukey
T.
<0,001
<0,001
<0,001
<0,001
<0,001
39
Tablo 13. Ortalama epitelize olan alan oranlarının (%) tedavi gruplarında zamana göre dağılımı.
Ortalama±SS. (a,b) aynı sütundaki istatistiksel farklılıkları, (A,B) aynı satırdaki istatistiksel
farklılıkları gösterir
Grup
3.gün
7.gün
10. gün
15. gün
p
Er:YAG
%63,19±%17,81
aD
%82,89±%09,69
aC
%92,27±%04,02
aB
%97,32±%02,99
aA
<0,001
Nd:YAG
%29,08±%12,21
dD
%64,00±%09,92
dC
%82,97±%06,41
dB
%94,65±%02,93
cA
<0,001
Elektrokoter
%37,76±%17,88
cD
%67,03±%12,85
cC
%83,43±%08,36
cB
%92,46±%04,68
dA
<0,001
Konvansiyonel
%53,38±%14,34
bD
%81,38±%07,74
bC
%92,14±%03,93
bB
%97,24±%02,62
bA
<0,001
p
<0,001
<0,001
<0,001
<0,001
40
Şekil 6. Ortalama epitelize olmayan alanların (%) tedavi gruplarında zamana göre dağılımını gösteren
grafik
41
4.5. DOS Hacmi
Veriler normal dağılım göstermektedir. Post Hoc Tukey testi yapılmıştır.
Uygulamalar; başlangıçtan itibaren zaman göre kuadatik değişim (önce artan, sonra
azalan biçimde) göstermektedir. Bu değişimde; 15. günde artış, 30. günde azalma, 90.
günde artış ölçüm mevcuttur.
-Pre-operatif ölçüm değerlerinde uygulama grupları arasında anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır (P=0,098).
-15. günde Nd:YAG uygulama grubu ve diğer gruplar arasında anlamlı bir farklılık
bulunmuştur (P<0,001).
-30. günde (P=0,910) ve 90. günde gruplar arası anlamlı bir farklılık bulunmamıştır
(P=0,894). (Tablo 14)
Tablo 14. DOS hacmi ölçüm değerlerinin (µl) tedavi gruplarında zamana göre değişimi. Ortalama±SS.
(a,b) aynı sütundaki istatistiksel farklılıkları, (A,B) aynı satırdaki istatistiksel farklılıkları
gösterir.
Uygulamalar
preoperatif
15. gün
30. gün
90. gün
P Tukey T.
Er:YAG
0,34±0,04
aB
0,39±0,04
bA
0,34±0,04
aB
0,35±0,03
aB
<0,001
Nd:YAG
0,34±0,04
aB
0,42±0,03
aA
0,34±0,04
aB
0,36±0,04
aB
<0,001
Elektrokoter
0,32±0,02
aB
0,39±0,03
bA
0,34±0,04
aB
0,35±0,04
aB
<0,001
Konvansiyonel
0,33±0,02
aB
0,38±0,02
bA
0,34±0,03
aB
0,35±0,03
aB
<0,001
P Tukey T.
0,098
0,001
0,892
0,863
4.6. Ağrı
Bağımsız grupların grup içi karşılaştırmalarında Wilcoxon Testi uygulanmıştır.
Uygulama bölgeleri için VAS 2. saat, 8. saat, 1. gün, 2. gün, 3. gün, 4. gün, 5. gün, 6.
gün ve 7. günde değerlendirilmiştir.
42
-2. saat için; Er:YAG uygulama bölgesi ile konvansiyonel yöntem uygulama bölgesi
arasında ( P=0,005); Er:YAG uygulama bölgesi ile Nd:YAG uygulama bölgesi arasında
(P=0,039) ve Er:YAG uygulama bölgesi ile elektrokoter uygulama bölgesi arasında
(P=0,05) istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur.
-8. saat için; en düşük ağrı seviyeleri Er:YAG uygulama bölgesinde ölçülürken,
Nd:YAG ve elektrokoter uygulama bölgeleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır
(P=0,518).
-1. gün için; Er:YAG uygulama bölgesi ile diğer bölgeler arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulunmuştur (P<0,001).
2. gün için; Er:YAG ve konvansiyonel yöntem uygulama bölgelerinde tespit edilen ağrı
seviyeleri ile Nd:YAG ve elektrokoter uygulama bölgelerinde ölçülen ağrı seviyeleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (P<0,001).
-3. gün, 4. gün, 5.gün 6. gün ve 7. gün için; Er:YAG ve konvansiyonel yöntem
uygulama bölgelerinde tespit edilen ağrı seviyeleri ile Nd:YAG ve elektrokoter
uygulama bölgelerinde tespit edilen ağrı seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmuştur (P<0,001).
-Grup içi günlere göre ağrı seviyeleri ölçümleri kuadatik değişim göstermektedir. 2.
günden itibaren tüm uygulama bölgelerindeki ağrı seviyeleri azalma eğilimindedir.
(Şekil 7)
43
Şekil 7. Araştırma sürecinde grupların zamana bağlı VAS değerleri
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
2. saat8. saat 1. gün 2. gün 3. gün 4. gün 5. gün 6. gün 7. gün
Er:YAG
Nd:YAG
Elektrokoter
Konvansiyonel
5. TARTIŞMA
Plak kontrolünü zorlaştırmasının yanı sıra, estetik bozukluklar, patolojik cep
oluşumu ve sonrasında cep içindeki mikrobiyal aktivitenin artmasıyla ataşman kaybı
gibi olaylara yol açabilen kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin cerrahi tedavisinde
pek çok teknik uygulanmaktadır.
Gingivektomi; kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin cerrahi tedavisinde
yeterli yapışık dişetinin mevcut olduğu durumlarda, cep eliminasyonunu sağlamak ve
dişetinin doğal anatomik konturlarını geri kazandırmak amacıyla geçmişten günümüze
uygulanan tekniklerden biridir (Newman ve ark., 2002).
Gingivektomi yöntemi seçilirken dikkat edilecek hususlardan bazıları;
yöntemin etkinliği, hasta tarafından kabul edilebilirliği ve operasyon sırasında ve
sonrasında hastanın hissedeceği ağrıdır. Kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin
gingivektomi ile tedavisinde, konvansiyonel el aletleri ile gingivektomi yöntemi ve
elektrocerrahi ile gingivektomi yöntemi uzun zamandır kullanılan yöntemlerdendir.
Lazerlerin hızla gelişmesi ve biyolojik dokularla ilişkisinin daha iyi anlaşılmaya
başlanması ile çeşitli lazer tiplerinin kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin
tedavisinde kullanımı yaygınlık kazanmıştır.
Literatür incelemelerimiz sonucu; çalışmamızda gerçekleştirdiğimiz şekilde,
kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin gingivektomi ile tedavisinde, Er:YAG lazer,
Nd:YAG lazer, elektrokoter ve konvansiyonel yöntemin operasyon esnasında
oluşturduğu ısının ve post-operatif iyileşme sürecinde dokularda meydana getirdiği
ısısal farklılıkların, enflamasyon, epitelizasyon ve ağrı üzerine etkileri bakımından
karşılaştırıldığı bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Lazer, 1990 yılından bugüne kadar gingivektomi dahil birçok diş hekimliği
uygulamalarında konvansiyonel yönteme alternatif olarak gösterilmiştir. Periodontal
cerrahide kullanıldığında, avantajları arasında; hemostaz, daha az postoperatif ödem,
cerrahi işlem bölgesindeki bakteriyel popülasyonun azalması, daha az sütur atma
ihtiyacı, hızlı iyileşme ve daha az postoperatif ağrı sayılabilir (Coleton, 2004; Rosa ve
ark., 2007; Yiğit ve ark., 2007; Cobb, 2006; Gontiya ve ark., 2011; Murthy ve ark.,
2012).
Elektrocerrahi, diş hekimliğinde 75 yıldan daha uzun bir süredir
kullanılmaktadır. Dişeti büyümelerinin gingivektomi ile eliminasyonu gibi yüzeyel
işlemler, gingivoplasti, mukoza ve kas ataşmanlarının yeniden konumlandırılması,
46
periodontal apselerin insizyonu, perikoronal flepler periodontal cerrahide başlıca
kullanım alanlarıdır. Yeterli doku konturlamasına izin verir, hemorajinin kontrolünü
sağlar, iyileşme sürecindeki skar oluşumu minimaldir, hastalar için konforludur,
operasyon süresi kısadır. Bu avantajların yanı sıra açığa çıkan ısı doku hasarına yol
açabilir (Ravishankar ve ark., 2011; Bağcı ve ark., 2007).
Çalışma grubumuzdaki demografik bulgulara bakıldığında, gingivektomi
operasyonu için seçilmiş hastalar 18-27 yaş aralığındaki genç erişkin bireylerdir. Yaşın
ilerlemesiyle birlikte, yara gerilim direnci ve yara kapanma hızının azaldığı, yara
iyileşme süresinin uzadığı ve iyileşmeye öncü enflamatuvar yanıtların azaldığı veya
geciktiği bildirilmiştir (Phillips, 2000; Minimas, 2007). Aralarında yaş bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmayan bireylerin seçimi yaş farkından
kaynaklanan iyileşme sürecindeki farklılıkların önüne geçmiştir.
Çalışmamızda; operasyon öncesinde tüm bireylerin periodontal sağlık
durumunu gösteren klinik parametreleri (Pİ, Gİ, SK, CD, GHİ) ölçülmüştür. Başlangıç
klinik parametreler bakımından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Post-
operatif iyileşme ve takip sürecinde 15. gün, 30. gün ve 90. gün ölçüm değerlerine
bakıldığında; 15. günde Pİ, Gİ ve SK değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış
gözlenirken, 15. günden sonraki yapılan ölçüm değerlerinde düşüş gözlenmiştir. 15.
günde Pİ değerlerindeki artışın bu süreçte hastaların mekanik temizliği yeterince yerine
getirememesinden kaynaklandığı, Gİ ve SK değerlerindeki artışın post-operatif
enflamasyona bağlı olarak yükseldiği düşünülmektedir. 30. ve 90. günlerde yapılan
ölçümlerde, Pİ değerleri, yara yeri iyileşmesiyle birlikte günlük oral hijyen
gereksinimlerinin yerine getirilmesiyle; Gİ ve SK değerleri de post-operatif
enflamasyonun ortadan kalkmasıyla düşüş göstermiştir. CD ve GHİ’nde; 15. gün 30.
gün ve 90. güne ait ölçüm değerleri ile başlangıç ölçüm değerleri arasındaki anlamlı
farklılık gingivektomi işlemi sonucunda cep eliminasyonunun başarıyla sağlandığını
göstermektedir. Çalışmamızın süresi dahilinde GHİ ile değerlendirdiğimiz dişeti
büyümesi miktarı ile uyguladığımız gingivektomi yöntemlerinde yeniden dişeti
büyümesi oluşmadığını izledik. Fakat nüks ihtimalini değerlendirmek için daha uzun
süreli takipler gereklidir. Klinik parametreler bakımından hiçbir ölçüm zamanında
gruplar arası bir farklılık tespit edilmemesi, seçilen uygulama yöntemlerinin klinik
parametreler üstünde birbirine göre bir üstünlüğü olmadığı şeklinde yorumlanabilir.
47
Gingivektomi operasyonlarından sonra yara yeri iyileşmesini etkileyen en
önemli faktörlerden biri olarak operasyon sırasında dokuda meydana gelen sıcaklık
değişimleri düşünülebilir. Literatürde, ağızda doku sıcaklıklarının çeşitli yöntemlerle
ölçüldüğü çalışmalar mevcuttur. Bu yöntemlerden bazıları cep içerisine yerleştirilerek
doku sıcaklıklarını temas yoluyla ölçen subgingival termometrelerdir (Haffajee ve ark.,
1992). Ancak temas yoluyla sıcaklık ölçen subgingival termometreler veya
termokapiller cerrahi operasyon bölgesinde uygulama yönünden zorluk ve sterilizasyon
açısından sakıncalar doğurabilmektedir. Bu nedenle, çalışmamızda doku sıcaklıkları
ölçümü dokuya temas etmeyen infrared termometre kullanılarak yapılmıştır. Bu sayede
uygulama kolaylığı sağlanırken aynı zamanda termometrenin herhangi bir parçası
dokuya temas etmediği için cerrahi operasyon bölgesinin enfekte olma riski ortadan
kalkmıştır. Doku sıcaklıklarının ölçümü sırasında kullanılan infrared termometreler,
doku yüzeyinden ölçüm yapabilmekte ve sadece yüzeyel sıcaklığı belirlemektedir. Bu
durum, lazer ve elektrokoter uygulamaları esnasında, farklı derinliklerde farklı sıcaklık
değerleri oluşabileceği göz önünde bulundurulduğunda çalışmanın bir limitasyonu
olarak kabul edilebilir.
Operasyon sırasında doku sıcaklığı 37
°
C–50
°
C aralığına geldiğinde operasyon
sırasındaki bakteriyel inaktivasyon cerrahi bölgede sterilizasyon sağlar. Doku sıcaklığı
60
°
C’ye ulaştığında dokularda koagülasyon meydana gelir (Frentzen, 1990). Bu durum
operasyon esnasında kanama kontrolünün oluşması bakımından oldukça faydalıdır.
Operasyon esnasında oluşacak kanama kontrolü ile hekim operasyon sahasını daha iyi
görecektir (Ravishankar ve ark., 2011). Ancak operasyon sırasında sıcaklığın
yükselmeye devam etmesi başka sorunları da beraberinde getirecektir. Doku sıcaklığı
60
°
C’yi aşmasından itibaren dokularda denatürasyon meydana gelmeye başlayacaktır
(Frentzen, 1990). Denatürasyon, dokularda sıcaklık sonucunda doğan eksternal streslere
bağlı olarak, amino asitlerin tersiyer yapısında değişim ve protein yapıda geri
dönüşümsüz bozulmadır (Roy ve Hecht, 2000). Cerrahi operasyon sırasında doku
sıcaklığı 200
°
C’yi aşarsa dokularda karbonizasyon meydana gelir. Karbonizasyon,
dokunun dehidrate olup yanmasıdır, son ürünü karbondur. Karbon, tüm dalga boyları
için çok iyi bir emicidir, bu nedenle lazer çalıştığı sürece dokuda ısı iletkeni olarak
görev
yapar.
Bu
nedenle;
operasyon
sırasında
operasyon
bölgesindeki
karbonizasyondan doğabilecek etkin ısı iletimi, operasyon sonrasında geniş bir alanda
kollateral termal travmaya yol açabilir. Operasyon sırasında gereğinden fazla ısı açığa
48
çıkarsa, dokuda meydana gelmesi olası termal hasarlardan dolayı hem iyileşme
gecikebilir hem de post-operatif iyileşme sürecindeki hasta şikayeti artar (Frentzen,
1990).
Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgularda; elektrokoter ile gingivektomi
uygulanan bölgede 5 saniyelik uygulama süresi sonunda elde edilen sıcaklık ortalaması
84,08±15,75
°
C, 10 saniyelik uygulama süresi sonunda elde edilen sıcaklık ortalaması
89,13±16,78
°
C’tır. Bu sıcaklık değişiminin koagülasyon açısından fayda sağladığı
ancak, dokularda denatürasyon meydana gelme ihtimali göz önünde bulundurulduğunda
sakıncalı olduğu düşünülmektedir.
Literatürde, elektrocerrahi tekniği ile yapılan yumuşak doku cerrahilerinde de;
ısının kısa sürede derin dokulara ulaşabileceği ve nekrozlara neden olabileceği
bildirilmiştir (Ravishankar ve ark., 2011).
Çalışmamızda; Nd:YAG lazer uygulama bölgesindeki sıcaklık değişimlerine
bakıldığında ise 5 saniyelik uygulama süresi sonunda elde edilen sıcaklık ortalaması
229,45±18,50
°
C, 10 saniyelik uygulama süresi sonunda elde edilen sıcaklık ortalaması
273,32±21,78
°
C bulunmuştur. Termal değişimlerin dokularda meydana getirdiği hasarı
tanımlayan makaleler göz önünde bulundurulduğunda bu sıcaklık ortalamalarının
karbonizasyon oluşturması muhtemeldir. Bu durumda operasyon sahasında ve çevre
dokularda termal travma oluşacağı düşünülmektedir.
Schwarz ve arkadaşları, Nd:YAG lazerin yüksek penetrasyon özelliği ve olası
termal etkilerinden dolayı periodontal dokularda hasar oluşturabileceğini bildirmişlerdir
(Schwarz ve ark., 2009). Parker, 2007 yılında yayınladığı çalışmasında, kısa dalga
boyuna sahip Nd:YAG lazerin 2-6 mm ye kadar penetre olabileceğini ve dokuda termal
hasar oluşturabileceğini, uzun dalga boyuna sahip lazerlerin ise dokuya çok az penetre
olacağını bildirmiştir (Parker, 2007). Çalışmamızda, Nd:YAG lazer uygulama
bölgesinde operasyon sırasında elde edilen sıcaklık değerleri ile ilgili sonuçlar, bu
konuda yapılan diğer çalışmaların sonuçlarını desteklemektedir. Çalışmamızda etik
nedenlerle yapmadığımız, operasyon sonrasında dişeti dokusundan alınabilecek
biyopsilerde yapılacak histopatolojik incelemeler dokudaki hücresel değişimleri
değerlendirmekte yardımcı olabilir.
Çalışmamızın bulgularına göre; Er:YAG lazer uygulama bölgesinde operasyon
sırasında ölçülen ortalama sıcaklık değerleri, 5 saniyelik uygulama sonucunda
41,62±7,25
°
C, 10 saniyelik uygulama sonucunda 43,16±7,02
°
C olarak bulunmuştur.
49
Bu sıcaklık değerlerinin, operasyon bölgesinde sterilizasyona katkıda bulunacağı ve bir
miktar koagülasyon sağlayarak hekime iyi bir görüş alanı sağlayacağı ancak Nd:YAG
lazer ve elektrokoter uygulama bölgelerinden farklı olarak dokularda herhangi bir geri
dönüşümsüz termal hasara yol açmayacağı düşünülmektedir.
Bader ve Krejci, 2006 yılında yayınlanan çalışmalarında, Er:YAG lazerlerin,
herhangi bir termal hasar oluşturmadığını ve güvenle kullanılabileceğini, hemostatik
etkisinin az olduğunu ve estetik periodontal yumuşak doku cerrahisi esnasında dişeti
yüzeyinde yeterli kalınlıkta pıhtı oluşabileceğini bildirmişlerdir. (Bader ve Krejci,
2006). Cobb da
Er:YAG lazerin çok az termal hasar oluşturduğunu ve doku
penetrasyonunun çok az olduğunu bildirmiştir (Cobb, 2006). Rosa ve ark., ablasyon,
vaporizasyon, hemostaz ve sterilizasyon etkileri sayesinde Er:YAG lazerin periodontal
tedavide en önemli lazerlerden biri olduğunu ve mükemmel doku ablasyonunu minimal
termal hasar oluşturarak yapması sayesinde periodontal doku cerrahisinde güvenle
kullanılabileceğini belirtmişlerdir (Rosa ve ark., 2007). Çalışmamızda, Er:YAG lazer
uygulama bölgesinde operasyon sırasında elde edilen sıcaklık değerleri ile ilgili
sonuçlar, bu konuda yapılan diğer çalışmaların sonuçlarını desteklemektedir.
Dokuda ısıl değişimler oluşturabilecek cerrahi uygulamalarda hekim, dokunun
soğuması için vereceği molaları kendi belirlemelidir. Farklı cerrahi tekniklerin
sonucunda dokuda oluşan sıcaklık değişimleri kadar, dokuların normal sıcaklıklarına
geri dönüş süreleri de öngörülebilir olmalıdır. Bu amaçla çalışmamızda Er:YAG,
Nd:YAG lazerler ve elektrokoter uygulama bölgelerinde operasyon sırasında oluşan
maksimum sıcaklıkların yanı sıra, normal sıcaklığa dönüş süreleri de ölçülmüştür.
Ravishankar elektrokoter cerrahisi esnasında mümkün olduğunca hızlı hareket edilmesi
ve uzun süre aynı noktada doku temasından kaçınılması gerektiğini bildirmiştir
(Oringer, 1969; Ravishankar ve ark., 2011).
Çalışmamızın bulgularına göre; Er:YAG lazer uygulama bölgesinde operasyon
sırasında ölçülen ortalama normal sıcaklığa dönüş süresi değerleri, 5 saniyelik
uygulama sonucunda 1,95±1,2
saniye, 10 saniyelik uygulama sonucunda 2,38±1,52
saniye; ölçülürken bu değerler, Nd:YAG lazer uygulama bölgesinde 5 saniyelik
uygulama sonunda 7,41±1,98
saniye, 10 saniyelik uygulama sonunda 7,41±1,98
saniye;
elektrokoter uygulama bölgesinde 5 saniyelik uygulama sonunda 6,19±2,48 saniye, 10
saniyelik uygulama sonunda 7,03±2,7 saniye olarak bulunmuştur. Farklı gingivektomi
tekniklerinde sıcaklık değişimleri gözlenebileceği gibi, normal sıcaklığa dönüş
50
sürelerinin de değişkenlik gösterebileceği bulunmuştur. Literatürde dokularda sıcaklık
değişimi oluşturan farklı gingivektomi teknikleri sırasında, soğuma sürelerinin
hesaplandığı ve karşılaştırıldığı başka bir çalışma bulunmamaktadır. Bu bilgiler ışığında
hekimlere sıcaklık artışının daha fazla olması beklenen Nd:YAG lazer ve elektrokoter
uygulamalarında aletin belli bir noktada sürekli tutulmaması, hareket ettirilmesi ve belli
bir uygulama süresi sonrası dokuların uzun süre yüksek sıcaklıklara maruz kalmaması
için soğuma süresi tanınması tavsiye edilebilir.
Enflamasyonun rubor, tumor, dolor ve fonksiyon kaybı ile 5 temel belirtisinden
biri olan sıcaklık artışı (kolor), uzun yıllardır bilinen bir gerçektir (Volchansky ve Jones,
1994). Periodontal dokuların incelendiği çalışmalar değerlendirildiğinde; sağlıklı ve
hastalıklı periodontal dokular arasındaki ortalama sıcaklık farkının 0,3
°
C olduğu
bildirilmiştir (Niederman ve ark., 1995; Kung ve ark., 1990). Bir başka makalede,
periodontal enflamasyonun bulunduğu bölgelerde, vazodilatasyon ve kan akış hızında
artışa bağlı olarak sıcaklık seviyelerinin yükseldiği bildirilmiştir (Wolff ve ark., 1997).
Oral bölgede doku sıcaklık seviyelerinin yükselmesinde etkili diğer faktörler
arasında, kullanılan ilaçlar, tüketilen yiyecek ve içeceklerin sıcaklıkları, yaş, cinsiyet,
ağız solunumu, dudak yetersizliği, ortodontik apareyler, ağızda varolan protezler ve
diğer dental restorasyonlar kabul edilebilir (Moore ve ark.,1999; Maeda ve ark., 1979).
Çalışmamızda; pre-operatif ve post-operatif iyileşme sürecinde 3., 7., 10. ve
15. günlerde her uygulama bölgesindeki doku sıcaklığı ölçülmüş ve kaydedilmiştir.
Bulgularımızda, post-operatif iyileşme dönemindeki ölçüm değerlerinin tüm uygulama
gruplarında pre-operatif ölçüm değerinin üstünde olması post-operatif enflamasyonun
dokularda sıcaklık değişimi yaratacağını bildiren diğer çalışmaları destekler niteliktedir
(Volchansky ve Jones, 1994). Post-operatif sıcaklık ölçümü yapılan tüm zamanlarda
Er:YAG lazer uygulama bölgesinde diğer uygulama bölgelerine göre daha düşük doku
sıcaklıklarının kaydedilmesi, Er:YAG uygulama bölgesinde diğer uygulama
bölgelerinden daha düşük post-operatif enflamasyon oluşabileceğini düşündürmektedir.
Post-operatif iyileşme sürecini değerlendiren pek çok çalışmada göz önünde
bulundurulan en temel kriterlerden birisi bu süreçteki epitelizasyon seviyeleri olmuştur.
Bu çalışmalarda, epitelizasyon seviyesinin tespitinde boyayıcı solüsyonlar kullanılmış
ve boyalı alanların ölçümünün yapılmasında çeşitli tekniklerden yararlanılmıştır.
Ozcelik ve arkadaşları, 20 hasta üzerinde yaptıkları çalışmalarında gingivektomi
sonrasında, mandibulanın bir kuadrantına düşük doz lazer terapisi uygulamışlar;
51
iyileşme sürecindeki 3., 7. ve 15. günlerdeki yara yüzeyi epitelizasyonunu boyayıcı
solusyonla kontrol etmişlerdir. Değerlendirmede, solüsyon uygulanması sonrası
çektikleri standardize fotoğrafları görüntü analiz yazılımına aktararak koyu boyanan
alanlar bilgisayar ortamında başarıyla hesaplamışlardır (Ozcelik ve ark., 2007). Danser
ve arkadaşları; elektrikli diş fırçalarının dişeti abrazyonu üzerine etkilerini
değerlendirdiği çalışmalarında, yine boyayıcı solüsyonla dişetindeki abrazyon alanlarını
başarıyla tespit etmiş ve görüntü analiz yazılımı ile boyanan alanları hesaplanmıştır
(Danser ve ark., 1998).
Bizim çalışmamızda, dişeti abrazyonu ve yara yüzeyi epitelizasyonunun
değerlendirildiği benzer çalışmalar gibi yara yüzeyi epitelizasyonunu boyayıcı
solüsyonla kontrol edilmiş ve solüsyon uygulanması sonrası çekilen standardize
fotoğraflar görüntü analiz programına aktarılarak koyu boyanan alanlar bilgisayar
ortamında hesaplanmıştır. Gruplar arası karşılaştırmalar yapılırken, başlangıçtaki
cerrahi yüzey alanı büyüklükleri eşit olmadığı için epitelize alanların yüzdelik
oranlarının kıyaslaması yapılmıştır. Çalışmamızın sonucunda; tüm uygulama
gruplarında, 3.,7., 10. ve 15. günlerde epitelizasyon seviyeleri arasında grup içi ve
gruplar arası anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Epitelizasyonun tüm gruplarda 15 günlük
süreçte farklı epitelizasyon hızlarıyla tamamlandığı ve farklı gingivektomi teknikleri
sonrasında post-operatif iyileşme sürecindeki epitelizasyon hızlarında da farklılık
olduğu tespit edilmiştir. Bulgularımıza göre; 3. gün, 7. gün, 10.gün ve 15. günlerdeki
boyalı alanlar baz alındığında Er:YAG lazer ve konvansiyonel yöntem uygulama
bölgelerindeki epitelizasyon hızı Nd:YAG lazer ve elektrokoter uygulama bölgelerinden
yüksektir. Bu durum kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin farklı gingivektomi
teknikleri ile tedavilerinde seçilen cerrahi tekniğin, dokuda oluşturduğu termal ve
mekanik travmaların iyileşme ve epitelizasyon süreci üzerinde etkili olduğunu
düşünmemizi sağlamıştır.
Literatüre bakıldığında, yara yeri iyileşmesinde epitelizasyon seviyelerinin
değerlendirildiği başka çalışmalara da rastlanmaktadır. Esen ve arkadaşları, 10 hasta
üzerinde melanin hiperpigmentasyonunu gingivektomi yöntemi ile tedavi ettikleri
çalışmalarında, görüntü analiz programında yaptıkları hesaplamalar sonucunda
epitelizasyonun 2 haftalık süreçte tamamlandığını tespit etmişlerdir (Esen ve ark.,
2004). Yara yeri iyileşmesinin değerlendirildiği bir başka çalışmada, araştırmacılar
gingivektomi ve gingivoplasti uygulamalarında CO
2
ve Nd:YAG gibi kısa dalga boyuna
52
sahip lazerleri farklı metotlar ile kıyaslamışlar ve lazer uygulanan bölgelerdeki iyileşme
hızının daha yavaş olduğunu belirtmişlerdir (Kanakamedala ve ark., 2010; Ko ve ark.,
2010). Pogrel ve ark., 1990 yılında yapmış oldukları çalışmada CO
2
lazer ve bistüri
kullanarak 2 cm uzunluğunda insizyonlar oluşturmuşlar ve yara yeri iyileşmesini 12.
saatte, 4. günde, 7. günde ve 14. günde histolojik olarak karşılaştırmışlardır. Lazer ile
yapılan insizyonlarda bistüriye göre enflamatuvar cevabın daha az olduğunu
belirtmişlerdir. Histolojik olarak epitelizasyonu değerlendirdiklerinde 7. günde lazer ve
bistüri bölgesinin tamamen epitelize olduğunu, kriyocerrahi bölgesinde ise
epitelizasyonun tamamlanmadığını belirtmişlerdir (Pogrel ve ark. 1990). Yılmaz ve ark.,
2011 yılında yapmış olduğu çalışmada erbiyum grubu lazerlerin çevre dokulara
yansıyan veya penetre olan düşük enerjili ışınlarının yara yeri iyileşmesini
indükleyebileceğini ve bu olayın fotobiyomodülasyon olarak adlandırılacağını
bildirmiştir. Fotobiyomodulasyon bu işi hücresel seviyede toksinleri azaltarak, lenfatik
sıvı akışını arttırarak, kanlanmayı arttırarak yapar ve bu sayede ağrının azaltılmasını
destekler, tamiri hızlandırır ve yara yeri iyileşmesinin erken fazında kolajen ve elastik
fibriller sayesinde rejenerasyonu indükler. İlaveten ışınlanmış dokularda bakterisidal
etki gösterirler ve aerobik türleri aktive ederler (Yılmaz ve ark., 2011).
Literatürde, DOS hacmindeki değişiklikler pek çok çalışmada, yara yeri
iyileşme sürecinde belirteç olarak kullanılmaktadır. DOS toplama, invaziv bir teknik
olmaması ve hasta şikayeti olmadan kolay elde edilebilmesi nedeniyle Periodontoloji
çalışmalarında sıklıkla tercih edilmektedir (Goodson, 2003). DOS hacmi, enzim ve
sitokin seviyeleri de hastalığın şiddetiyle orantılı olarak arttığını ve subgingival sıcaklık
ve klinik parametreler arasında da belirgin bir ilişki bulunduğunu bildiren çalışmalar
mevcuttur (Hamad ve Al-Rubaie, 2011; Wolff ve ark., 1997).
Bulgularımıza göre, DOS ölçüm değerleri gingivektomi sorasında tüm
uygulama gruplarında, 15. günde artış ve 15.günden itibaren yapılan ölçümlerde düşüş
göstermiştir. 15. günde Nd:YAG uygulama grubunda DOS ölçüm değerleri diğer
uygulama gruplarından anlamlı bir biçimde yüksek bulunmuştur. 30.ve 90. günde
yapılan ölçümlerde ise gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Bu sonuçlardan yola çıkarak, DOS seviyelerinin post-operatif enflamasyon
seviyesine bağlı olarak artış göstereceği, yara yeri iyileşmesinin tamamlanmasına bağlı
olarak da normal seviyelerine dönme eğiliminde olacak şekilde yeniden düşüşe geçeceği
kanaatindeyiz.
53
Literatürde insanlarda DOS akışının gingivektomi operasyonu sonrasında
arttığı ve iyileşme sırasında gittikçe azaldığı, operasyondan bir hafta sonra ise DOS akış
miktarı ve enflamasyonun maksimum seviyeye çıktığı, vazodilatasyon ve
vaskülarizasyonun iyileşmenin 4. gününden itibaren düşüşe geçmesinde dolayı ve 16.
günden itibaren normale döndüğü ve bağ dokusunun tamamen düzelmesinin ise 7
haftayı bulduğu bildirilmiştir (Newman ve ark., 2002). Çalışmamızda elde ettiğiz DOS
hacmi değerleri literatürü desteklemektedir.
Ağrı, vücudun belirli bir bölgesinden kaynaklanan doku harabiyetine bağlı olan
ya da olmayan, kişinin geçmişteki deneyimleri ile ilgili, hoş olmayan emosyonel bir
duyumdur (Güzeldemir, 1995).
VAS (Vizüel Analog Skala) uygulaması kolay, yanıltıcı faktörlerden az
etkilenen, hastaya yeterli açıklama yapıldığında oldukça değerli bilgi veren, belli zaman
dilimlerinde ağrı şiddetinin ölçülmesiyle değişikliğin yüzde olarak ifadesini mümkün
kılan bir ağrı değerlendirme tekniğidir (Özhan, 2009).
Literatürde periodontal cerrahi sonrasında ağrı seviyelerinin VAS ile
değerlendirildiği çalışmalar mevcuttur. Frenektomi operasyonlarında CO
2
lazer ve
bistürinin karşılaştırıldığı bir çalışmada; 1-7. günler arasında ağrının değerlendirmesi
amacıyla VAS kullanılmış ve operasyon sonrası ağrının lazer grubunda bistüri
kullanılan gruba göre daha az olduğu bildirilmiştir (Haytac ve Ozcelik, 2006).
Bizim çalışmamızda; VAS’ın pek çok çalışmada güvenilir ve tutarlı sonuçlar
vermesinden ve hastaların farklı şiddette ağrı hissettikleri bölgeleri skala üzerinde
rahatlıkla gösterebilmesinden dolayı, hastalarımızın hissettikleri ağrı operasyon sonrası
bir haftalık süreçte 2. saat, 8. saat, 1. gün, 2. gün, 3. gün, 4. gün, 5. gün, 6. gün, 7. günde
VAS kullanarak değerlendirilmiştir.
Elde ettiğimiz bulgularda, tüm uygulama bölgelerinde, 8. saat ve 1. günde
kaydedilen ağrı seviyelerinde en yüksek skorlar elde edilmiş, 1. günden itibaren ağrı
seviyeleri tüm gruplarda azalma eğilimine girmiştir. Tüm ölçüm zamanlarında en düşük
ağrı seviyeleri Er:YAG uygulama bölgesinde tespit edilmiştir. Nd:YAG lazer ve
elektrokoter uygulama bölgelerinde ölçülen ağrı seviyeleri, diğer uygulama
bölgelerinden yüksek bulunmuştur. Çalışmamızın sonuçlarına göre, Nd:YAG lazer ve
elektrokoter uygulama bölgelerinde post-operatif günlerdeki ağrı fazlalığı ise aşırı doku
manüplasyonuna bağlı mekanik travma olmasa bile, operasyon sırasında oluşan yüksek
54
ısı değerlerinin dokularda oluşturduğu termal travmaya bağlı enflamasyon olduğu
düşünülebilir.
Literatürde, bistüri ile yapılan insizyonların herhangi bir ısısal yıkıma neden
olmadığı ancak lenf ve kan damarlarında mekanik travmaya bağlı ekstra açılmaya ve
sonuçta fazla miktarda iltihabi cevaba ve ödeme sebep olabileceği bildirilmiştir (Walsh,
1996, Ovalı, 2011). Bulgularımıza göre; konvansiyonel yöntem uygulama bölgesindeki
ağrı seviyeleri 2. güne kadar Nd:YAG ve elektrokoter uygulama bölgelerine yakın
ölçülürken, 2 günden itibaren düşüşe geçmiş ve Er:YAG uygulama bölgesindeki ağrı
seviyesi değerlerine yaklaşmıştır. Ağrı seviyeleri bakımından konvansiyonel yöntem
uygulama bölgesinde kaydedilen sonuçların mekanik travmaya bağlı oluşan post-
operatif ödemden ileri geldiğini düşünmekteyiz.
Ağrı seviyelerinin tüm zaman dilimlerinde, Er:YAG lazer uygulama
bölgesinde diğer uygulama bölgelerine kıyasla düşük seyretme nedeninin, operasyon
ısısının termal hasara yol açacak kadar yükselmemesi ve kan ve lenf damarlarında aşırı
doku manüplasyonuna bağlı travma gerçekleşmediği için post-operatif enflamatuvar
yanıtın tüm diğer uygulama bölgelerinden daha düşük olduğunu düşünmekteyiz. Yine
bulgularımızda var olan post-operatif iyileşme döneminin 3. ve 7. günlerindeki doku
sıcaklıkları ölçümünde Er:YAG lazer uygulama bölgesindeki sıcaklık değerlerinin diğer
uygulama gruplarından daha düşük olarak kaydedilmesiyle ilişkilendirilebilir olduğunu
düşünmekteyiz.
Literatürde ağrı seviyelerini değerlendiren diğer çalışmalarda; Rosa ve
arkadaşları, Er:YAG lazer ile yaptıkları operasyondan 1 gün sonra, 1 hafta sonra, 1 ay
sonra ve 3 ay sonra hastaları değerlendirilmişler ve 2 hastada bu dönemlerde hiç ağrı
oluşmadığını, 2 hastada hafif ve 1 hastada orta düzeyde ağrı oluştuğunu belirtmişlerdir
(Rosa ve ark., 2007). Tal ve arkadaşları, Er:YAG lazer ile 10 hastada yaptıkları
gingivoplasti işlemi sonrasındaki ilk üç günde sadece 3’ünün ağrı kesici kullanma
gereksinimi duyduğunu belirtmişlerdir (Tal ve ark., 2003). Kawashima ve
arkadaşlarının Er:YAG lazer ile 5 hasta üzerinde yaptıkları çalışmalarında,
araştırmacılar sadece 2 hastanın operasyon gecesi ağrı kesici aldığını ve hastalarda
ağrının operasyon sonrası 4-5 gün kadar hafif ile orta şiddet arası seyrettiğini
belirtmişlerdir (Kawashima ve ark., 2003).
55
Çalışmamız sonucunda ağrı seviyeleri bakımından Er:YAG lazer uygulama
bölgesinde elde edilen sonuçlar diğer Er.YAG lazer uygulamalarında elde edilen
sonuçlarla benzerlik göstermektedir.
Bu konuda yapılan çalışmaların sonuçları dikkate alındığında; kronik
enflamatuvar dişeti büyümelerinin tedavisinde kullanılan farklı gingivektomi
tekniklerinde, farklı ısı seviyelerinin ortaya çıkacağı bu yöntemlerin post-operatif
süreçlerindeki iyileşme hızı, enflamasyon ve epitelizasyon seviyeleri gibi objektif; post-
operatif süreçteki ağrı seviyeleri gibi subjektif bulguların da değişkenlik gösterebileceği
olasıdır. Bizim çalışmamızdaki temel sonuçlardan biri de; 4 farklı gingivektomi
yönteminin hekim tarafından uygulanabilirlik, post-operatif iyileşme hızı ve bu süreçte
post-operatif ağrı seviyeleri baz alındığında hasta tarafından tolere edilebilirlik
derecelerinin de değişkenlik gösterdiği şeklindedir.
Kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin tedavisinde kullanılacak gingivektomi
yöntemi seçilirken dikkat edilecek hususlardan bazıları yöntemin etkinliği, hasta
tarafından kabul edilebilirliği ve operasyon sırasında ve sonrasında hastanın hissedeceği
ağrıdır. Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar yukarıda tartışılan araştırmaların bir
çoğunda elde edilen bulgularla benzerlik göstermektedir ve bu durum diş hekimliğinde
rutin olarak kullanılan Er:YAG lazerin daha ayrıntılı ve geliştirilmiş araştırmalar
sonucunda, kronik enflamatuvar dişeti büyümelerinin uzaklaştırılması işleminde iyi bir
tedavi
metodu
olarak
kullanılabileceği
görüşümüzü
desteklemektedir.
|