TETİKLENMİŞ PARANOYADAN KİTLE ŞİZOFRENİSİNE
Bu yazıda son yıllarda ülkemizde iktidar eliyle sürekli gündemde tutulan "Darbe" tehdidinin
Sosyal Psikoloji yaklaşımıyla değerlendirilmesi amaçlanmıştır. İktidarın bilinçli olarak gündemde
tuttuğu darbe tehditleri, kitleler üzerinde bir "darbe paranoyası"na dönüşerek "şizofreni"
semptomları benzeri kitlesel davranışları gözlenebilir hale getirmiştir.
Paranoya kelimesi Yunanca'da, "παράνοια" (paranous) "düpedüz delilik" anlamına gelir
(para = dışarda; nous = akıl, aklını kaçırma) ve terim geçmişte kuruntu, delirme durumlarını ifade
etmek için kullanılmıştır.(1) Dilimize Fransızca (paranoïa)dan geçen paranoya Türk Dil Kurumu
tarafından hazırlanan Güncel Türkçe Sözlük'te; abartılı gurur, kuşku, sanrı, güvensizlik ve
bencillikle belli olan bir ruh hastalığı(2) olarak tanımlanmıştır.
Paranoid şizofreni ise belirgin olarak bir ya da daha çok sanrıyla aşırı uğraşma ya da sık
işitsel varsanılarla karakterizedir. Düzensiz (dezorganize) konuşma ya da davranış, katatonik
davranış, künt ya da uygunsuz duygulanım belirgin değildir. Sanrılar tipik olarak daha çok kötülük
görme ve büyüklük sanrılarıdır. Varsanılar genellikle hastanın sanrılarının içeriğiyle ilgilidir. (4)
Kişilerde görülen sanrı bozuklukları içsel kaynaklı iken kitlelerdeki sanrısal bozukluk olarak
değerlendirilebilecek kitlesel tepkiler algı yönetimi yöntemleri ile dışarıdan yapılan uyarılar ve
manipülasyon ile ortaya çıkma eğilimindedir.
Kasım 2002 seçimleri ile iş başına gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), o tarihten bu
yana girdiği bütün seçimleri önde bitirerek çok partili siyasal sisteme geçildiğinden beri aralıksız en
uzun süre iktidarda kalan parti olmayı başardı. AKP'nin bu süreçte iktidarını sağlamlaştırarak
devam ettirmesinde pek çok unsur söz konusudur. Bu unsurlardan, seçmen kitlesini bir blok haline
getirme çabaları dahilinde uyguladığı algı yönetimi çalışmaları göz ardı edilemeyecek kadar
önemlidir.
2002 seçimlerinden galip çıkan AKP, söylemleri ile dini cemaatler ve mütedeyyin kesimlerin,
liberal ekonomi politikaları ile iş dünyasının, Avrupa Birliği tam üyelik hedefi ile de yaşam tarzı
kaygısı taşıyanların bir bölümünün ve medyanın desteğini almayı başarmıştır. Medyada ve
kamuoyu önünde gerek Avrupa Birliği üyeliği gerek "istikrarlı ekonomi" ve ekonomik büyüme
gerekse "daha fazla demokrasi ve özgürlükler" merkezli söylemler yüksek sesle dile getirilirken
Türkiye Düşünce Merkezi
www.tudmer.org
sahada özellikle de kırsalda iktidarın "darbe" tehdidi altında olduğu ve güç kaybetmesi durumunda
darbe olabileceği mesajları yoğun biçimde işlenmeye başlanmıştır.
E-Muhtıra ve Tetiklenen Kaygılar
27 Nisan 2007 tarihli Genel Kurmay Başkanlığı basın açıklaması (e-muhtıra), daha önce kırsalda
yoğun olarak işlenen "darbe" tehdidi mesajlarını yüksek sesle dile getirmek için bir fırsata
dönüştürüldü. AKP, 2007 seçimlerine giden süreçte parlementodaki mevcut siyasi partilerin
tutumunu ve Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararını liberallerin de desteği ile daha geniş seçmen
kitlelerini aynı safta buluşturmak için güçlü argümanlar haline getirdi. Milli iradenin üstünde bir
vesayet olduğu ve ülkenin demokratikleşmesinin "olmazsa olmaz"ı olarak bu vesayetin ortadan
kaldırılması gerektiği AKP propagandasının bel kemiği haline geldi. 2007 genel seçimleri
öncesinden bugüne kadar AKP iktidarını yasadışı yollarla yıkmak isteyen oluşumların olduğu
sürekli gündemde tutularak darbelerden çok çekmiş olan geniş halk kitlesi AKP çatısı altında
tutulmaya gayret edilmiştir. Bu bağlamda 2007 Haziran'ında başlayan Ergenekon soruşturması 22
Temmuz 2007 genel seçimlerinden sonra hızlanarak devam etmiştir. Ergenekon soruşturması
mahkeme tarafından kabul edilip dava sürecine geçilmiş ve çok uzun bir süre ülkenin en çok
konuşulan konusu haline gelmiştir. Ergenekon davası devam ederken darbe planı olduğu iddia
edilen Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven gibi soruşturmalar başlatılarak iktidara karşı
darbe tehditlerinin devam ettiği mesajları sürekli gündemde tutulmuştur.
Daha sonraki süreçte iktidar kendini zora düşürecek hemen her olayı kimi zaman dış mihraklarca da
desteklendiği iddiasıyla darbe girişimi olarak lanse etmeye başlamış ve kamuoyu algısını bu yönde
yönetme yolunu seçmiştir. Gezi Parkı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası projesinin protestoları
ile başlayan ve bir çok ile yayılarak kitlesel eylemler zincirine dönüşen Gezi Olayları darbe girişimi
olarak tanımlanarak bir taraftar grubuna ve olaylarda etkin olan kişilere "iktidara karşı darbe
teşebbüsü" suçlamasıyla soruşturma başlatılarak dava açılmıştır. Son olarak 17-25 Aralık 2013
tarihlerinde kamuoyunun haberdar olduğu yolsuzluk soruşturmaları "yargı yoluyla darbe girişimi"
olarak isimlendirilerek iktidarın uzun yıllar boyunca çok yakın ilişki içinde olduğu ve kamuoyunda
"Cemaat" olarak bilinen Fethullah Gülen Cemaati'nin yargı yolunu kullanarak iktidara karşı darbe
girişiminde bulunduğu iddia edilmeye başlanmıştır. Bu durum daha da abartılarak yaşanan iş
kazaları ya da bazı terör eylemleri gibi "Cemaat" ile ilgisi olmayan olaylar da iktidara yakın kişi
yada kesimlerce "darbe girişimi" olarak sunulmaya gayret edilmiştir.
Türkiye Düşünce Merkezi
www.tudmer.org
Peki bu iddialar kimi aydınlardan sıradan seçmene kadar nasıl bu kadar büyük bir kitleyi etkisine
alabilmiştir?
AKP iktidar olduktan sonra güçlü bir medyaya sahip olmak için gayret sarfetmiş ve bu
girişiminde başarılı olmuştur. Sahip olunan medya gücü kitlelerin algısının yönetiminde en etkili
silah olarak kullanılmıştır. Yukarıda sıralanan olayların medya kanalları( Tv, gazeteler, radyo,
internet siteleri) tarafından yüksek sesle ve söylem birliği ile sunulması AKP mensuplarını,
seçmenlerin büyük kısmını ve iktidara yakın aydınları aynı noktada buluşturan başat faktörlerden
biri olarak değerlendirilmektedir. Tetiklenen darbe paranoyasının giderek şizofreni benzeri tepkiler
ve söylemlere evrilmesi kolektif davranışları açıklamaya çalışan kuramlarla örtüşmektedir. Sosyal
psikolojide kolektif davranışlara ilişkin modern kuram ve araştırmaların kökenleri Le Bon'a kadar
izlenebilir. Gustav Le Bon'a göre kitleyi yaratan bireyler ne türden olursa olsun, yaşayışları, işleri,
karakterleri, zekaları birbirine ne kadar benzerse benzesin ya da birbirinden ne kadar ayrılırsa
ayrılsın, kitleleşme sonucu, kolektif bir ruh kazanır; dolayısıyla, her biri, tek başınayken
hissedeceği, düşüneceği ve davranacağından başka türlü hisseder, düşünür ve davranır. (5) Le Bon
kitle davranışını ortaya çıkaran mekanizmalardan birinin "bulaşma" olduğunu ifade ederek
gözlenmesi kolay fakat açıklanması zor olarak nitelediği bulaşma olgusunu, hipnotik bir olay olarak
görür. Freud'a göre kitlenin özgün doğasının altında yatan neden, kitlenin bütün üyelerinin, lideri
kendi “ben ideali” yerine koymasıdır. (6)
İktidarın bilinçli olarak gündemde tuttuğu ve yukarıda örneklenen darbe tehditleri, kitlesi
üzerinde bir "darbe paranoyası"na dönüşerek "şizofreni" semptomları benzeri kitlesel davranışları
gözlenebilir hale getirmiştir. Şizofreni vakalarında görülen gerginlik, kuşkuculuk, temkinli olma
hali, savunmacılık yanında öfkelilik, tartışmacı, hatta saldırgan tutumlar iktidarı oluşturan kitlede de
gözlenebilmektedir. (7). Peki bu süreçten sonra neler olacak? Şizoid bozukluk benzeri semptomlar
gösteren hükümet, toplum üzerinde oluşturduğu –bilinçli yada bilinçsiz- paranoid şizofreni havasını
devam ettirebilecek mi? Yahutta bu semptomların etkileri hangi değişimlere neden olacak? Elbette
bütün bunları net olarak cevaplayabilmemiz mümkün değil. Tüm bu soruların cevabını zaman
gösterecek….
Hüseyin GÜNER
Türkiye Düşünce Merkezi
www.tudmer.org
Dostları ilə paylaş: |