EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ-
755
yakından bakıldığında ontolojik problemi tamamen ıskartaya çıkarmadıkları açık
biçimde
görülecektir. Pozitivizmin ontolojisi olarak empirik realizmden Bhaskar’ın eleştirel realizmine
doğru bir hat her daim var olmuştur. Bu hat, örtük bir ontoloji (ontolojik kabuller kümesi)
olmanın ötesinde bizzat epistemolojik düzlemde tartışma ve araştırma konusudur. Bilim
dilinin analizinde, teorik terimlerin varlık statüsüne dair tartışma, neo-pozitivizm için tali bir
tartışma olmanın ötesinde, epistemolojik problemle doğrudan ilintilidir. Bilimsel (veya
bilimsel olma iddiasında olan) teorilerin öne sürdüğü gibi, gerçek,
ama asla tam olarak
görünmeyen toplumsal süreçler var mıdır? “‘Libido’, ‘süper-ego’ ve benzerleri gerçek midir?”
gibi sorular epistemoloji temelli ontolojik sorulardır. Ancak bu analizin nesnesine
uygunluğunun sağlanması için dış bakışın iç bakış üzerinden kurulması gerekir. Örneğin,
epistemoloji kökenli olarak “dil bir temsile ‘bu gerçektir’ denmesiyle başlar” ifadesinin
idealizm ile hiçbir bağlantısı yokken, dış bakış bunun idealizmin açık ifadesi olarak görebilir.
Oysa, problem odaklı olarak dış bakış (ontolojik konum) iç bakış üzerinden (epistemolojik
konum) kurulduğunda, önce temsillerin yapımının gelmesi, ardından temsillerin gerçek ya da
gerçek dışı, doğru ya da yanlış, sadık ya da sadakatsiz şekilde yargılanmasının söz konusu
olması ‘doğruluk problemi’nin kodlanmasından başka bir şey değildir. Durum buysa, Adorno
ve Horkheimer’ın ‘mimesis’ ve ‘nominalizm’ tartışması ile epistemolojik problem arasında
bir çakışma açığa çıkmaktadır. Diğer bir çakışma ise ‘ontolojik uğrak 2’de gösterilen
Heidegger – epistemolojik problem çakışmasıdır. Bir epistemolojisi
olmamakla veya
epistemolojiye yer vermemekle eleştirilen Heidegger’in felsefe içerisinde epistemolojinin
(bilgi teorisinin) nasıl ilk ve tek felsefe haline dönüştüğüne / dönüştürüldüğüne dair disipline
(felsefeye) içkin soruyu, bilimsel dünya kavrayışına ulaşan düşünmenin epistemolojik tarihine
dair kökensel soruyla birleştirdiği görülmektedir. Ama esas ilginç çakışma, özellikle 1960’lı
yıllardan sonra bilim teorisi içerisinde kendisini hissettirecek olan çok-paradigmalılık
probleminin göreli olarak çok erken ifşasının ontoloji temelli bir metne girmiş olmasıdır.
Popper’ın bilimsel ilerlemeye dair epistemolojik teorisi ile Heideggerci
patikalar yaklaşımı,
tam da bu problem üzerinden işlemselleştirilebilmekte ya da en azından bu probleme
uyarlanabilmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki bu çakışmalar, sonuçlarda veya çözümde hemfikir olmanın
değil, aynı problem üzerine ‘teori’ üretildiğinin kanıtıdır. Bununla birlikte, Adorno ve
Horkheimer’ın ilgili bölümde alıntılanan ve analiz edilen ‘sistem -doğa uyumu’ tartışmaları
ile epistemolojik damarın ileri aşamalarında yer alan Kuhn’un bilim sosyolojisi ile aşırı-
benzerliği dikkat çekicidir. Gösterildiği üzere bu tartışmanın çekirdeği ‘temsil problemi’ ile
ilişkilendirilebilir niteliktedir. Özellikle ‘sistem’ terimi yerine ‘teori/kuram’
terimi ikame
edildiğinde (ki bu ikame bir tür çeviri-şiddeti değildir) birbirlerini anlayamayan veya
anlamayacak
‘paradigmalar’
bir
anda
aynı
problem
üzerine
tartışır
hale
dönüştürülebilmektedir. Diğer taraftan, epistemoloji temelli olarak ontolojik sorulara yanıt
verebilmenin açığa çıkan olanaklı tek yolu ‘müdahale’ olarak görülmektedir. Yani, bilim söz
konusu olduğunda gerçeklik ya da ontoloji,
müdahale, diğer bir deyişle epistemolojik
anlamda pragmatik bir kriter üzerinden tesis edilir. Bu da ontoloji
temelli tekno-bilim
eleştirisi ile yüzleşmek zorunda kalacak bir sonuç olarak bir kez daha iki kanadı aynı masaya
oturtur. Bu masada, rasyonalizm – irrasyonalizm gerilimi (epistemolojik gerilim) ile realizm –
anti-realizm gerilimi (ontolojik gerilim) ortak bir payda bulmaktadır. Roy Bhaskar’ın
eleştirel
realizmi bu ortak payda üzerine yükselmekte olan epistemolojik anlamda içsel bir uğraktır.
Bhaskar’ın epistemolojik başarı tespitini kodlaması gerilimi aşmak için bir çıkış sağlayabilme
potansiyeli taşımaktadır: Öncelikle epistemolojiye yeni bir soru eklemlenmelidir: Bilimin
olanaklı olabilmesi için dünya zorunlu olarak nasıl olmalıdır? Bilim olanaklıdır, bunu
gösteren bilimin fiili tarihi ve epistemolojik odaklı araştırmadır. Ancak sorunun yanıtı
ontolojik bir hamle gerektirmektedir. Bhaskar’ın çağrısı ve girişimi, ek olarak epistemolojiye
756
GAUN JSS
içkin çoğullaşma (Popper, Kuhn, Feyerabend ve Lakatos’un çalışmaları) Hacking’in alternatif
temsillerin açığa çıktığı (çoğaldığı) dönemde gerçeklik probleminin belirginleşmesi teziyle
uyumludur. Örneğin, epistemoloji içi (bilim/bilgi teorisi içi) eş-ölçülemezlik problemiyle
ilişkili biçimde teori-seçimi probleminin gölgesinde kalan ‘gerçeklik’ problemi kendisini her
üçünü de kapsayan bir çerçevede dayattığında, içsel (epistemolojik) ve dışsal (ontolojik)
konumlar aynı problem(ler)i görmektedirler.
İki farklı konumdan aynı problem(ler)in görünür durumda olması, bu ‘problem(ler)in
gerçekliğinin’ en açık göstergesidir. Epistemolojiyi bilgi (bilim) teorisine dönüştüren içkin
evrimsel sürecin temel dinamiği olan problem(ler)in, dışsal bir hat, yani ontolojik konum için
de neredeyse aynı içerikle görünür olduğu açığa çıkmaktadır.
Zorlama bir benzetmeyle, iki
‘paradigma’ aynı olgusal tespitte örtüşmektedir. O halde, 17. yüzyıldan sonra felsefenin ayrı
ayrı epistemoloji ve ontoloji (çoğu zaman bir diğerini dışlayan, yok sayan ya da
önemsizleştiren) patikaları olsa da epistemoloji – ontoloji birlikteliğinin tartışılabileceği
yegâne mecra ve konu artık bilim ya da ‘bilim problemi’dir. Ancak ontolojiler arası tercihte
epistemolojik kriterin ne olduğu, pragmatik temasın (müdahale) tek meşru kriter olup
olmadığı halen bir araştırma konusudur.
Dostları ilə paylaş: