Taşkent Devlet Şarksınaslik Üniversitesi yarı zamanlı ikinci ihtisas grubu sınıf öğrencisi Murodov Ulug'bek ve Siddiqova Mohlaroyimin ülkelerde kaynak çalışmaları ve tarihçilik konusunda smt tarih
Taşkent Devlet Şarksınaslik Üniversitesi yarı zamanlı ikinci ihtisas grubu 4. sınıf öğrencisi Murodov Ulug'bek ve Siddiqova Mohlaroyimin ülkelerde kaynak çalışmaları ve tarihçilik konusunda SMT tarih, Türkçe İngilizce grubu tarafından hazırlanan bağımsız çalışması Türkiye-İran İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı
Türkiye-İran ilişkilerinin tarihi yüzyıla kadar götürülebilmektedir. Bunun nedeniyle
yüzyılda Türklerin ve Farsların İran’da karşılaşması ve etkileşim içerisine girmeye
başlamasıyla ilgilidir. Türkistan’dan Batı’ya doğru göç eden Selçukluların İran’da Büyük
Selçuklu Devleti’ni kurması bu çerçevede önemli bir bağlantı noktası oluşturmuştur. Büyük
Selçuklu Devleti İran merkezli büyüyerek Türk tarihi açısından önemli bir devlet halini almış,
aynı zamanda İran’ın siyasi ve kültürel yapısından da etkilenmiştir. Örneğin, İranlı bir vezir
olan Nizamülmülk uzun bir süre Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarına hizmet vermiş ve yol
göstermiştir (Roux, 2014: 264-265). Ayrıca Büyük Selçuklu Devleti’nin İran’da yaptığı fetihler
Türklerin Türkistan’dan Anadolu’ya göç etmesinin önünü açmış ve bölgenin Türkleşmesi
sürecine önemli katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla İran hem Büyük Selçuklu Devleti’ne yurt
olmuş hem de Türkistan’dan Anadolu’ya göç eden Türklere bir köprü vazifesi üstlenmiştir.
yüzyılın başlarında İran’da Safevi Devleti’nin kurulması, Anadolu’da bulunan Sünni
eksenli Osmanlı Devleti’yle rekabet ortamının oluşmasında önemli bir gelişme olmuştur. Safevi
Devleti’nin İran’da ve çevresinde güç kazanması ve Anadolu’da Şiiliği yayması riski rekabeti
öne çıkaran faktörlerdir. Bu bağlamda Safevi ve Osmanlı Devleti arasında vuku bulan dini ve
siyasi rekabet iki devletin güç ve hâkimiyet mücadelesine girerek birçok savaşın yapılmasına
neden olmuştur. 1514 yılında yapılan ve Osmanlı Devleti’nin zaferiyle sonuçlanan Çaldıran
Savaşı buna örnek oluşturmaktadır. Öte yandan Şii Safevi tehdidinin Özbek Hanlığı tarafından
da hissedildiği anlaşılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ve Özbek Hanlığının ortak tehdit olarak
Safevi Devleti’ni görmesi iş birliğinin yapılmasında önemli rol oynamıştır.
17. yüzyılın ilk yarısında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ysa Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti arasındaki
rekabet seviyesini görece düşüren bir etmen olmuştur.
Atatürk döneminin 1930’lu yıllarında Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerde iş birliği
ortamının hâkim olduğu söylenebilir. 1934 yılında İran Şahı’nın Türkiye ziyaretine ek olarak
1937 yılında güvenlik alanında iş birliğine yönelik bir saldırmazlık anlaşması olan Sadabad
Paktı’nın imzalanması bu durumu göstermektedir. Soğuk Savaş dönemine gelindiğindeyse
Türkiye ve İran arasındaki iş birliğinin devam ettiği söylenebilmektedir. İki ülkenin ortak
Sovyet tehdidi algılaması ve Türkiye’nin Batı bloğunda yer alarak Ortadoğu’da bölgesel
savunma iş birliklerinin kurulmasında oynadığı rol ilişkilerin sürekliliğine katkı sağlamıştır.
Nitekim İran, NATO’da yer almamasına karşın Batı bloğuyla uyumlu politika izlemiştir.
Örneğin; ABD’nin komünist yayılmasına karşı "Kuzey Kuşağı" oluşturulması için Türkiye’nin
liderliğinde uygulamaya koyduğu Bağdat Paktı, 1955 yılında ortaya çıkmış ve İran da buna
katılmıştır (Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, 2015a: 651). Başka bir deyişle ABD’nin Sovyetleri
“Çevreleme Stratejisi”nin (Containtment Policy) bir parçası olan Bağdat Paktı aracılığıyla
Türkiye ve İran ortak tehdide karşı iş birliği yapmak istemiştir. Diğer taraftan Bağdat Paktı,
Irak’ın ayrılmasıyla 1959 yılında CENTO’ya (Merkezi Antlaşma Teşkilatı) dönüşerek devam
etmiş ve buna ek olarak iki ülke ekonomik iş birliğini gerçekleştirmek için 1964 yılında RCD
(Kalkınma için Bölgesel İş birliği) örgütünü kurmuştur. Dolayısıyla 1970’li yıllara kadar
Türkiye-İran ilişkilerine iş birliği durumunun hâkim olduğu görülmektedir.
1970’li yıllardan 1979’a kadar olan dönemde Türkiye-İran arasındaki ilişkilerde görece
rekabet durumunun ortaya çıktığı ifade edilebilir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından
Türk-Amerikan ilişkilerinde kötüye gidiş, buna karşılık İran ve ABD ilişkilerinde yaşanan
gelişmeler, rekabet ortamının oluşmasında etkili olmuştur. Örneğin; 1973 Petrol Krizi’yle
birlikte petrol fiyatlarındaki artışın İran’ın bölge gücü olması için avantaj sunması ve İran’ın
bölge jandarmalığını üstlenmesi Türkiye’yi rahatsız etmiştir (Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu,
2015b: 802-803). Bu noktadan hareketle Türkiye’nin bölgede güçlü bir İran’ın olmasını
istemediği ifade edilebilir. 1979 yılına gelindiğinde İran’da yaşanan İslam Devrimi, sonuçları
itibariyle, Türkiye-İran, İran-ABD ve Türkiye-ABD ilişkilerini etkileyen bir gelişme
oluşturmuştur.
Bu bağlamda Türkiye ve İran’ın ortak Sovyet tehdidine karşı yaptığı iş birliği
siyaseti İran’ın ABD’yle ilişkilerinin bozulması üzerine işlevsiz hale gelmiştir. Ayrıca İslam
Devrimi’yle ABD bölgedeki ortağı İran’ı kaybederken, Türkiye’yle bozulan ilişkilerini de
tekrardan iyileştirme yoluna gitmiştir.
1979 yılında vuku bulan İslam Devrimi’nin ardından İran’da dini bir devletin teşekkül
edilmesi, Türkiye-İran ilişkilerinde rekabeti öne çıkaran bir unsur olmuştur. Türkiye’nin laik
bir cumhuriyet olması, İran’ınsa İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmesi, ideolojik ve rejim
ayrılığını/zıtlığını ortaya çıkarmıştır. İki ülke arasında ideolojik farklılıktan kaynaklanan
rekabet daha çok söylem düzeyinde kalmış, kimi zamansa krizlere kapı aralamıştır.
Bu bağlamda Türkiye ve İran rejim ihracı meselesi yüzünden birbirlerine karşı temkinli
davranmışlar; birbirlerinin siyasi yönetimlerine de eleştiriler getirmişlerdir (Akdevelioğlu ve
Kürkçüoğlu, 2015c: 153). Bununla birlikte 1980-1988 Irak-İran savaşında söz konusu ideolojik
farklılığın etkisinin pek de görülmediği söylenebilir. Nitekim Irak-İran savaşında Türkiye
tarafsız bir politika izleyerek ve bu durumun sağladığı fırsatlardan yararlanmak isteyerek hem
Irak’la hem de İran’la ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda
Türkiye, izlediği tarafsızlık siyasetiyle İran’la ticaret hacmini artırmıştır. Türkiye ve İran
arasındaki ticaret 1980-1985 arasında 1 milyar dolardan 2,5 milyar dolara çıkmıştır (Olson,
2005: 12). Ayrıca Türkiye ve İran’ın ticari ilişkilerini geliştirmek için 1985 yılında Ekonomik İş
birliği Örgütü’nü (EİÖ) kurması iş birliği niyetini gösteren bir girişim olmuştur.
1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi ve 1991 yılında
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Türkiye ve İran arasında yeni
rekabet ve iş birliği alanlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Körfez Krizi’nin sonuçları
itibariyle Kuzey Irak’ta bir güç boşluğunun oluşması ve bu durumun terör örgütlerine alan
açması, bununla birlikte Kürt devletinin kurulması ihtimali, Türkiye’yi ve İran’ı iş birliğine
teşvik eden gelişmeler olmuştur. Kuzey Irak’ta olası bir Kürt devletinin kurulmasının
engellenmesi, hem Türkiye hem de İran için önemli bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Bu
bağlamda Irak’ın istikrarı ve toprak bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin ve İran’ın ortak
çıkar meselesi olmuştur. Ayrıca Türkiye ve İran, ulusal güvenlikleri açısından Kuzey Irak’tan
gelebilecek terör tehditleriyle mücadele etme noktasında benzer görüşlere sahip olmuştur. Bu
durum ortak tehdit olan PKK terör örgütüne karşı mücadele konusuna da yansımıştır.
Dönemin İran Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin Kürt devletinin kurulmasının mümkün
olmadığını ve PKK’ya karşı mücadelede Türkiye’yle iş birliği içerisinde olduğunu belirtmesi
(Olson, 2005: 23) bunun somut göstergesidir. Ayrıca 1994 yılında yapılan bir anlaşmayla
(Kalkınma için Bölgesel İş birliği) örgütünü kurmuştur. Dolayısıyla 1970’li yıllara kadar
Türkiye-İran ilişkilerine iş birliği durumunun hâkim olduğu görülmektedir.
1970’li yıllardan 1979’a kadar olan dönemde Türkiye-İran arasındaki ilişkilerde görece
rekabet durumunun ortaya çıktığı ifade edilebilir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından
Türk-Amerikan ilişkilerinde kötüye gidiş, buna karşılık İran ve ABD ilişkilerinde yaşanan
gelişmeler, rekabet ortamının oluşmasında etkili olmuştur. Örneğin; 1973 Petrol Krizi’yle
birlikte petrol fiyatlarındaki artışın İran’ın bölge gücü olması için avantaj sunması ve İran’ın
bölge jandarmalığını üstlenmesi Türkiye’yi rahatsız etmiştir (Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu,
2015b: 802-803). Bu noktadan hareketle Türkiye’nin bölgede güçlü bir İran’ın olmasını
istemediği ifade edilebilir. 1979 yılına gelindiğinde İran’da yaşanan İslam Devrimi, sonuçları
itibariyle, Türkiye-İran, İran-ABD ve Türkiye-ABD ilişkilerini etkileyen bir gelişme
oluşturmuştur.
Bu bağlamda Türkiye ve İran’ın ortak Sovyet tehdidine karşı yaptığı iş birliği
siyaseti İran’ın ABD’yle ilişkilerinin bozulması üzerine işlevsiz hale gelmiştir. Ayrıca İslam
Devrimi’yle ABD bölgedeki ortağı İran’ı kaybederken, Türkiye’yle bozulan ilişkilerini de
tekrardan iyileştirme yoluna gitmiştir.
1979 yılında vuku bulan İslam Devrimi’nin ardından İran’da dini bir devletin teşekkül
edilmesi, Türkiye-İran ilişkilerinde rekabeti öne çıkaran bir unsur olmuştur. Türkiye’nin laik
bir cumhuriyet olması, İran’ınsa İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmesi, ideolojik ve rejim
ayrılığını/zıtlığını ortaya çıkarmıştır. İki ülke arasında ideolojik farklılıktan kaynaklanan
rekabet daha çok söylem düzeyinde kalmış, kimi zamansa krizlere kapı aralamıştır. Bu
bağlamda Türkiye ve İran rejim ihracı meselesi yüzünden birbirlerine karşı temkinli
davranmışlar; birbirlerinin siyasi yönetimlerine de eleştiriler getirmişlerdir (Akdevelioğlu ve
Kürkçüoğlu, 2015c: 153). Bununla birlikte 1980-1988 Irak-İran savaşında söz konusu ideolojik
farklılığın etkisinin pek de görülmediği söylenebilir. Nitekim Irak-İran savaşında Türkiye
tarafsız bir politika izleyerek ve bu durumun sağladığı fırsatlardan yararlanmak isteyerek hem
Irak’la hem de İran’la ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamıştır.
Bu bağlamda Türkiye, izlediği tarafsızlık siyasetiyle İran’la ticaret hacmini artırmıştır. Türkiye ve İran
arasındaki ticaret 1980-1985 arasında 1 milyar dolardan 2,5 milyar dolara çıkmıştır (Olson,
2005: 12). Ayrıca Türkiye ve İran’ın ticari ilişkilerini geliştirmek için 1985 yılında Ekonomik İş
birliği Örgütü’nü (EİÖ) kurması iş birliği niyetini gösteren bir girişim olmuştur.
1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi ve 1991 yılında
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Türkiye ve İran arasında yeni
rekabet ve iş birliği alanlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Körfez Krizi’nin sonuçları
itibariyle Kuzey Irak’ta bir güç boşluğunun oluşması ve bu durumun terör örgütlerine alan
açması, bununla birlikte Kürt devletinin kurulması ihtimali, Türkiye’yi ve İran’ı iş birliğine
teşvik eden gelişmeler olmuştur. Kuzey Irak’ta olası bir Kürt devletinin kurulmasının
engellenmesi, hem Türkiye hem de İran için önemli bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Bu
bağlamda Irak’ın istikrarı ve toprak bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin ve İran’ın ortak
çıkar meselesi olmuştur. Ayrıca Türkiye ve İran, ulusal güvenlikleri açısından Kuzey Irak’tan
gelebilecek terör tehditleriyle mücadele etme noktasında benzer görüşlere sahip olmuştur. Bu
durum ortak tehdit olan PKK terör örgütüne karşı mücadele konusuna da yansımıştır.
Dönemin İran Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin Kürt devletinin kurulmasının mümkün
olmadığını ve PKK’ya karşı mücadelede Türkiye’yle iş birliği içerisinde olduğunu belirtmesi
(Olson, 2005: 23) bunun somut göstergesidir. Ayrıca 1994 yılında yapılan bir anlaşmayla İran’ın PKK örgütü üyelerinin Irak’tan İran’a ya da İran’dan Ermenistan’a geçmelerine izin
vermeyeceğinin sözünü vermesi (Hale, 2003: 336), iş birliğinin bir örneği olarak verilebilir.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında yıkılmasıyla Orta Asya ve Kafkasya’da yeni bağımsız
devletlerin ortaya çıkışı, Türkiye ve İran’ın söz konusu bölgelerde rekabet etmesine yol
açmıştır. İki ülkenin Orta Asya’da ve Kafkasya’daki rekabeti, etki alanı elde etme ve birbirlerini
dengeleme noktasında gerçekleşmiştir. Kafkasya bölgesindeki Türkiye-İran rekabetinin
Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan Karabağ sorunu üzerinden çıktığı
değerlendirilebilir. Türkiye’nin Karabağ sorununda Azerbaycan’ı desteklemesi ve
Azerbaycan’la ilişkilerini geliştirmesi İran’a rahatsızlık vermiştir.
Nitekim İran açısından
Azerbaycan’ın bölgede güç kazanması kendi ülkesinde yaşayan önemli sayıdaki akraba Türk
nüfusunu harekete geçirebilme ihtimali dâhilindedir. Bu bağlamda İran, Karabağ sorununda
Ermenistan’ı destekleyerek (Hale, 2003: 335), hem bu ihtimali engellemeye hem de Türkiye’yi
dengelemeye çalışmıştır. Bu çerçevede Türkiye-İran ilişkilerinde rekabet/iş birliği ekseninin
bir parçasını da karşılıklı siyasi engelleme/dengeleme girişimlerinin oluşturduğu ifade
edilebilir.
Orta Asya’daki rekabetse daha çok bir nüfuz alanı oluşturma noktasında yaşanmıştır. Bu
çerçevede, Raşid’e göre Türkiye, İran’ın Orta Asya’daki girişimlerini engelleme çerçevesinde
İran’dan geçecek petrol ve doğalgaz boru hatları projelerinin durdurulması yönünde hareket
etmiştir (Raşid, 1996: 249). Diğer taraftan Türkiye’nin Türk Dünyası’yla ilişkilerini geliştirmesi
ve bölgede nüfuz elde etmesi İran’ın ulusal çıkarlarına ters düşen bir durum olmuştur. Bu
bağlamda İran’ın bölgede güçlü bir Türkiye’yi istemediği sonucuna ulaşılabilir. Türkiye ve
İran’ın Orta Asya üzerindeki rekabetinin kalıcı olmadığı bu noktada ifade edilebilir. İki ülkenin
Orta Asya devletlerinin beklediği siyasi ve ekonomik yardımları karşılayamaması ve 1993
yılıyla birlikte Rusya’nın Orta Asya’da tekrardan etkili olmaya başlaması rekabeti sınırlandıran
gelişmeler olarak belirtilebilir.
Kafkasya ve Orta Asya’daki rekabetin ardından 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye
ve İran arasındaki ilişkilerde iş birliği ortamının olduğu ifade edilebilmektedir.
Nitekim 1997
yılında Türkiye’nin girişimleriyle kurulan ve gelişmekte olan İslam ülkelerinin birbirleriyle
olan ekonomik ilişkilerinin arttırılmasını amaçlayan D-8 (Developing Countries) Uluslararası
Örgütüne İran da katılmıştır. Ayrıca bu dönemde iki ülkenin enerji alanında iş birliği yapmak
istediği de görülmektedir. Nitekim 1996 yılında iki ülke arasında doğalgaz boru hattı anlaşması
imzalanması (Hale, 2003: 337), bunun açık göstergesi olmuştur.
2000’li yıllardaysa Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerde iş birliği ortamının varlığından
söz edilebilmektedir. Bu çerçevede ABD’nin 2003 yılındaki Irak işgali ve Türkiye’nin Ortadoğu
bölgesinde aktif bir dış politika izlemesi, iki ülke ilişkilerinin yakınlaşmasında önemli rol
oynamıştır. Türkiye ve İran ilişkilerini etkileyen ve iş birliğine yönelten gelişme ABD’nin 11
Eylül saldırılarının ardından 2003 yılında Irak’ı işgal etmesiyle olmuştur. ABD’nin işgali
sürecinde Türkiye ve İran’ın Irak üzerindeki dış politikası ve çıkarları uyumlu hale gelmiştir.
Bu bağlamda iki ülke ABD’nin Irak’a karşı müdahalesine karşı çıkarak söz konusu ülkenin
toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında görüş birliği içerisinde olmuş ve tıpkı Körfez Krizi
sürecinde olduğu gibi Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin oluşması durumuna karşı bir tutum almışlardır.
Başka bir deyişle Kürt devletinin kurulması, Türkiye ve İran açısından ortak tehdit
algılamasına yol açmış ve bu oluşumun engellenmesiyse ulusal güvenlik anlamında ortak
çıkarın tesis edilmesini sağlamıştır. Ayrıca Irak’ın işgal sonrasında istikrarsız bir ortama
dönüşmesi ve bunun bölgeye yayılması riski, ülkenin etnik ve mezhepsel olarak bölünmesi
olasılığı, Kuzey Irak’ta terör örgütlerinin otorite boşluğundan yararlanarak iki ülkenin ulusal
güvenliğini tehdit etmesi ve ABD’nin Afganistan işgalinin ardından Irak’a yerleşip İran’ı
doğudan ve batıdan çevrelemesi gibi faktörler Türkiye ve İran’ın iş birliği yapmasına neden
olmuştur. Nitekim Türkiye ve İran’ında katıldığı “Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları”, iş birliğini
artıran bir etki yapmış ve iki ülke bağımsız Kürt devletine karşı oluşan tarafta yer almıştır
(Yeşilyurt, 2013: 453). Bu noktadan hareketle, Türkiye ve İran ortak çıkarları oluştuğunda ya
da aralarında bir çıkar dengesi sağlandığında rekabet yerine iş birliğini tercih edebilmektedir
ve bu doğrultuda tavır alabilmektedir. Bu durumun siyasi tarihte çok sayıda örneği
yaşanmıştır.
Türkiye’nin 2000’li yıllarda dış politikada benimsediği komşularla sıfır sorun (zero
problems with the neighbours) siyaseti, Türkiye-İran ilişkilerini etkileyen ve yakınlaştıran bir
diğer etmen olarak ifade edilebilir. Söz konusu siyasetin bir yansıması olarak Türkiye
Ortadoğu’da aktif bir politika izleyerek özellikle komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmiş,
bölgesel sorunlarda arabuluculuk rolü üstlenmiş ve rekabet yerine daha çok iş birliğini tercih
etmiştir. Bu durum aynı zamanda Türkiye ve İran arasındaki ilişkileri olumlu yönde
etkileyerek iş birliğine de katkı sağlamıştır. Nitekim bu dönemde Türkiye ve İran arasındaki
ekonomik ilişkiler önemli ölçüde artmıştır.
Türkiye-İran Dış Ticareti (2003-2010) (milyon $)
Yıl 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
İhracat 533.7 813 912.9 1.066 1.441 2.029 2.024 3.044
İthalat 1860 1.962 3.469 5.626 6.615 8.199 3.405 7.645
Hacim 2.393.7 2.775 4.381.9 6.692 8.056 10.228 5.429 10.689
Kaynak: TÜİK’den alınan veriler çerçevesinde tablo oluşturulmuştur.
Tablodan görüleceği üzere 2003 yılındaki ticaret hacmi 2,3 milyar dolar civarında
gerçekleşirken, bu yıldan sonra kayda değer bir şekilde gelişme göstererek 2010 yılında 10
milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye’nin en yüksek rakam olarak ihracatı 2010 yılında 3 milyar
dolara ulaşmış, ithalatıysa 2008 yılında 8 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Ayrıca iki ülke
arasındaki ticaret dengesinin Türkiye’nin artan doğalgaz talebinin etkisiyle İran tarafına
kaydığı söylenebilir. Ekonomik ilişkilerin yanında Türkiye, İran’ın nükleer sorununun
çözülmesi için diplomatik girişimlerde de bulunmuştur. Bu bağlamda Türkiye Brezilya’yla
birlikte hareket ederek her ne kadar sonuçsuz kalsa da 2010 yılında Tahran Bildirisi vesilesiyle
İran ve Batı arasında arabuluculuk rolünü üstlenmeye ve sorunun çözülmesi adına katkı
sunmaya çalışmıştır.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik izlediği aktif siyaset bir diğer komşusu olan Suriye’yle
olan ilişkilerini de olumlu yönde etkilemiştir. Arap Baharı öncesinde Türkiye ve Suriye
Suriye Krizi'nde Türkiye-İran Rekabeti
2011 yılında başlayan Arap Baharı Suriye’yi iç savaşa sürüklerken, öte yandan Türkiye
ve İran arasındaki ilişkileri doğrudan etkilemiş ve iki ülke açısından yeni bir rekabet alanının
doğmasına yol açmıştır. Türkiye ve İran’ın, siyasal rejimlerinin farklı olmasının da etkisiyle,
Arap Baharı sürecini kendi ulusal çıkarları çerçevesinde değerlendirmesi rekabetin önemli bir
boyutunu teşkil etmiştir. Bu bağlamda İran, Arap Baharını 1979 İslam Devrimi’nden etkilenen
bir "İslami Uyanış" olarak görürken, Türkiye ise demokrasi ve şeffaflığın bir ifadesi ve aynı
zamanda bölgesel etkisini artırma yönünde bir fırsat olarak algılamıştır (Larrabee ve Nader,
2013: 7).
Ayrıca, temelde Suriye üzerinde rekabet durumu, İran’ın mevcut Esad rejiminin
devamlılığını istemesi ve buna karşılık Türkiye’nin de Suriye’de bir rejim değişikliği talebinde
bulunması yönünde hareket etmesi noktasında tezahür ettiği söylenebilir. Türkiye ulusal
çıkarları çerçevesinde ve Suriye’de gelişen durum dolayısıyla meydana gelen insani krizlere
tepki olarak mevcut Suriye yönetimine muhalif tarafları destekler pozisyonda bulunurken,
İran’sa ulusal siyasi hedefleri doğrultusunda geleceğini ve güvenliğini Suriye’nin güvenliğiyle
eş tutmasından hareketle Esad yönetimini desteklemiştir. Bunun sonucunda Türkiye ve Suriye
arasındaki ilişkiler bozulurken ve zaman zaman duraksarken, diğer taraftan İran ve Suriye
arasındaki münasebetlerin de kayda değer şekilde arttığı gözlemlenmiştir.
Dolayısıyla iki
ülkenin Suriye Krizi’nde karşıt taraflarda ve görüşlerde bulunmasıyla bağlantılı olarak farklı
amaçlara sahip olmasının rekabet ikliminin oluşmasına neden olduğu söylenebilir.
Suriye üzerinde iki ülkenin askeri alanda rekabet ettiği de görülmektedir. Türkiye,
terörizmle mücadele kapsamında milli güvenliğini korumak için belirlediği angajman kuralları
çerçevesinde Özgür Suriye Ordusu/Suriye Milli Ordusu (Ceyş-ül-Vatani) gibi yerel unsurlarla
çeşitli operasyonlara girişmiştir. Örneğin; güney sınırlarındaki PYD/YPG/PKK ve IŞİD gibi
terör tehditlerini yok etmek amacıyla 2016 yılında "Fırat Kalkanı” ve 2018 yılında da
“Zeytindalı Operasyonu’nu” gerçekleştirmiştir. Diğer taraftan İran’ınsa ulusal güvenliğinin
Suriye’den başladığını düşünen bir yaklaşıma sahip olduğu görülmektedir. Zira İran dini lideri
Hamaney’e göre Suriye ABD’yle mücadelede bir “ileri hat” oluşturan önemli bir ülkedir
(Larrabee ve Nader, 2013: 10-11). Bu çerçevede İran’ın Suriye’ye askeri ve ekonomik olarak
önemli destekler verdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Suriye güvenlik güçlerini eğitmek amacıyla
İran’dan askeri uzmanlar bu ülkeye gönderilmiş (Djalili ve Kellner, 2013: 71) ve iç savaş
nedeniyle olumsuz etkilenen Suriye ekonomisini ayakta tutmak için de 3,6 milyar dolar
civarında kredi açılmıştır (Terrill, 2015: 229). Dolayısıyla Türkiye ve İran’ın Suriye sahasındaki
unsurlarla iş birliği halinde kendi ulusal güvenliklerini koruma ekseninde faaliyetler
yürütmesi, bu noktada iki ülke arasında gerçekleşen aynı amaca yönelik rekabete örnek olarak
verilebilir.
Suriye meselesinde Türkiye ve İran çatışan çıkarlara sahip olmasına rağmen, ilişkiler
diğer alanlarda devam etmiştir. İki ülke arasındaki münasebetler, 2014 yılında Yüksek Düzeyli
İş birliği Konseyi mekanizması aracılığıyla kurumsal çerçeveye oturtulurken, bunun ilk
toplantısı aynı yıl içinde; beşincisi de 2018 yılında gerçekleşmiştir (T.C. Dışişleri Bakanlığı,
2019).
Türkiye-İran Dış Ticareti (2011-2018) (milyon $)
Yıl 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018
İhracat 3.589 9.921 4.192 3.886 3.663 4.966 3.259 2.393
İthalat 12.461 11.964 10.383 9.833 6.096 4.699 7.492 6.931
Hacim 16.05 21.885 14.575 13.769 9.759 9.665 10.751 9.324
Kaynak: TÜİK’den alınan veriler çerçevesinde tablo oluşturulmuştur. http://tuik.gov.tr.
Ekonomik ilişkiler açısından yukarıdaki tabloda görüleceği üzere, Türkiye’nin İran’a
ihracatı 2012 yılında 10 milyar dolara yaklaşmış, ithalatıysa 2011 yılında 12 milyar dolara
ulaşmıştır. İki ülke dış ticaretinde en yüksek rakam, 2012 yılında 21 milyar dolar civarında
gerçekleşmiştir. Diğer taraftan Türkiye ve İran’ın rekabet ettiği yıllarda dış ticaret hacmi
2012’de 21 milyar dolardan 2016’da 9,6 milyar dolara düşmesi dikkat çekici bir durum olarak
ifade edilebilir. Yine 2011 yılından başlayarak 2016 yılına kadar olan süreçte Türkiye’nin
İran’dan ithalatı kademeli bir şekilde düşmüştür.
Türkiye ve İran Suriye’de rekabet ederken, muhtelif politik gelişmelerin iki ülkenin iş
birliği yapmasının önünü açtığı ifade edilebilir. İlk olarak Türkiye ve İran, Suriye’nin toprak
bütünlüğünün bozulmasından ve ülkedeki otorite boşluğunun varlığından ulusal güvenlik
anlamında olumsuz etkilenmiştir.
Suriye’nin söz konusu durumundan yararlanan
PYD/YPG/PKK ve IŞİD gibi terör örgütleri ortaya çıkmış ve iki ülkenin ulusal güvenliğine
yönelik bir fiili tehdit oluşturmaya başlamıştır. Ayrıca Türkiye ve İran’ın yanında ABD ve Rusya
gibi aktörlerin farklı politikalar izleyerek krize doğrudan müdahil olması, sorunu karmaşık bir
hale sokmuş ve derinleştirmiştir. Örneğin; Rusya 2015 yılında Suriye Krizi’ne dâhil olarak Esad
yönetimini destekleyen bir tutum içerisinde olmuştur. Türkiye’nin aynı yıl Kasım ayında
angajman kuralları çerçevesinde Rus savaş uçağını Suriye sınırında düşürmesi sonucunda
Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler, özellikle ticaret ve turizm alanlarında olumsuz
etkilenmiştir. Dahası Rus uçağının düşürülmesinin akabinde PYD terör örgütü Rusya’dan
önemli ölçüde destek görmeye başlamıştır (Uygur, 2017). İran açısından bakıldığındaysa,
ABD’nin Irak ve Afganistan’a ek olarak Suriye’de varlığını artırması, bu ülkeyi daha çok baskı
altına alması ve İran’ın bölgedeki etki alanını kısıtlaması nedeniyle rahatsızlıklar oluşturan bir durum ortaya çıkarmıştır.
Öte yandan Türkiye ve İran’ın Suriye’deki krizin derinleşmesiyle bağlantılı olarak
askeri/güvenlik risklerinin ve ekonomik maliyetlerinin artması iki ülkenin rekabetten iş
birliğine dönmesinde etkili olan bir diğer etmendir. Misal olarak; Suriye iç savaşı dolayısıyla
Türkiye’ye gelen sığınmacı sayısı kayda değer rakamlara ulaşırken, diğer taraftan İran
Suriye’de ciddi askeri kayıplar vermeye başlamıştır. Bununla birlikte ABD’nin Suriye’nin
kuzeyinde bir Kürt devleti kurma niyetinin gün geçtikçe ortaya çıkması üzerine bu oluşumun
engellenmesi, Türkiye açısından bir ulusal güvenlik meselesi haline gelmiştir. Dolayısıyla
Türkiye ve İran’ın Suriye’deki belirtilen faktörlerden olumsuz bir şekilde etkilenmesi iş birliği
ortamının ve ortak çıkarın oluşmasında önemli rol oynamıştır. İki ülke açısından ortak çıkarsa,
Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve ülkede istikrarın sağlanması olmuştur.
Rusya, Türkiye ve İran’ın Suriye’de gerçekleştirdiği iş birliğinin önemli bir ortağıdır.
Türkiye ve Rusya arasında 2015 yılında yaşanan "Uçak Krizi’nin" ardından 2016 yılının
ortalarından itibaren iki ülke ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi söz konusu iş
birliğinin yapılmasında önemli rol oynamıştır. Nitekim Türkiye, İran ve Rusya 2016 yılının
Aralık ayında kabul ettiği Moskova Bildirisi’yle (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2016) Suriye’de iş
birliği yapacağını ilan etmiştir. Bu bağlamda 2017 yılında başlayan "Astana Görüşmeleri" ve üç
ülkenin Devlet Başkanları düzeyinde çeşitli zirvelerde toplanmaları Suriye’de iş birliği yapma
iradesini ortaya koymuştur.
Suriye
İş birliği’nin Türkiye'nin Rusya ve ABD’yle İlişkilerine Etkisi
Türkiye, Suriye iç savaşında İran’ın yanı sıra Rusya’yla da zaman zaman zıt politikalar ve
farklı görüşler takip etmiştir. Bu çerçevede Rusya, Suriye Krizi’ne Esad yönetiminin iktidarda
kalması için destek sağlarken, Türkiye Esad yönetimin sonlandırılması yönünde bir yaklaşım
benimsemiştir. İki ülkenin yaklaşım farklılığı Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin Rus savaş
uçağını Suriye sınırında düşürmesi nedeniyle krize dönüşmüş ve ilişkiler kayda değer şekilde
bozulmuştur. Fakat söz konusu durum kısa sürmüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet
Başkanı Putin’e gönderdiği mektup ve Kazakistan Kurucu Devlet Başkanı Nursultan
Nazarbayev’in arabuluculuğunun da önemli katkısıyla ilişkiler normalleşme sürecine girmiştir.
İki ülke bu süreçte ilişkilerini sadece düzeltmeye çalışmakla sınırlı tutmamış, aynı zamanda
Suriye Krizi’nde siyasi ve diplomatik çözümün başlatılması için bir fırsat da yakalamıştır.
Başka bir deyişle normalleşme süreci ve Suriye iç savaşına çözüm bulma meseleleri aynı
dönem içerisinde beraber gelişme kaydetmiştir. Türkiye, Rusya ve İran Dışişleri Bakanları'nın
Rusya’da bir araya gelerek Suriye Krizi’ndeki iş birliğinin önemli bir kilometre taşı
sayılabilecek Moskova Deklarasyonu’nu bu ülkenin başkentinde kabul etmesi anlamlı bir
durum olarak değerlendirilebilir. Üç ülkenin Suriye’deki iç savaşı sonlandırmak için girişimde
bulundukları ve garantörü olduğu Astana Süreci ve ayrıca Devlet Başkanları’nın çeşitli
zirvelerde toplanmaları, söz konusu iş birliğinin somut göstergeleri arasındadır. Suriye’nin
toprak bütünlüğünün korunması hususunda taraf ülkelerin görüş birliği içinde yer almasıysa,
iş birliğinin temel dayanağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin İran ve Rusya
aktörleriyle birlikte gerçekleştirdiği iş birliği, Suriye’deki politikasının bir ayağını
oluşturmaktadır.
Türkiye’nin İran’la yaptığı iş birliğinin, Rusya’yla ilişkilerine yansıdığı söylenebilir. İki
ülkenin S-400 hava savunma sistemi anlaşması imzalaması, Akkuyu Nükleer Santrali ve Türk
Akımı doğalgaz boru hattı projeleri enerji ve askeri alanlarda iş birliğinin açık örnekleri olarak
sıralanabilir. Dahası 2018 yılında Türkiye ve Rusya Devlet Başkanları’nın çeşitli vesilelerle 7
defa bir araya gelmesi ve 18 kez telefonla görüşmesi (Sabah, 2019) ilişkilerin sıklığını
göstermesi ve Suriye konusundaki temasların artması bakımından önemlidir. Ayrıca Türkiye
ve Rusya’nın İran’la birlikte Suriye Krizi’ni çözmek için Devlet Başkanları seviyesinde çeşitli
zirvelerde toplanmaları söz konusu ülkelerin farklı alanlarda ilişkilerini geliştirebileceği bir
platform sunduğu da belirtilebilir. Zira Şubat 2019 tarihinde Soçi’de gerçekleştirilen zirvede üç
ülkenin Devlet Başkanları ekonomik ve ticari iş birliğini güçlendirme kararı alması (Sputnik,
2019) bu durumu desteklemektedir.
Özelde, Türkiye’nin Rusya’yla olan iş birliği Suriye’de hareket alanını genişleten bir etki
ortaya koymuştur. Nitekim Erşen’e göre Türkiye’nin Batılı müttefiklerinden Suriye konusunda
yeterince destek bulamaması ve bunun üzerine Rusya ve İran’la yaptığı mutabakat Suriye’deki
pozisyonunu yeniden güçlendirmesi noktasında önemli bir katkı sunmuştur (Erşen, 2016 166).
Yine Rüma ve Çelikpala da Rusya'yla olan ortaklığın Türkiye'nin bölgede yalnızlaşmasını
engellediğini ve 2016'da icra edilen Fırat Kalkanı operasyonunun gerçekleşmesini Türkiye ve
Rusya arasındaki ilişkilerin normalleşmesiyle mümkün hale geldiğini vurgulamaktadır (Rüma
ve Çelikpala, 2019: 80-81). Bu bağlamda Astana Süreci ve Devlet Başkanları Zirvelerinde alınan
kararlar doğrultusunda Türkiye’nin askeri ve diplomatik alanlardaki fiili varlığı Suriye Krizi
konusunda söz konusu ülkenin önemli bir bölgesel aktör olduğu durumunu koruduğu
değerlendirmesinin yapılmasını sağlamaktadır. Diğer taraftan Türkiye ve Rusya, Suriye
Krizi’nin çözümü noktasında iş birliğine engel teşkil edecek hususlara da sahiptir. Türkiye
açısından Rusya’nın PYD/YPG’yi terör örgütü olarak görüp görmemesinin net olmaması ve iki
ülkenin Esad yönetiminin iktidarda kalıp kalmaması yönünde ihtilaf yaşaması bu çerçevede
analiz edilebilir.
Türkiye’nin ABD’yle yürüttüğü iş birliğiyse Suriye Krizi’ndeki politikasının bir diğer
ayağını teşkil etmektedir. Bu çerçevede Türkiye ABD’yle IŞİD’e karşı mücadelede görüş ve
eylem birliği içerisinde yer alırken aynı zamanda Kuzey Suriye’de PYD/YPG’den arındırılmış
bir güvenli bölge kurulması için de çalışmaktadır.
ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını çekmesi
halinde Türkiye, Kuzey Suriye’de bir güç ve otorite boşluğunun oluşmasını istememekte ve bu
doğrultuda söz konusu bölgede kendi ulusal güvenliğini tehdit eden IŞİD ve PYD gibi birtakım
terör örgütü unsurlarının varlığını kabul etmemektedir. Dolayısıyla Türkiye iki ayaklı iş birliği
politikası bağlamında bir taraftan Rusya ve İran’la beraber Suriye’nin toprak bütünlüğünü
korumaya gayret ederken diğer taraftan ABD’yle birlikte Kuzey Suriye’de güvenli bölge
kurulması yönünde adım atmaktadır. ABD’nin Türkiye tarafından terör örgütü kabul edilen
PYD terör örgütüne silah desteği sağlaması ve ilişkilerini sürdürmesi iş birliği noktasında engel
oluşturan hususlar olarak belirtilebilir.
İran ve Rusya’yla gerçekleşen iş birliği Türkiye’nin ABD’yle arasındaki ilişkileri etkilediği
söylenebilir. ABD’nin İran’a yönelik izlediği siyaset aynı zamanda Türkiye’nin İran’la olan
ilişkilerine de tesir etmektedir. Bu çerçevede ABD’nin İran’la yaptığı nükleer anlaşmadan
çekilmesinin akabinde söz konusu ülke için ekonomik yaptırımları uygulamaya koyduğu ve
askeri-jeopolitik baskıyı artırdığı bir ortamda Türkiye’nin İran’la iş birliği yapması ABD
açısından arzu edilen bir durum değildir. Zira ABD’nin İran’dan petrol alımı hususunda
aralarında Türkiye’nin de olduğu kimi ülkelere tanıdığı muafiyetin vaktinin sona ermesi ve bu
ülkeyle enerji ilişkilerinin kesilmesinin istenmesi söz konusu durumu ortaya koyan önemli bir
gelişmedir.
Türkiye’nin ticari ve ekonomik kaygılarından ötürü yaptırımlara uyma noktasında
isteksiz olmasına rağmen bu konuda nasıl bir tavır alacağı Türkiye-İran ilişkilerine ve TürkiyeABD ilişkilerine tesir edebilecektir. Bu noktada Türkiye’nin ABD yaptırımlarına tam manasıyla
uymak zorunda kalması Suriye üzerinde oluşturulan Türkiye-İran iş birliğinin olumsuz
anlamda etkilenmesine yol açması ihtimal dâhilindedir.
Öte yandan Türkiye’nin Rusya’yla ekonomik-askeri ilişkilerinin gelişmesi ve Suriye’deki
iş birliği ABD için rahatsızlıklar uyandıran bir durumdur. Özellikle NATO üyesi Türkiye’nin
Rusya’yla S-400 hava savunma sistemi anlaşması imzalaması aynı ittifakta yer alan ABD’nin
tepki duyduğu noktalardan birisidir.2 Bu çerçevede Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemini
alması yönünde kararlı duruşu devam ederken, diğer taraftan ABD bunun alınması halinde
Türkiye’nin birtakım önemli neticelerle karşı karşıya kalacağını ifade eden yaklaşım içerisinde bulunmaktadır.
Zira ABD Savunma Bakan Vekili Shanahan'ın Türkiye'nin S-400 sistemini
alması halinde F-35 savaş uçağı programından çıkarılacağını Milli Savunma Bakanı Hulusi
Akar'a gönderdiği mektup aracılığıyla bildirmesi (Milliyet, 2019) buna karşılık Rusya'nın S-400
sisteminin Türkiye'ye teslimatının 2 ay gibi bir sürede başlatılacağını açıklaması (CNN Türk,
2019) bu durumu ortaya koymaktadır.
SONUÇ
Tarihsel süreçte Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler bölgesel ve küresel gelişmelerin
etkisiyle rekabet ve iş birliği çerçevesinde şekil almış ve bu durumda münasebetlerin
doğasının dinamik bir yapıda olduğunu göstermiştir. İki aktör ortak çıkarları oluştuğunda veya
çıkar dengesi sağladığında rekabet yerine iş birliğine yönelebilmekte ve bu doğrultuda hareket
edebilmektedir. Çalışmadan da anlaşılacağı üzere siyasi tarih açısından bakıldığında bu
durumun çok sayıda örneği yaşanmıştır.
Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerin rekabet ve iş birliği bağlamında dönüşümsel olarak
süregelmesi liberal teorinin uluslararası sistemin sabit bir yapıya sahip olmasından ziyade
değişken/dinamik bir yapıda olduğu varsayımını kabul etmesiyle örtüşmüştür. Zira liberal
teori için uluslararası sistemde aktörler arasında rekabet olabileceği gibi iş birliği de
gerçekleşebilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye-İran ilişkileri liberal paradigmada
karşılık bulmuştur. Dolayısıyla komşular ve tarihsel ortaklar/rakipler arasında yaşanabilecek
rekabetlerin yeni iş birliklerine zemin hazırlayabileceği tezinden hareketle iki ülke arasındaki
ilişkilerin uzun vadede söz konusu bağlamda sürdürülebileceği öngörülebilir. Bu çerçevede
Suriye Krizi Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerde ilk olarak rekabet ortamını daha sonra iş
birliği durumunu tesis etmiştir. Başka bir deyişle rekabet ilişkileri yeni iş birliği alanlarının
oluşumuna yardımcı olmuştur.
Çalışmada, Türkiye ve İran’ın Suriye Krizi’nde farklı amaçlarının bulunmasının ve zıt
görüşlere sahip olmasının rekabet ortamına yol açtığı değerlendirilmiştir. Bu durumun
oluşmasında iki ülkenin siyasi rejimleri ve ulusal çıkarlarının varlığı etkili olmuş ve Suriye
Krizi’ne kendi penceresinden baktığı anlaşılmıştır. Fakat Türkiye ve İran Suriye üzerinde
rekabet ederken sonraki süreçte iş birliğine yönelmiş ve bunda ulusal güvenlik, dış politika ve
ekonomik meselelerin ana faktör olduğu çalışmada vurgulanmıştır. İki ülkenin bahsedilen
faktörlerden olumsuz etkilenmesi ve birbirlerine olan ekonomik ve jeopolitik ihtiyacı iş birliği
ortamının ve ortak çıkarın tesis edilmesine katkı sağlamıştır. Türkiye ve İran’ın ortak çıkar
tanımlaması ise Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve istikrarının yeniden sağlanması
şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Astana Süreci ve üçlü Devlet Başkanları Zirveleri
Suriye’deki iş birliğinin somut göstergeleri olmuştur. Dolayısıyla Türkiye, İran ve Rusya
arasında Suriye üzerindeki iş birliği günümüzde devam etmektedir. Fakat bölgedeki
gelişmelerin ne şekilde tezahür edeceği ve ilgili aktörlerin buna bağlı olarak davranışlarını
nasıl şekillendireceği söz konusu iş birliğinin yönünü tayin edebilecek niteliktedir.
Nasıl Yardımcı Olabilirim?
Türkçe English Français العربية Deutsch Español Português 中文 русский فارسی
Bakanlık
Bakan
Bakan Yardımcıları
Dış Politika
Protokol
Konsolosluk
Açıklamalar
Kaynaklar
İletişim
Dış Politika
Bölgeler
Güney Kafkasya
Ermenistan
Türkiye-Ermenistan Siyasi İlişkileri
Menü
Ülke Künyesi Türkiye-Ermenistan Siyasi İlişkileri Ermenistan'ın Ekonomisi Ermenistan'ın Siyasi Görünümü Ermenistan'a Seyahat Edecek Türk Vatandaşlarının Dikkatine Türkiye ile Ermenistan Arasında 10 Ekim 2009 Tarihinde Zürih'te İmzalanan Protokoller
Dış Politika
Bölgeler
Güney Kafkasya
Ermenistan
Türkiye-Ermenistan Siyasi İlişkileri
Türkiye - Ermenistan Siyasi İlişkileri
Türkiye, 21 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı 16 Aralık 1991 tarihinde tanımış, Ermenistan’ın bölgesel kuruluşlar, uluslararası toplum ve Batılı kurumlarla bütünleşmesi yönünde çaba harcamıştır. Bu çerçevede Ermenistan, Türkiye tarafından Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİ) kurucu üye olarak davet edilmiştir. Ancak, Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırmasıyla başlayan Karabağ Savaşı, Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin tesis edilmesini ve ikili ilişkilerin gelişmesini engellemiş, Ermenistan’ın 1993 yılında Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesini işgal etmesi üzerine de, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapatılmıştır.
İlişkilerin normalleştirilmesi amacıyla Türkiye ve Ermenistan arasında çeşitli süreçler başlatılmış olup, bunlardan 2008 yılında başlatılan süreç, 2009 yılında Zürih Protokolleri’nin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Tarafımızda, onaylanmalarının uygun bulunması için TBMM’ye sevkedilen Protokoller, Ermenistan’da ise anayasaya uygunluğu açısından incelenmek üzere Anayasa Mahkemesi’ne iletilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 12 Ocak 2010 günü Protokollerin Ermenistan Anayasası'na uygun bulunduğunu açıklamakla birlikte, 18 Ocak 2010 tarihli gerekçeli kararında Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullara ve kısıtlayıcı hükümlere yer vermiş, Protokollerin müzakere gerekçesi ve Protokollerle hedeflenen temel amaç zedelenmiştir. Ermenistan, bilahare Protokollerin onay sürecini askıya aldığını 23 Nisan 2010 tarihli bir Nota ile Tiflis Büyükelçiliğimize bildirmiş; Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan ise Şubat 2015’te sözkonusu Protokolleri Ermenistan Parlamentosu’ndan geri çekmiş, 1 Mart 2018 tarihinde ise Protokolleri hükümsüz ilan etmiştir.
Bilahare II. Karabağ Savaşı sonrasında oluşan uygun siyasi konjonktür çerçevesinde, ilişkilerin kademeli olarak normalleştirilmesi için önkoşulsuz olarak Ermenistan’la doğrudan diyaloğa başlanmıştır. Bu çerçevede, ülkemizden Büyükelçi Serdar Kılıç, Ermenistan’dan ise Milli Meclis Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan Türkiye-Ermenistan Normalleşme Özel Temsilcileri olarak görevlendirilmişlerdir. Temsilcilerin yaptığı bir dizi görüşme sonrasında, 2 Şubat 2022 tarihinden itibaren doğrudan uçuşlar başlamış, 1 Temmuz 2022 tarihinde Türkiye-Ermenistan sınırının üçüncü ülke vatandaşlarına açılması ve iki ülke arasında havayolu kargo ticaretinin başlatılması kararı alınmıştır.
Ülkemiz, Ermenistan’la iyi komşuluk ilişkilerinin tesisini matuf normalleşme sürecinin önkoşulsuz olarak, güven arttırıcı önlemler vasıtasıyla, kademeli ve bölgesel gelişmeler ışığında sürdürülmesini arzu etmektedir.
KAYNAKÇA
Akdevelioğlu, A., Kürkçüoğlu, Ö. (2015a). İran’la İlişkiler, Baskın Oran (Ed), 20. Baskı, Türk Dış Politikası
Cilt: I 1919-1980, (ss. 648-652). İstanbul: İletişim Yayınları.
Akdevelioğlu, A., Kürkçüoğlu, Ö. (2015b). İran’la İlişkiler, Baskın Oran (Ed), 20. Baskı, Türk Dış Politikası
Cilt: I 1919-1980, (ss.801-807). İstanbul: İletişim Yayınları.
Akdevelioğlu, A., Kürkçüoğlu, Ö. (2015c). İran’la İlişkiler, Baskın Oran (Ed), 15. Baskı, Türk Dış Politikası
Cilt: II 1980-2001, (ss.152-157). İstanbul: İletişim Yayınları.
Al Arabiya.(2015). “Iran Spending $6 Bln Annually to Support Assad Regime: Report”,
http://english.alarabiya.net/en/News/middle-east/2015/06/10/Iran-spending- 6-blnannually-to-support-Assad-regime-report.html (18.05.2019).
CNN Türk (2018). “ABD'den YPG’ye Yeni Silah Yardımı”, https://www.cnnturk.com/turkiye/abdden-ypgyeyeni-silah-yardimi (18.05.2019).
CNN Türk (2019). "Rusya'dan S-400 Açıklaması”, https://www.cnnturk.com/dunya/rusyadan-s-400-
aciklamasi070619 (09.06.2019).
Daily Sabah. (2017). “Turkey, Iraq and Iran Agree To Put Pressure On KRG Over independence
Referendum”, https://www.dailysabah.com/diplomacy/2017/09/21/turkey-iraq-and-iran-agree-toput-pressure-on-krg-over-independence-referendum (20.05.2019).