ERKEKLERİN DÜNYASINDA PSİKANALİST BİR KADIN: KAREN HORNEY
Erkeklerin üstünlüğünü kanıtlamak için İncil’den bölümler okuyarak vaaz veren katı ve otoriter bir babanın elinde büyüdüğünde bunun gelecekte ne kadar çok işine yarayacağını kendiside bilmiyordu. Küçük yaşlardan itibaren, erkeklerin egemen olduğu dünyada asi bir kadın olmaktan kaynaklanan haksızlıklar yaşayarak büyüdü. Abisini üniversiteye göndermek için çabalayan ailesi, sıra kendisine geldiğinde kız çocukları için eğitimin ne kadar gereksiz bir şey olduğunu ona anlatmaya ve okuma isteğini ortadan kaldırmaya çalıştı. Berlin Üniversitesine öğrenime başladığında parmakla sayılacak kadar az olan kadın öğrencilerden biriydi ve tıp diploması alarak başarıyla mezun olduğunda “Karen Danielsen” evliydi ve artık tüm dünya onu “KAREN HORNEY” olarak tanıyacaktı.
Merakı değil sorunları Karen’ın psikanalizle tanışmasına sebep olmuştu. Tamamen kişisel sorunlarını ve aile içinde yaşadığı sıkıntıların yol açtığı psikolojik problemlerini yenmek amacıyla psikanaliz ilgilendi. Kendi depresyonunu çözmekte kullandığı psikanalizin yetersiz kaldığını gördüğünde içindeki şüphelerde arttı. Bu şüphe ve Freud’un kadınlara yönelik bazı düşünceleri, Karen’in Freud’la karşı karşıya kalacağının habercisiydi. Erkek ve kadınların farklı kişiliklerle dünyaya geldiğini savunan psikanalize karşı olarak, Karen cinsiyetler arasındaki farkın biyolojik değil kültürel ve toplumsal olduğunu savundu.
Psikanalize yönelik yaptığı bu eleştiriler 1934 yılında girdiği Psikanaliz kurumundan 1941 yılında üyelikten çıkarılarak ayrılmasına sebep oldu. Çünkü Karen Freuda ve kuramına ilişkin görüş ayrılıklarını çok net bir şekilde ortaya koyuyordu ve bu psikanaliz düşkünlerini rahatsız etmekteydi. Çıkarılma kararının alındığı gün Karen’in hiç itiraz etmeden, başı dik ve gururlu bir şekilde salonu terk ederken attığı adımlar, onun başarıyla dolu bir mesleki gelişime doğru götürmekteydi. Ne gariptir ki aynı psikanaliz düşkünleri Karen’in nevroz ve kadın psikolojisi ile ilgili görüşlerini iki büyük katkı olarak daha sonradan alıp kullanmakta hiçbir sakınca görmediler. Burada asıl ilginç olan nokta psikanalizcilerin ve Freud’un kendi düşüncelerine yönelik getirilen eleştirilere ne kadar tahammülsüz olduklarının çok net şekilde görülmesidir. Hoşgörüyü ve eleştiriyi bir arada tutamayan bir psikanaliz örgütünün değerlendirmesini size bırakıyorum.
Karen nevrozu tarif ederken korku yaşayan ve acınacak insan kavramlarını özellikle merkeze aldı. Freud’un “saplanmış enerji ve bilinçaltı”na yüklediği anlamı o “bozuk aile içi ilişkilere ve anne baba davranışları” na bağladı. Bu arada Freud’a ilişkin çok önemli bir noktayı keşfetmişti ve bu düşünceleri psikoloji dünyasında ses getirecekti. Bu nokta Freud’un kadına ilişkin gözlem ve yazılarının ortaya çıktığı dönemin, kadının toplumda ikinci sınıf olarak görüldüğü döneme rastlamasıydı. Kadınlar bu aşağılayıcı bakış açısından kurtulmak için erkek olmayı dilemişlerdi ve bu biyolojik değil sadece kültürel bir unsurdu. Çağın ilerisinde bir görüş olarak ortaya koyduğu bu değerlendirmeler bugün geçerliliğini ortaya koymuştur.
Karen HORNEY’ in İnsanlara doğru yönelmek, insanlara karşı hareket etmek, insanlardan uzaklaşmak şeklinde üç ayrı başlıkta ele aldığı nevrozlu insan deneyimlerini incelediğinizde emin olun orada kendinizden bir parça bulacaksınız. Hemen ben nevrotik miyim? Diyorsanız. Cevabım kuramsal olarak evet olacaktır. Ama bu korkulacak bir durum değil, aksine sağlıklı bir durumdur. Çünkü her insan zaman zaman bu davranışları biraz sergiler. Asıl sorun bu üç stratejiden sadece birini alıp her türlü ilişkinizde sadece bu iletişim türünü kullanmanızdır. Bilginiz olsun.
Psikanalizin ve Freud’un kadınlara ilişkin küçümseyici düşüncelerine karşı çıkarak başladığı yolculukta “kız çocukların erkek olma isteğine” yönelik açıklamalar yapan psikanalize, “erkeklerin kadınların doğurganlık ve annelik özelliğini kıskanması” ile karşılık vermiştir. Bunu yaparken psikanalizde yer alan cinsiyet üstünlüğü kavramını reddetti ve sanılanın aksine her iki tarafında farklı farklı hayranlık duyulacak özellikleri olduğuna vurgu yaptı.
Ağabeyinin ölümü, problemli bir evlilik ve arkasında gelen boşanma onun mesleki yaşamındaki gelişimini engellememiş ve psikoloji tarihinde Freud’a net bir şekilde karşı çıkma yürekliliğini gösteren ilk kadın psikiyatrisi olarak tarihteki yerini almıştır.
Günümüzün Nevrotik İnsanı
Nevrotik kime denir?
Kazancının elverdiğince yaşamının tadını çıkarmaya çalışan, zamanının çoğunu kadınlarla geçiren ya da hobilerine ayıran bir sanatçıyı nevrotik olarak görme eğilimindeyizdir. Böyle kimseleri nevrotik olarak nitelememizin nedeni, toplum içinde en ön sırada yer almak, başkalarını geçmek ve yaşamak için gerekli olan paradan daha çoğunu kazanmak istemeyi gerektiren bir davranış biçiminin çoğumuz tarafından başka bir davranış biçimine yer vermeyecek biçimde benimsenmiş olmasıdır.
Saatler boyu ölmüş dedesiyle konuşan birisi bize göre nevrotik ya da psikotiktir, diğer yandan ise bazı Kızılderili kabilelerinde atalarla böyle iletişimler kurmak, benimsenmiş bir davranış kalıbıdır. Ölmüş bir akrabasının adı geçtiğinde son derece alınan birisi bize göre gerçekten nevrotiktir, ama aynı kişi Jicarilla Apache kültüründe kesinlikle normal olarak kabul edilecektir. Adet gören bir kadının kendisine yaklaşmasından dehşete düşen bir erkek bize göre nevrotikken, bir çok ilkel kabilede adet görmeyle ilgili korkular sıradan olaylardır.
Eskimolar katillerin cezalandırılması gerektiğini düşünmemektedirler. (...) Bazı kültürlerde oğlu öldürülen bir annenin acısı, öldürülen oğlun yerine katilin evlât edinilmesiyle dindirilebilir.
Herkese "nevrotik" diyebilir miyiz?
İnsanlar bir nevroza sahip olmadan da genel davranış kalıplarından sapabilirler. Yukarıda bahsettiğimiz, gereksiniminden fazla para kazanmak için zaman harcamak istemeyen sanatçı nevrotik olabilir ya da yalnızca çekişmeli bir rekabet ortamına kendini kaptırmak istemeyecek kadar akıllı olabilir.
Tüm nevrozlarda göze çarpan iki ayırt edici özellik vardır: Tepkilerde belirli bir katılık ve yetenekler ile beceriler arasındaki tutarsızlık.
Tepkilerde katılık ile, değişik durumlarda duruma uygun tepki gösterebilmemizi sağlayan esnekliğin bulunmamasını anlatmak istiyorum.
(...) Kişi belirli yeteneklere ve uygun koşullara karşın yine de verimli olamıyorsa, bu nevroz belirtisidir; (....) nevrotik kendisini, kendi yolunda bir engel olarak görür. (sf.22-23)
Normal insan, kendi kültürünün gerektirdiğinden daha fazla acı çekmez. Diğer yanda, nevrotik kişi, değişmez bir şekilde normal insandan fazla acı çeker. Yine değişmez bir şekilde, savunma mekânizmaları için aşırı bir bedel öder, ki bu da canlılığın ve gelişme gücünün bozulmasıdır. (...) Aslında, nevrotik değişmez bir şekilde acı çeken bir insandır. (...) Nevrotiğin kendisi bile acı çektiğinin bilincinde olmayabilir. (sf.25)
Nevroz nedir?
Bir nevroz, korkular ve korkulara karşı oluşturulan savunma mekânizmaları ile çatışmalı eğilimleri uzlaştırma çabalarının ortaya çıkarttığı bir psikolojik düzensizliktir. (sf.27)
İlk olarak, çatışmalarla dolu dış ortama bir tepki olarak doğan, böyle bir ortamla karşılaşılmadığında ise bireyin kişiliğini etkilemeyen nevrozlar vardır. (...) Ortam nevrozları ilgi alanımız içine girmemektedir, çünkü bunlar nevrotik kişilik yapıları değildirler ve yalnızca belirli zor bir duruma uyum eksikliği olarak ortaya çıkarlar. (...) Sıradan sağlıklı bir insan için hiç bir çatışma yaratmayan bir ortama nevrotik kişinin tepki gösterdiği görülür. (sf.28-29)
Sevilme ihtiyacı
... günümüz nevrotiklerinin en belirgin eğilimlerinden birisinin başkalarınca sevilmeye ve beğenilmeye olan aşırı bağımlılıkları olduğunu görürüz. (...) ilgili kişiye önem verip vermemelerinin ya da o kişinin yargılarının kendileri için bir anlamı olup olmamasının önemi yoktur. (...) Örneğin, birisi davetlerini kabul etmediğinde, bir süre kendisini aramadığında, hatta bir konuda aynı görüşte olmadığında kırılabilirler. Bu duyarlılık, bir "aldırmama" tutumuyla gözlenebilir. (sf.33)
Aşağılık ve yetersizlik duyguları hiç eksik olmayan özelliklerdir. (...) Bu aşağılık duyguları yakınmalar ya da kaygılar biçiminde yüzeyde görülebilirler (...) Diğer yanda, kendine olduğundan fazla değer vererek aşağılık duygularını telâfî edebilecek gereksinimlerle, dikkatleri herhangi bir şekilde üstünde toplamakla ya da kültürümüzde saygınlık ölçütleri olan paraya, eski tablolara, antika mobilyalara, kadınlara sahip olmakla, seyahat etmekle ya da üstün bilgi sahibi olmakla başkalarını ve kendini etkilemeye duyulan zorlu bir eğilimle gözlenmiş olabilirler. (sf.34)
Korku nedir? Endişe nedir?
Korku, kişinin karşılaştığı tehlikeyle orantılı bir tepkiyken, endişe tehlikesiyle orantısızdır, hatta düşsel tehlikelere karşı gösterilen tepkidir. (sf.38)
(...) bazı kişiler, sürekli olarak ölüm endişesi içindedirler; diğer yanda bu endişeden kurtulmak için gizli gizli ölmek isterler.
(...) korku durumunda tehlike nesnel, görünen bir şeydir, endişe durumunda ise tehlike öznel ve gizlidir.
(...) Korku ile endişeyi birbirinden ayırmak için pratik yol, nevrotik kişiyle konuşarak endişesini uzaklaştırmaya çalışmanın -kandırma yöntemi- yararsız olmasıdır. Nevrotik kişi olayları olduğu gibi değil, kendi bakış açısıyla görür. (sf.39)
Hepimizin, bilinç düzeyine çıkmayacak derecede hafif ve hemen unutacak kadar kısa süreli sevgi, öfke ve kuşku duygularımız vardır. Bu duygular bizimle ilişkisiz ve geçici olabilir, ama aynı zamanda artlarında büyük bir dinamik güç saklayabilirler. Bir duygunun bilincimizde uyandırdığı etkinin şiddetinin onun gücü ya da önemiyle bir ilgisi yoktur.
Bu, yalnızca haberimiz olmadan endişelerimiz olabileceği anlamına değil, aynı zamanda bilincinde olmamıza karşın bu endişelerin hayatımızı yönlendiren en önemli etken olduğu anlamına da gelir.
Kişi büyük bir tehlike karşısında etkin ve yürekli olabilir. Ama endişe karşısında kişi çaresizdir.
(...) Endişenin bir diğer yönü, bariz mantıksızlığıdır. Bazı insanlar için mantıksız etkenlerin onları kontrolleri altına almaları kadar dayanılmaz bir şey yoktur. (sf.40-41)
(...) Kendi içindeki bir şeyi değiştirmesi gerektiğini görecek ve kabullenecek yerde, sorumluluğu dış dünyaya atar ve böylece tutumunu belirleyen gerçek nedenlerle yüzyüze gelmekten kurtulur. (sf.43)
Endişeden kurtulmanın üçüncü yolu onu uyuşturmaktır. (...) Aşırı derecede bir uyuma gereksinimi de aynı gerçeğe hizmet edebilir; burada ayırıcı tanı uyanınca kişinin kendini dinlenmiş hissetmemesidir. (sf.46)
Ket vurma
Ket vurma, bazı belirli şeyleri yapma, hissetme ve düşünme yetersizliğidir, işlevi de kişinin bu şeyleri yapması, hissetmesi ya da düşünmesi halinde ortaya çıkabilecek olan endişeden kaçınmasıdır. (sf.47)
(...) özellikle önemli olan ket vurma, ister bir gezi konusunda, isterse yaşamın tümü konusunda, plan yapmamaktır. Nevrotikler evlilik ya da meslek seçimi gibi yaşamsal önemi olan konularda bile, ne istediklerini açıkça ortaya koymaktansa kendilerini akıntıya bırakırlar. (sf.35)
Nevroz ne kadar şiddetliyse, ket vurmaların sayısı da o derece çoktur. (sf.52)
Düşmanlık duygusu
Çeşitli biçimlerdeki düşmanca dürtüler nevrotik endişenin ana kaynağını oluştururlar. (sf.55)
Düşmanlığı bastırmak, her şeyin yolunda olduğunu, bu nedenle dövüşmemiz gerektiğinde ya da en azından dövüşmek istediğimizde, dövüşmekten kaçındığımızı "taslamaktan" başka bir şey değildir. Bu yüzden böyle bir bastırmanın kaçınılmaz ilk sonucu savunmasız kalma duygusunun ortaya çıkması, daha doğrusu zaten var olan savunmasızlık duygusunun güçlenmesidir. Kişinin çıkarları tehdit altındayken düşmanlık baskılanacak olursa, başkalarının bu durumdan yararlanma olanağı doğar. (sf.56)
Kişinin düşmanlık duygularının farkına varmasının dayanılmaz olmasının ana nedenleri kişinin düşmanlık beslediği insanı sevmesi ya da ona gereksinim duyması, düşmanlığı ortaya çıkaran kıskançlık ya da sahiplenme gibi nedenleri görmek istememesi ya da herhangi birine karşı duyulan düşmanlığın farkına varmaktan korkması olabilir. (sf.58)
Birey düşmanca dürtülerini dış dünyaya "yansıtır". İlk "kandırma" yani bastırma, bir ikincisini gerektirir: Kişi yıkıcı dürtülerin kendisinden değil, dışarıdan ya da başka birisinden geldiğine "kendisini inandırır" (sf.61)
Düşmanlık duygularını bastırarak kişi kendi tarafında düşmanlık olduğunu inkâr eder, bastırılmış düşmanlığını fırtınalara yansıtarak da başkalarının tarafındaki herhangi bir düşmanlığı inkâr eder. (sf.63)
Ne zaman endişe ya da endişe belirtileriyle karşılaşşam, aklıma gelen soru hangi duyarlı noktanın incindiği ve sonuçta düşmanlık doğurduğu ile bu düşmanlık duygularının bastırılmasını gerektiren koşulların neler olduğudur. (sf.67)
Nevroz çoğu zaman anne ya da babadan devralınır
Temel kötülük, değişmez bir şekilde, gerçek sevgi ve sıcaklığın eksikliğidir. Bir çocuk, birdenbire memeden kesme, arasıra dayak atma, cinsel deneyimler gibi çoğu kez yaralayıcı (travmatik - derin izler bırakan) diye nitelenen olaylara, istendiğini ve sevildiğini bildiği sürece kolaylıkla katlanabilir. (...) Bir çocuğun yeterli sevgi ve sıcaklık görememesinin gerçek nedeni, ana-babasının kendi nevrozları nedeniyle ona bunları verememesidir. (sf.70)
Ancak düş kırıklığı isyankâr bir düşmanlığın kuşkusuz tek kaynağı değildir. Gözlemler, yetişkinlerin olduğu gibi, çocukların da bir çok yoksunluğa, eğer bunların haklı bir nedeni olduğuna, gerekli ve amaçlı olduklarına inanırlarsa, katlanabildiklerini göstermiştir.
(...) Kuşkusuz kıskançlık da, yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da korkunç bir kine neden olabilir. (sf.71)
Söz ettiğimiz ortamı yaratan nevrotik ana-babalar genellikle kendi yaşamlarından hoşnut değillerdir: Ne duygusal ne de cinsel yönden doyurucu ilişkileri vardır ve bu nedenle de çocuklarını bir sevgi nesnesi haline getirmeye eğilimlidirler. (sf.73)
Çocuk ne denli korkutulursa, düşmanlığını o derece az gösterecek, hatta o derece az düşmanlık duyacaktır. Burada altta yatan duygu "düşmanlığımı bastırmalıyım, çünkü senden korkuyorum"şeklini almıştır. (sf.75)
Yasaklamalar ister bariz bir sessizlikle ister açık açık tehditler ve cezalarla ifade edilsin, bu yasaklamaların sonucunda çocuk yalnızca cinsellikle ilgili konuları merak etmenin ve cinsel faaliyetlerin yasak olduğunu düşünmekle kalmayacak, bu konularla ilgilenirse kendisinin pis ve iğrenç olduğuna inanacaktır. (sf.76)
Ama ailesindeki deneyimleri ne denli kötüyse, çocuk yalnızca ana-babasına ve kardeşlerine karşı bir kin geliştirmekle kalmayacak, diğer tüm insanlara karşı da o denli güvensiz ve öfkeli bir tutum takınacaktır.
"Kırılganım, çünkü incitildim!"
Dünya ile ilgili genel endişe de yavaş yavaş gelişebilir ya da artabilir. Böyle bir ortamda büyüyen bir çocuk, diğer insanlarla olan ilişkilerinde onlar kadar girgin ya da atak olmaya cesaret edemeyecektir. İsteniyor, seviliyor olmanın verdiği tatlı duyguyu yitirmiş olacak ve zararsız bir takılmayı bile zalim bir kabul edilmeme belirtisi olarak görecektir. Başkalarından daha kolay incinecek ve kendini korumada daha beceriksiz olacaktır.
(...) bu durum, düşman bir dünyada sinsice artan ve her şeyi kapsayan bir yalnızlık ve çaresizlik duygusudur. Bireysel kışkırtmalara gösterilen ani bireysel tepkiler bir kişilik tutumuna dönüşür. (sf.78)
Basit ortam nevrozlarında temel endişe bulunmaz. Bu nevrozlar, kişisel ilişkileri bozulmuş olan bireylerin gerçek çatışmalı durumlara gösterdikleri nevrotik tepkilerden kaynaklanırlar. (sf.79)
Nevrozların yapı taşı olarak tanımlanan insanlara yönelik temel endişe ve düşmanlık tutumu, daha az şiddetle de olsa, hepimizde gizlice bulunan "normal" bir tutum değil midir? (sf.82)
Savunma stratejileri
Bizim kültürümüzde insanların kendilerini temel endişeden korumak için başvurdukları dört ana yol vardır: Sevilmek, itaat etmek, güç, insanlardan uzaklaşmak.
(...) kişinin herhangi bir yolla kendisini başkalarına sevdirmesi endişeye karşı güçlü bir savunma aracı olarak işe yarar. Düşünce, "beni severseniz, bana kötülük yapmazsınız" olmuştur.
İtaat etme tutumu bir kuruluş ya da kişiyle ilgili değilse, herkesin her türlü isteğine uyma ve hoşnutsuzluk yaratacak her şeyden kaçınma şekline dönüşebilir. Böyle durumlarda birey kendi isteklerinin tümünü bastırır, eleştirme isteklerini bastırır, başkalarının kendisini kötüye kullanmasına hiç bir savunma yapmadan ses çıkarmaz ve hiç bir ayrım yapmadan herkese yardımcı olmaya hazır bekler.
(...) davranış şekillerini bencil olmamalarına ya da kendi isteklerinden bütünüyle vazgeçmeye kadar her türlü fedakârlığa hazır olduklarına inanmalarına bağlarlar. İtaat etmenin hem özel hem de genel şekillerinde temel ilke, "itaat edersem, kötülük görmem" olmuştur.
Burada kişi güvenliğe gerçek güç, başarı, para, beğenilme ya da düşünsel üstünlük yollarıyla ulaşmaya çalışır. (sf.84-85)
Başkalarına karşı maddi yönden bağımsız olabilmenin bir yolu da kişinin gereksinimlerini en aza indirmesidir.
Duygusal bağımsızlık ise tüm insanlardan duygusal olarak uzaklaşmakla sağlanabilir. (...) Böyle bir duygusal soyutlanmanın belirtileri kişinin kendisi de içinde olmak üzere hiç bir şeye önem vermemesi ciddiye almamasıdır ki bu duruma entellektüel çevrelerde sıklıkla rastlanır.
İnziva
Bu dünyadan uzaklaşma mekânizması, her ikisinde de insanın, kendi isteklerinden vazgeçmesi söz konusu olduğundan, itaat etme ya da boyun eğme mekânizmasıyla benzerlikler gösterir. Ama itaat etme tutumunda özveri, "iyi" olma ya da diğer insanların isteklerine boyun eğerek kendini güvenlikte hissetme amacını taşırken, dünyadan uzaklaşma tutumunda "iyi" olma düşüncesinin hiç bir önemi yoktur ve özveride bulunmanın amacı başkalarına karşı bağımsızlık kazanmaktır. Burada ilke "Eğer her şeyden uzaklaşırsam, bana hiç bir şey zarar veremez" şeklini almıştır.
Temel endişeye karşı korunma amacını taşıyan bu girişimlerin nevrozlarda oynadığı rolün önemini değerlendirebilmek için bunların şiddetini anlamak gereklidir.
Ancak çoğu zaman, güvenliğe ulaşma çabaları tek bir yolla sınırlı kalmaz, birden fazla yola aynı anda başvurulur, bu ise bu yolların birbirlerine karşıt yönde işlemeleri nedeniyle işleri daha da kötüleştirir. Sonuçta nevrotik insan aynı anda hem herkese egemen olmaya hem de herkes tarafından sevilmeye çabalar, aynı anda hem herkese uyum göstermeye hem de kendi isteklerini onlara kabul ettirmeye çalışır, hem insanlardan uzaklaşmak ister hem de onların ilgisi, sevgisi için kıvranır. Nevrozların devimsel çekirdekleri genellikle işte bu çözümsüz çatışmalardır.
Kişisel isteklerle toplumsal gereklerin çatışması mutlaka her zaman nevrozlara yol açmaz ama bunlar yaşamda gerçek kısıtlamalara neden olabilirler, yani isteklerin frenlenmesine ya da bastırılmasına, daha genel bir terimle, gerçek acılara neden olurlar. Bir nevroz, ancak böyle bir çatışma endişeye yol açarsa ve endişeyi yatıştırma girişimleri de bunun karşılığında, aynı derecede zorunlu olmakla birlikte birbirleriyle uyuşmayan, savunma eğilimlerine yol açarsa ortaya çıkar. (sf.86-87-88)
Dostları ilə paylaş: |