Sosyo-küLTÜrel değİŞme açisindan güney marmara genç ÇİFTÇİleri Üzerine bir araştirma


Türkiye’de Köy, Tarım, Çiftçi ve Sosyoloji



Yüklə 1,11 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə19/55
tarix20.02.2022
ölçüsü1,11 Mb.
#52884
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   55
yokAcikBilim 10321088

2.1.2.3. Türkiye’de Köy, Tarım, Çiftçi ve Sosyoloji 

 

Tarım, insanlık yaşamının başladığı dönemden günümüzde geldiğimiz noktaya kadar 



gelişmenin  her  aşamasında  katkı  sağlayan  ve  temel  bir  sektördür  (Kan,  2019).  Dünya 

genelinde  olduğu  gibi  Türkiye’de  de  köylü  ve  çiftçi  kavramları  tartışma  konusu  olmaya 

başlamıştır (Karakuş, 2019). Serdar Nerse çalışmasında, köy sosyolojisi alanında çoğunlukla 

ele  alınan  konular  Cumhuriyetin  ilk  yıllarından  itibaren  köyün  kalkındırılması,  köy 

iktisadiyatı,  kırsal  yapı  ve  değişim  problemleri  ağırlıkta  olduğunu  ve  bu  yaygın  çerçeve 

ülkenin kurtarılmasının köyün kurtarılması ile olabileceğini işaret ederek uzun yıllar boyunca 

Türk sosyolojisine hakim olduğunu belirterek, köy ve kırın aynı kavramların aynı olmadığını; 

kır  kavramı  daha  genel  bir  kavram  olup,  köy  ve  köy  altı  yerleşim  birimleri  ile  beraber 

belde/kasaba  gibi  birimleri  de  kapsar  ve  köye  göre  kentle  daha  fazla  etkileşimde, 

kırsal/kentsel etkileşime daha açık olduğunu ifade eder (Nerse, 2014).  

Türkiye’ de kır sosyolojisi alan araştırmaları genel olarak 1930’larda başlar. Yine aynı 

dönemlerde  Türk  edebiyatı  da  İstanbul  dışına  çıkmaya  başlamış  ve  köy  romantizmini  konu 

alan eserler ortaya çıkmıştır. Bu edebi yönelişin yanı sıra siyasi olarak da kırsal ele alınmaya 

başlamış  ve  genel  politikaya  “köycülük”  adı  verilmiştir  (Arslan,  2019).  Sosyal  bilimler, 

siyaset  ve  edebiyatın  yakın  dönemlerde  kırsala  yönelmiş  olmaları  köyü  göz  ardı  ederek 

yapılan  çalışmaların  tam  anlamıyla  sistematiğinin  oturmayacağının  anlaşılmış  olması  olarak 

yorumlanabilir.  

Türkiye’de gerçekleştirilen ilk kır sosyolojisi  alan araştırması  Mehmet  Ali Şevki’nin 



Kurna Köyü  incelemesidir. Doğrudan kır sosyolojisi  alanında eserler vermemelerine rağmen 

Ziya  Gökalp  ve  Prens  Sabahattin  de  “köy”  ve  “köylülük”  üzerine  düşünmüşlerdir.  Prens 

Sabahattin’den  etkilenmekle  birlikte  Mehmet  Ali  Şevki,  sadece  istatistiki  verilerle  bir  alanı 

anlamanın yeterli olmayacağını ve kırsal alanın anlaşılmasında aynı örnekler dizinden alınan 

olgular üzerine akıl yürüterek yani monografi yöntemini kullanarak çalışmalar yapmanın daha 

açıklayıcı  verilere  ulaşmada  faydalı  olacağını  söylemiştir  (Arslan,  2019).  Kır  çalışmaları  üç 

dönem olarak incelenmektedir. İlk olarak 1870-1914 arasındaki serbest ticaret dönemi ikinci 

olarak  ilk  dönemin  devamında  olan  ve  1970’lere  kadar  devam  eden  devlet  korunması 




12 

 

altındaki dönem ve son olarak üçüncü küresel ölçekli tarım-gıda şirketlerinin etkisi altındaki 



dönem (Arslan, 2019). Son dönemin etkilerinin bugün halen devam ettiği söylenebilir.  

1980’lerin  sonlarına  doğru  sosyoloji  ve  tarım  ekonomisinin  politik  tartışmaları 

dramatik  bir  dönüşüm  yaşamıştır.  1980’lerde  paradigma  değişikliği  yaşanmış  ve  kendisini 

kırsal  alanda  da  göstermiştir.  Bu  bağlamda,  kırsal  kalkınmada  yabancı  teknolojiler,  ulusal 

düzeydeki  diğer  politikalar  ile  birlikte  karakterize  edilmiş  yukarıdan  aşağı  kalkınma 

anlayışının yerine, katılımcı yaklaşım olarak adlandırılan aşağıdan yukarı yaklaşımları ağırlık 

kazanmaya  başlamıştır  (Akçayöz,  2013).  Bu  katılımcı  yaklaşımlar  ile  tek  ürün  yetiştirme 

sistemine  alışmış  olan  köylünün  hangi  bölgenin  köylüsü  olduğu  önem  kazanmıştır.  Çünkü 

verimin düşük olduğu bölgelerde tek ürün yetiştirmek veya büyük işletmelerde ücretli tarım 

işçisi olarak çalışmak ekonomik açıdan sürdürülebilir olmadığından bu tür coğrafya kaynaklı 

sosyo-ekonomik  değişkenler  yeni  politikalar  izlenmesini  zorunlu  hale  getirmiştir.  Bu 

bağlamda  disiplinler  arası  çalışmaların  birçok  alanda  yaygınlaştığı  2000’ler  döneminde 

tarımın  da  bu  şekilde  değerlendirilmesi  ve  birden  fazla  çalışma  alanı  tarafından 

değerlendirilmesi  gerekmektedir.  Çoklu  ticari  unsurların  kırsaldaki  etkilerine  maruz  kalan 

tarımsal üretim sadece gıdanın gerekliliği açısından değil süreçlerin yorumlanması açısından 

da yeni bir “tarım çalışmaları” alanına ihtiyaç duymaktadır.  

Türkiye  sosyal  bilimlerinde,  1990’lara  kadar  “tarım  sorunu”  ve  kırsalın  dönüşümü 

araştırma  gündemlerinin  bir  parçası  olarak  kalsa  da  sonrasında  köy  çalışmaları  önemini 

kaybetti.  Ulusal  kalkınma  fikrinin  sona  ermesi  ve  Türkiye  ekonomisinin  yeniden 

yapılanmasının gerekliliği, dikkatleri kırsal kesimlerden neredeyse tümüyle kenti odak noktası 

olarak alan yeni araştırma alanlarına kaydırdı (Yenal ve Keyder, 2013: 9). Bu bağlamda kırsal 

alan  çalışmalarının  sosyal  bilimlerin  gündeminden  çıkmasının  dünya  genelinde  olduğu  gibi 

Türkiye’de de aynı dönemlerde gerçekleştiği görülür.  

1950’li  yıllarda  Marshall  yardımları  ile  Türkiye’de  tarımda  makineleşmenin 

yaygınlaşması  tarımdaki  işgücü  ihtiyacının  düşmesine  yol  açarken,  Türkiye’de  sanayi 

hamlelerinin  de  gelmesi  ile  birlikte  sanayi  sektörünün  işgücü  ihtiyacının  karşılanması  aynı 

zamanda  bu  yıllarda  kırsal  göçün  artış  göstermesine  neden  olmuştur  (Kan,  2019).  Tarihsel 

süreçte  tarımın  yaygınlaşmasıyla  bir  takım  sosyo-kültürel  değişmeler  yaşayan  çiftçiler  bu 

sefer  de  kırsal  alanların  dışına  yönelen  bir  göç  hareketiyle  değişime  ayak  uydurmak 

durumunda  kalmışlardır.  Teknolojik  gelişmelerle  tarımsal  alanlarda  yaşanan  kontrolsüz 

göçlerin  yanı  sıra  üretimin  görece  kontrollü  ve  verimli  yapılabilmesi  sağlanmıştır.  Üretim 



13 

 

alanında kullanılan teknolojilerle birlikte üreticinin çekincesi olan doğayla da baş edilmiştir. 



Teknolojik gelişmelerle birlikte doğayla başa çıkmanın yanında üretim de önemli sıçramalar 

yaşanmıştır  (Karakuş,  2019).  Öyle  ki  genetiği  değiştirilerek  üretilen  tohumlarla  ne  kadar 

sürede  ve  ne  üretileceği  kestirilebilir  bir  hal  almıştır.  Ayrıca  teknolojik  gelişmeler,  üretim 

koşullarında  doğanın  etkisini  kontrol  edebilmenin  yanında  hasat  sonunda  da  ürünlerin 

saklanması ve dağıtımı anlamında önemli gelişmeler sağlamıştır.  

1950’li yıllarda tarımda teknolojinin yaygınlaşması ile kent merkezlerinde olduğu gibi 

kırsalda  da  yaygınlaşan  kapitalist  süreçler,  Türkiye  çiftçiliğinin  aile  işletmeleri  boyutunda 

yürütülüyor  olması  sebebiyle  kökten  dönüştürücü  bir  etkiye  neden  olmamıştır.  Özbay’a 

(2015)  göre,  ilk  olarak  kentsel  kesimde  gelişen  sanayileşme  ve  kapitalistleşme  süreçleri 

tarımsal  üretime  yansıdığında  kırsaldaki  ailede  yaratacağı  etkilerin  derecesini  belirlemek 

açısından kent ailesi ile farklılıklar yaratabilir. Bu nedenle ülke şartlarından etkilenen ailenin 

yapısının değişimi durumu kırsal kesimleri olarak incelendiğinde İngiltere ve Fransa’da farklı 

biçim  ve  derecelerde  gerçekleşmiştir.  19.  yüzyıl  iktisat  okulları  tarafından  benimsenen 

kapitalistleşme sürecinin “köylülüğün tasfiyesi”ni zorunlu kılacağı görüşü 20. yüzyıl boyunca 

tam  olarak  gerçekleşmedi.  Dönemin  yaygın  görüşü  olan  mülksüzleşen  köylünün  kentlere 

göçmesi  ve  geride  kalanların  da  kiracı  kapitalistlerin  çalıştıracağı  büyük  işletmelerde  işçi 

olması beklentisi Türkiye gibi aile işletmelerinin yaygın olduğu ülkelerde kökten bir değişime 

sebep  olmamıştır  (Özbay,  2015).  Bunun  sebebi  olarak  kapitalist  anlayışa  tam  uymayan  aile 

işletmesi  kendisini  çoğunlukla  dönüştürerek  verimli  ve  ileri  teknolojili  üretime  ayak 

uydurmaya  çalışmıştır.  Bu  haliyle  aile  işletmelerinin  de  kapitalistleşme  sürecine  genel 

anlamda katkı sağladığı söylenebilir.  

1950’lerden  önceki  Türkiye  kırsal  ailesi  yapısının  genel  olarak  ilkel  metotlarla  ve 

geçimlik  üretim  modelleriyle  var  olduğu  bu  durumun  ise  azgelişmişliği  pekiştirdiği 

düşünülebilir.  Özbay’a  (2015)  göre,    böyle  bir  yapı  içerisinde  ise  genel  olarak  ataerkil  aile 

yapısının egemen olduğu kabul edilmektedir. Bu durumun Türkiye genelinde tümüyle kapalı 

bir  köy  ekonomisini  var  ettiğini  düşünmek  hatalı  olabilir.  16.  yüzyılın  ikinci  yarısından 

itibaren Ege ve Akdeniz bölgelerinde pazar için üretim yapma modelleri gelişmeye başlamış 

yine  aynı  bölgelerde  sayıları  az  olsa  da  dış  pazara  üretim  yapan  ve  bu  üretim  alanlarında 

ücretli köylü işçi çalıştıran işletmelerin varlığı belirtilmektedir. Buradan hareketle cumhuriyet 

öncesi dönem için de Türk tarımının tam anlamıyla kapalı bir ticari özellik sergilemediği, aile 

işletmelerinin yanında bugünkü anlamıyla ihracatı mümkün kılan tarımsal  unsurların da var 

olduğu  düşünülebilir.  Bunun  yanı  sıra  Tabak  (1998),  küçük  aile  işletmelerinin  kendini 




14 

 

Osmanlı  tarım  süreçlerinde  sürekli  yeniden  var  etmelerinin  yeterince  araştırılmadığını  ve 



devlet  koruması  altında  olmalarıyla  ayanlar  tarafından  kendi  çıkarları  için  korunmaları 

durumunun  yeterince  açıklayıcı  olmadığını,  bu  çoklu  düzlemde  derinlemesine  araştırılması 

gerektiğini  savunur.  Osmanlı  Devleti’ndeki  kırsal  kalkınma  planları  da  bazı  değişimler 

geçirmiş ve bu değişimlerin ilklerinden biri de 1858 tarihli  Arazi Kanunnamesi ile olmuştur 

(Nerse, 2014).  

Keyder’e (1998) göre, Osmanlıda tek ürün etrafında birleşerek ihracata üretim yapan 

bir toprak ve üretici birliği yoktu. Bunu tarım ihracatı içinde en büyük payı ancak sekizde bir 

olabilen  ürün  popülasyonundan  anlayabiliriz.  Ancak  merkezi  otoritenin  yanı  sıra  kendi 

çıkarlarının da farkında olan bir ayan gurubu 18. Yüzyılda ortaya çıkmaya başladı ve büyük 

alanları  merkezi  otorite  kontrolü  altında  kendi  çıkarları  için  kullanıma  başladı.  Toprak 

mülkiyeti  merkezi  otoriteye  ait  olsa  bile  uzun  süreli  olarak  taşrada  yönetimde  kalan  ayanlar 

uzun  süreli  olarak  kendi  mülkleri  gibi  toprağı  işlemeyi  sürdürdü.  Bu  tutumun  devamında 

beklenen  her  ne  kadar  köylüyü  mülksüzleştirip  ayanın  aristokratik  bir  tutumla  köylüyü 

mülksüzleştirmesi  olsa  da  bu  süreç  tam  tersi  olarak  işledi  ve  devletin  mülkiyeti  olan 

topraklarda  özerkliğini  tam  olarak  sağlayamadı.  Bu  özerkliğin  sağlanamamasının  sebebi  ise 

ayanın kurduğu otoritenin devletin merkezi otoritesindeki boşlukları değerlendirerek hak iddia 

etmesi  ve  her  seferinde  devletin  otorite  boşluğunu  gidererek  ayanı  teslim  almasından 

kaynaklanmaktadır.  

Halil  İnalcık  (1998),  Osmanlı’da  devlet  sipahiler  ve  kadılar  aracılığıyla  toprağın  ilk 

baştaki  devlete  ait  olan  statüsünün  değiştirilmesini  engelliyor  ve  üçüncü  şahıs  olan  toprağı 

işleten  ile  devlet  arasında  sipahileri  kontrol  mekanizması  olarak  kullanıyordu.  Bu  sayede 

toprağın  özel  mülk  haline  getirilmesini  engellediği  gibi  reayanın  da  köleleştirilmesini 

engellemiş  oluyordu.  Fakat  sıkça  ortaya  çıkan  devletin  borçlanmaları  ve  otorite  zaafları  bu 

durumun  sürekliliğini  bozuyordu.  Tabak  (1998)  Osmanlı  tarımının  değişme  süreçlerinde 

Makedonya  ovası  ve  Batı  Anadolu  platosunun  öncülük  ettiğini,  Suriye’  de  idari  olarak 

uygulanan karmaşık tarımsal faaliyetlerden faklı olarak bu iki bölgenin değişimde büyük rol 

oynadığını  vurgulamaktadır.  Araştırmamızın  uygulandığı  Güney  Marmara  Bölgesi’nin  Batı 

Anadolu’da bulunması sebebiyle tarımsal yapıların Cumhuriyet öncesi dönemde de bölgedeki  

değişmelerin etkisini yaşadığını göstermektedir. 

 Arslan’ın  (2019),  Osmanlı  dönemindeki  köyleri  Balıkesir  örneğinde  işlediği 

çalışmasında,  Güney  Marmara  Bölgesi’nde  bir  yerin  köy  olarak  tanımlanabilmesi  için  mera 



15 

 

ve  tarım  arazileriyle  çevrelenen  belli  bir  hane  sayısının  yaşıyor  olmasının  belirleyiciliğinin 



dışında  o  yerin  resmi  kayıtlarının  alındığı  defterlerde  sürekli  olarak  geçiyor  olması  olarak 

açıklamıştır. Tekrarlı olarak vergi ve diğer kamu işlerinin tutulduğu resmi defterlerde varlığını 

sürdüren  köyleri  “köy  yerleşkesi”  olarak  tanımlamıştır.  Köyün  Osmanlı  dönemi  içinde 

yerleşke süresi olarak tanımlanmasında ise çoğu zaman yerleşke sınırları içerisinde kalan bir 

evliya mezarının olmuş olmasını o yerin tarihinin süresini verdiğini ve uzun süredir varlığını 

devam ettirdiği anlamına geldiğini söylemektedir. Burada dini ritüellerin toplulukların yaşam 

alanının belirlenmesinde etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. 

 

19.  yüzyılda  Balıkesir’de  zirai  hayatta  öne  çıkan  başlıca  uğraşılar  tarım  ve 



hayvancılıktır.  Sosyal  ilişkilerin  de  genellikle  bu  çerçevede  şekillendiğini  söylemek 

mümkündür.  Genel  olarak  buğday,  arpa,  yulaf,  çavdar,  mercimek,  fasulye,  susam,  üzüm  ve 

zeytin gibi ürünler üretilmektedir. Hayvansal  üretim  olarak ise koyun, keçi,  manda süt  ve et 

ürünlerinin  üretiminde  kullanılırken  öküz,  at,  eşek  ve  katır  yük  ve  tarla  sürme  gibi  işlerde 

kullanılmak  üzere  üretilmiştir.  Döneminde  binek  ve  tarla  işleme  gibi  işlerde  kullanılan 

hayvanların ekonomik değer olarak eti ve sütü için beslenen hayvanlardan daha pahalı olduğu 

görülmektedir  (Arslan,  2014).  Gıda  olarak  işlenmek  üzere  üretilen  hayvanlara  nazaran  işçi 

hayvanların ekonomik değerlerinin daha fazla olması henüz tarımda makineleşmenin yaygın 

olmaması  ve  teknolojik  tarım  aletlerinin  yoğun  olarak  kullanılmaması  ile  ilişkilendirilebilir. 

Yine  19.  yüzyılda  Balıkesir’in  özellikle  sahil  bölgelerinde,  sabunculuk,  yağcılık,  şarapçılık, 

ipek  ve  zeytincilik  iyi  bir  durumdaydı.  Bu  ürünlerin  yanı  sıra  diğer  kırsal  alanlarda,  pamuk 

ipliği,  orman  ürünleri,  koyun  yününden  elde  edilen  aba  ihraç  edilebilecek  kadar  fazla 

üretiliyor ve ülke içinde de askeri donatımda kullanılıyordu.  Etrafı bağlarla çevrili bir ovada 

yer alan Balıkesir’ de ihracat ithalattan daha fazla ve çok çeşitli tarımsal üretimin yapıldığı bir 

bölgeydi.  Bu  dönemlerde  Rusya  ve  İngiltere  gibi  ülkelere  bölgeden  zeytinyağı  ihracatı 

yapılıyordu. Öyle ki dönemin Karesi Sancağı olan 1867 yılı Balıkesir’inde üretilen zeytinyağı 

Paris Uluslararası Fuarı’nda altın madalya kazandı (Akarslan, 1998). Habertürk Gazetesi’nin 

22.05.2018 tarihli  internet  gazetesi  haberinde  Ayvalık zeytinyağının Amerika ve Japonya’da 

yapılan  uluslararası  yarışmalarda  ikincilik  ödülü  aldığı  paylaşıldı  (m.habertürk.com,  erişim 

tarihi  29.02.2020).  151  yıl  sonra  aynı  ürünün  uluslar  arası  yarışmalarda  ödül  almış  olması 

Balıkesir yöresindeki tarımsal faaliyetlerin bazı ürünlerde kalitesini koruyarak devam ettiği ya 

da dünya genelindeki aynı ürün için uygulanan üretim eksenlerinde rekabetini koruyabildiği 

olarak  yorumlanabilir.  Bu  durum  bölgenin  sosyo-ekonomik  hayatında  tarımın  önemli  bir 

yerinin olduğunu ve bunun günümüzde de devam ettiğini düşündürmektedir.  




16 

 

Tarımsal  ürün  üretiminin  çeşitliliği  anlamında  Türkiye  stratejik  olarak  önemli 



olmasının  yanında  bu  üretim  alanlarının  korunması  ve  sürdürülebilirliğinin  sağlanması 

gerekmektedir.  Ancak  bu  sayede  kültürel  çeşitliliğin  devamı  sağlanabilecektir.  Çok  kültürlü 

bir yapıya sahip olan Anadolu’nun bu kültürel zenginlikleri coğrafi özelliklere uyum sağlayan 

ve  doğayla  kurduğu  ilişkiyi  dönüştürerek  ürün  üretimine  yansıtmanın  yanında  kültür 

üretimine de katkı sunmuştur. Korunmayan ve sürdürülebilirliği sağlanmayan her alanın, aynı 

zamanda  kültürel  değerlerin  de  ürün  çeşitliğinin  azalması  gibi  giderek  yok  oluşuna  ya  da 

zorunlu sosyo-kültürel değişmelere sebep olacağını düşündürmektedir.  


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin