121)
F. Râzi, Şerhül-İşârât, 322
122)
F
Râzi, Şerhu l-İşârât. 322
123)
F
Râzi. Şerhu’l-lşârât, 322
116
reğinin Tanrı’da başka, mümkünlerde başka olm^Fi» kaziyye-
sine dayanarak, «mümkündeki varlık ile Tann'daki varlığın
başka başka olduğu» hükmünü çıkarırız. Bu da bizi şu iki ne
ticeden birine kabule götürür : Ya «varlık sadece bir telaffuz
benzerliğinden ibarettir. Yani, varlık bir bütün değildir» deriz.
Yahut da «Tan rı’mn varlığı başka bir hakikate bağlanmış, ila
ve bir sırattır» diye hükmederiz. Biliyoruz ki bu iki hüküm de
tbn Sina’yı memnun etmez. Fakat, bu türlü akıl yürütmenin
kabul edilmemesi hâlinde, yani, bunlardan birinin benimsen-
rnemesi karşısında Ibn Sina’nın delili kökten çöker <124).
Bundan başka îbn Sînâ burada; «Tanrı eşyadan zâtı ba
kımından ayrılır» hükmünü vermektedir. Halbuki Şifâ’sında
o kendisi şöyle açıklamıştır : «... varlık olma
bakımından
varlık, mümkünde ve Tanrı’da eşittir. Mahiyetçe aynı olan
şeylerin birbirinden ayrılığı dış bir ârâz vasıtasıyla olur. İşte
aslında bir olan «varlık»ın da mümkünde ve Tanrı’da ayrılığı
b ir ârâzdan ileri gelmektedir. Yani, mümkünlerdeki varlık ile
Tanrı’nın
varlığının farkı şudur : Mümkünlerdeki
varlık
«şartsız ve mutlak» olan varlıktır (yani yokluğu düşünülebi
lir). Tanrı’mn varlığı ise «yokluk şartı» ile kayıtlıdır,
yani
yokluğu düşünülemeyen varlıktır». İşte Şifâ'mn bu ifadeleri
de onun buradaki sözleriyle tezat teşkil etmektedir. Üstelik
bu izah bize şunu gösterir : Tanrı’nın zâtının başkalarından
ayrılığı selbi kayıtlardan doğmaktadır n25).
«T an rı’nın tarifinin yapılamaması» hükmüne gelince : Bu,
tarifin sadece cins ve fasıla bağlı olarak yapılabildiği hâllerde
geçerli bir hükümdür (,2G). 1
2
4
1
2
5
1
2
6
124)
F. Razı, Şerhül-Işârât, 322-323
125)
F. Râzi, Şerhu’l-lşârât, 323
126)
F. Râzi, Şerhu l-İşârât, 323
117
Tûsî, meselenin esasını değişik üslûpta ve fakat Râzî’ye
paralel hüküm ve neticelerle açıkladıktan
(l27)
sonra Râzî’nin
itirazlarına temas ederek;
«bunlar çeşitli vesilelerle ortaya
atılmış ve tarafımızdan cevaplandırılmıştı» der ve ilave eder :
«Burada şunu söyleyelim : Herhangi birşey, bir veya birkaç
yokluk m otifi ile vasıflandırılabilir. Fakat, bunlar itibarî mo
tifler, zihni kabul ve tasanlar olduklanndan nisbet edildik
leri şeyde terkip meydana getirmezler. Bundan ötürüdür ki
tbn Sina da Tanrı'dan bu türlü itibarlan silmeye kalkışmış
değildir. N e var ki, hariçte bizzat tahakkuk etmiş (128) 1
2
9
birşeyin
(Tanrı’nın), dışarda bizzat gerçekleşemeyen eşyadan aynlığı
işte bu zâtın ta kendisidir.
Onun artık başka bir aynlığa
(aym cı herhangi bir sıfata) ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla olum
suz sıfatlarla vasıflandınlmasına da lüzum yoktur <1Z3).
T arif meselesine gelince : îbn Sina’nın buradaki maksa
dı tarif değildir. Onun maksadı mahiyet bakımından Tann'da
terkibi düşündürecek herhangi bir ihtimali ve işte bunlar
dan biri olan tam tarifi ortadan kaldırmaktadır (130) 1
3
1
.
Râzî’nin mantıkta yaptığı şey îbn Sînâ'yı çürütmek değil,
aksine onun «el-Hikmetü’l-Meşrikıye» isimli eserinden nakil
ler vermek olmuştur. Buna göre; tarifleri cins ve fasıldan te-
rekküb etmemiş, fakat, kendileri mürekkep olan şeyler var
dır- Bazı basit şeylerin de, kendilerini tasavvur etmemize ya
rayacak, lazımlan vardır.
Bu lazımlar yardımıyla bu basit
şeyler pekala tarif (tasvir) edilebilirler. Bu da tam b ir tarif
ten hiç geri kalmaz <131). Şu hâlde Tann mürekkep değildir.
127)
N. Tûsi, Şerhu 1-lşârât, III/477
128)
SubslstĞ Cou realisâ) par soi-mûme.
129)
N. Tûsî, Şerhu’I-İşârât, m/478
130)
N. Tûsi, Şerhu'l-İşârât, III/478
131)
N. Tûsi, Şerhu'l-İş&rât, III/479
118
Dolayısıyla onun tarifi de yoktur.
Üstelik o başkalarından
hakikati bakımından ayrıdır. Bu sebeple onun bizim kendi
sini tasvir etmemize yarayacak;
hakikatini idrak etmemizi
sağlayacak lazımı (veya lazımlan) da yoktur
Akıllar onun
hakikatine ulaşamaz (132)
Tartışma konusu olan «zât ve mahiyet olarak T an n » bah
sinin, her üç mütefekkir tarafından enine-boyuna nasıl çe
kilip sündürüldüğünü kendi ifadeleri içinde gördük.
Buna
göre, Tanrı, zât ve mahiyet bakımından
her türlü terkibin
ötesinde «b ir » ve «basit»tir. Çünkü Tanrı’nın öteki mahiyet
lerle herhangi bir ortak yönü yoktur. Dolayısıyla Tann başka
larından «kendi zâtı» bakımından ayn bulunmaktadır.
tbn
Sînâ buna delil olarak varlık ve mahiyet münasebetini gös
terir. Onun düşüncesi ile varlıktan zarurî olarak ayrılmayan
bir tek hakikat vardır, o da Tann’nm zâtıdır. Böyle olabilen
ikinci bir mahiyet bulunmamaktadır. Böylesine temelden ayn
ve bir tek olan «zât»ın başkalanndan tekrar aynlmasına, ayı-
n cı vasıflara bürünmesine ihtiyaç yoktur. Durum böyle olun
ca da onun birleştirici ve ayırıcı sıfatlarla sınırlandınlması
düşünülemez. Yani, Tanrı tarif edilemez (biz tam bir mahi
yetin ancak tam b ir-tarif ile ortaya konulabileceğini, daha
önce belirtmiştik) (133) 1
3
4
. Açklanan hükümler uyannca da Tan-
n'da bunların düşünülmediğine göre filozoflann Tanrı için
«m ahiyet» tabirini kullanmayışlanmn sebebi böylelikle orta
ya çıkmış olur ,IM).
Râzî, gereken açıklamalannı verdikten
sonra, yerinde
itirazlannı da sıralar.
Onun düşüncesiyle birbirine
bağlı
(AB) kavramlarından biri; (A), üçüncü b ir (C)
kavramın
dan başka olabilir.
Fakat buradan,
mantıkî b ir yürüyüşle
132)
N. Tûsi, Şerhu 1-İşârât, III/479
133) Bak, sh. 41
134
)
Daha önce buna dikkati çekmiştik. Bah, sh. 103 not 77
119
(B) kavramının da (C) den başka olduğu çıkarılamaz. Daha
müşahhas bir hâle getirirsek bu sanki; «arslan et yer. At ise
ot yer. Öyleyse bunlar mahiyetçe birbirinden ayrıdırlar» der
gibi bir akıl yürütmedir. Gerçi durum bu kadar sade değil
dir. Çünkü, kavramlar arasında yalnızca bir bağ değil, bir
eşitlik kabul edilirse; yani (A = B ) ise, (B) ayrıdır (C) den de
nince, (A) ayrıdır (C) den demek tabiî olur.
Bu bakımdan
Râzî insafsızlık etmiştir, denebilir. Ne var ki eşitliğin mantık
ça sağlanmış kabul edilemeyeceğini ve Tann’da «zât-mahiyet-
varlık»m «ayn ı» veya «a yrı» oluşu hakkında en büyük mü
nakaşaların yapıldığını görmüştük (,35).
Râzî'nin itirazlarını daha derinden düşünerek değerlen
dirirsek şöyle diyeceğiz : «V arlık her yerde b ir ve aynıdır An
cak Tanrı’nm varlığı zarurî olarak
mahiyetinden ayrılmaz.
Bu bakımdan mümkünlerin varlığından başkadır. Onun ma
hiyeti (daha doğrusu hakikati) ise zaruri olarak ve daima var
dır, varlıktan ayrılmaz. Bundan ötürü
Tann’nın hakikati,
öteki mahiyetlerden ayndır» deniyor. Burada iki hüküm or
taya konuyor ve her defasında biri ötekine delil diye gösteri
liyor. Yapılan bundan öte birşey değildir. Râzî'nin bu tarz
itirazı oldukça yerindedir- Fakat, hemen ilave edelim ki bu
itirazının yerli yerinde olması, Râzî’yi kendi iddiasında (ger
çekten benimsiyorsa) haklı çıkarmaz. Yani, Tann'da «zât-ha-
kikat ve varlık»ın bir ve aynı olduğu mantıkça izah edilemez
se, onda bunların ayrı olduğu da benzer mantık buhranlarını
aşamaz. Bizce meselenin güçlüğü bir yana, bu buhran mantı
ğın bizzat kendisinden doğmaktadır. Daha açıkçası bu man
tık, bu problemi çözmeye yeterli görünmemektedir.
Râzî'ye göre tbn Sînâ'nın Tanrı ile mümkünleri, daha
önce varlık bakımından ve «yokluk» şartı ile ayırdığı hâlde 1
3
5
135) Bak, sh. 100 vd.
120
burada başkalığın mahiyetten ileri geldiğini söylemesi onun
bir tezadıdır.
Bizce, bir tezattan ziyade bu,
Ibn Sînâ’nın
fikrî bir tekamülü olarak değerlendirilmelidir. Ne var ki Râ-
zî'nin bu itirazını da Tûsî ters açıdan değerlendirmiştir. Çün
kü Râzî, söylediğimiz gibi, îbn Sina’nın iki ayn ifadesi ara
sındaki tezadı göstermektir. Tûsî’nin zannettiği gibi, itibarî
motiflerin kaldırılmış olmasına çatmış değildir.
Tarifte Ibn Sînâ, Tanrı'nın tam bir tarifinin yapılama
yacağını
söylerken Râzî, itiraz eder görünmesine
rağırien,
bunu, bizce, kabul etmiştir. Ancak Râzî, bazı basit şeylerde
olduğu gibi Tanrı'nın da bazı kavramlar yardımı ile tasvir
edilebileceği temayülündedir.
Biz neticeyi toplarsak : Meselenin kendi bünyesinden do
ğan izah ve ispat güçlüğü, açıklığın şu veya bu derecede ger
çekleştirilip gerçekleştirilemediği... gibi noktalar bir yana Ibn
Sînâ'nın
«Tanrı'nın birliği, onun basit olduğu hem varlık,
hem de zât mahiyetçe başkalarına benzemediği...» hakkındaki
kanaati kesin've hükmü açıktır.
D
—
T a n rın ın Öteki Varlıklarla Münasebeti
1 -Cevher (Muş Bakımından Tann :
Bundan önce Tanrı'ya ait kavramların kendi aralarında
ve birbirleriyle olan münasebeti gözden geçirildi ve bu bakım
dan Tann’da hiçbir terkibin bulunmadığı tespit olundu.
im di, acaba Tann’ya ait kavramların, benzerlik veya zıt
lık yönünden, eşya ile herhangi bir münasebeti düşünülebilir
mi? Bu arada mesela bir ve aynı olarak vasıflandırılan «var
lık » kavramının, Tann'yı da içine alacak şekilde, bütün varo
lanlar arasında ortak bir terim olma durumu akla ilk gelecek
ihtimallerden biridir. Gerçi «varoluş bakımından T an n » ve
121
«zât ve mahiyet bakımından T an n » bahislerinde bundan söz
edildi ve bu durum az çok aydınlığa kavuşturuldu. Buna göre
de Tann'mn varlığının herhangi bir mevzûa, ayn bir mahi
yete ilave edilmediği, aksine onda varlığın mahiyetin aynı ve
kendisi olduğu gerekçesiyle onun varlığının mümkünlerin
içinden ayrılmış bulunduğu ortaya konuldu (136) 1
3
7
. Fakat, bu ne
tice de karşımıza şöyle bir soru çıkartmaktadır : Eğer Tan-
rı’nın varlığının ötekilerden ayrılığı onun «b ir mevzûa ilave
edilmemiş, kendi kendine mevcut olmuş» olmasından ileri ge
liyor ise cevher de bu vasıflara sahip bulunmaktadır. Nitekim
cevher; «başkasına hamledilmeyen, kendi kendine varolan bir
mevcuttur» diye tarif edilir, öyleyse bu bakımdan Tanrı ile
cevherler arasında «kendi kendine varolma ve başka b ir mev
zûa hamledilmeme» bakımından bir benzerlik, bir ortaklık
vardır, denebilir. İşte bu noktada îbn Sînâ şöyle der :
Çoğu zaman «b ir mevzûda bulunmayan mevcut kavramı
umumî bir cins olarak, Tanrı’ya ve başkasına şamildir. Böy-
lece Tanrı da cevherler cinsi içine girmiş olur» şeklinde dü
şünülür ve böyle olduğu zannedilirse de bu, bir hatâdır (,37).
Çünkü,
cevherin tasvirindeki «b ir mevzûuda
bulunmayan
mevcut» hükmü; «b ir mevzûuda olmaksızın varolan fiilî mev
cut manâsını ifade etmez. Nitekim, Ahmet’in bizzat cevher
olduğunu bilen bir kimse buradan onun «b ilfiil varolduğu»
hükmünü çıkaramaz. Üstelik bu varlığın keyfiyetini de hiç bi
lemek (138). Aksine, tasvirî tarzda cevhere yüklenen ve içinde
kuvve hâlindeki aynı nev'iden bütün cevherlerin bir cins olarak
ortak bulundukları manâ, tam bir mahiyetten ibarettir. îştc
böylece o, varlığı «b ir mevzûuda olmayan* bir varlıktır. Ve
136) Bak, sh. 91, 115
137)
tbn Sînâ, el-lşârât, 323, III/479
138)
tbn Sin&, el-lşârât, 324, III/479
122
onun Ahmet’e, Mehmet’e... hamli, onların kendi zâtlarından
ötürü değil, ayrı bir sebepten dolayıdır (139) 1
4
0
1
4
1
.
Fakat, bir mevzûuda bulunmaksızın varolan ve fiilî var
lıkta mevcudun bir parçasını teşkil eden onun (yani cevher
olan mahiyetin) fiilî bir mevcut hâline gelmesi ancak bir se
beple mümkün olur. (Henüz fiil hâline gelmemiş) bir mahiyet
le ilave bir manânın (yani mücerred bir kavram olan «va r
lıksın) terkibi (dış bir sebep olmaksızın, başka türlü) nasıl
olabilirdi ki! İşte, Ahmet'e bir cins olarak hamledilen bu şe
yin (varlık kavramının) aynı şekilde Tann’ya da hamledilmesi
asla uygun değildir. Zira, Tanrı bu türlü hükmü gerektirecek
bir mahiyete sahip değildir. Aksine, Tanrı için zarurî varlık,
başkalarının mahiyeti mesâbesindedir Şu hâlde «fiilî varlık», cins olarak tanınan kategoriden
(makuleden) biri olmadığına göre bu türlü bir varlık, kendi
sine olumsuz b ir manâ (bir sıfat, bir mevzûuda olmama vasfı)
eklenince bir cins hâline girmiş olmaz. Çünkü, varlık mahiye
tin mukavvimlerinden biri değil, onun b ir lazımıdır. Zira, «b ir
mevzûuda olmama» kaydı varlığı (mahiyetin) mukavviminin
bir parçası olma durumuna sokmaz. Dolayısıyla herhangi bir
mukavvim olamaz. Aksi hâlde, kendisine olumlu bir manâ ek
lenince de bir mevzûuda bulunabilen bir ârâz cinsi olmuş
olurdu (,4,).
Râzî, aşağı yukarı aynı manâları ifade eder tarzda açık
lamalar verdikten sonra (142) îbn Sînâ'nm bu beyanı karşısında
kendi durumunun ne olduğunu, yani bu açıklamanın «Tan rı’
da zât, mahiyet ve varlık ayırımını benimseyen kendi kanaat
139) İbn Sînâ, el-İşârât, 324, III/480
140) İbn Siriâ, el-İşârât, 324, III/4B0
141) İbn Sinâ, el-İşârât, 324. III/480
142)
F Râzî, Şerhu’l-İşârât, 324-32S
123
lerini yıkıp yıkmadığını kendine sorar. Kendi sorusuna yine
kendisi cevap olarak : «Hariçte mevcut olması bakımından
Tanrı, onun varlığı bir sıfat (bir makule, bir kategori) teşkil
etmez» der ve bu hususta kendisinin başka kitaplarında de
liller de gösterdiğini ilave eder (M3).
Tûsî, herhangi bir açıklamada bulunmaz.
Görüldüğü gibi burada, bahsin başında ortaya koyduğu
muz soru cevaplandırılmaktadır. Buna göre «varlık » kavramı,
Tann'yı da içine alacak tarzda bir cins teşkil etmez. Çünkü,
tbn Sînâ’ya göre varlık iki türlüdür.
Bunlardan birisi her
türlü muhtevadan soyulmuş, mücerred b ir kavram olan var
lıktır. Bu, bir cins teşkil eden sıfat (kategori, makule) olmak
tadır. Çeşitli mevzûulara hamledilebilir. Fakat, Tanrı’nın varlı
ğı bu türlü (kategorik) bir varlık değildir. İkincisi «fiilî varlık»
tır. Burada varlık kendi başına bir kavram değildir, ait olduğu
mevzûa bağlı bulunmaktadır, aynı zamanda başkasına verile
mez, hamledilemez. Bundan dolayı da bir cins sayılamaz. An
cak burada «varlık»m mevzûulara bağlanış tarzı söz konusu
edilebilir. Bu bakımdan bütün mümkünlerde varlığın mahi
yetlere bağlanışı aynı cinstendir. Fakat, Tanrı için böyle bir
hâl vârid olamaz. Onun varlığı bir başka mahiyete ilave edil
miş değil, aksine zât ve hakikatinin aynıdır. Yani o, herhangi
bir mevzûuda olmayan, kendi başına mevcut bir varlıktır.
Ancak, son hükümdeki; «b ir mevzûa hamledilmiş olmak
sızın, kendi başına varlık» vasfı cevhere de uyar görünmek
tedir. Bu bakımdan cevher ile Tanrı arasında bir benzerlik
kurulabilir mi? İşte, Ibn Sînâ’nın dili ile, buna verilecek ce
vap «hayır»dır. Çünkü, ona göre, her ne kadar cevher tanıtı
lırken «kendi başına varolan» şeklinde vasıflandırılm a da
bu türlü tanıtılan cevher «b ilfiil mevcut olan bir cevher» de-
143) F. Râzi, Şerhu’l-İşârât, 325
124
ğildir. «Kendi kendine var» olabilen
hiçbir cevher yoktur.
Eğer «kendi kendine varolabilen bir cevher» kabul etmek ge
rekirse bu, «Tan rı’nın ta kendisidir» ve bu manâda ikinci bir
cevher yoktur. Öyleyse Tanrı, bu bakımdan da bir cins içine
girmez v6 o, başlı başmadır. Şu hâlde Tanrı her yönden ve
gerçek manâda «b ir » ve «basit»tir,
Tetkikimizin başında atılan, varlıkla ilgili ve îbn Sînâ’
ya ait bulunan bir düğümün <144) burada çözüldüğünü görmek
teyiz. Bu bize îbn Sînâ'nın hem fikri tekamülünü, hem de tet
kik ettiğimiz «el-îşârât» adlı eserin onun bu fikri tekamü
lünün sonlarında kaleme alınmış olduğunu gösterir.
Burada bir noktaya daha temas edelim ki, bütün bu açık
lığa rağmen, ortaçağ düşünürleri bir yana L. Gardet ve M.
Anawati gibi zamanımız tetkikçilerinin de bu noktada İhn
Sînâ’yı yanlış anlamalarının sebebi anlaşılır değildir (,45). Or
taçağdaki yanlış anlamaların sebebi, M. Goichon’a göre, el-îşâ-
rât'ın bu metninjn o devir Avrupasınca bilinmemesidir Goichon’un bu izahı, bizce de, isabetlidir.
144)
Bak, sh. 19
145)
«...Zaruri varlık ile yaratılmış varlıkların varlığı arasındaki
farka dikkat edilmedi...
kategorilerin ortak oluşu onların
gözünü benzetme (analogie) prensibinde çiviledi... Îbn Sînâ’
nın yaptığı hata işte bu prensibin sezgisidir. İşte böyle bir
prensip ile uzak talebesi Duns Scot’ta da bazı hatalar bu
lunacaktı. Mesele Islamda bu görüş açısından ve Îbn Sînâ’
nın tevhidcillği (monizmi) ile ortaya konmuştu.» L. Gardet.
M. Anawati, Introduction, 252
146)
M Goichon, Directives, sh. 366/not 2
125
2 - Tanrı'ııııı Bir Zıttı Yoktur :
Tanrı ile öteki varlıklar arasındaki münasebet açısından
onun öteki varlıklarla ortak yanının bulunmadığı tespit edil
di. Fakat, acaba onun bir zıttı düşünülemez mi? Ibn Sînâ şöy
le der :
Kuvvetçe birbirine denk ve eşit olan şeye «z ıt» denir.
Tanrı’nın dışında
herşey bir sebebin eseridir.
Dolayısıyla
Tanrı ya eşit olamaz. Bu bakımdan Tann’nın zıttı yoktur. Mü
tehassislarca bilinen bir husustur ki ortak bir mevzûuda bir-
birleriyle birleşmeksizin hareket eden (iki zıt) şey yolun so
nunda aynı olur. Tanrı’nın zâtı ne bir mevzûa ne de başka bir
şeye bağlıdır. Şu hâlde onun hiçbir bakımdan zıttı yoktur U4/).
Biz buraya kadar olan neticeleri tekrar edelim : Allah’a
ait kavramlar başka başka şeyleri gösteren, birbirinden ayn
şeyler değildir. Onun bir eşi, bir benzeri bulunmadığı gibi bir
zıttı da yoktur,
Şu hâlde biz burada hemen şunu soralım : Bu durumda
biz (madde dışı, akıl ve kelâm yönünden de olsa) Allah’a na
sıl işaret edeceğiz? Biz onu nasıl tanıyacak, onun hakkında
nasıl söz söyleyebileceğiz ve neler diyeceğiz?
işte bundan sonraki bölümde Ibn
Sînâ’nın Allah
hakkın
da kısa bir tavsifini göreceğiz.
147) Ibn Sinâ, el-İşârât, 325, III/480-481
126
V II
A L L A H ' I T A V S İ F
Allah’ın ne eşi, benzeri, ne de bir zıttı vardır. Onun bir
cinsi ve faslı, bu sebeple de bir tarifi yoktur, öyleyse, açık-ak-
li bir «irfân »ın dışında hiçbir şeyle ona işaret edilemez, ulaşı
lamaz (,).
.
Allah, varlığını yine kendisinden alan «aklî bir zât»tır. O,
kendi kendine varolandır. O, her türlü bağdan, kayıttan, zaaf
ve eksiklikten, maddeden, kendi zâtına ek ve ilave kabul edi
lebilecek her türlü şeyden pak ve uzaktır <2).
İşte bu evsaf içinde o kendi, kendini bilen ve kendisi yi
ne kendisi tarafından «bilinen»dir (3).
Bu cümlelerde İbn Sînâ'nın
Allah hakkındaki tavsifini
görmekteyiz. Şerhediciler gibi biz de burada susmayı tercih
ediyoruz. Ancak burada şunu sormak durumundayız ki : Her
türlü tariften uzak, böylesine engin bir «v a rlık »ı biz nasıl id
rak edeceğiz? Bunu takip eden bölümde bu sorunun cevabı
araştırılacaktır. 1
1) İbn Sina, el-İşârât, 325. in/481
2) İbn Sina. el-İşârât. 325, III/ 481
3) İbn Sina, el-İşârât, 325, III/481
127
V III
A L L A H ' I
İ D R A K
Varlığı idrak etmenin insan aklının ilk fonksiyonu oldu
ğunu ve insanın bunu doğrudan doğruya yaptığını görmüş
tük (1). Acaba İlahı Varlık’ı idrak bu idrakin içine girer mi?
Buna müspet cevep vererek «e v e t» demenin mümkün olama
yacağı aşikârdır.
Zira, buraya kadar gelen münakaşalarda
İlahî Vaılık'm zât, mahiyet ve hakikat ile bir ve aynı olduğu
(mantıkî b ir ahenk ve dolaysıyla da fikrî b ir beraberlik sağ-
lanamamaka birlikte, hiç değilse İbn Sînâ'nın sistemine uy
gun olarak diyelim), belirlenmiş bulunmaktadır. Şu hâlde Al
lah’ın varlığını idrak etmek demek, onun varlığının aynı olan
zât, mahiyet ve hakikatini, netice itibarîyle de tam olarak Al
lah’ı idrak etmek demek olacaktır, imdi, acaba bu olabilir
mi?
önce, tbn Sînâ'nın dili ile-bunun imkânına işaret edelim:
«...Allah, bütün varlıklar için açıktır. Onun zuhûru, zâtî ha
kikatinin ta kendisidir. O, zâtî bir perdeye sahip değildir. Ak
si hâlde o, haricî b ir şeyden müteessir olmuş olurdu. Bazıla- 1
Dostları ilə paylaş: |