Vedat Çorlu Max Brod'a



Yüklə 306,46 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix29.12.2021
ölçüsü306,46 Kb.
#48259
Franz Kafka - Dönüşüm




Vedat Çorlu Max Brod'a...

Kafka'nın vasiyeti hilafına, bu büyük yapıtları yakmayarak bize ve insanlığa kazandırdığı

için...

Türkçe Yayımlayanın Notu İthaf ya da neden yeni bir çeviri?

"... uğraşınaa tam anlamıyla gönül vermiş çevirmen, yabancı dilde okuduğu bir yazara ve

yaratısına  bir  kez  vurulmayagörsün;  ondan  sonra  o  yazan  -daha  önce  başkaları  tarafından

kaç  kez  çevrilmiş  olursa  olsun-  bir  de  kendi  anlatmak,  o  çevirmen  için  tam  bir  tutkuya

dönüşür.  Bu  tutku,  hiçbir  zaman  kendi  yapacağı  çevirinin  öncekilerden  üstün  olacağı

inancından kaynaklanmaz - belki kaynaklanmamalıdır da."

Ahmet  Cemal,  Ekim  1986  tarihli,  Dönüşüm  çevirisine  yazdığı  önnotunda,  neden  "yeni  bir

çeviri"  sorusunu  çok  vazıh  bir  biçimde  yanıtlar.  İçten  ve  yalın  bir  dille,  "tutku"  kavramıyla

açıklar bu girişimi. Gerçekten de öyle, Kafka bir tutkudur.

Peki  bir  yayıncı  için  durum  farklı  mıdır?  Sanmıyorum.  Kendi  erken  ve  yetersiz

okumalarım sonrasında dehasına hayran olduğum yazarların başında gelir Kafka! O tüm bir

yazın tarihinin en güçlü ve en trajik yazarlarındandır kanımca hattâ en güçlüsûdür. Ve daha

ilk okuduğum günden beri aklımda gezdirdiğim ve yayıncılığa başladığım ilk günden bu yana

da sürekli yayımlamayı tasarladığım dâhi yazarımdır benim, tşte bir yayıncı olarak beni yeni

bir  çeviri  yayımlamaya  iten  saik  de  salt  budur  zaten,  Kafka'ya  olan  büyük  hayranlığım,

tutkum ve bağlılığım.

Kafka'nm sanatı ulaşılması zor bir ufku işaret eder, alımlanmasıyla ilgili kimi yanılgıları da

göz  ardı  edersek,  o  sanatıyla  çoktan  ebedileşmiştir.  Trajik  olansa,  böylesi  bir  dehanın

vasiyetinde  tüm  yapıtlarının  yakılmasını  talep  etmiş  olmasıdır.  Bu  dizimizi,  bu  trajik  isteği

yerine  getirmeyerek  Kafka  Külliyatı'nı  bize  ve  insanlığa  kazandıran  Max  Brod'a  ithaf

ediyoruz...

Ahmet ÖZ



I

Gregor  Samsa  bir  sabah  huzursuz  düşlerden  uyandığında,  kendini  yatağında  dev  bir

böceğe  dönüşmüş  olarak  buldu.  Zırhı  andıran  sertlikteki  sırtının  üzerinde  yatmaktaydı  ve

başını  azıcık  yukarı  kaldırdığında  kubbemsi,  kahverengi,  yay  biçimindeki  sertliklerce

bölümlenmiş; üstünde, tutuna-bileceği hiçbir şey kalmamış ve neredeyse tamamen kaymak

üzere  olan  yorganın  bulunduğu  kamını  gördü.  Diğer  kısımlarıyla  karşılaştırıldığında

acınacak denli ince bir sürü bacağı, gözlerinin önünde çaresizce parıldıyordu.

"Bana ne olmuş böyle?" diye düşündü. Bu bir düş değildi. Gerçek, ama biraz fazla küçük,

insanlara  özgü  odası,  yabancısı  olmadığı  dört  duvar  arasında  sakince  durmaktaydı.

Üstünde  ambalajından  çıkarılmış  kumaş  örneklerinden  oluşan  bir  koleksiyonun  -Samsa  bir

satış  temsilcisiydi-  yayılı  olduğu  masanın  üzerinde,  kısa  bir  süre  önce  resimli  bir  dergiden

kesip, altın yaldızlı hoş bir çerçevenin içine koymuş olduğu resim asılıydı. Kürk şapka ve bir

kürk atkıyla bezenmiş, içinde önkolunun tamamının kaybolduğu ağır bir kürk manşonu olan,

dimdik  oturduğu  yerden  gözlerini  izleyiciye  doğru  kaldırır  gibi  görünen  bir  kadını

canlandırıyordu resim.

Gregor'un  bakışları  daha  sonra  pencereye  yöneldi;  dışarıdaki  can  sıkıcı  hava  -

pencerenin  pervazına  çarpan  yağmur  damlalarının  sesi  duyuluyordu-  onu  tümüyle

kederlendirdi. "Biraz daha uyusam ve tüm bu saçma sapan şeyleri unutsam, ne olur sanki,"

diye  düşündü,  ne  var  ki  bunu  yapması  kesinlikle  mümkün  değildi;  çünkü  sağ  yanma  dönük

halde  yatmaya  alışıktı,  ama  içinde  bulunduğu  koşullarda  kendini  bu  konuma  getiremezdi.

Sağ  tarafına  dönmek  için  ne  kadar  güç  harcarsa  harcasın,  sürekli  sırt  üstü  konumuna

yuvarlanıyordu gerisin geriye. Bunu belki yüz kere denedi, debelenen bacaklarını görmemek

için  gözlerini  kapadı  ve  ta  ki  daha  önce  hissetmediği,  hafif,  boğuk  bir  acı  duyunca  bıraktı

uğraşmayı.

"Aman  Tanrım,"  diye  düşündü,  "ne  yorucu  bir  meslek  seçmişim  ben  böyle!  Her  günüm

yolda geçiyor. Bu iş mağazadaki esas işlerden çok daha yorucu, yetıjniyormuş gibi bir de şu

yolculuk zahmeti; tren bağlantılarını yakalama, düzensiz, kötü yemek yeme; sürekli değişen,

uzun süreli olmayan, asla içtenlik kazanmayan insan ilişkileri gibi sıkıntılar da cabası. Bütün

bunların  canı  cehenneme!"  Karnının  tepesinde  hafif  bir  kaşıntı  hissetti;  başını  daha  rahat

kaldırabilmek  için  sırtüstü  halde  yavaşça  yatağın  köşesine  yaklaştı;  ne  işe  yaradığını

anlayamadığı  bir  sürü  beyaz  beneğin  yer  aldığı  kaşıntılı  noktayı  buldu;  bacaklardan  biriyle

bu noktaya dokunmak istedi, ama hemen geri çekti; çünkü dokunur dokunmaz bütün vücudu

ürperiverdi.



Gerisin  geri  eski  konumuna  kaydı.  "Şu  erken  kalkma  yok  mu,"  diye  düşündü,  "insanı

aptallaştırıyor.  İnsan  uykusunu  almalı.  Elin  satıcıları  haremdeki  kadınlar  gibi  yaşıyor.

Örneğin  ben  aldığım  siparişleri  temize  çekmek  üzere  öğleden  önce  otele  geri  dönmüş

olduğumda,  beyefendilerimiz  kahvaltıya  yeni  oturmuş  oluyor.  Böyle  bir  şeyi  patronuma  ben

yapsam, anında kapının önüne koyar beni.

"Kimbilir,  belki  de  benim  için  en  iyisi  bu  olurdu.  Annemle  babam  yüzünden  kendimi

tutmasaydım,  şimdiye  çoktan  ayrılırdım;  patronumun  karşısına  geçip  kalbimden  ne

geçiyorsa  anlatırdım.  Kürsüsünden  düşüverirdi  valla!  Kürsüde  oturup  çalışanına  tepeden

bakmak  da  tuhaf  tabii;  hele  bir  de  berikinin  patronunun  kulağının  ağır  işitmesi  yüzünden

kürsüye  iyice  yaklaşması  gerekiyorsa.  Neyse  ki  henüz  umutlar  tükenmiş  değil;  annemle

babamın  patrona  olan  borçlarını  ödeyebilecek  kadar  para  biriktir  biriktirmez  -taş  çatlasın

beş  altı  yıl  daha  yani-  kesinlikle  yapacağım  aklıma  koyduğum  şeyi.  İşi  kökünden

halledeceğim. Ama  şu  anda  ayağa  kalkmak  zorundayım,  çünkü  trenim  saat  beşte  hareket

ediyor."


Bunun  üzerine,  dolabın  üzerinde  işleyen  çalar  saate  baktı.  "Ulu  Tanrım!"  diye  düşündü.

Saat altı buçuktu ve yelkovan yavaşça ilerlemeye devam ediyordu; hattâ buçuğu da geçiyor,

çeyrek  kalaya  yaklaşıyordu.  Saat  çalmamış  olabilir  miydi?  Yataktan  bakıldığında  saatin

doğru şekilde dörde kurulmuş olduğu görülüyordu; kesin çalmıştı da. İyi de, mobilyaları bile

titreten  bu  sesi  işitmeden  uyuya  kalmış  olması  mümkün  müydü  ki?  Gerçi  huzurlu  uyuduğu

söylenemezdi,  ama  derin  uyuduğu  kesindi.  Peki  şimdi  ne  yapacaktı?  Bir  sonraki  tren

yedideydi;  ona  yetişebilmek  için  deliler  gibi  acele  etmesi  gerekiyordu  ve  koleksiyonu  da

paketlenmemişti  henüz,  üstelik  kendisini  kesinlikle  öyle  diri  ve  hareketli  de  hissetmiyordu.

Ayrıca,  trene  yetişse  bile,  patronunun  gazabından  kurtulamazdı;  çünkü  mağaza  hizmetlisi

beş  treninde  beklemiş  ve  onun  yetişemediğini  çoktan  bildirmiş  olmalıydı.  Patronun

dalkavuğuydu;  kişiliksiz  ve  akılsız  biriydi.  Peki  ya  hasta  olduğunu  bildirseydi?  Ama  bu  son

derece  utanç  verici  ve  kuşku  uyandırıcı  bir  hareket  olurdu;  çünkü  Gregor  beş  yıllık  hizmeti

boyunca  bir  kez  dahi  hasta  olmamıştı.  Patronu  kesinlikle  yanında  sigorta  doktoruyla  gelir,

oğullarının  tembelliği  yüzünden  annesiyle  babasına  sitemler  yağdırır  ve  bütün  itirazları,

kendisine  göre  zaten  sadece  ve  sadece  sağlıklı,  ama  işten  kaytaran  insanların  olduğunu

savunan  sigorta  doktorunun  vereceği  bilgilere  yaslanarak  geçersiz  bulurdu.  Peki  doktor  bu

durumda  tümüyle  haksız  mıydı?  Gregor  uzun  uykunun  ardından  gelen  gereksiz  uyku

sersemliği hariç, kendisini gerçekten çok iyi hissediyordu ve de çok büyük bir iştaha sahipti.

Bütün bunları büyük bir aceleyle düşünürken ve yatağı terk edip etmemekte -bu sırada saat

yediye  çeyrek  kalayı  çaldı-karar  verememişken,  yatağının  başucundaki  kapı  dikkatle

çalındı.

"Gregor," diye seslenildi, -annesiydi- "yediye çeyrek var. Yola gitmeyecek miydin sen?" O

yumuşacık  ses!  Yanıt  veren  sesini  duyunca  korktu;  bu  ses  onun  eski  sesiydi,  bunda  şüphe

yoktu;  ancak  bu  sese  alttan  alta,  bastırılamayan,  acı  dolu  bir  cıyaklama  sesi  karışıyor,  bu

cıyaklama,  sözcüklerin  özelliklerini  sadece  ilk  bakışta  korur  görünüyor,  ama  tekrar

tınladıklarında  öylesine  bozuyordu  ki,  dinleyeni  doğru  işitip  işitmediği  konusunda  şüpheye

düşürüyordu.  Gregor  ayrıntılı  bir  yanıt  verip  her  şeyi  açıklamak  istiyordu  aslında,  ama  bu



koşullar altında "Evet, evet, sağol anne, kalkıyorum," demekle yetindi. Ahşap kapı yüzünden

Gregor'un sesindeki değişiklik dışarıdan pek anlaşılmıyordu herhalde, çünkü annesi onun bu

açıklaması  üzerine  rahatlayıp  kapıdan  uzaklaştı.  Gelgeldim  bu  kısa  konuşma,  ailenin  öteki

üyelerinin dikkatini Gregor'un beklenenin aksine hâlâ evde olduğu konusuna çekti ve hemen

yan  kapılardan  birine  babası  zayıfça,  ama  yumrukla  vurmaya  başladı.  "Gregor,  Gregor,"

diye  bağırdı,  "ne  oldu?"  Ve  çok  geçmeden  tekrar  uyardı,  bu  kez  daha  kalın  bir  sesle:

"Gregor!  Gregor!"  Ama  diğer  yan  kapıda  kız  kardeşinin  alçak  sesle  yakınması  duyuldu:

"Gregor?  Kendini  iyi  hissetmiyor  musun?  Bir  isteğin  var  mı?"  Gregor  her  iki  tarafa  birden

yanıt verdi: "Tamam, geliyorum," dedi ve olabilecek en özenli ifadeleri kullanarak ve tek tek

sözcüklerin  arasına  serpiştirdiği  duraklamalar  aracılığıyla  sesindeki  dikkat  çekici  pürüzleri

ayıklamaya  çalıştı.  Babası  da  kahvaltısına  geri  döndü,  kız  kardeşi  ise  "Gregor,  kapıyı  aç,

yalvarıyorum  sana,"  diye  fısıldadı.  Ama  Gregor  kesinlikle  kapıyı  açmayı  düşünmüyordu;

aksine,  yolculuklarından  devraldığı,  geceleri  evdeyken  bile  bütün  kapıları  kilitleme

alışkanlığını övmekle meşguldü.

İlkin  sakin  bir  şekilde,  rahatsız  edilmeden  ayağa  kalkmak,  giyinmek  ve  öncelikle  de

kahvaltı  etmek  istedi,  gerisini  ise  ancak  sonra  düşünecekti;  çünkü  yatakta  düşünerek  bir

sonuca ulaşamayacağını anlamış olmalıydı. Daha önceleri de sık sık yatakta belki biçimsiz

yatmaktan  kaynaklanan,  ama  ayağa  kalkar  kalkmaz  aslında  kuruntudan  başka  bir  şey

olmadığı  anlaşılan  hafif  ağrılar  hissettiğini  hatırladı  ve  bugünkü  sezilerinin  yavaşça  nasıl

dağılacağını  merak  etmeye  başladı.  Sesindeki  bu  değişikliğin,  güçlü  bir  soğuk  algınlığının,

yani sürekli yolculuk edenlere özgü bir meslek hastalığının habercisi olduğundan en ufak bir

şüphesi  yoktu.  Yorganı  atmak  çok  kolaydı;  gövdesini  birazcık  şişirmesiyle  yorgan

kendiliğinden  düşerdi.  Ama  gerisi  zordu,  özellikle  de  gövdesinin  bir  hayli  geniş  olması

yüzünden.  Kendisini  doğrultabilmesi  için  kol  ve  ellere  ihtiyacı  vardı;  oysa  bunun  yerine  hiç

durmadan çeşitli yönlere doğru hareket eden, ayrıca idare de edemediği şu bir sürü küçük

bacağa sahipti. Birini bir kerecik bükmeye çalıştığında, hareket edip doğrulan ilki oluyordu;

bu  bacağıyla  yapmak  istediği  şeyi  yapmaya  yeltendiğindeyse  bu  arada  öteki  bacaklar  da

adeta  ipini  koparmışçasına,  hızlı,  acı  veren  bir  telaşla  çalışmaya  başlıyorlardı.  "Yatakta

miskin miskin yatmaya bir son vermeli," dedi Gregor.

Önce gövdesinin alt bölümüyle çıkmak istiyordu yataktan, ama henüz görmediği ve nasıl

bir şey olduğunu henüz anlayamadığı bu alt bölümü hareket ettirmek son derece güçtü; çok

yavaş  ilerliyordu;  sonunda,  neredeyse  çılgına  dönmüş  bir  halde,  bütün  gücünü  toplayarak

ve hiçbir şeyi umursamadan kendini ileriye doğru itiverdi; yönünü yanlış seçtiğinden yatağın

ayakucundaki  demire  hiddetle  çarptı;  duyduğu  şiddetli  acı  ona  gövdesinin  tam  da  bu  alt

bölümünün şu anda belki de en hassas yeri olduğunu öğretti.

Bu nedenle önce gövdesinin üst bölümünü çıkarmaya çalıştı yataktan ve başını dikkatlice

yatağın  kenarına  doğru  çevirdi.  Bu  gayet  kolay  oldu;  ağır  ve  geniş  olmasına  rağmen

gövdesi sonunda başın döndüğü yöne doğru yavaşça ilerledi.

Ancak sonunda başını yatağın dışında, boşlukta tuttuğunda, bu şekilde daha fazla ileriye

doğru  ilerlemekten  korktu;  çünkü  sonuçta  kendini  böyle  aşağı  bırakacak  olursa  başının




yaralanmaması  için  mucize  olması  gerekirdi.  Bilincini  özellikle  şimdi  kesinlikle

kaybetmemeliydi; yatakta kalma pahasına.

Gelgelelim,  tekrar  aynı  çabanın  ardından,  iç  çekerek,  eskisi  gibi  yattığında  ve  çırpı

bacaklarının da yine, belki bu kez daha kızgın bir halde birbirleriyle savaştıklarını görünce,

bu  başına  buyrukluğa  huzur  ve  düzen  getirmenin  olanaklı  olmadığını  anladı;  yatakta

kalmasının kesinlikle imkansız olduğunu ve yataktan kurtulabilmesi için en ufak bir umut var

ise,  gerekirse  her  şeyi  feda  etmenin  en  doğrusu  olacağını  düşündü  tekrar.  Bir  yandan  da,

sakin ve huzurlu bir anda düşünüp taşınmanın ümitsizlik içinde verilmiş kararlardan çok daha

iyi  olduğunu  hatırlatıyordu  arada  sırada  kendisine.  Böylesi  anlarda  gözlerim  olabildiğince

keskin bir halde pencereye yöneltiyordu, ama dar sokağın karşı tarafını bile kaplamış olan

sisten umut ve canlılık çıkarmak güçtü. "Saat yedi oldu bile," dedi kendi kendine, çalar saat

tekrar  çalınca,  "yedi  oldu,  ama  halen  sis  var."  Ve  kısacık  bir  süre  boyunca,  belki  bu

büsbütün sessizlikten gerçek ve olağan koşulların geri gelmesini bekliyormuşçasına, sakince

ve azıcık soluk alıp vererek yatakta yattı.

Ardından  ise  şöyle  dedi  kendine:  "Saat  yedi  çeyrek  olmadan  mutlaka  yataktan  çıkmış

olmalıyım.  Hem  o  zamana  kadar  mağazadan  biri  beni  sormaya  gelir  kesin,  çünkü  mağaza

yediden önce açılıyor." Böylece gövdesini uzunlamasına eşit oranda olacak şekilde yataktan

dışarıya  doğru  sallandırmaya  başladı.  Kendisini  yataktan  bu  halde  düşürecek  olursa,

düşme sırasında iyice kaldıracağı başı büyük olasılıkla yaralanmayacaktı. Sırt kısmı serte

benziyordu;  halının  üzerine  düşmesi  halinde  bir  şey  olmazdı.  En  büyük  kaygısı,  yere

düştüğünde  çıkacak  olan  ve  evin  bütün  kapılarının  ardında,  korku  değilse  bile  merak

uyandıracak gürültünün nasıl giderileceğiydi. Ama buna cesaret edilmesi gerekiyordu.

Gregor  gövdesinin  yansıyla  yataktan  dışarıya  sarktığında,  -bu  yeni  yöntem,  gayretten

çok  bir  oyun  gibiydi,  sadece  sürekli  sırtı  üstü  salınması  gerekiyordu-  birilerinin  yardıma

gelmesi  halinde,  her  şeyin  nasıl  da  kolay  olabileceğini  fark  etti.  Güçlü  iki  kişi  -babasıyla

hizmetçi kızı düşündü- yeter de artardı; kollarını onun kubbemsi sırtının altına sürüp onu bu

şekilde  yataktan  çekmeleri,  yükle  birlikte  yere  doğru  eğilip  ardından  da,  sonunda  küçük

bacakları belki duyu kazanır umuduyla, onun döşemenin üzerinde perende atmasını sabırla

beklemeleri  yeterliydi.  Şimdi,  kapıların  tamamen  kilitli  oldukları  bir  yana  bırakılacak  olsa,

yardım  istemeli  miydi  gerçekten?  İçinde  bulunduğu  zor  duruma  rağmen  bu  düşünce

karşısında gülümsemekten alamadı kendini.

Güçlü salımmlarda dengesini sağlayamıyordu artık; bir an önce kesin bir karara varması

gerekiyordu; çünkü beş dakika sonra saat yedi çeyrek olacaktı - derken evin kapısı çalındı.

"Mağazadan biri olmalı," dedi kendi kendine ve kaskatı kesildi, çırpı bacaklarıysa bu sırada

daha bir telaşla dans ediyorlardı. Bir an için ortalık tamamen sessizleşti. "Açmıyorlar," dedi

Gregor kendi kendine, anlamsız rasgele bir umudun etkisinde. Ama neden sonra kapıcı kız

emin adımlarla gidip kapıyı açtı tabii ki. Gregor'un, konuğun ilk selam sözcüğünü duyması,

kimin  geldiğini  anlaması  için  yetmişti  -  mağazanın  yetkili  temsilcisinin  kendisiydi.  Gregor

neden  en  küçük  bir  ihmalin  hemen  en  büyük  kuşkuyu  uyandırdığı  bir  şirkette  çalışmaya

mahkumdu  acaba?  Çalışanların  hepsi  de  istisnasız  serseri  miydi;  aralarında  sabahın




sadece  birkaç  saatçiğini  işi  için  ayırmadığında  vicdan  azabından  deliye  dönecek  ve  adeta

yataktan  çıkamayacak  olan  sadık  bir  insan  yok  muydu  yani?  Bilgi  edinmek  için  -bu  sorgu

suale  gerek  de  yoktu  ya-  bir  çırağın  gönderilmesi  yeterli  olmaz  mıydı  gerçekten,  mutlaka

yetkili  birinin  mi  gelmesi  gerekiyordu?  Ve  böylelikle,  bu  kuşku  dolu  konunun,  bir  tek  yetkili

temsilcinin  sağduyusuna  teslim  edilebileceği,  suçsuz  olan  bütün  aile  üyelerine  gösterilmesi

gerekli  miydi?  Ve  Gregor  doğru  bir  karardan  çok  bu  düşüncelerin  neden  olduğu  heyecanın

sonucu,  var  gücüyle  yataktan  atıverdi  kendini.  Yüksek  sesli  bir  çarpma  işitildi,  ama  öyle

büyük  bir  gürültü  sayılmazdı.  Düşüş  halı  sayesinde  birazcık  olsun  yumuşatılmıştı,  sırt  da

Gregor'un tahmininden daha esnekti; dikkatleri pek çekmeyen boğuk sesin nedeni de buydu

zaten. Bir tek başını yeterince dikkatli tutmamış, bu yüzden de çarpmıştı; başını döndürüp

halıya sürttü kızgınlık ve acıdan.

"İçeride  bir  şey  düştü,"  dedi  yetkili  temsilci  soldaki  odada.  Gregor,  bugün  kendisinin

başına  gelen  şeyin  benzerinin  bir  kerecik  olsun  yetkili  temsilcinin  de  başına  gelip

gelemeyeceğini  canlandırmaya  çalıştı  zihninde;  bunun  olma  olasılığım  teslim  etmek

gerekirdi  aslında.  Gelgeldim  yan  odadaki  yetkili  temsilci  şimdi  bu  soruya  kaba  bir  yanıt

verircesine  belirli  bir  iki  adım  atıp  parlak  çizmelerini  gıcırdattı.  Sağdaki  odadan  kız

kardeşinin fısıldayan sesi duyuldu: "Gregor, yetkili temsilci burada."

"Biliyorum,"  dedi  Gregor  kendi  kendine;  ama  bunu  kız  kardeşinin  de  duyabileceği  kadar

yüksek sesle söylemeye cesaret edemedi.

"Gregor," dedi bu kez de babası soldaki odadan, "Sayın Yetkili Temsilci burada ve senin

neden sabahın ilk trenine binmediğini soruyor. Ona ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Hem seninle

yalnız  konuşmak  istiyor.  O  yüzden  kapıyı  aç  hadi.  Odanın  dağınıklığının  kusuruna

bakmayacaktır."  "Günaydın,  Bay  Samsa,"  diye  seslendi  yetkili  temsilci  arada.  "Kendini  iyi

hissetmiyor,"  dedi  annesi  yetkili  temsilciye,  babası  kapıda  konuşurken  henüz,  "Kendini  iyi

hissetmiyor,  inanın  bana,  Sayın  Yetkili  Temsilci.  Yoksa  Gregor  treni  neden  kaçırsın!

Oğlumun  aklı  fikri  işinde  yoksa.  Akşamları  dışarı  bile  çıkmamasına  içerleyip  duruyorum;

sekiz  gündür  şehirde  olduğu  halde,  bir  akşam  bile  evden  dışarıya  adımını  atmadı.  Bizimle

birlikte ya masanın başında oturur ya sessizce gazete okur, ya da tren seferlerini ezberler.

Kıl  testeresiyle  oyalanması  bile  eğlencedir  onun  için.  Örneğin  iki  üç  gece  içerisinde  oymalı

küçük  bir  çerçeve  yapıverdi;  görseniz  şaşarsınız;  öyle  güzel  oldu  ki;  içeride,  odada  asılı

duruyor;  Gregor  açtı  mı  görürsünüz.  Sayın  Yetkili  Temsilci,  burada  olduğunuz  için  de

memnunum ayrıca; bir başımıza ona kapıyı açtıramazdık; çok inatçıdır, sabah inkar ettiyse

de hasta olduğundan eminim."

"Birazdan geliyorum," dedi Gregor yavaş ve düşünceli bir ifadeyle ve konuşmaların tek bir

sözcüğünü bile kaçırmamak için yerinden kıpırdamadı. "Doğrusu ben de başka bir açıklama

bulamıyorum  Hanımefendi,"  dedi  yetkili  temsilci,  "umarım  ciddi  bir  şey  değildir.  İzninizle

şöyle  söyleyeyim;  -ne  yazık  ki,  ya  da  ne  mutlu  ki,  nasıl  isterseniz  artık-  ticaretle  uğraşan

bizler,  hafif  bir  rahatsızlığı  işlerimiz  yüzünden  çoğu  zaman  görmezlikten  gelmek  zorunda

kalırız."  "Sayın  Yetkili  Temsilci  yanma  gelebilir  mi  artık?"  dedi  sabırsız  babası  ve  tekrar

kapıya vurmaya başladı. "Hayır," dedi Gregor. Soldaki odada utanç verici bir sessizlik oldu,




sağdaki odadaysa kız kardeşi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Kız  kardeşi  neden  ötekilerin  yanma  gitmiyordu  ki?  Belli  ki  yataktan  yeni  kalkmıştı  ve

giyinmeye  henüz  başlamamıştı.  İyi  ama  neden  ağlıyordu  ki?  Gregor  kalkmadığı  ve  yetkili

temsilciyi  içeri  almadığı  için  mi;  görevini  kaybetme  tehlikesiyle  karşı  karşıya  olduğu  için  mi;

patronu  annesiyle  babasından  eski  borçlarını  isteyeceği  için  mi?  Bütün  bunlar  şimdilik

gereksiz  kaygılardı.  Gregor  henüz  buradaydı  ve  ailesini  terk  etmeyi  aklından  bile

geçirmiyordu.  Şu  anda  halının  üzerinde  yatıyor  olmalıydı  ve  onun  içinde  bulunduğu  durumu

bilen  biri,  yetkili  temsilcinin  içeri  girmesini  ondan  ciddi  ciddi  istemezdi.  Ama  daha  sonra

kolaylıkla uygun bir özür bulabileceği bu nezaketsizlik için Gregor hemen işten çıkarılamazdı

ya.  Gregor'a,  ağlama  ve  ikna  etme  çabalarıyla  onu  rahatsız  edeceklerine,  şimdilik  rahat

bırakmaları daha akıllıca görünüyordu. Ne var ki ötekilerin böyle ısrarcı olmalarına yol açan

ve davranışlarını hoş gösteren şey de bu bilinmezlikti işte.

"Bay  Samsa,"  diye  seslendi  yetkili  temsilci  yüksek  sesle,  "neyiniz  var?  Kendinizi  odanıza

kapatmışsınız,  sorulara  sadece  evet  ya  da  hayırla  yanıt  veriyorsunuz,  anne  babanıza

gereksiz  yere  ağır  sıkıntılar  veriyorsunuz  ve  -bunu  da  söylemiş  olayım-  işle  ilgili

yükümlülüklerinizi  de  hiç  olmayacak  şekilde  ihmal  ediyorsunuz.  Ben  anne  babanız  ve

patronunuz  adına  konuşuyorum  ve  sizden  ciddi  olarak  derhal  anlaşılır  bir  açıklama  rica

ediyorum. Şaşırdım, gerçekten şaşırdım. Sizi sakin, aklı başında bir insan olarak tanıdığımı

sanıyordum, oysa şimdi birdenbire garip davranışlar içine girmeye başladınız. Gerçi patron

bana  bu  sabah  sizin  işi  savsaklamanızla  ilgili  olası  bir  açıklamada  bulunmaya  çalıştı,  -kısa

bir süredir size emanet edilmiş olan tahsilatları kastediyordu- ama ben bu açıklamanın pek

de  yerinde  olamayacağına  dair  gerçekten  de  şeref  sözü  verdim.  Ama  şimdi  sizin  bu  akıl

almaz  inatçılığınızı  görünce  böyle,  sizin  yanınızda  olmak  konusunda  bütün  istek  ve  arzumu

kaybediyorum.  Ve  konumunuz  da  öyle  çok  sağlam  değil  doğrusu.  Aslında  bütün  bunları

sizinle  baş  başa  konuşmaktı  benim  niyetim,  ama  şu  anda  zamanı  boşa  harcıyorsunuz

madem,  konuştuklarımızı  neden  sayın  anne  babanız  da  duymasın,  diye  soruyorum  kendi

kendime.  Son  günlerde  veriminiz  son  derece  düşüktü;  gerçi  öyle  olağanüstü  işler

çıkarılacak  bir  mevsimde  değiliz,  bunu  takdir  ediyoruz;  ama  hiç  iş  çıkarılamayacak  bir

mevsim de kesinlikle yoktur Bay Samsa, böyle bir şey asla olamaz."

"Ama  Sayın  Yetkili  Temsilci,"  diye  seslendi  Gregor  yüksek  sesle  ve  diğer  her  şeyi

unutuverdi,  "birazdan  açacağım  kapıyı  işte.  Küçük  bir  rahatsızlık,  bir  baş  dönmesi  ayağa

kalkmama  engel  oldu.  Şu  anda  hâlâ  yataktayım.  Ama  şimdi  gayet  dincim  yine.  Hemen

çıkıyorum  yataktan.  Birazcık  daha  sabır  lütfen!  Sandığım  kadar  iyi  değilim  henüz.  Ama

birazcık  iyiyim.  İnsanı  nasıl  da  çarpıyor  meret!  Daha  dün  akşama  kadar  sapasağlamdım,

annem babam da şahitler, daha doğrusu, dün akşam küçük bir şüphe doğdu içime.

Kendime  bir  baktırsaydım  keşke.  Ne  diye  mağazaya  bildirmedim  ki  bu  durumu!  Siz  de

bilirsiniz,  insan  hastalığı  evde  kalmadan  da  atlatacağını  sanıyor.  Sayın  Yetkili  Temsilci!

Annemle  babamı  üzmeyesiniz!  Şu  anda  bana  yönelttiğiniz  suçlamaların  hiçbir  nedeni  yok;

hem kimse bana bu konuda tek bir kelime bile söylemedi. Gönderdiğim son siparişleri galiba

okumadınız.  Ayrıca  hemen  sekiz  treniyle  yola  koyulacağım,  bu  bir  iki  saatlik  dinlenmeyle




gücüme  tekrar  kavuştum.  Siz  hiç  oyalanmayın  burada  Sayın  Yetkili  Temsilci;  birazdan  ben

de işte olacağım, size zahmet olacak, bunu patrona söyleyip selam ve saygılarımı da iletin

lütfen!"

Gregor  bütün  bunları  bir  çırpıda  söyledi  ve  o  anda  ne  dediğinin  farkında  bile  değildi;  bu

arada,  demin  yatakta  edindiği  deneyimle  kolayca  dolaba  yaklaştı  ve  buna  yaslanarak

doğrulmaya  çalıştı.  Gerçekten  de  kapıyı  açmak,  gerçekten  de  kendini  gösterip  yetkili

temsilciyle konuşmak istiyordu; onu bu kadar ısrarla isteyenlerin onun bu halini gördüklerinde

ne  diyeceklerini  çok  merak  ediyordu.  Korkacak  olurlarsa  Gregor'un  bir  sorumluluğu

kalmayacak ve rahatlayacaktı. Ama olup biteni sakince karşılayacak olurlarsa, o vakit onun

da heyecanlanmasına neden olmayacaktı ve acele ettiği takdirde saat sekizde gerçekten de

tren istasyonunda olabilirdi.

Dolabın  kaygan  yüzeyinde  önce  bir  iki  kere  kaydı,  ama  sonunda  son  bir  hamle  yaparak

doğruldu;  gövdesinin  alt  kısmındaki  yakıcı  ağrılara  aldırış  etmiyordu  artık.  Şimdi  de

yakındaki  sandalyenin  arkalığına  yasladı  kendisini  ve  çırpı  bacaklarıyla  da  arkalığın

kenarına yapıştı sıkı sıkıya. Ama bu şekilde egemenliği de eline geçirmişti ve sustu, çünkü

yetkili temsilciyi duyabiliyordu artık.

"Tek bir kelime anlayabildiniz mi?" diye sordu yetkili temsilci anneyle babaya, "bizi budala

yerine  mi  koymaya  çalışıyor  acaba?"  "Tanrı  aşkına,"  diye  bağırdı  annesi,  ağlamaya

başlamıştı,  "belki  ağır  hastadır,  bizse  ona  acı  çektiriyoruz!  Grete!  Grete!"  diye  bağırdı

ardından. "Evet anne?" diye seslendi kız kardeşi diğer odadan. Gregor'un odası aracılığıyla

iletişim kuruyorlardı. "Hemen doktora gitmen gerekiyor. Gregor hasta. Acele doktoru çağır.

Gregor'u  konuşurken  duydun  mu  şimdi?"  "Bir  hayvan  sesiydi,"  dedi  yetkili  temsilci,  sesi,

annenin  bağımsıyla  karşılaştırıldığında,  dikkat  çekecek  kadar  alçaktı.  -  "Anna! Anna!"  diye

bağırdı  baba  holden  mutfağa  ve  ellerini  çırptı,  "acele  bir  çilingir  çağırın!"  İki  kız  kardeş

hışırdayan  etekleriyle  hemen  holden  geçip  -kız  kardeşi  nasıl  bu  kadar  çabuk  giyinebilmişti

ki?- hışımla oturma odasının kapısını açtılar. Kapının kapandığı kesinlikle duyulmadı; büyük

bir felaketin yaşandığı evlerde yapılageldiği üzere, açık bırakmış olmalılardı.

Gregor  ise  çok  daha  sakindi  şimdi.  Belli  ki  söyledikleri  anlaşılmıyordu  artık,  yine  de

kendisine  yeterince,  hattâ  öncesine  göre  çok  daha  anlaşılır  geliyordu;  bunun  nedeni,  belki

de  kulağının  alışmış  olmasmdandı. Ama  hiç  olmazsa  onun  pek  iyi  olmadığına  inanıyorlardı

ve  yardım  etmeye  de  hazırlardı.  İlk  önlemlerin  alınmasındaki  kararlılık  güven,  Gregor'u

rahatlatmıştı.  Kendini  tekrar  insanların  arasına  alınmış  hissediyordu  ve  her  ikisinden,

doktordan  ve  çilingirden,  aslında  onları  tam  olarak  ayırmaksızın,  olağanüstü  ve  şaşırtıcı

sonuçlar  bekliyordu.  Giderek  yaklaşan  can  alıcı  konuşmalar  sırasında  mümkün  olduğunca

daha net bir sese kavuşmak üzere hafifçe öksürdü, ama bunu olabildiğince boğuk bir sesle

yapmaya  çalıştı,  çünkü  besbelli  ki  bu  gürültü  de  insan  öksürüğü  sesinden  başka  tm-

layacaktı  ve  onun  bu  konuda  kendi  başına  yargıda  bulunmaya  cesareti  yoktu  artık.  Bu

arada yan oda tümüyle sessizleşmişti. Belki de annesiyle babası yetkili temsilciyle masaya

oturmuş, fısıldaşıyorlardı, belki de hepsi kapıya dayanmışlar kulak kabartıyorlardı.



Gregor  kendisini  sandalyeyle  birlikte  yavaşça  kapıya  doğru  sürüdü,  varınca  da

sandalyeyi  bıraktı,  kapıya  doğru  atıldı,  tutunarak  dik  durdu  -küçücük  ayaklarının

tabanlarında  biraz  yapışkan  madde  vardı-  ve  burada  yorgunluğun  ardından  bir  an  dinlendi.

Ama  hemen  ardından  kilitteki  anahtarı  ağzıyla  çevirmeye  girişti.  Ne  yazık  ki  gerçek  dişlere

sahip  olmadığı  anlaşılıyordu,  -peki  anahtarı  neyle  tutacaktı?-  buna  karşılık  çeneleri  elbette

çok  güçlüydü;  bunların  yardımıyla  anahtarı  gerçekten  de  hareket  ettirdi  ve  onun  kendisine

kesinlikle zarar veriyor oluşuna dikkat etmedi, çünkü ağzından kahverengi bir sıvı anahtarın

üzerine  akıp  oradan  da  yere  damlıyordu.  "Şunu  dinleyin,"  dedi  yetkili  temsilci  yan  odadan,

"anahtarı  döndürüyor."  Gregor  için  bu  büyük  bir  teşvikti,  ama  herkes  seslenmeliydi  aslında

babası da annesi de: "Ha gayret Gregor," diye bağırmalıydılar, "pes etme, kilide doğru it!"

Ve herkesin büyük sabırsızlık içinde onun çabalarını seyrettiklerini düşünerek, devşirebildiği

kadar  güç  devşirip  kendinden  geçmişçesine  anahtarı  ısırmaya  başladı. Anahtar  döndükçe,

o da kilidin çevresinde dans ediyordu adeta; şu anda artık sadece ağzıyla dik tutuyordu ve

gerektikçe  ya  anahtara  asılıyor,  ya  da  gövdesinin  bütün  ağırlığıyla  anahtarı  sıkıca

bastırıyordu.  Sonunda  gerisin  geri  oturan  kilit  dilinin  çıkardığı  tiz  ses,  Gregor'u  adamakıllı

uyandırdı. Derin bir soluk alıp "Çilingire ihtiyaç yokmuş," dedi kendi kendine ve kapıyı iyice

açmak için başını tokmağa dayadı.

Kapıları  bu  şekilde  açmak  zorunda  olduğundan,  aslında  kapı  ardına  dek  açık  olduğu

halde  kendisi  henüz  görünmüyordu.  Önce  çok  yavaşça  kapı  kanatlarından  birinin  çevresini

dönmek zorundaydı, hattâ odaya daha girmeden sırtının üzerine düşmek istemiyorsa, bunu

çok  çok  dikkatle  yapması  gerekirdi.  Henüz  bu  zor  hareketle  uğraşırken  ve  dikkatini  başka

da  bir  şeye  veremeyeceği  bir  anda  yetkili  temsilcinin  yüksek  sesle  "Oh!"  diye  ünlediğini

duyuverdi,  -rüzgarın  uğultusu  gibi  tmlamıştı  bu  ses-  ardından  adamın  kendisini  de  gördü:

kapıya  en  yakın  duran  oydu,  elini  ağzına  bastırmış,  görünmeyen,  düzenli  olarak  etki  eden

bir  güç  tarafından  sürükleniyormuşçasma  yavaşça  geri  çekiliyordu  sanki.  Annesi,  -yetkili

temsilci  eve  gelmiş  olduğu  halde,  saçları  geceden  bu  yana  hâlâ  dağınık  ve  kabarıktı-önce

babaya  baktı  ellerini  kavuşturarak,  ardından  Gregor'a  doğru  iki  adım  attı  ve  çevresine

yayılan  eteklerinin  tam  ortasına  çöküverdi,  yüzüyse  gözükmeyecek  halde  göğsüne

gömüldü.  Babası,  Gregor'u  odasına  geri  itmek  istiyormuşçasına  düşmanca  bir  ifadeyle

yumruğunu sıktı, ardından kararsızlık içinde oturma odasında etrafına bakındı, daha sonra

elleriyle yüzünü örtüp heybetli göğsü sarsılacak biçimde hıçkıra hıçkıra ağladı.

Gregor odaya hiç girmedi, aksine, sıkıca sür gülü olan kapı kanadına içeriden yaslandı,

öyle ki, bu sayede sadece gövdesinin yarısıyla diğerlerine bakmak üzere yana eğmiş olduğu

başı gözüküyordu. Bu arada hava daha da aydınlanmıştı; caddenin karşı tarafında yer alan,

uçsuz  bucaksız,  koyu  gri,  -bu  bir  hastaneydi-cephesini  sertçe  kesen  düzenli  pencerelere

sahip  evin  bir  kesiti  net  bir  biçimde  gözüküyordu;  yağmur  devam  etmekteydi,  ama  sadece

iri,  tek  tek  görülebilir  ve  toprağa  adeta  teker  teker  atılan  damlalar  halinde.  Masanın

üzerindeki  kahvaltı  takımlarının  sayısı  hayli  fazlaydı,  çünkü  babası  için  kahvaltı  -saatlerce

çeşitli  gazeteler  okuyarak  da  uzattığı-  günün  en  önemli  öğünüydü.  Tam  karşı  duvarda

Gregor'un  askerlik  günlerinde  çekilmiş  bir  fotoğrafı  asılıydı;  eli  kılıcında,  kaygısız  bir

gülümsemeyle,  duruş  ve  üniformasına  saygı  gösterilmesini  bekleyen  bir  teğmendi



fotoğrafta.  Hole  bakan  kapı  açıktı,  kapıdan  bakıldığında,  oturma  odasının  kapısı  da  açık

olduğundan, odanın önündeki sahanlıkla aşağıya inen merdivenlerin başı görülüyordu.

"Pekala," dedi Gregor, soğukkanlılığını koruyabilmiş tek kişinin kendisi olduğunu biliyordu,

"hemen  giyineceğim,  koleksiyonu  toplayıp  gideceğim.  Gitmeme,  gitmeme  izin  verecek

misiniz? Evet, Sayın Yetkili Temsilci, görüyorsunuz işte, ben inatçı biri değilim ve çalışmayı

seviyorum;  yolculuklar  çok  zahmetli,  ama  yolculuklar  olmasaydı  yaşayamazdım.  Sayın

Yetkili  Temsilci,  siz  nereye  gidiyorsunuz?  Mağazaya  mı?  Nasıl?  Her  şeyi  olduğu  gibi  rapor

edecek  misiniz?  İnsan  bazı  anlarda  çalışamayacak  halde  olabilir,  ama  bu  anlar  eski

başarıların  hatırlanması  ve  daha  sonra,  engel  ortadan  kaldırıldığında,  insanın  şüphesiz

daha  bir  azimle  ve  gayretle  çalışacağının  düşünülmesi  için  de  en  iyi  zamandır.  Sayın

patronuma  karşı  yükümlülüklerim  var,  bunu  siz  de  iyi  biliyorsunuz.  Öte  yandan  annemle

babama  ve  kız  kardeşime  de  ben  bakıyorum.  Şu  an  sıkıntıdayım,  ama  bu  sıkıntıdan

kurtulacağım  yakında.  Ama  siz  de  bunu  olduğundan  daha  zor  hale  getirmeyin.  İşyerinde

benden  yana  olun!  Gezginler  pek  sevilmez,  bunu  biliyorum.  Dünyanın  parasını  kazandıkları

ve güzel bir yaşam sürdükleri düşünülür. Ve bu önyargı hakkında biraz daha kafa yormaya

gerek  de  duyulmaz.  Ama  siz,  Sayın  Yetkili  Temsilci,  siz  koşulları  tüm  öteki  çalışanlardan

daha iyi biliyorsunuz, hattâ laf aramızda, sayın patrondan bile daha iyi; bir işadamı olarak o

örneğin  kolayca  yanılabilir  ve  bir  çalışanın  zararına  yargıda  bulunabilir.  Ayrıca,  yine  iyi

bilirsiniz  ki,  gezgin  pazarlamacı  neredeyse  bütün  bir  yıl  boyunca  işyerinden  uzakta  olduğu

için, iftiraların, rastlantıların ve asılsız suçlamaların kolayca kurbanı oluverir; kendini bunlara

karşı savunması da mümkün değildir, çünkü bunlardan çoğu zaman haberdar olmaz, ya da

ancak  tükenmiş  halde  bir  yolculuğu  bitirip  bunların  kötü,  nedenlerinin  anlaşılması  artık  çok

zor  olan  sonuçlarım  doğrudan  bedeninde  hisseder.  Sayın  Yetkili  Temsilci,  benim  hiç

olmazsa azıcık haklı olduğumu gösteren bir söz söylemeden gitmeyin!"

Gelgelelim  yetkili  temsilci,  Gregor'un  ağzından  daha  ilk  sözcüğün  çıkmasıyla  birlikte  ona

arkasını dönmüştü; dudakları kabarık halde, seğiren omzu üzerinden şöyle bir geriye baktı

sadece.  Ve  Gregor  konuşurken  bir  an  bile  yerinde  durmadı,  aksine,  gözlerini  Gregor'dan

ayırmaksızm kapıya doğru uzaklaştı, ama çok yavaşça; sanki odayı terk etmeyi engelleyen

gizli  bir  yasak  vardı.  Hole  varmıştı  hemen  ve  ayağını  oturma  odasından  son  kez  çekerken

sergilediği  ani  hareketten  sonra  tabanım  yaktığını  sanabilirdi  insan.  Holde  ise  sağ  elini

merdivene doğru iyice uzattı, sanki bir tür doğaüstü kurtuluş bekliyordu onu oracıkta.

Gregor,  işyerindeki  konumunu  büyük  bir  tehlikeye  sokmak  istemiyorsa,  yetkili  temsilcinin

bu  ruh  haliyle  gitmesine  kesinlikle  izin  vermemeliydi,  bunu  anlıyordu. Anne  ve  babası  bütün

bu  olup  bitenleri  pek  de  iyi  kavrayamıyorlardı;  uzun  yılların  ardından,  Gregor'un  bu  iş

sayesinde  ömür  boyu  geçimini  sağlayacağı  inancına  kapılmışlardı  ve  şu  anda  başlarındaki

sorunlara  kendilerini  öylesine  kaptırmışlardı  ki,  ileriye  yönelik  her  tür  önseziyi  yitirmişlerdi.

Ama Gregor bu önseziye sahipti. Yetkili temsilcinin tutulması, sakinleştirilmesi, ikna edilmesi

ve  nihayet  kazanılması  gerekiyordu;  ne  de  olsa  Gregor'un  ve  ailesinin  geleceği  buna

bağlıydı!  Keşke  kız  kardeşi  burada  olsaydı!  Akıllı  biriydi  o;  Gregor  henüz  sakin  bir  halde

sırtüstü  yatarken  o  ağlamaya  başlamıştı.  Ve  yetkili  temsilciyi  -kadınlarla  arası  iyiydi  ne  de

olsa - idare etmesini bilirdi; oturma odasının kapısını kapar, holde onun korkularını giderirdi.



Ama  kız  kardeşi  burada  değildi  işte,  Gregor'un  kendisinin  halletmesi  gerekiyordu  bunu.

Böylece,  o  anda  sahip  olduğu  yeteneklerini,  örneğin  hareket  edip  edemeyeceğini  henüz

bilmediğini  ve  de  konuşmasının  belki  de,  hattâ  büyük  olasılıkla  yine  anlaşılmadığını

düşünmeksizin  arkasına  saklandığı  kapı  kanadım  terk  etti;  açık  kapıdan  içeri  itti  kendini;

sahanlıktaki  tırabzanlara  gülünç  bir  halde  iki  eliyle  sıkı  sıkıya  yapışmış  bekleyen  yetkili

temsilcinin yanma gitmek istedi; ama o anda, tutunabileceği bir yer ararken daha, küçük bir

çığlık  eşliğinde  onca  bacakçığmm  üzerine  yığılıverdi.  Ve  düşer  düşmez  bu  sabah  ilk  kez

bedeninde bir rahatlama hissetti; bacakçıkları sağlam yere basıyordu nihayet; sevinçle fark

ettiği  üzere  bütün  bacakçıkları  itaat  ediyordu  artık;  hattâ  onu  istediği  yere  taşımaya

hazırdılar; Gregor tüm acılarının çok yakında geçeceğini düşünmeye başladı. Ama tam bu

sırada,  hareketlerini  denetlemeye  çalıştığından  sağa  sola  sallanır  halde,  annesinin  çok

yakınında,  hemen  önünde  yerde  yatarken,  derin  düşüncelere  dalmış  görünen  annesi  bir

anda  havaya  fırlayıp  kollarını  iki  yana  açtı,  parmaklarını  gererek  bağırmaya  başladı:

"İmdat,  Tanrı  aşkına  imdat!"  Gregor'u  daha  iyi  görmek  istiyormuşçasına  başını  eğik

tutuyordu,  ama  bu  davranışıyla  çelişerek  anlamsızca  gerisin  geriye  gitti;  arkasında  kurulu

bekleyen  sofranın  bulunduğunu  unutmuştu;  masaya  ulaştığında  unutkanlıktan  aceleyle

masaya  oturuverdi;  yanı  başındaki  devrik  büyük  sürahiden  halının  üzerine  oluk  oluk

dökülmekte olan kahveyi fark etmiyor gibiydi. "Anne, anne," dedi Gregor usulca ve annesine

doğru  yukarıya  baktı.  Yetkili  temsilci  bir  an  için  tümüyle  aklından  çıkıvermişti;  buna  karşın,

akmakta  olan  kahvenin  görüntüsü  karşısında,  boşluğu  yakalamak  istercesine  çenelerini

defalarca  açıp  kapamaktan  kendini  alıkoyamadı.  Bunun  üzerine  annesi  tekrar  çığlık  attı,

masanın başından kaçtı ve kendisine doğru koşmakta olan babanın kollarına atıldı. Ne var

ki,  Gregor'un  annesiyle  babasına  ayıracak  vakti  yoktu  şimdi;  yetkili  temsilci  merdivene

ulaşmıştı  bile;  çenesi  tırabzanın  üzerine  dayalı,  son  bir  kez  arkasına  baktı.  Gregor  ona  ne

olursa  olsun  yetişebilmek  için  bir  hamle  yaptı;  yetkili  temsilci  bir  şeyler  sezmiş  olmalıydı,

çünkü  birkaç  basamağın  üzerinden  birden  sıçrayıp  kayboluverdi;  "Uff!"  diye  de  bağırmıştı,

sesi  hâlâ  merdivenlerde  çınlıyordu.  Ne  yazık  ki  yetkili  temsilcinin  bu  kaçışı  da,  o  ana  dek

nispeten  serinkanlılığını  korumuş  olan  babanın  kafasını  iyice  karıştırtmış  görünüyordu;

çünkü kendisi de yetkili temsilcinin arkasından koşacağı, ya da hiç olmazsa Gregor'un onun

peşinden gitmesini engellemeyeceği yerde, yetkili temsilcinin şapka ve pardösüsüyle birlikte

sandalyenin  üzerinde  unuttuğu  bastonunu  sağ  eliyle  kapıp,  sol  eliyle  de  masanın  üzerinden

büyükçe  bir  gazete  alarak,  ayaklarını  yere  vura  vura,  bastonla  gazeteyi  de  havada  sallaya

sallaya  Gregor'u  gerisingeriye,  odasına  kovalamaya  başladı.  Gregor'un  hiçbir  yakarışı  kâr

etmedi, hiçbir yakarışı anlaşılmadı da; başını ne kadar aciz halde çevirirse çevirsin, babası

ayaklarını  yere  daha  güçlü  vuruyordu  sadece.  Karşı  tarafta  annesi  serin  havaya  rağmen

pencereyi  ardına  dek  açmış,  beline  kadar  dışarı  sarktığı  halde  yüzünü  ellerinin  içine

gömmüştü.  Sokakla  merdiven  boşluğu  arasında  güçlü  bir  hava  akımı  oluştu;  perdeler

uçuşmaya,  masanm  üzerindeki  gazeteler  hışırdamaya  başladı,  bazı  sayfalar  yere  doğru

uçuşuyordu.  Babası  acımasızca  sıkıştırıyor,  tıpkı  bir  vahşi  gibi  kulak  tırmalayıcı  sesler

çıkarıyordu. Gelgelelim Gregor'un geri geri yürümede hiçbir deneyimi yoktu, bu yüzden çok

yavaş  yürüyordu.  Keşke  önüne  dönebilseydi,  o  zaman  çoktan  odasında  olurdu,  ama  vakit

alabilecek  bu  dönme  hareketiyle  babasının  sabrını  taşırmaktan  korkuyordu;  öte  yandan,

babasının  elindeki  sopanın  her  an  için  sırtına  ya  da  kafasına  ölümcül  bir  darbe  indirmesi



tehdidi  altındaydı. Ama  sonunda  Gregor'un  başka  bir  seçeneği  de  yoktu;  çünkü  endişeyle

fark  ettiği  üzere,  geri  geri  giderken  yönünü  bile  doğru  dürüst  ayarlayamıyordu;  böylece,

aralıksız  ve  korku  dolu  gözlerle  yan  yan  babasına  baka  baka,  elinden  geldiğince  çabuk,

gerçekte  ise  çok  yavaşça  dönmeye  başladı.  Babası  onun  iyi  niyetini  belki  de  fark  etmişti;

çünkü  onu  bu  hareketi  sırasında  rahatsız  etmedi,  aksine,  bastonun  ucuyla  uzaktan  dönme

hareketim  kâh  orada  kâh  burada  yönetmeye  de  koyuldu.  Babasının  çıkardığı  şu  kulak

tırmalayıcı  tıslama  sesi  de  olmasaydı!  Kafasını  bir  türlü  toparlayamıyordu.  Neredeyse

tamamen  dönmüşken,  sürekli  tıslamaya  kulak  verdiğinden  olacak  şaşırıp,  tekrar  bir  parça

geriye  dönmüş  oldu  hattâ.  Sonunda  başararak,  başı  önde  açık  kapının  eşiğine  geldiğinde,

gövdesinin  fazlasıyla  geniş  olduğu,  kapıdan  öyle  kolayca  geçemeyeceği  anlaşıldı.  O  anki

ruh  hali  nedeniyle  diğer  kapı  kanadını  açmak,  böylece  Gregor'a  geçebileceği  kadar  yer

sağlamak babasının aklına bile gelmedi tabii. Tek saplantısı, Gregor'un bir an önce odasına

gitmesi  gerektiğiydi.  Gregor'un  doğrulmak  ve  belki  de  bu  şekilde  kapıdan  geçmek  için

ihtiyaç duyduğu ayrıntılı hazırlıkların yapılmasına da asla izin vermezdi zaten. Aksine, sanki

hiçbir  engel  yokmuş  gibi,  alabildiğine  gürültü  çıkararak,  Gregor'u  ileri  doğru  gitmeye

zorluyordu;  Gregor'un  arkasında  artık  tek  bir  babadan  çıkan  ses  yoktu  sadece;  bu  işin

şakası  gerçekten  de  kalmamıştı;  bunun  üzerine  Gregor  -ne  olursa  olsundu  artık-  kapıdan

zorla  geçmeye  çalıştı.  Gövdesinin  bir  tarafı  havaya  kalktı,  kapının  ağzında  eğri  duruyordu,

yan  tarafı  tamamen  soyulmuş,  beyaz  kapının  üzerinde  berbat  lekeler  kalmıştı;  çok

geçmeden sıkışıp kaldı ve tek başına yerinden kımıldayamaz hale geldi; bir tarafındaki çırpı

bacakları  havada  kalmış  titriyorlardı,  diğer  tarafındakilerse  acıyla  yere  bastırılıyorlardı  -  o

anda  babası  arkadan  bu  kez  gerçekten  kurtarıcı  bir  darbe  vurdu;  Gregor,  şiddetli

kanayarak  odanın  ortasını  boyladı.  Kapı  bastonla  itilerek  kapatıldı  bir  de  ve  ardından

nihayet sessizlik oldu.




II

Gregor  baygınlığa  benzer  ağır  uykudan  ancak  akşamın  alacakaranlığında  uyandı.

Rahatsız  edilmese  de  çok  geçmeden  uyanacaktı  zaten,  çünkü  yeterince  dinlenmiş,

uykusunu da yeterince almış hissediyordu kendini; gelgelelim, kaçamak bir ayak sesi ve hole

açılan  kapının  dikkatli  bir  şekilde  kilitlenmesiyle  uyandırılmış  gibi  geldi  ona.  Elektrikli  sokak

lambalarının  ışığı,  solgun  halde  odanın  tavanında  kâh  oraya  kâh  buraya  vuruyor  ve

mobilyaların  üst  kısmında  oyalanıyordu,  ama  aşağısı,  Gregor'un  bulunduğu  yer  zifiri

karanlıktı.  Değerini  ancak  şimdi  kavrayabildiği  duyargalarıyla  henüz  beceriksizce  etrafı

yoklaya  yoklaya,  az  önce  orada  olup  biteni  öğrenmek  üzere  yavaşça  kapıya  doğru  itmeye

başladı  kendisini.  Sol  tarafı,  rahatsız  edecek  şekilde  gerilmiş,  boydan  boya  tek  bir  yara

gibiydi  ve  iki  sıra  halinde  dizili  bacaklarının  üzerinde  adeta  topallamak  zorundaydı.

Yetmezmiş  gibi  bacakçıklarından  biri,  kuşluk  vakti  meydana  gelen  olaylar  sırasında  ağır

yaralanmıştı,  -sadece  birinin  yaralanmış  olması,  neredeyse  bir  mucizeydi-  arkadan  ölgün

halde sürüklüyordu.

Kapının  yanında  ancak  fark  etti  onu  buraya  gerçekte  neyin  çektiğim;  yenilebilir  bir  şeyin

kokuşuydu  bu.  Çünkü  oracıkta,  içinde  küçük  küçük  beyaz  ekmek  parçalarının  yüzdüğü  içi

şekerli  sütle  dolu  bir  kâse  durmaktaydı.  Sevinçten  neredeyse  gülecekti,  çünkü  sabah

olduğundan daha açtı ve hemen başını neredeyse gözlerine kadar sütün içine daldırdı. Ama

hayal  kırıklığı  içinde  derhal  geri  çekti;  bunun  nedeni,  nazik  durumdaki  sol  tarafının  yemek

yeme  sırasında  güçlükler  yaratması  değildi  sadece,  -bütün  gövdesi  oflaya  puflaya  yardım

ederse  yemek  yiyebiliyordu  ancak-  ayrıca  diğer  zamanlarda  en  sevdiği  içecek  olan  ve  kız

kardeşinin  de  şüphesiz  içeriye  bu  yüzden  koymuş  olduğu  sütün  tadım  da  beğenmemişti,

hattâ  kâsenin  başından  neredeyse  tiksintiyle  uzaklaşıp,  tekrar  odanın  ortasına  gitti

sürünerek.

Gregor  kapı  aralığından  oturma  odasındaki  gaz  lambasının  yakılmış  olduğunu  gördü,

ama  diğer  zamanlarda  günün  bu  saatinde,  babası  öğleden  sonraları  yayımlanan  gazeteyi

yüksek sesle annesine ve bazen kız kardeşine de okurken, şu anda tek bir ses işitilmiyordu.

Belki  de  kız  kardeşinin  ona  sıkça  anlattığı  ve  yazdığı  bu  okumalar  artık  uygulanmaz

olmuştu. Ama çepeçevre de sessizdi, üstelik ev kesinlikle boş olmadığı halde. "Meğer ailem

ne kadar sakin bir yaşam sürüyormuş," dedi Gregor kendi kendine ve gözleri karanlığa dikili

haldeyken,  annesiyle  babasına  ve  de  kız  kardeşine  böylesi  güzel  bir  evde  böyle  bir  yaşam

sağlayabilmiş  olmaktan  büyük  gurur  duyduğunu  hissetti.  İyi  ya  şimdi  bütün  bu  huzur,  bütün

bu  refah,  bütün  bu  hoşnutluk  bir  korkuyla  sonlanacak  olursa?  Gregor  böylesi  düşüncelerin

arasında yitip gitmemek için hareketlendi ve odanın içinde aşağı yukarı sürünmeye başladı.




Uzun akşam boyunca yan kapılardan bir kere biri, bir kere de diğeri birazcık aralandı ve

hemen  tekrar  kapandı;  galiba  biri  içeriye  girmeye  ihtiyaç  duymuş,  ama  bir  türlü  karar

verememişti  buna.  Gregor,  kararsız  ziyaretçiyi  herhangi  bir  biçimde  içeri  almak,  ya  da  hiç

olmazsa  bunun  kim  olduğunu  öğrenmek  için  tam  oturma  odasının  kapısında  durdu

kararlılıkla;  ama  kapı  bir  daha  açılmadı  ve  Gregor  boş  yere  bekleyip  durdu.  Sabahleyin,

kapılar  kilitliyken,  herkes  onun  yanma,  içeri  gelmek  istemişti,  şimdi  ise,  kapılardan  birini

açmış olduğu ve diğerleri de gün içinde olasılıkla açılmış oldukları halde kimse gelmiyordu,

üstelik anahtarlar da dışarıdan sokulmuştu kilitlere.

Oturma odasındaki ışık gecenin ta bir vakti söndürüldü; anne babasının ve kız kardeşinin

bunca  zaman  uyanık  kalmış  olduklarını  anlamak  kolaydı,  çünkü  gayet  net  du-yulabildiği

kadarıyla,  üçü  de  şimdi  parmak  uçlarında  uzaklaşmaktaydı.  Sabaha  kadar  Gregor'un

yanma kimsenin gelmeyeceği belliydi artık; demek ki yaşamını şu anda yeniden nasıl yoluna

koyacağını  rahatsız  edilmeden  düşünmek  için  önünde  bolca  vakit  vardı.  Gelgelelim,

zeminine  yapışık  halde  yatmaya  mecbur  kaldığı  yüksek  tavanlı  boş  oda  onu  korkutuyordu,

ama  buna  neden  olan  şeyi  ortaya  çıkaramıyordu;  ne  de  olsa  beş  yıldır  o  oturuyordu  bu

odada  -ve  hafif  bir  utanma  duygusu  eşliğinde  yarı  bilinçsiz  bir  dönüşle  kanepenin  akma

seğirtti;  sırtının  üzerine  hafifçe  basılmasa  da  ve  bu  yüzden  kafasını  yukarı  doğru

kaldıramasa da, kendini burada hemen oldukça rahat hissetti; ama tek üzüldüğü, gövdesinin

kanepenin altına tamamen sığamayacak kadar geniş olmasıydı.

Bütün  gece  orada,  kanepenin  altında  kaldı:  kısmen  açlık  yüzünden  ikide  bir  bölünen

yarım  yamalak  bir  uykuyla,  ama  kısmen  de  kaygı  ve  belirsiz  umutlarla;  ama  bütün  bunlar

onu, şimdilik sakinliğini koruması ve içinde bulunduğu şu anki durum nedeniyle istemeden de

olsa  ailesinin  başına  sardığı  sıkıntıları  çekilir  kılmak  üzere  onlara  karşı  sabır  ve  büyük  bir

anlayış göstermesi gerektiği sonucuna götürdü.

Sabahın  çok  erken  saatlerinde  daha,  ortalık  neredeyse  hâlâ  karanlıkken,  Gregor  demin

aldığı kararları sınama fırsatı buldu; çünkü kız kardeşi neredeyse tamamen giyinik halde hol

tarafındaki  kapıyı  açıp,  heyecanla  içeriye  baktı.  Gregor'u  hemen  o  anda  bulamadı,  ama

onun  kanepenin  altında  olduğunu  fark  edince,  -Tanrım,  bir  yerlerde  olması  gerekir,  uçup

gitmiş  olamaz  ya-öyle  korktu  ki,  kendine  hakim  olamayıp  kapıyı  dışarıdan  hızla  kapattı

tekrar.  Ne  var  ki,  davranışından  pişman  olmuş  gibi,  kapıyı  hemen  tekrar  açtı  ve  bir  ağır

hastanın  ya  da  yabancı  birinin  yanındaymışçasma  parmak  uçlarında  içeriye  girdi.  Gregor,

kafasını kanepenin neredeyse kenarına kadar ileri çıkarmış, etrafı izliyordu.

Kesinlikle  acıkmamış  olduğu  için  yapmadığını  kız  kardeşi  anlayabilecek  ve  ona  daha

uygun  başka  bir  yiyecek  getirecek  miydi  acaba?  Ama  Gregor  onun  dikkatini  buna

çekmektense ölmeyi yeğlerdi, kız kardeşi bunu kendiliğinden yapmayacak olsaydı; yine de,

kanepenin  altından  dışarıya  fırlamak,  yiyecek  herhangi  iyi  bir  şey  istemek  üzere  kız

kardeşinin  ayaklarına  kapanmak  için  aslında  korkunç  bir  arzuya  sahipti.  Gelgeldim,  kız

kardeşi etrafına sadece bir iki damla süt dökülmüş olan henüz dolu kâseyi hayretle fark etti

hemen  ve  derhal  yerden  kaldırıp,  dışarı  götürdü;  ama  bunu  çıplak  elle  yapmak  yerine  bir

temizlik  beziyle  yaptı.  Gregor  kız  kardeşinin  yedek  olarak  ne  getireceğini  çok  merak




ediyordu;  aklından  binbir  düşünce  geçirdi.  Ama  kız  kardeşinin  iyi  yüreklilikle  gerçekte  ne

yaptığını  asla  tahmin  edemezdi.  Damak  tadını  sınamak  için  kız  kardeşi  ona  eski  bir

gazetenin  üzerinde  çeşit  çeşit  yiyecekler  getirdi.  Vakti  geçmiş  ve  yarı  çürümüş  sebzeler;

akşam  yemeğinden  kalma,  üzeri  donmuş  beyaz  sosla  kaplı  kemikler;  bir  iki  kuru  üzüm  ve

badem;  Gregor'un  iki  gün  önce  yenmez  dediği  bir  parça  peynir,  kuru  bir  ekmek,  üzerine

tereyağı  sürülmüş  bir  dilim  ekmek.  Ayrıca  bütün  bunların  yanma  herhalde  bundan  böyle

sadece  ve  sadece  Gregor  için  ayrılmış  olan  içi  su  dolu  bir  kâse  de  koydu.  Ve  Gregor'un

onun  önünde  yemeyeceğini  bildiğinden,  incelik  göstererek,  odadan  alelacele  çıktı,  hattâ

Gregor'un, rahatça hareket edebileceğini fark edebilmesi için de kapıyı anahtarla da kilitledi.

Gregor'un çırpı bacakları yemeğin yanma doğru giderken vızıldıyordu. Yaralan da tamamen

iyileşmiş olmalıydı, herhangi bir engel hissetmiyordu; bir yandan buna şaşırırken, bir yandan

da bir aydan fazla bir zaman önce bıçakla parmağını azıcık kesmiş olduğunu vebu yaranın

daha önceki güne kadar nasıl acı verdiğini düşündü. "Duyarlılığım azalmış olabilir mi?" diye

geçirdi  aklından  ve  öbür  yiyecekler  arasında  onu  şiddetle  cezbeden  peyniri  açgözlülükle

emmeye  koyuldu.  Peyniri,  sebzeleri  ve  sosu  peş  peşe  ve  mutluluk  gözyaşları  eşliğinde

süratle yiyip bitirdi; buna karşın taze yiyeceklerin tadını beğenmedi, hattâ bunların kokusuna

bile  dayanamadığmdan,  yiyeceği  şeyleri  azıcık  uzağa  sürükledi.  Bütün  hepsini  çoktan

bitirmiş,  tembel  tembel  aynı  noktada  yattığı  sırada,  kız  kardeşi  onun  kendini  geri  çekmesi

için  işaret  vermek  üzere  anahtarı  yavaşça  döndürdü.  Gregor  neredeyse  uykuya  geçmiş

olduğu halde, sesi duyar duymaz korkup, aceleyle tekrar kanepenin altına kaçtı. Gelgelelim,

kız  kardeşinin  odada  bulunduğu  o  kısacık  sürede  bile  kanepenin  altında  kalmak  onun  için

çok  büyük  bir  sıkıntıydı,  çünkü  bolca  yemek  sayesinde  vücudu  hafifçe  tombullaştığından,

daracık  yerde  güçlükle  nefes  alabiliyordu.  Küçük  boğulma  nöbetleri  eşliğinde  ve  hafifçe

dışarıya  fırlamış  gözlerle,  hiçbir  şeyin  farkında  olmayan  kız  kardeşinin  bir  süpürgeyle

yemek  artıklarını,  hattâ  Gregor'un  dokunmadığı  yiyecekleri  bile  sanki  bunlar  da  artık  hiçbir

işe  yaramazmışçasma  süpürüşünü,  alelacele  bir  kovanın  içine  döküşünü,  kovanın  ağzını

tahta bir kapakla kapayışım ve kovayı dışarıya taşıyışını izledi.

Kız  kardeşi  arkasını  döner  dönmez  Gregor  kanepenin  altından  dışarı  çıktı  ve  gerinip

gövdesini şişirdi.

Gregor  yemeğini  bundan  böyle  hep  bu  şekilde  aldı;  bir  kere  sabahları,  anne  babasıyla

hizmetçi kız henüz uyurlarken, ikinci kez de topluca yenilen öğle yemeğinin ardından; çünkü

sonra  annesiyle  babası  birazcık  daha  uyuyorlardı;  hizmetçi  de  kız  kardeşi  tarafından

herhangi  bir  şey  almaya  gönderiliyordu.  Gregor'un  açlıktan  ölmesini  onlar  da  istemezdi

şüphesiz,  ama  belki  de  onun  yedikleri  hakkında  kulaklarına  gelenden  daha  fazlasını

öğrenmeye  dayanamazlardı,  belki  kız  kardeşi  onları  küçük  bir  kederden  de  olsa  korumak

istiyordu, zaten yeterince acı çekiyorlardı ne de olsa.

O ilk günün kuşluğunda doktorla çilingirin nasıl bir bahaneyle evden çıkarıldıklarını Gregor

asla  öğrenemedi,  çünkü  kendisi  anlaşılamadığından,  hiç  kimse,  hattâ  kız  kardeşi  bile  onun

başkalarını  anlayabileceğini  akıl  edemiyordu;  bu  yüzden  o  da,  kız  kardeşi  odasmdayken

onun arada bir sızıltılarını ve azizlere ettiği duaları dinlemekle yetiniyordu sadece. Sonraları

ancak,  kız  her  şeye  azıcık  olsun  alıştığında,  -tam  bir  alışmadan  elbette  hiçbir  zaman  söz



edilemezdi-  Gregor  arada  sırada  kardeşinin  içtenlikle  söylediği,  ya  da  böyle

yorumlanabilecek  bazı  sözlerim  yakalar  oldu.  "Bak  bugün  yemeği  beğenmiş,"  diyordu,

Gregor  yiyecekleri  silip  süpürdüğünde;  bunun  tersi  olduğundaysa,  ki  giderek  daha  çok  bu

tekrarlanıyordu, neredeyse üzgün bir ifadeyle, "Yine hiçbir şey yememiş," diyordu.

Gregor  yeniliklerden  doğrudan  haber  alamıyorduysa  da  bazı  şeyleri  yandaki  odadan

işitiyordu  ve  kulağına  nereden  bir  ses  gelse,  hemen  en  yakın  kapıya  seğirtip  bütün

gövdesini  yapıştırıyordu  ona.  Özellikle  de  ilk  günlerde  gizliden  gizliye  de  olsa  kıyısından

köşesinden  onu  ilgilendiren  bir  konuşma  geçmiyordu.  İki  gün  boyunca  bütün  yemeklerde

bundan böyle nasıl davranmaları gerektiği hakkında görüşmeler yaptıkları duyuluyordu; ama

aynı  konu  yemek  aralarında  da  konuşuluyordu,  çünkü  anlaşılan  hiç  kimse  evde  yalnız

kalmak  istemediğinden  ve  evi  ne  olursa  olsun  boş  da  bırakamayacaklarından,  evde  ailenin

en  az  iki  üyesi  bulunuyordu.  Hizmetçi  kız  da  hemen  ilk  gün  daha  -olay  hakkında  neyi  ve  ne

kadarını bildiği pek belli değildi-annenin ayaklarına kapanıp, ondan kendisine bir an önce yol

vermelerini  istemiş,  çeyrek  saat  sonra  veda  ederken  işten  çıkarıldığı  için  gözyaşları  içinde

teşekkür  edip,  sanki  ona  burada  çok  büyük  bir  iyilik  yapılmışçasına;  ve  kimse  ondan  bunu

istememiş  olduğu  halde,  kimseciklere  en  ufak  bîr  şey  dahi  anlatmayacağına  dair  yeminler

etti.

Kız  kardeşinin  annesiyle  birlikte  yemeği  de  pişirmesi  gerekiyordu  artık;  ama  bu  öyle



yorucu  bir  iş  değildi,  çünkü  neredeyse  hiçbir  şey  yenmez  olmuştu.  Gregor  sürekli  birinin

diğerini  yemek  yemeye  zorladığını  ve  hep  aynı  yanıtın  verildiğini  işitiyordu:  "Teşekkürler,

doydum," ya da benzeri. İçecek konusu da farklı değildi. Kız kardeşi ikide bir babasına bira

isteyip  istemediğini  soruyor,  içtenlikle  bizzat  gidip  almayı  öneriyordu,  babası  suskunluğunu

bozmayınca  da  onun  bütün  endişelerini  gidermek  üzere  kapıcı  kadını  da  gönderebileceğini

söylüyordu,  sonunda  babası  ısrarlı  bir  "Hayır,"  yanıtı  verince  de  bu  konudan  bir  daha  söz

edilmiyordu.

Daha ilk gün babası gerek annesine gerekse kız kardeşine para durumuyla beklentilerini

açıkladı. Arada sırada masadan kalkıp, beş yıl önce işyerinin iflasında kurtarabildiği küçük

Wertheim  marka  kasasından  herhangi  bir  belge  ya  da  bir  sipariş  defteri  çıkarıyordu.

Karmaşık  kilidi  açışı  ve  aradığı  şeyi  içinden  alıp  kasayı  tekrar  kilitleyişi  duyuluyordu.

Babasının bu açıklamaları, Gregor'un tutukluluğundan bu yana duyduğu kısmen ilk sevindirici

şeyler  oldu.  Babasının  o  işinden  sonra  elinde  hiçbir  şey  kalmadığını  düşünüyordu,  en

azından  babası  bunun  tersini  söylememiş,  Gregor  da  ona  bu  konuyla  ilgili  hiçbir  şey

sormamıştı.  Gregor'un  o  günlerdeki  tek  kaygısı,  herkesi  büyük  bir  ümitsizliğe  iten  işle  ilgili

talihsizliği  ailenin  bir  an  önce  unutmasını  sağlayabilmek  için  ne  gerekiyorsa  yapmaktı.

Böylece  o  günlerde  sıra-dışı  bir  hırsla  çalışmaya  koyulmuş  ve  adeta  bir  gecede

yardımcılıktan  kuşkusuz  çok  daha  fazla  para  kazanma  olanakları  olan  gezgin

pazarlamacılığa  yükselmişti;  bu  çalışmanın  başarıları  da  anında  komisyon  olarak  nakit

paraya  dönüşüyor,  evde  şaşıran  ve  yüzü  gülen  ailenin  önünde  masanm  üzerine

konabiliyordu.  Güzel  günlerdi  bunlar  ve  bir  daha,  en  azından  bu  parlaklıkta  asla

tekrarlanmadı,  üstelik  Gregor  daha  sonraları  bütün  ailenin  yükünü  sırtında  taşıyabileceği

kadar  çok  para  kazanıp  bu  yükü  taşıdığı  halde.  Çünkü  artık  gerek  ailesi  gerekse  Gregor



buna  alışmıştı,  parayı  memnuniyetle  alıyorlardı,  Gregor  da  memnuniyetle  veriyordu,

gelgelelim  çok  özel  bir  sıcaklık  doğamıyordu  artık.  Bir  tek  kız  kardeşi  Gregor'a  her  şeye

rağmen  yakınlığını  korumuştu  ve  kendisinden  farklı  olarak  müziği  çok  seven  ve  çok

dokunaklı bir şekilde keman çalabilen kız kardeşini gelecek yıl -bunun neden olacağı büyük

masraflara aldırış etmeksizin ve bu masrafları öyle ya da böyle karşılayarak-konservatuara

göndermek  Gregor'un  gizli  planıydı.  Gre-gor'un  şehirdeki  kısa  süreli  kalışlarında  kız

kardeşiyle  yaptığı  sohbetlerde  bu  konservatuar  konusu  sıkça  anılırdı,  ne  var  ki,

gerçekleşmesi  akla  hayale  bile  gelmeyecek  güzel  bir  düş  olarak  sadece;  annesiyle

babasına gelince, onlar bu masum sohbetleri duymaktan bile hoşlanmıyorlardı; ama Gregor

bu  konuyu  kesinlikle  düşünüyor,  Noel  gecesinde  de  bunu  resmi  olarak  açıklamayı

amaçlıyordu.  Gregor,  kapıya  dimdik  halde  yapışmış,  içeriye  kulak  verirken,  içinde

bulunduğu  koşullarda  son  derece  yararsız  olan  böylesi  düşünceler  geçiyordu  kafasından.

Bazen  genel  bir  yorgunluk  yüzünden  artık  dinleyemez  hale  geliyor,  kafasını  gelişigüzel

kapıya  vurup  duruyordu;  ne  var  ki  yine  hemen  vazgeçiyordu  bundan,  çünkü  bu  küçücük

gürültü  bile  yandan  duyulup  herkesin  susmasına  neden  oluyordu.  "Yine  neler  yapıyorsa

artık,"  diyordu  babası  bir  süre  sonra,  o  sırada  belki  yüzü  de  kapıya  dönük  oluyordu;

kesintiye uğramış konuşma da ancak bundan sonra yeniden yavaş yavaş sürdürülüyordu.

Gregor, büyük talihsizliğe rağmen o eski günlerden kalma küçük, ama arada geçen yıllar

boyunca  el  sürülmemiş  faizle  birlikte  de  azıcık  büyümüş  olan  bir  servet  kaldığını  -babası,

yaptığı açıklamaları kısmen kendisi bu konularla epeydir ilgilenmediği için, kısmen de annesi

hiçbir şeyi hemen ilk seferinde anlamadığı için sıkça tekrar ettiğinden-ayrıntılarıyla öğrenmiş

oldu.  Ayrıca  Gregor'un  her  ay  eve  getirdiği  paranın  -kendisine  bu  paradan  sadece  bir  iki

gulden  ayırırdı-  tümü  harcanmadığından,  zaman  içinde  küçük  bir  sermaye  birikivermişti.

Gregor,  bu  beklenmedik  sakınma  ve  tutumluluğa  sevinerek  kapısının  ardında  başını

coşkuyla  salladı. Aslında  bu  fazladan  parayla  babasının  patrona  olan  borcunun  bir  kısmını

daha ödeyebilir, böylelikle bu görevinden kurtulacağı güne çok daha hızlı yaklaşmış olurdu;

ama şimdi babasının yarattığı bu koşullar çok daha iyiydi.

Gelgelelim  bu  para,  aileyi  bunun  faiziyle  geçindirmeye  kesinkes  yetmezdi  örneğin;  belki

bir, olmadı iki yıl daha yaşatırdı aileyi, daha fazla değil. Aslında sadece el sürülmemesi ve

acil durumlar için bir kenara ayrılması gereken bir miktardı; ama geçim için gerekli paranın

kazanılması  gerekiyordu.  Babası  gerçi  sağlıklı  olmasına  sağlıklı,  ama  beş  yıldır

çalışmamış,  dolayısıyla  çok  fazla  bel  bağlanılmaması  gereken  yaşlı  bir  adamdı;  Yorucu

ama  yine  de  başarısız  yaşamının  ilk  tatili  olan  bu  beş  yılda  çok  yağlanmış,  bu  yüzden  de

çok ağırkanlı biri oluvermişti. Hal böyleyken, evin içinde bile güçlükle yürümesine neden olan

astımı  yüzünden  acı  çeken  ve  iki  günde  bir  günün  çoğunu  nefes  darlığı  yüzünden  açık

pencerenin  önündeki  sedirde  geçirmek  zorunda  kalan  annesi  mi  para  kazanacaktı?  Ya  da

yaşı  on  yedi  olduğu  halde  hâlâ  bir  çocuk  olan,  şu  ana  kadarki  kıskanılacak  yaşamı  güzel

giyinmek,  bolca  uyumak,  ev  işlerinde  yardım  etmek,  bir  iki  sade  eğlenceye  katılmak  ve

özellikle  de  keman  çalmaktan  ibaret  olan  kız  kardeşi  mi  para  kazanacaktı?  Söz  gelip  bu

para  kazanma  zorunluluğuna  dayandığında,  önce  Gregor  kapıyı  bırakıp  kapının  yanında

bulunan  deri  döşemeli  serin  kanepeye  atıyordu  kendini;  çünkü  utanç  ve  kederinden  ateş



basıyordu onu.

Çoğu zaman kanepenin üzerinde geceler boyu uzanıyor, gözünü bir an bile kırpmaksızın

saatlerce  deriyi  tırmalıyordu.  Ya  da  vereceği  büyük  zahmetten  çekinmeyip  pencerenin

önüne  bir  sandalye  çekiyor,  ardından  da  pencere  pervazına  tırmanıp  sandalyeden  destek

alarak pencereye dayanıyordu; belli ki bu davranışı eskiden pencereden dışarıya bakarken

hissettiği  özgürleştirici  bir  duyguyu  hatırlatıyordu  ona.  Çünkü  günden  güne,  neredeyse

burnunun  dibindeki  nesneler  bile  giderek  belir  sizleşiy  ordu;  eskiden  her  baktığında  lanetler

yağdırdığı,  yolun  karşısındaki  hastaneyi  artık  hiç  göremiyordu  ve  sessiz,  tümüyle  şehre

özgü  bir  sokak  olan  Charlottenstrasse'de  oturduğundan  kesin  emin  olmasaydı,

penceresinden  gri  renkli  gökyüzüyle  gri  renkli  toprağın  belirsizce  birleştikleri  bir  ıssızlığa

baktığına  inanabilirdi.  Dikkatli  kız  kardeşinin,  sandalyenin  pencerenin  önünde  durduğunu

sadece  iki  kez  görmesi,  odayı  her  derleyip  toparladığında  sandalyeyi  yine  tam  pencerenin

önüne  itmesi  ve  hattâ  bundan  böyle  içteki  pencere  kanadını  sürekli  açık  bırakması  için

yetmişti.

Gregor keşke kız kardeşiyle konuşabil şeydi de onun kendisi için katlandığı zahmetler için

teşekkür  edebilseydi,  onun  bu  hizmetlerine  daha  kolay  katlanabilirdi;  oysa  şimdi  bunların

altında  ezilmekteydi.  Kız  kardeşi  elbette  bütün  bunların  kötü  yanlarını  olabildiğince  silmeye

çalışıyordu ve zaman geçtikçe de bunu doğal olarak daha iyi yapıyordu, gelgelelim Gregor

da zamanla her şeyin iç yüzünü çok daha iyi anlıyordu. Kız kardeşinin odaya girişi bile onun

için korkunçtu. Odaya girmesiyle beraber, diğer zamanlarda Gregor'un odasını kimseciklerin

görmemesine  dikkat  ettiği  halde  kapıları  kilitleyecek  kadar  zaman  bile  ayırmadan  doğruca

pencereye  koşması  ve  adeta  boğuluyormuşçasına  iki  eliyle  birden  hırsla  pencereyi  ardına

kadar açması, hava çok soğuk olsa bile önünde bir süre durup derin derin nefes alması bir

oluyordu.  Bu  koşuşturma  ve  gürültülerle  Gregor'u  günde  iki  kez  korkutuyordu;  Gregor

zamanının  tümünü  kanepenin  altında  titreyerek  geçiriyordu  ve  kız  kardeşinin,  pencereleri

kapalıyken Gregor'la aynı odada elinden gelse de bir kalabilse, onu bu eziyetten seve seve

koruyacağından da adı gibi emindi.

Bir  keresinde  -Gregor'un  dönüşümünün  üzerinden  bu  yana  bir  ay  kadar  geçmiş  ve  kız

kardeşinin  Gregor'un  görüntüsü  karşısında  şaşırması  için  artık  özel  bir  neden  de

kalmamıştı  pek-  her  zamankinden  azıcık  daha  erken  geldi  ve  Gregor'u  hareketsizce,

korkutacak  şekilde  bacakçıkları  üzerine  dikilmiş  bir  halde  pencereden  dışarıya  bakarken

buldu. Kız kardeşi içeriye girmeyecek olsaydı, bu Gregor için beklenmedik bir şey olmazdı,

çünkü  duruşuyla  pencereyi  hemen  açabilmesine  engel  olmaktaydı;  ama  kız  kardeşi  içeri

adımını  atmamakla  kalmadı,  geri  çekilip  kapıyı  kapattı  ayrıca;  yabancı  biri  görse,

Gregor'un  pusuya  yattığını  ve  kızı  ısırmaya  yeltendiğini  sanabilirdi.  Tabii  ki  Gregor  hemen

kanepenin  akma  gizlendi,  ama  kız  kardeşi  tekrar  gelene  dek  öğleye  kadar  beklemek

zorundaydı;  kız  kardeşi  her  zamankinden  çok  daha  huzursuz  görünüyordu.  Gregor'un

bundan  çıkardığı  sonuç,  görünüşünün  kız  kardeşi  için  hâlâ  katlanılmaz  olduğu  ve  bundan

sonra  da  katlanılmaz  olacağıydı,  ayrıca  gövdesinin  kanepenin  altından  dışarıya  taşan

küçücük  bir  parçasını  bile  gördüğünde  kaçıp  gitmemenin  üstesinden  gelebilmek  için  çok

çaba harcamak zorunda kaldığıydı. Onu hiç olmazsa bu görüntüden koruyabilmek adına bir



gün  çarşafı  sırtında  kanepenin  üzerine  taşıdı  -bu  iş  için  dört  saat  gerekmişti-  ve  bunu  öyle

bir düzenledi ki, altına girdiğinde gövdesi tamamen saklanmış oldu; kız kardeşi ise ne kadar

eğilirse  eğilsin,  onu  göremezdi.  Hem  bu  çarşafın  gerekli  olmadığı  fikrine  sahip  olsaydı,  o

zaman  bunu  onun  üzerinden  alırdı  kız  kardeşi,  çünkü  Gregor'un  bunu  sırf  zevki  için  örtüp

kendini  gizlemeyeceğini  bilirdi,  bu  çok  açıktı;  ama  çarşafa  elini  bile  sürmemişti  işte,  hattâ

Gregor  bir  keresinde  çarşafı  hafifçe  havalandırıp  kız  kardeşinin  bu  yeni  düzenlemeyi  nasıl

bulduğunu  anlamak  üzere  başını  dikkatle  dışarıya  çıkardığı  sırada,  onun  şükran  dolu  bir

bakışını  yakaladığını  sandı.  İlk  on  dört  gün  boyunca  annesiyle  babası  Gregor'un  odasına

girmeyi  bir  türlü  göze  alamamışlardı,  Gregor  sık  sık  annesiyle  babasının  kız  kardeşinin

şimdiki  işini  her  yönüyle  takdir  ettiklerini  duyuyordu,  ama  işe  yaramaz  bir  kız  olduğunu

düşündükleri  için  o  ana  dek  kız  kardeşine  sürekli  öfkelenirlerdi.  Oysa  şimdi  kız  kardeşi

Gregor'un  odasını  toplarken  çoğu  zaman  ikisi,  annesiyle  babası,  odanın  önünde

bekliyorlardı,  kız  dışarı  çıkar  çıkmaz  da  odanın  ne  halde  olduğunu,  Gregor'un  ne  yediğini,

bu  kez  nasıl  davranmış  olduğunu,  küçük  de  olsa  bir  iyileşme  fark  edilip  edilmediğini  bütün

ayrıntılarıyla  anlatması  gerekiyordu.  Bu  arada  annesi  de  nispeten  yakın  bir  zamanda

Gregor'u ziyaret etmek istiyordu, ama babasıyla kız kardeşi onu önce, Gregor'un büyük bir

dikkatle  kulak  verip  tümüyle  onayladığı  akla  yatkın  nedenlerle  bu  isteğinden  vazgeçirdiler.

Ne  var  ki  daha  sonraları  zor  kullanılarak  durdurulması  gerekmişti  ve  kadın  "Bırakın

Gregor'umun yanma gideyim, o benim talihsiz oğlum! Onun yanma gitmek zorunda olduğumu

anlamıyor  musunuz?"  diye  haykırınca,  Gregor  belki  de  annesinin  içeriye  girmesinin  -

şüphesiz her gün değilse de belki haftada bir kez- iyi olacağını düşündü; ne de olsa annesi

her şeyi, tüm iyi yürekliliğine rağmen hâlâ bir çocuk olan ve nihayetinde böylesi zor bir işi sırf

çocuksu  bir  umursamazlıkla  üstlenmiş  kız  kardeşinden  çok  daha  iyi  anlıyordu.  Gregor'un

annesini  görme  arzusu  çok  geçmeden  gerçekleşiverdi.  Anne  ve  babasına  saygıdan,  gün

içinde pencereye çıkmak istemiyordu Gregor, ama birkaç metrekarelik döşemenin üzerinde

fazla  sürünemezdi,  kıpırdamadan  sırt  üstü  yatmak  gece  bile  zordu,  yemekten  pek  zevk

aldığı  yoktu  artık;  bu  yüzden  de  oyalanmak  için  sırf,  duvarlarla  tavanda  oradan  oraya

sürünmeyi  alışkanlık  haline  getirdi.  Özellikle  de  tavanda  asılı  kalmayı  seviyordu;  yerde

yatmaktan  çok  farklıydı  bu;  böyle  daha  rahat  nefes  alınabiliyordu;  bedeninde  hafif  bir

titreme geziniyordu; yukarıda, tavanda bulunduğu sırada o neredeyse mutluluk dolu dalgınlık

sırasında  kendini  bırakıp  yere  çakıldığı  oluyor,  buna  kendi  dahi  şaşırıyordu.  Ama  eskiye

oranla  şimdi  gövdesi  üzerindeki  egemenliği  haliyle  bambaşkaydı  ve  böylesi  yüksek  yerden

düşse  bile  kendisini  yaralamıyordu.  Kız  kardeşi  de  Gregor'un  bulmuş  olduğu  bu  kendince

yeni  eğlenceyi  hemen  fark  etti  -çünkü  sürünürken  sağda  solda  salgıladığı  yapışkan

maddenin izleri kalıyordu- ve o anda, Gregor'un sürünmesini olabildiğince rahatlatmayı, bunu

engelleyebilecek mobilyaları, özellikle dolap ve yazı masası gibi eşyaları ortadan kaldırmayı

aklına koydu. Ama bunları tek başına yapması zordu; babasından yardım istemeye cesaret

edemiyordu;  Hizmetçi  kızın  ise  yardım  etmeyeceği  apaçıktı,  çünkü  bu  yaklaşık  on  altı

yaşındaki kız gerçi önceki aşçı kadının işten çıkarılmasından bu yana cesurca dayanıyordu,

ne  var  ki  mutfağı  sürekli  kilit  altında  tutmak,  ancak  özel  olarak  seslenildiğinde  açmak  için

ayrıcalık  talep  etmişti;  bu  durumda  da  kız  kardeşine  babasının  evde  olmadığı  bir  anda

annesinden  yardım  almaktan  başka  bir  çare  kalmamıştı.  Annesi  sevinç  çığlıkları  ata  ata

geldi,  ama  Gregor'un  kapısının  önünde  susuverdi.  Kız  içeride  her  şeyin  yolunda  olup



olmadığını  öğrenmek  üzere  odayı  önce  şöyle  bir  kolaçan  etti,  ancak  bunun  ardından

annesinin içeriye girmesine izin verdi. Gregor alelacele çarşafı daha da aşağılara çekip her

zamankinden  daha  çok  buruşturmuştu,  böylece  gerçekten  kanepenin  üzerine  gelişigüzel

atılmış  bir  çarşaftan  farklı  görünmüyordu.  Gregor  çarşafın  altından  casusluk  yapmayı  da

bırakmıştı bu kez; annesini hemen daha bu gelişinde görmekten kaçındı, sonunda gelebildiği

için  mutluydu  ama.  "Hadi  gel,  görünmüyor  nasılsa,"  dedi  kız  kardeşi,  herhalde  annesinin

elinden  tutuyordu  içeri  girerlerken.  Gregor,  güçsüz  kuvvetsiz  iki  kadının  hatırı  sayılır

ağırlıktaki dolabı yerinden oynattıklarını, kendisini fazla yormasından endişelenen annesinin

tüm  uyarılarına  rağmen  kızın  işin  devamlı  büyük  kısmım  üstlendiğini  duyuyordu.  İş  epey

uzun  sürmüştü.  Henüz  onbeş  dakika  çalıştıktan  sonra,  dolabın  aslında  yerinde  kalmasının

daha  iyi  bir  fikir  olduğunu  belirtti  annesi;  çünkü  dolap  çok  ağırdı,  babaları  eve  dönmeden

önce bu işi bitiremezlerdi, hem dolap bu şekilde odanın ortasında durduğu sürece Gregor'un

bütün  geçiş  yollan  tıkanmış  olurdu;  ama  en  önemlisi  de  mobilyalarının  odadan

çıkarılmasının  Gregor'un  hoşuna  gidip  gitmeyeceğinden  pek  emin  değildi.  Hattâ  anneye

göre  daha  çok  bunun  tersi  gibiydi;  duvarın  böyle  boş  görünmesi  içini  burkuyordu;  neden

Gregor  da  aynı  duyguyu  taşımayacaktı  ki?  Ne  de  olsa  odadaki  mobilyalara  çoktandır

alışmış  olduğundan,  boş  odada  kendisini  terk  edilmiş  hissedebilirdi.  "O  zaman  da,"  diye

sürdürdü  annesi  usulca,  her  zamanki  gibi  neredeyse  fısıltıyla,  sanki  tam  olarak  nerede

olduğunu  bilmediği  Gregor'un,  sesinin  yankısını  bile  duysun  istemiyordu;  çünkü  oğlunun  bu

sözleri  anlamadığından  kesinlikle  emindi,  "o  zaman  da  sanki  mobilyaları  buradan

uzaklaştırmakla,  onun  iyileşmesinden  bütün  ümidimizi  kestiğimizi  ve  onu  merhametsizce

kendi  başına  bıraktığımızı  göstermiş  oluyoruz.  Bence  en  iyisi  odayı  daha  önce  nasıldıysa,

aynen  o  şekilde  bırakmaya  çalışmak;  hiç  olmazsa  Gregor  tekrar  aramıza  geri  geldiğinde,

böylece  her  şeyi  tıpkı  eskisi  gibi  bulur  ve  arada  başından  geçmiş  olan  şeyleri  de  kolayca

unutuverir."

Gregor, annesinin bu sözlerinin yardımıyla, insanlarla doğrudan konuşamamış olmasının,

aileyle iç içe sürdürdüğü tekdüze yaşamın, bu iki ay boyunca aklını karıştırmış olabileceğini

anladı;  çünkü  odasının  boşaltılmasını  ciddi  olarak  isteyebilmesini  başka  türlü

açıklayamıyordu.  Miras  kalmış  mobilyalarla,  sımsıcak  ve  rahat  döşenmiş  bu  odanın,

kuşkusuz daha sonra dört bir yana rahatsız edilmeden sürünebileceği, ama bununla birlikte

aynı  zamanda  ona  insanca  geçmişini  hızla  ve  tümüyle  unutturacağı  bir  mağaraya

dönüştürülmesini  gerçekten  de  istiyor  muydu?  Gerçi  bunu  şimdi  de  unutmaya  çok  yakındı,

annesinin  nicedir  duymadığı  sesiyle  sarsılıp  kendine  gelebildi.  Hiçbir  şey  çıkarılmamalıydı;

her  şey  yerli  yerinde  kalmalıydı;  içinde  bulunduğu  durumda  mobilyaların  olumlu  etkilerinden

yoksun  kalamazdı;  ve  mobilyalar  onun  anlamsızca  sağa  sola  sürünmesini  engelliyorsa  da

bunun bir sakıncası yoktu, aksine, bu çok yararlı bir şeydi.

Kız  kardeşiyse  ne  yazık  ki  aynı  fikirde  değildi;  Gregor'un  sorunları  konuşulup

görüşülürken  annesiyle  babasının  karşısına  özel  bir  uzman  gibi  çıkmaya  alışmıştı,  böyle

davranmakta da haksız sayılmazdı hani; annesinin verdiği öğüt, şimdi de işte kız kardeşi için

başlangıçta  dolapla  yazı  masasının  dışarıya  çıkarılmasında  değil  sadece,  aksine

vazgeçilmez olan kanepe dışında tüm eşyaların dışarıya çıkarılmasında ısrar etmeye yeterli



bir  nedendi.  Onu  bu  konuda  ısrarlı  olmaya  iten  şey,  sadece  çocukça  inat  ve  son  günlerde

beklenmedik  bir  biçimde  ve  güçlükle  edinebildiği  özgüven  değildi  elbette;  Gregor'un

sürünmek için çok yere ihtiyaç duyduğunu, buna karşın mobilyaları -görüldüğü kadarıyla- hiç

mi hiç kullanmadığını gerçekten gözlemişti de. Ama belki onun yaşındaki kızlarda bulunan ve

her  fırsatta  tatmin  peşinde  koşan  coşkulu  arzu  da  işin  içindeydi  ve  Grete  bu  arzunun,  onu,

Gregor'un içinde bulunduğu koşullan olduğundan çok daha ürkütücü hale getirmek için -ki bu

sayede  Gregor'a  şu  ana  kadarkinden  çok  daha  fazla  hizmet  edebilecekti-ayartmasına  izin

veriyordu.  Ne  de  olsa  bomboş  duvarlarına  bir  başına  Gregor'un  hükmettiği  bir  mekana

girmeyi büyük olasılıkla Grete'den başka hiç kimse asla göze alamayacaktı.

Böylece,  bu  odada  da  onca  huzursuzluk  yüzünden  kuşku  içinde  görünen  ve  çok

geçmeden  de  sesini  kesip  kız  kardeşine  dolabın  dışarıya  taşınmasında  yardımcı  olan

annesinin onu vermiş olduğu bu karardan caydırmasına izin vermedi. Gregor hadi diyelim ki

zor  durumda  dolap  olmadan  da  idare  edebilirdi,  ama  yazı  masasının  kalması  gerekiyordu.

Ve iki kadın inleye inleye yaslandıkları dolapla birlikte odadan çıkar çıkmaz, Gregor dikkatle

ve  elinden  geldiğince  kimseyi  üzmeden,  olup  bitene  nasıl  el  atabileceğini  görmek  üzere

başını  kanepenin  altından  dışarıya  çıkardı.  Ama  odaya  ilk  dönen,  aksi  gibi,  annesi  oldu,

Grete  ise  yan  odada  dolabı  kucaklamış,  tek  başına  sağa  sola  sallıyor,  tabii  bir  türlü

yerinden  oynatamıyordu.  Annesiyse  Gregor'un  görünüşüne  alışık  değildi,  kadını  hasta

edebilirdi,  bu  yüzden  de  korku  içinde  hızla  kanepenin  ta  öbür  ucuna  kadar  geri  geri

adımlarla  yürüdü,  ne  var  ki  çarşafın  ön  tarafının  azıcık  hareket  etmesine  engel  olamadı.

Annesinin dikkatini çekmeye yetti bu; duraladı, bir an sessiz kaldı, ardından tekrar Grete'nin

yanma gitti.

Gregor  olağanüstü  bir  şeyin  olmadığını,  aksine  sadece  bir  iki  mobilyanın  yerinin

değiştirildiğini  söyleyip  dursa  da  çok  geçmeden  kendi  kendine  itiraf  etmek  zorunda  kaldığı

üzere, kadınların bu gidip gelmeleri, birbirlerine seslenişleri, mobilyaların döşemeyi çizmesi,

Gregor'un  üzerinde  yine  de  büyük,  dört  bir  yandan  beslenen  bir  kargaşa  etkisine  neden

oldu;  kafasıyla  bacaklarını  kendine  ne  kadar  sıkıca  çekerse  çeksin,  gövdesini  yere

bastırırsa  bastırsın,  bütün  bu  olup  bitenlere  daha  fazla  dayanamayacağını  söylemekten

kaçınamadı.  Odasını  boşaltıyorlardı;  sevdiği  her  şeyi  ondan  alıyorlardı;  içinde  kıl  testeresi

ve başkaca aletlerin bulunduğu dolabı dışarıya taşımışlardı bile; şimdi de Gregor'un ticaret

yüksek  okulu,  lise,  hattâ  ilkokul  öğrencisiyken  ev  ödevlerini  yazdığı,  döşemeye  iyice

gömülmüş  olan  yazı  masasını  yerinden  oynatmaya  çalışıyorlardı  -iki  kadının  iyi  niyetlerini

sınayacak  zamanı  gerçekten  yoktu  artık,  bu  arada  varlıklarını  da  neredeyse  unutmuştu

onların, çünkü bitkinlikten sessizce çalışıyorlardı ve ağır adımlan duyuluyordu sadece.

Ve bunun üzerine Gregor birdenbire ortaya çıkıverdi, -kadınlar o anda yan odada azıcık

soluklanmak  üzere  yazı  masasına  dayanmışlardı-  gidiş  yönünü  dört  defa  değiştirdi,  önce

neyi kurtaracağını gerçekten bilmiyordu, derken artık bomboş duvarda enikonu dikkat çeken

kürklere  bürünmüş  kadın  resmini  gördü,  aceleyle  yukarı  tırmanıp  gövdesini  cama  bastırdı,

böylece hem tutunuyor, hem de cam sıcak kanına iyi geliyordu. En azından şimdi Gregor'un

üzerini  tümüyle  örttüğü  bu  resmi  hiç  şüphe  yok  ki  kimse  almayacaktı  artık.  İki  kadının

dönüşlerini gözetlemek için kafasını oturma odasına açılan kapıya çevirdi.



Molaları  pek  uzun  sürmedi  ve  tekrar  odaya  geri  döndü  anne  kız;  Grete  kolunu  annesine

dolamış, onu neredeyse taşıyordu. "Şimdi neyi alıyoruz?" dedi Grete ve çevresine bakındı.

O  sırada  bakışları  duvardaki  Gregor'unkilerle  kesişti. Annesinin  varlığı  yüzünden  olmalı  ki,

serinkanlılığını  yitirmedi,  etrafa  bakınmasın  diye  yüzünü  annesine  doğru  eğdi  ve  titrek  bir

sesle,  ama  dediğinin  pek  farkında  olmadan,  "Ne  dersin,  istersen  kısa  bir  süre  için  tekrar

oturma  odasına  gidelim  mi?"  dedi.  Grete'nin  niyeti  Gregor  için  çok  açıktı;  annesinin

güvenliğini  sağlayıp  ardından  da  onu  duvardan  aşağıya  kovalayacaktı!  Hadi,  gelsin  de

denesin  bakalım!  Resmin  üzerinde  oturuyordu  Gregor,  vermeye  niyeti  yoktu.  Onu

vermektense  kız  kardeşinin  yüzüne  sıçrayabilirdi.  Ne  var  ki,  Grete'nin  sözleri  annesini  esas

şimdi  huzursuz  etmişti,  kenara  çekildi,  çiçek  desenli  duvar  kağıdının  üzerindeki  dev

kahverengi lekeyi gördü, aslında bunun Gregor olduğunun henüz ayrımına varamadığı halde

pürüzlü  bir  sesle  çığlık  çığlığa  "Aman  Tanrım,  aman  Tanrım!"  diye  bağırdı  ve  her  şeyden

vazgeçmişçesine  sanki  kollarım  iki  yana  açıp  kendini  kanepenin  üzerine  bıraktı  ve  hiç

kıpırdamadan  öyle  kalakaldı.  "Gregor!"  diye  seslendi  kız  kardeşi  yumruklarını  havaya

kaldırıp dik dik bakarak. Dönüşümden bu yana ona doğrudan doğruya yönelttiği ilk sözlerdi

bunlar.  Annesini  ayıltabilecek  bir  ilaç  getirmek  üzere  yan  odaya  koştu;  Gregor  da  ona

yardım etmek istedi -resmi kurtarmaya zamanı vardı daha- ama cama sıkı sıkıya yapışmış

olduğundan kendisini ancak zorla kurtarabildi; ardından, kız kardeşine sanki eski günlerdeki

gibi  akıl  verebilecekmişçesine  o  da  yan  odaya  koşturdu;  ama  kız  kardeşi  bir  yığın  şişenin

arasında  bir  şeyler  ararken  o  da  hiç  kıpırdamadan  arkasında  durmaktan  başka  bir  şey

yapamadı;  üstelik  kız  arkasını  döndüğünde  ödü  koptu;  şişelerden  biri  yere  düşüp  kırıldı;

cam  kıymığı  Gregor'u  yüzünden  yaraladı,  dört  bir  yanı  yakıcı  ilaç  gölüne  döndü;  Grete

daha fazla oyalanmaksızın, taşıyabildiği kadar şişeyi kucağına alıp, annesinin yanma koştu;

kapıyı da ayağıyla örttü. Gregor, onun suçu yüzünden belki de ölümün eşiğine gelmiş olan

annesinden  şimdi  tümüyle  ayn  kalmıştı;  kapıyı  açamazdı,  tabii  annesinin  yanında  kalmak

zorunda  olan  kız  kardeşini  ürkütmek  istemiyorduysa;  Gregor'un  şu  anda  yapabileceği  tek

şey  beklemekti;  kendi  kendine  yönelttiği  suçlamalar  ve  kaygılardan  bunalmış  halde

sürünmeye  başladı;  duvarlarda,  mobilyaların  üzerinde  ve  odanın  tavanında,  her  yerde

süründü ve sonunda bütün oda çevresinde dönmeye başlayınca hayal kırıklığı içinde büyük

masanın orta yerine düşüverdi.

Aradan biraz zaman geçti, Gregor halsizlik içinde yatıyordu, etraf sessizdi, belki bu iyi bir

işaretti.  Derken  kapı  çalındı.  Hizmetçi  kız  kendini  yine  mutfağa  kilitlemişti  tabii,  bu  yüzden

kapıyı  Grete'nin  açması  gerekiyordu.  Babası  gelmişti.  "Ne  oldu?"  diye  sordu  içeri  adımını

atar atmaz; Grete'nin yüzü her şeyi ele vermiş olmalıydı. Grete boğuk bir sesle yanıt verdi,

belki  yüzü  de  babasının  göğsüne  gömülüydü:  "Annem  bayıldı  bugün,  ama  şimdi  çok  daha

iyi."  "Bunun  olacağını  biliyordum  zaten,"  dedi  babası,  "size  hep  söylüyorum,  ama  siz

kadınların  aklı  bir  türlü  almak  istemiyor."  Gregor,  babasının  Grete'nin  enikonu  kısa

açıklamasını  yanlış  yorumladığından  ve  Gregor'un  zorbaca  bir  kabahat  işlediği  sonucunu

çıkardığından emindi. Dolayısıyla

Gregor  şimdi  babasını  yatıştırmaya  çalışmalıydı,  çünkü  onu  bilgilendirmeye  ne  zamanı,

ne de olanağı vardı. Bunun üzerine hemen odasının kapısına kaçtı ve babasının, hole girer



girmez,  Gregor'un  hemen  odasına  geri  dönme  niyetinde  olduğunu  ve  onu  odaya

kovalamanın  gerekli  olmadığını,  kapıyı  açmalarının  yeterli  olacağını,  böylece  zaten  hemen

içeriye gireceğini anlayabilmesi için gövdesini sıkıca kapıya yapıştırdı.

Gelgelelim,  babası  bu  incelikleri  anlayacak  havada  değildi  şimdi;  "Ah!"  diye  bağırdı  içeri

girer  girmez;  sanki  hem  öfkeli  hem  de  sevinçliymiş  gibi  çıkmıştı  sesi.  Gregor  kafasını

kapıdan  kaldırıp  babasına  doğru  çevirdi.  Babasını  şimdi  böyle  karşısında  dikilir  görünce,

onu  zihninde  kesinlikle  böyle  canlandırmadığını  anladı;  gerçi  son  zamanlarda  edindiği  yeni

sürünme  huyu  yüzünden,  eskiden  yaptığı  üzere  evin  diğer  kısımlarında  olup  bitenlerle

ilgilenmeyi  unutuvermişti,  aslında  evdeki  değişikliklere  hazırlıklı  olması  gerekirdi.  Ne  olursa

olsun, bu babası mıydı yani? Gregor eskiden iş yolculuğuna çıktığı günlerde, bitkin bir halde

yatağına gömülüp kıpırdayamayan; akşamları eve döndüğünde onu üzerinde ropdöşambrla

koltukta  karşılayan;  ayağa  kalkacak  halde  olmayıp  sevinç  işareti  olarak  yorumlanabilecek

şekilde sadece kollarını kaldıran ve yılda bir iki pazar günü ve en önemli bayram günlerinde

ender  olarak  birlikte  çıktıkları  gezilerde  zaten  ağır  yürüyen  Gregor  ve  annesinin  arasında,

eski  paltosuna  sıkıca  sarınmış  halde,  yere  her  zaman  dikkatle  koyduğu  bastonuyla

ilerlemeye  çalışırken  onlardan  daha  da  ağır  yürüyen,  bir  şey  söylemek  istediğindeyse

olduğu  yerde  durup  beraberindekileri  çevresine  toplayan  adam,  aynı  adam  mıydı?  Şimdi

dimdik  durabiliyordu;  banka  şubelerinde  hizmetlilerin  giydiği  türden  altın  yaldızlı  düğmeleri

olan  mavi  renk  daracık  bir  üniforma  giymişti;  ceketinin  sert  ve  dik  yakasının  hemen

üzerinden güçlü gerdanı başlıyordu; gür kaşlarının altındaki siyah gözlerinin bakışları diri ve

dikkatli  görünüyorlardı;  diğer  zamanlarda  dağınık  haldeki  beyaz  saçları  şaşılacak  denli

düzgün  taranıp  ortadan  ayrılmış,  ışıl  ışıl  parlıyordu.  Üstünde  galiba  bir  bankanın  altın

yaldızla işlenmiş baş harflerinin işli olduğu kasketini bütün odanın içinde yay çizecek şekilde

kanepenin üzerine fırlattı, ardında da uzun üniforma ceketinin eteklerini havalandırmış, elleri

pantolonunun cebinde, asık bir suratla Gregor'un yanma yürüdü. Niyetinin ne olduğunu belki

kendi  de  bilmiyordu;  ne  olursa  olsun,  ayaklarını  alışılmışın  dışında  yükseğe  kaldırıyordu,

Gregor  babasının  çizmelerinin  tabanlarının  dev  boyutu  karşısında  şaşırdı.  Ama  bu

düşünceyle  daha  fazla  oyalanmadı,  bu  yeni  yaşamının  henüz  ilk  gününden  itibaren,

babasının  ona  karşı  ancak  olağanüstü  sert  tutumu  uygun  gördüğünü  biliyordu  çünkü.

Böylelikle  babasının  Örtünde  koşmaya  başladı,  babası  durduğunda  o  da  durdu,  babası

azıcık kımıldadığında o da yine hızla ileri fırladı. Bu şekilde odanın içinde birkaç tur attılar,

önemli  hiçbir  şey  olmaksızın,  hattâ  koşuşturmanın  tamamındaki  ağır  tempo  yüzünden  bir

kovalamaca  olduğu  bile  söylenemezdi.  Bu  yüzden  Gregor  da  geçici  olarak  döşemenin

üzerinde  kaldı;  duvarlara  ya  da  odanın  tavanına  kaçmasını  babasının  tümüyle  kötü  niyet

şeklinde  yorumlamasından  korkuyordu.  Ne  var  ki,  Gregor  bu  koşuya  dahi  uzun  süre

dayanamayacağını  kendine  itiraf  etmek  zorundaydı,  çünkü  babası  bir  adım  atarken

kendisinin sayısız hareket gerçekleştirmesi gerekiyordu. Nefes darlığı kendini hissettirmeye

başlamıştı  bile,  gerçi  ciğerlerinin  eskiden  de  öyle  pek  güvenilir  olduğu  söylenemezdi.  Şimdi

koşu  için  bütün  gücünü  toplamak  üzere  böyle  sendelerken  ve  gözlerini  açamazken;  bu

körleşme  duygusu  içinde  koşmak  dışında  başka  bir  kurtuluş  yolu  düşünemezken;  ayrıca,

bolca  sivri  uç  ve  köşelere  sahip,  özenle  oyulmuş  mobilyaların  ne  yazık  ki  şimdi  önünü

tıkadığı  duvarların  da  boş  olduğunu  neredeyse  tümüyle  unutmuşken  -bir  anda,  hemen  yanı




başından  hafifçe  savrularak  gelen  bir  şey  düştü  yere  ve  ona  doğru  yuvarlanmaya  başladı.

Bir  elmaydı  bu;  derken  peşi  sıra  bir  İkincisi  geldi;  Gregor  ödü  koptuğundan  olduğu  yerde

durdu;  koşmaya  devam  etmek  anlamsızdı,  çünkü  babası  onu  topa  tutmaya  kararlıydı.

Büfenin  üzerinde  duran  meyve  tabağından  ceplerini  doldurmuş  ve  kesin  nişan  almaksızın

birbiri  ardına  fırlatıyordu  şimdi  elmaları.  Bu  küçük,  kırmızı  elmalar  döşemenin  üzerinde

elektriklenmişçesine  yuvarlanıyor,  birbirlerine  çarpıyorlardı.  Hafifçe  atılmış  bir  elma

Gregor'un  sırtını  sıyırdı,  ama  zarar  vermeden  kayıp  düştü.  Ama  hemen  peşinden  uçup

gelen  başka  bir  elma  Gregor'un  sırtına  adeta  saplanıverdi;  Gregor,  bu  beklenmedik  ve

inanılmaz  acı,  yer  değiştirmeyle  geçebilirmiş  gibi,  kendini  sürükleyerek  oradan

uzaklaştırmak istedi; gelgelelim, yere çivilenmişti sanki ve bütün duyguları birbirine karışmış

bir  halde  olduğu  yerde  yığılıverdi.  Son  bir  bakışla,  odasının  kapısının  hızla  açıldığını  ve

çığlıklar  atan  kız  kardeşinin  önü  sıra  annesinin,  üzerinde  gömlek  olduğu  halde  -çünkü  kız

kardeşi  annesi  bayıldığında,  rahatça  nefes  alabilsin  diye  üzerindeki  giysilerden  kurtarmıştı

kadını-  içeriye  doğru  seğirttiğini,  ama  ardından  babasına  doğru  koşmaya  başladığını  ve

yolda,  kuşağı  sıyrılan  eteklerinin  teker  teker  çözülüşünü  ve  kadının  bunların  üzerine  basıp

tökezleyerek  babasının  üzerine  atılıp  ona  sarıldığını,  elleriniyse  tam  anlamıyla  tek  vücut

olacak şekilde -Gregor'un görme gücü onu bu noktada yanıltmaya başlamıştı- ve Gregor'un

yaşamını bağışlaması için babasının ensesine doladığını görebildi ancak.




III

Gregor'un  bir  aydan  fazla  acısını  çektiği  ağır  yara,  -elma,  kimse  almaya  cesaret

edemediğinden  görülebilir  bir  anı  olarak  etin  içinde  gömülü  kalmıştı-  babasına  bile,  şu

andaki üzücü ve tiksindirici şekline rağmen Gregor'un, insanın düşmanca davranmak yerine,

aile  yükümlülüğünün  yasaları  gereği  ona  karşı  bu  iğrenme  duygusunun  yenilip  sabırlı

olunması, sadece sabırlı olunması gereken bir aile üyesi olduğunu hatırlatmış görünüyordu.

Gregor,  yarası  nedeniyle  hareketliliğini  belki  de  artık  sonsuza  değin  yitirmiş  ve  halen

odasını boydan boya geçerken tıpkı yaşlı bir sakat gibi dakikalara ihtiyaç duyuyor olsa da -

yükseklere  tırmanmak  şöyle  dursun-  durumunun  bu  şekilde  kötüleşmesine  karşın,  her  gün

akşam  saatlerine  doğru,  daha  bir  iki  saat  öncesinden  son  derece  dikkatle  gözlemlediği

oturma odasının kapısı açılıyor, böylece o da odasının karanlığında, yattığı yerde, oturma

odasından  görünmeksizin,  ışıklandırılmış  masanın  başında  oturan  tüm  aileyi  görebiliyordu.

Ve  bir  ölçüde  ailenin  genel  onayıyla,  yani  eskisinden  çok  farklı  olarak,  dinleyebiliyor

olabilmesi Gregor'un fikrine göre tam bir dengeydi.

Şüphesiz  ki  bunlar  Gregor'un  küçük  otel  odalarında  kendini  yorgun  argın  nemli  yatak

çarşaflarının üzerine atmak zorunda olduğunda hep özlemle andığı o canlı söyleşiler değildi

artık. Ama artık her şey oldukça sakin ve sessizdi. Babası akşam yemeğinden hemen sonra

koltuğunda  uyuyakalıyordu;  annesiyle  kız  kardeşi  karşılıklı  birbirlerini  uyarıyorlardı  sessiz

olmaları  için;  annesi  iyice  ışığın  altına  eğilmiş  halde  dikiş  dikiyordu  -bir  giyimevi  için  narin

çamaşırlar-; bir tezgahtarlık işi bulmuş olan kız kardeşi, ileride belki bir gün daha iyi bir işe

girebileceği düşüncesiyle, akşamları steno ve Fransızca çalışıyordu. Bazen babası uyanıyor

ve  uyuduğunun  farkında  değilmiş  gibi  karısına,  "Bugün  yine  çok  çalıştın!"  diyordu  ve

annesiyle kız kardeşi birbirlerine yorgun bir gülümsemeyle bakarlarken yine uyuyakalıyordu.

Babası, kendine özgü bir dik başlılıkla üniformasını evde de çıkarmamak için direniyordu;

ropdöşambrı yararsız bir şekilde askıda asılı dururken, babası her an işe gitmeye hazır ve

burada  da  amirin  sesini  bekliyormuşçasma  tamamen  giyinik  bir  halde  köşesinde  uyuyordu.

Bunun  sonucunda  da,  zaten  daha  en  başından  beri  yeni  olmayan  üniforma,  annesiyle  kız

kardeşinin onca titizliğine rağmen temizliğini yitirmişti; Gregor da çoğu zaman bütün akşam,

üzeri lekeden geçilmeyen, yaşlı adamın kendisini içinde oldukça rahatsız hissettiği, ama yine

de  huzurla  uyuduğu,  her  fırsatta  temizlenen  altın  düğmeleriyle  ışıl  ışıl  parlayan  bu

üniformayı seyrediyordu.

Saat onu vurur vurmaz annesi hafif bir yüreklendirmeyle babasını uyandırmaya ve yatağa




gitmesi  için  ikna  etmeye  çalışıyordu;  buradakine  doğru  dürüst  uyku  denemezdi,  oysa

sabahın  altısında  işinin  başında  olması  gereken  babasının  sağlam  bir  uyku  çekmesi  çok

önemliydi. Ne var ki, hizmetli olduğundan bu yana pençesine düştüğü dikkafalılıkla, masanm

başında  daha  uzun  oturmakta  ısrar  ediyordu;  üstelik  düzenli  olarak  uyuyakalıyor,

yetmiyormuş  gibi  de  koltuktan  kalkıp  yatağa  gitmesi  için  büyük  zahmetlere  katlanılıyordu.

Anneyle kız onu istediği kadar uyarsmlardı, üç çeyrek saat boyunca başını yavaşça sallıyor,

gözlerini  kapalı  tutuyor  ve  yerinden  kalkmıyordu.  Annesi,  babasının  kollarından  çekiyor,

kulağına  tatlı  sözler  söylüyor;  kız  annesine  yardım  etmek  üzere  ödevlerini  yarıda

bırakıyordu,  ama  adamın  üzerinde  hiçbir  etkisi  olmuyordu  bunların.  Koltuğuna  daha  çok

gömülüyordu  sadece.  Ta  ki  iki  kadın  onu  koltuk  altlarından  kavradığında  gözlerini  açıyor,

dönüşümlü  olarak  bir  anneye  bir  de  kıza  bakıp  "Bu  da  hayat  işte.  Şu  yaşa  gel,  rahat  yüzü

görme,"  diyordu.  Ve  iki  kadına  dayanarak,  kendi  kendisi  için  bile  ağır  bir  yükmüşçesine,

yavaştan  alarak  kalkıyor,  kendisini  kadınlara  kapıya  kadar  taşıtıyor,  burada  onlara

gitmelerini  işaret  edip  yolun  geri  kalan  kısmını  kendi  başına  yürüyordu;  bu  sırada  anne

dikişini,  kız  da  kalemini  hızla  bir  kenara  atıp  babanın  yanma  koşuyordu,  yürümesine  tekrar

yardım edebilmek için.

İşin altında ezilen ve yorgunluktan hali kalmamış ailede Gregor'la gerektiğinden daha çok

ilgilenecek  kimin  vakti  vardı  ki?  Evin  bütçesi  giderek  kısılıyordu;  hizmetçi  kız  da  sonunda

çıkarıldı  işten;  evin  en  ağır  işlerini  görmek  üzere  sabahları  ve  akşamları  iri  yarı,  kemikli,

beyaz  saçları  başının  çevresinde  uçuşan  bir  hizmetçi  geliyordu;  geri  kalın  tüm  işleri  dikiş

işlerinin  yanı  sıra  annesi  yapıyordu.  Gregor'un  akşamlan  satış  fiyatlarıyla  ilgili  genel

söyleşilerden  çıkarabildiği  kadarıyla,  annesiyle  kız  kardeşinin  eskiden  eğlence  ve

kutlamalarda  büyük  bir  mutlulukla  takmış  oldukları  aile  yadigarı  çeşitli  takıların  satıldığı  da

oluyordu. Ama  en  büyük  yakınma,  içinde  bulundukları  koşullara  göre  fazlasıyla  büyük  olan

bu  evden,  Gregor'u  nasıl  taşıyacaklarını  bilemediklerinden,  çıkamıyor  olmalarıydı.  Gregor

ise  bir  taşınmayı  engelleyen  tek  şeyin  onu  dikkate  almaları  olmadığını  galiba  kestiriyordu,

çünkü  onu  birkaç  hava  deliğine  sahip,  uygun  bir  kutuyla  kolayca  taşıyabilirlerdi;  ailenin  evi

değiştirmesine  engel  olan  asıl  neden,  daha  çok  içine  düştükleri  derin  umutsuzluk  ve  bütün

tanıdık  ve  akraba  çevresinde  daha  önce  hiç  kimsenin  başına  gelmemiş  olan  felaketin

kendilerinin  başına  gelmiş  olduğuna  inanmalarıydı.  Dünyanın  yoksullardan  beklediğini  onlar

fazlasıyla yerine getiriyordu; baba küçük banka memurlarına kahvaltılarını getiriyordu, anne

başkalarına  çamaşır  dikeceğim  diye  kendini  tüketiyordu,  kız  kardeş  ise  müşterilerin

arzularına  göre  tezgahın  arkasında  koşturup  duruyordu,  ama  ailenin  gücü  bundan  daha

fazlasına  da  yetmiyordu  artık. Annesiyle  kız  kardeşi,  babasını  yatağına  götürdükten  sonra

geri  döndüklerinde,  ellerindeki  işleri  kenara  koyup  birbirlerine  sokulduklarında,  hattâ  yanak

yanağa  geldiklerinde;  annesi  şimdi  Gregor'un  odasını  gösterip  "Şu  kapıyı  kapa  Grete,"

dediğinde  ve  yan  odada  kadınların  gözyaşları  birbirlerininkine  karışırken,  hattâ  gözyaşları

kurumuş  halde  gözlerini  masaya  diktikleri  sırada  Gregor  tekrar  karanlıkta  kaldığında,

sırtındaki yara adeta yeni açılmışçasma acı vermeye başlıyordu.

Gregor  gecelerini  ve  günlerini  neredeyse  tümüyle  uykusuz  geçiriyordu.  Arada  sırada,

kapı  tekrar  açıldığında,  aile  işlerini  tıpkı  eskiden  olduğu  gibi,  tekrar  eline  almayı



düşünüyordu;  zihninde  uzun  bir  aradan  sonra  yeniden  patronu,  yetkili  temsilci,  yardımcı  ve

çıraklar, anlayışı kıt uşak, başka mağazalardan bir iki arkadaş, taşrada bir otelde odacılık

yapan  bir  kız,  sevimli,  kaçamak  bir  anı,  bir  şapka  mağazasında  çalışan  ve  Gregor'un  ciddi

anlamda ilgilendiği, ama fazlasıyla yavaş davrandığı, kasiyerlik yapan bir kız canlanıyordu -

tümü birden yabancıların, ya da çoktandır unutulmuş olanların arasına karışıyordu, ama ona

ve  ailesine  yardım  edecekleri  yerde,  hiçbirine  erişilemiyordu  ve  Gregor  bunların  yok  olup

gitmelerine  seviniyordu.  Ama  neden  sonra  yine  kendini  ailesiyle  ilgilenemeyecek  durumda

hissediyor,  kötü  bakıldığından  içi  öfkeyle  doluyordu  ve  neye  iştahı  olabileceğini  hayal

edemediği  halde,  karnı  aç  olmasa  bile  hakkına  düşeni  alabilmek  için  kilere  nasıl

ulaşabileceğine dair planlar yapıyordu yine de. Kız kardeşi, Gregor'a daha başka nasıl özel

bir  iyilik  yapılabileceğini  artık  daha  fazla  düşünmeksizin,  sabahları  ve  öğlenleri  mağazaya

koşturmadan önce, Gregor'un odasına ayağıyla rasgele bir yiyecek sürüyor, akşamlan da,

yiyeceğin  bu  kez  belki  sadece  tadına  bakılmış  -çoğu  zaman  böyleydi-  ya  da  hiç

dokunulmamış  olduğunu  umursamaksızın,  tabağı  bir  süpürgenin  ucuyla  tekrar  dışarıya

kuruyordu.  Artık  sırf  akşamları  ilgilendiği  odanın  temizlenip  toplanması,  daha  hızlı

yapılamazdı. Pislik bütün duvarları sarmış, sağda solda toz ve kırıntı yumakları oluşmuştu.

İlk  günlerde  Gregor  kız  kardeşi  geldiğinde  özellikle  böyle  en  göze  batan  köşeye  gidip

duruyordu  ki,  bu  davranışıyla  ona  bir  bakıma  sitem  ettiğini  hissettirebilsin.  Ama  gittiği  bu

köşede  belki  haftalarca  da  kalabilir,  ama  kız  kardeşini  bununla  yola  getiremezdi;  pisliği  kız

kardeşi de onun gibi görebiliyordu, ama onu bu halde bırakmayı kafasına koymuştu bir kere.

Bununla  birlikte  aslında  kendisi  için  çok  yeni  olan  ve  bütün  aileyi  de  etkisi  altına  almış

bulunan  bir  duyarlıkla,  Gregor'un  odasının  toplanmasını  başka  kimseye  bırakmamaya

çalışıyordu.  Bir  keresinde  annesi  Gregor'un  odasında  büyük  bir  temizliğe  kalkışmış,  ama

bunu  birkaç  kova  su  kullanarak  başarabilmişti,  -ancak  fazla  rutubet  Gregor'u  hasta  etmişti,

bu  yüzden  de  kanepenin  üzerinde  hareketsiz  ve  küskün  bir  halde  yatıyordu-  ne  var  ki,  bu

işten  cezasız  kurtulamadı  annesi.  Çünkü  kız  kardeşi  akşamleyin  Gregor'un  odasındaki

değişikliği  fark  eder  fark  etmez,  büyük  bir  alınganlıkla  oturma  odasına  koşup  annesinin  af

dilercesine  ellerini  havaya  kaldırmış  olmasına  rağmen,  hıçkırıklara  boğuldu;  annesiyle

babası  -tabii  babası  koltuğunda  sıçramıştı-önce  şaşkın  ve  çaresiz  halde  kıza

bakakalmışlardı;  sonra  onlar  da  duygulandılar;  baba  sağında  duran  anneye,  Gregor'un

odasının temizliğini kıza bırakmadığı için sitem etmeye başladı; solundaki kızmaysa bağırıp

ona Gregor'un odasını temizlemesini yasakladı; bu arada anne, heyecandan kendisini artık

tanıyamayan  babayı  yatak  odasına  taşımaya  çalışıyordu;  kız  ise  hıçkırıklarla  sarsıla

sarsıla,  küçük  yumruklarıyla  masayı  dövüyordu;  Gregor  ise  kapıyı  kapamak  ve  onu  bu

görüntü ve gürültüden korumak kimsenin aklına gelmediğinden öfkeyle tıslıyordu.

Kız kardeşi her ne kadar mesleği yüzünden yorgun düşüp Gregor'a eskisi gibi bakmaktan

bıkıp  usanmış  olsa  da  kesinlikle  annesinin  onun  yerine  geçmesi  ve  Gregor'un  böyle  ilgisiz

bırakılması  gerekmezdi.  Çünkü  artık  ev  işlerine  bakan  kadınları  vardı.  Güçlü  kemikleri

sayesinde  uzun  yaşamı  boyunca  en  beterinin  bile  üstesinden  gelebilmiş  olan  bu  yaşlı  dul,

Gregor'dan  pek  çekinmiyordu  aslında.  Bir  keresinde,  öyle  meraktan  da  değil,  Gregor'un

odasının  kapısını  rastlantıyla  açıvermiş,  şaşkınlıktan,  peşinden  kimse  kovalamadığı  halde,

sağa  sola  koşuşturmaya  başlayan  Gregor'un  görünüşü  karşısında  ellerini  kucağında




kavuşturup  hayretle  oracıkta  kalakalmıştı.  O  günden  beri  de  sabah  akşam  kapıyı  azıcık

aralayıp  Gregor'a  göz  atmayı  asla  ihmal  etmiyordu,  ilk  günler  seslenip  onu  yanma  da

çağırıyordu,  kendince  sevimli  bulduğu  sözler  söyleyerek:  "Buraya  gel  bakalım,  seni  yaşlı

bokböceği!" ya da "Şu yaşlı bokböceğine bakın hele!" Gregor bu tür seslenişlere yanıt bile

vermiyordu, aksine, kapı hiç açılmamış gibi, yerinde kıpırdamadan duruyordu. Bu yaşlı dula

onu kafasına göre anlamsız yere rahatsız etmesine izin verileceğine, her gün odasını temizi

etselerdi  asıl!  Bir  sabah  erkenden  -belki  de  eli  kulağında  ilkbaharın  müjdecisi  şiddetli  bir

yağmur camları dövüyordu- dul kadın anlamsız sözlerle yine seslenmeye başladığında, iyice

öfkelenmiş olan Gregor, bir saldırıya hazırlanıyormuşçasına, ama daha yavaş ve güçsüzce

kadına  yöneldi.  Ama  gündelikçi  kadın  korkacağı  yerde,  kapının  yakınlarında  bulunan  bir

sandalyeyi  havaya  kaldırdı  sadece;  iki  karış  açık  ağzıyla  orada  duruşundan,  ağzını  ancak

elindeki  sandalyeyi  Gregor'un  sırtına  indirdikten  sonra  kapatmak  niyetinde  olduğu

anlaşılıyordu.  "Buraya  kadar  mıydı  yani?"  diye  sordu,  Gregor  tekrar  arkasını  döndüğünde

ve sandalyeyi usulca köşeye bıraktı.

Gregor  neredeyse  hiçbir  şey  yemiyordu  artık.  Sadece,  hazırlanmış  yemeğin  önünden

rastlantıyla geçiverdiğinde, oyun olsun diye ağzına bir lokma alıp saatlerce ağzında tutuyor,

sonra  da  çoğu  zaman  tekrar  tükürüyordu,  ilkin,  onu  yemekten  alıkoyan  şeyin  odasının

durumu  karşısındaki  üzüntüsü  olduğunu  düşündü,  oysa  özellikle  de  odasındaki  bu

değişikliklerle  kısa  zamanda  barışmıştı.  Başka  bir  yere  konamayan  ıvır  zıvıraı  bu  odaya

getirilip  konması  alışkanlık  haline  gelmişti  ve  evin  bir  odası  üç  alt  kiracıya  verildiğinden,  bu

tür  ıvır  zıvır  boldu.  Alt  kiracı  olan  bu  üç  ciddi  adam  -Gregor'un  bir  keresinde  kapı

aralığından  görebildiği  kadarıyla,  üçünün  de  gür  sakalı  vardı-  sadece  kendi  odalarında

değil,  aksine,  burada  kiracı  olduklarına  göre,  bütün  evde,  ama  özellikle  de  mutfakta  düzen

konusunda  kılı  kırk  yarıyorlardı.  Ortalıkta  gereksiz  yere  duran,  hele  kirli  şeylere

tahammülleri  yoktu.  Bundan  başka,  ihtiyaç  duydukları  öteberinin  birçoğunu  da  yanlarında

getirmişlerdi.  Bu  yüzden,  gerçi  satıldığında  para  etmeyecek  olan,  ama  atmaya  da

kıyılamayan  bir  sürü  eşya  yararsız  hale  gelmişti.  İşte  bütün  bunlar  Gregor'un  odasına

gidiyordu.  Mutfaktaki  kül  sandığıyla  çöp  kutusu  da  dahil.  Her  zaman  acelesi  olan  dul

gündelikçi  o  anda  işe  yaramaz  ne  bulursa  Gregor'un  odasına  fırlaüveriyordu;  Allahtan

Gregor  fırlatılan  nesneyi  ve  bunu  fırlatan  eli  görüyordu  sadece.  Belki  kadın  bir  fırsatını

bulduğunda  bunları  buradan  almayı  ya  da  hepsini  bir  seferde  çöpe  atmayı  amaçlıyordu,

gerçekte  ise  ilk  fırlatıldıkları  yerde  öylece  kalıyorlardı;  Gregor  bu  ıvır  zıvırın  arasında

dolaşıp  -ilkin  sürünmeye  yer  kalmadığından,  ama  daha  sonra,  her  ne  kadar  bu  tür

gezintilerin ardından ölesiye yorgun düştüğünden, yine saatlerce kımıldayamaz hale gelene

kadar- bunların yerini değiştirmezse tabii.

Alt  kiracı  beyler  arada  sırada  akşam  yemeklerini  de  evde  ortak  oturma  odasında

yediklerinden, oturma odasının kapısı bazı akşamlar kapalı kalıyordu, ama Gregor kapının

açılmasından  çok  kolay  vazgeçebiliyordu;  ne  de  olsa  kapının  açık  olduğu  bazı  akşamlar

fırsattan  yararlanmamış,  aile  farkına  bile  varmaksızın  odasının  en  karanlık  köşesine  gidip

yatmıştı. Bir keresinde temizlikçi kadın oturma odasına açılan kapıyı hafif aralık bırakmıştı

ve  akşam  alt  kiracılar  eve  gelip  ışık  yakıldığında  da  kapı  açık  kaldı.  Adamlar  eskiden



babası,  annesi  ve  Gregor'un  yemek  yediği  masanın  baş  tarafına  oturdular,  peçeteleri  açıp

bıçak  ve  çatalları  ellerine  aldılar.  Hemen  kapıda  anne  belirdi,  elinde  bir  çanak  etle,  onun

ardından da tepeleme patates dolu bir kâseyle kız girdi içeriye. Yemeğin dumanı tütüyordu.

Kiracılar yemekleri yoklamak istercesine, önlerine konulan kâselerin üzerine doğru eğildiler;

gerçekten de, ortalarında oturan ve görünüşe göre diğer ikisince otorite kabul edilen adam,

henüz çanağın içindeyken etten bir parça kesti; anlaşılan yeterince yumuşak olup olmadığını

ya da mutfağa geri gönderilip gönderilmeyeceğini öğrenmeye çalışıyordu. Memnun kalmıştı;

heyecan  içinde  adamı  izlemiş  olan  anneyle  kız  derin  bir  nefes  alarak  gülümsemeye

başladılar.  Aile  ise  yemeklerini  mutfakta  yiyordu.  Yine  de  Gregor'un.babası,  mutfağa

gitmeden önce bu odaya girdi, kasket elinde, eğilerek selam vere vere masanın çevresini bir

kez  dolandı.  Alt  kiracılar  da  topluca  kalkıp  bir  şeyler  mırıldandılar.  Ardından  yalnız

kaldıklarındaysa  yemeklerini  tümüyle  sessizlik  içinde  yediler.  Yemek  sırasında  çıkan  onca

gürültü  içinde  yiyecekleri  öğüten  diş  seslerinin  sürekli  duyulması,  Gregor'a  fazlasıyla  tuhaf

geldi;  sanki  Gregor'a  yiyebilmek  için  dişlerin  gerekli  olduğunu,  dişsiz  en  güzel  çenenin  bile

hiçbir  işe  yaramayacağını  göstermek  ister  gibiydiler.  "Benim  de  kamım  aç,"  dedi  Gregor

kendi  kendine  kaygılı  bir  ifadeyle,  "ama  böyle  şeylere  değil.  Kiracı  beyler  nasıl  da

karınlarını doyuruyorlar, bense burada ölmek üzereyim!"

Tam da o akşam -Gregor geçen onca süre içinde keman sesi duyduğunu hatırlamıyordu-

mutfaktan keman sesi duyuldu. Alt kiracılar akşam yemeklerini çoktan bitirmişlerdi, ortadaki

eline bir gazete alıp diğer ikisine birer yaprak vermiş, sonra da arkalarına yaslanıp okumaya

ve  purolarını  tellendirmeye  başlamışlardı.  Kemanın  sesi  duyulur  duyulmaz  dikkat  kesildiler,

ayağa  kalkıp  parmak  uçlarında  holün  kapısına  kadar  yürüdüler  ve  burada  birbirlerine  iyice

sokulup  ayakta  dikildiler.  Sesleri  mutfaktan  duyulmuş  olmalıydı  ki  baba  seslendi:  "Beyler

müzikten  rahatsız  mı  oldular  acaba?  Hemen  durdurabiliriz."  "Aksine,"  dedi  ortadaki,

"küçükhanım bizim yanımızda çalmak istemezler mi acaba? Burası çok daha rahat ve geniş

ne  de  olsa."  "Aa  rica  ederim,"  diye  seslendi  baba,  kemanı  çalan  kendisiymiş  gibi. Adamlar

odaya  geri  dönüp  beklemeye  koyuldular.  Çok  geçmeden  baba  nota  sehpasıyla,  anne

notalarla,  kız  da  kemanla  içeriye  girdiler.  Kız  kardeşi,  çalmak  üzere  sakin  sakin

hazırlanmaya  başladı;  bundan  önce  odalarını  asla  kiraya  vermemiş  olan,  bu  yüzden  de  alt

kiracılara  karşı  nezaketi  abartan  annesiyle  babası,  kendi  koltuklarına  oturmaya  cesaret

edemediler; baba, sağ eli önü ilikli hizmetli ceketinin iki düğmesi arasında, kapıya dayandı;

anneyse  adamlardan  birinden  koltuğuna  oturma  daveti  aldı,  kadın  da,  koltuk  adamın

bıraktığı yerde kalmış olduğundan, uzak bir köşede oturmuş oldu.

Kız  kardeş  çalmaya  başladı;  anne  ve  baba,  her  biri  bulunduğu  yerden,  dikkatle  kızın

ellerinin hareketini izlediler. Müziğe kapılan Gregor azıcık öne doğru çıkmaya cesaret etmiş,

kafası neredeyse oturma odasındaydı. Son günlerde başkalarına karşı bu kadar az dikkatli

davranmasına  pek  şaşırmıyordu;  eskiden  bu  dikkatli  tutumuyla  gurur  duyardı.  Oysaki

özellikle şimdi saklanmak için daha çok nedeni vardı, çünkü odasının dört bir yanını örten ve

en  ufak  bir  harekette  havada  uçuşan  toz  yüzünden  kendisi  de  tamamen  tozla  kaplıydı;

sırtında  ve  iki  yanında  iplikler,  kıllar,  yemek  artıkları  kendiyle  birlikte  sürükleniyordu;  her

şeye  yönelik  bu  kayıtsızlığı,  eskisi  gibi  günde  birçok  kez  sırtüstü  yatıp  halının  üzerinde



temizlenemeyecek denli büyüktü. Ve bu haline rağmen, oturma odasının tertemiz döşemesi

üzerinde hafifçe ileriye doğru çıkmaktan korkmuyordu.

Ona dikkat eden de yoktu gerçi. Aile kendini tümüyle keman dinlemeye vermişti; alt kiracı

beyler  ise,  başlangıçta  elleri  pantolon  ceplerinde,  kız  kardeşin  nota  sehpasının  hemen

arkasında,  bütün  notaları  görecek  ve  kesinlikle  kız  kardeşin  rahatsız  olabileceği  kadar  da

yakınında  durmuşlardı;  çok  geçmeden  de  başları  önlerinde  yarı  sesle  konuşa  konuşa

pencerenin  önüne  geri  çekilip  burada,  babanın  endişeli  bakışları  altında,  oyalandılar.

Hallerinden,  güzel  ya  da  eğlendirici  bir  keman  dinleyecekleri  varsayımlarında  hayal

kırıklığına  uğramış  oldukları,  gösteriden  sıkıldıkları,  rahatlarının  bozulmasına  sırf  nezaket

gereği ses etmedikleri gayet açıktı. Özellikle de içtikleri puroların dumanlarını burunlarından

ve  ağızlarından  üfleyişleri,  çok  sinirli  olduklarına  işaret  ediyordu.  Üstelik  de  öyle  güzel

çalıyordu kız. Yüzü yana doğru eğilmişti, bakışları takip edercesine ve de hüzünle portenin

üzerinde  geziniyordu.  Gregor  biraz  daha  öne  doğru  süründü  ve  kız  kardeşinin  bakışlarıyla

belki  de  rastlaşmak  umuduyla  başını  iyice  yere  yapıştırdı.  Müzik  onu  bu  kadar  etkilediğine

göre,  bir  hayvan  mıydı  o?  Dört  gözle  beklediği  bilinmedik  besine  giden  yolun  kendini

gösterdiğini  hisseder  gibi  oldu  Gregor.  Kız  kardeşinin  yanma  kadar  sokulmaya,  onu

eteklerinden  çekip,  isterse  kemanıyla  birlikte  odasına  gelmesini,  çünkü  onun  keman

çalışının  değerini  burada  bulunanlardan  hiçbirinin  kendisi  kadar  takdir  edemediğini

söylemeye  kararlıydı.  Onu  artık  asla  odasından  dışarıya  göndermeyecekti,  en  azından

kendisi  yaşadığı  sürece;  korkunçluğu  ilk  kez  işine  yarasındı;  odasının  bütün  kapılarında

aynı anda gözükecek ve saldırganları geri püskürtecekti; kız kardeşiyse zorla değil, gönüllü

kalacaktı;  kanepede  Gregor'un  yanında  oturacak,  kulağını  da  ona  yaklaştıracaktı;  Gregor

da ona, kendisini konservatuara gönderme konusunda son derece kararlı olduğunu ve araya

bu  talihsizlik  girmeseymiş  geçen  Noel'de  -Noel  geçmişti  herhalde,  öyle  değil  mi?-  bunu

itirazlara aldırış etmeksizin herkese söylemeyi düşündüğü sırrını verecekti. Bu açıklamadan

sonra  kız  kardeşi  duygulanacak,  gözyaşlarını  tutamayacaktı,  Gregor  ise  onun  omuzlarına

kadar  yükselip  -mağazaya  gitmeye  başladığından  bu  yana  kurdele  ve  yaka  takmadığı-

boynundan öpecekti.

"Bay  Samsa!"  diye  seslendi  ortadaki  adam  babaya  ve  başka  tek  bir  sözcük  dahi

söylemeksizin  işaret  parmağıyla  yavaşça  ileriye  doğru  hareket  eden  Gregor'u  gösterdi.

Keman sustu, ortanca kiracı ilkin başını iki yana sallayarak arkadaşlarına gülümsedi, sonra

da  tekrar  Gregor'a  baktı.  Babası,  Gregor'u  kovmak  yerine  öncelikle  alt  kiracıları

sakinleştirmenin daha gerekli olduğunu düşünüyordu görünüşte, oysa heyecanlanmamışlardı

bile ve Gregor bunları keman gösterisinden daha fazla eğlendiriyordu sanki. Hızla adamların

yanma  gidip  kollarını  iki  yana  açarak  onları  odalarına  sokmaya,  bir  yandan  vücuduyla

Gregor'u  görmelerini  engellemeye  çalıştı.  Bu  kez  gerçekten  de  biraz  kızdılar,  ancak

babanın  davranışına  mı,  yoksa  Gregor  gibi  bir  komşuya  sahip  olduklarını  bilmediklerini  şu

anda  öğrenmiş  olmalarına  mı  kızdıkları  pek  belli  değildi.  Babadan  bir  açıklama  yapmasını

istediler,  onlar  da  kollarını  havaya  kaldırdılar,  gerginlik  içinde  sakallarını  didikliyorlar  ve

yavaşça  odalarına  doğru  geri  çekiliyorlardı.  Bu  arada  kız  kardeşi  aniden  kesintiye  uğrayan

gösterisinin  ardından  içine  düştüğü  kendini  yitirme  duygusunu  üzerinden  atmış,  keman  ve



yayı  bir  süre  boyunca  hareketsizce  sarkan  ellerinde  tuttuktan  ve  hâlâ  çalıyormuşçasına

notalara bakmaya devam ettikten sonra bir anda kendini toparlamış, çalgısını nefes darlığı

yüzünden  bütün  şiddetiyle  çalışan  akciğerleriyle  hâlâ  koltuğunda  oturmakta  olan  annesinin

kucağına koymuş, ardından da, babasının sıkıştırmasıyla alt kiracıların şimdi daha bir hızlı

yaklaştıkları yan odaya koşmuştu. Kız kardeşin deneyimli elleri altında yataklardaki yorgan

ve yastıkların güzelce havalandırılıp düzenlendiği görülüyordu. Beyler odaya daha girmeden

kız yatakları hazırlamış ve odadan çıkıvermişti. Babası yine o bildik dikkafalılığım takınmış

ve kiracılarına her şeye rağmen borçlu olduğu saygıyı büsbütün unutuvermişti. Sıkıştırdıkça

sıkıştırıyordu  adamları,  ta  ki  ortancası  odanın  kapısında  ayağını  gümbürtüyle  yere  vurup

babayı bu şekilde durdurana dek.

"Bununla  açıklamak  isterim  ki,"  dedi  adam,  elini  havaya  kaldırdı  ve  bakışlarıyla  anneyle

kız  kardeşi  de  aradı,  "bu  ev  ve  aile  içinde  hüküm  süren  iğrenç  koşulları  dikkate  alarak,"  -

burada hızlı bir kararla yere tükürdü- "odamı derhal bırakacağım.

Burada  oturduğum  günler  için  de  tabii  ki  en  ufak  bir  ödeme  yapmayacağım,  aksine,

karşınıza bazı -inanın bana-kolayca temellendirilebilecek isteklerle çıkıp çıkmayacağımı da

düşüneceğim daha." Sustu ve bir şey bekliyormuşça-sma dosdoğru önüne baktı. Gerçekten

iki arkadaşı da birden söze girdiler: "Biz de hemen çıkıyoruz." Bunun üzerine kapı tokmağını

kavrayıp kapıyı gürültüyle kapadı.

Baba  el  yordamıyla,  sendeleye  sendeleye  koltuğuna  gidip  çöktü;  alışıldık  akşam

uyuklamalarından  birine  hazırlanıyor  gibiydi,  ama  dengesizce  duran  başını  kuvvetle  yukarı

aşağıya  sallaması,  kesinkes  uyumadığını  gösteriyordu.  Gregor  bütün  süre  boyunca,  alt

kiracıların  onu  yakaladıkları  yerde  hareketsizce  yatmıştı.  Planının  başarısızlığı  nedeniyle

yaşadığı hayal kırıklığı ve belki uzun süre aç kalmasından kaynaklanan zayıflık da hareket

etmesini  olanaksız  hale  getiriyordu.  Hemen  bir  an  sonrasında  meydana  gelecek  genel  ve

yükünü onun üzerine boşaltacak bir yıkımın bir bakıma kesin gerçekleşeceğinden korkarak

bekliyordu. Annesinin titreyen parmakları altından kayıp kucağından düşerek, yankılı bir ses

çıkaran keman bile ürkütmedi onu.

"Sevgili  büyüklerim,"  dedi  kız  kardeşi  ve  giriş  niyetine  eliyle  masaya  vurdu,  "bu  böyle

devam  edemez.  Siz  bunu  anlayamıyorsanız  da  ben  anlıyorum.  Bu  canavarın  karşısında

kardeşimin  adını  ağzıma  almak  istemiyorum,  bu  yüzden  de  sadece  şunu  diyorum:  ondan

kurtulmaya  çalışmalıyız.  Biz,  insanın  olanakları  el  verdiğince  ona  bakmayı  ve  katlanmayı

denedik, bence kimse bize en ufak bir suçlamada bile bulunamaz."

"Yerden  göğe  haklı,"  dedi  babası  kendi  kendine.  Hâlâ  yeterince  nefes  alamayan  annesi

elini ağzına götürüp gözlerinde zıvanasız bir ifadeyle, boğuk boğuk öksürmeye başladı.

Kız  hızla  annesinin  yanma  varıp  kadının  alnını  tuttu.  Kızın  sözleri  babayı  daha  kesin

düşüncelere  yöneltmiş  gibiydi;  oturduğu  yerde  doğrulmuştu  ve  alt  kiracıların  akşam

yemeğinden  beri  masada  duran  tabaklarının  arasında  hizmetli  kasketiyle  oynuyor,  bir

yandan da arada bir kımıldamadan duran Gregor'a bakıyordu.




"Ondan  kurtulmak  zorundayız,"  dedi  kız  bu  kez  sadece  babasını  hedef  alarak,  çünkü

annesi öksürük yüzünden bir şey duymuyordu, "yoksa ikinizi de öldürecek, bunu görür

gibiyim,  insan  bizler  gibi  ağır  işlerde  çalışmak  zorunday-ken  bir  de  eve  gelip  bu  sonu

gelmez  eziyete  dayanamaz.  Ben  de  dayanamıyorum  artık."  Derken  öyle  şiddetli  ağlamaya

başladı  ki,  gözyaşları  annesinin  yüzüne  sıçrıyor,  o  da  bunları  mekanik  el  hareketleriyle

siliyordu.

"Evladım," dedi babası üzüntü ve dikkat çekici bir hoşgörüyle, "iyi de ne yapalım?" Kız az

önce  ağlarken,  eskiden  duyduğu  güvenin  aksine  ele  geçirildiği  çaresizliğin  işareti  olarak

omuz silkti sadece.

"Bizi  anlayabilseydi,"  dedi  babası  soru  sorar  gibi;  kız  ağlamanın  arasında  elini  hararetle

iki yana sallayarak bunun düşünülemeyeceğini söylemeye çalıştı.

"Bizi  anlayabilseydi,"  diye  tekrarladı  babası  ve  gözlerini  kapatarak  kızın  bunun

olanaksızlığına  dair  kanısını  kabullendi,  "o  zaman  belki  onunla  uzlaşmaya  varılabilirdi. Ama

böyle...


"Gitmeli," diye bağırdı kız, "bu tek çaremiz baba. Onun Gregor olduğunu kafandan atmak

zorundasın  sadece.  Esas  felaketimiz,  onca  zaman  buna  inanmış  olmamız.  Ama  nasıl

Gregor  olabilir  ki?  Eğer  Gregor  olsaydı,  insanların  bir  hayvanla  bir  arada  yaşamasının

mümkün  olmadığını  çoktan  anlar  ve  kendi  isteğiyle  çekip  giderdi.  O  zaman  bir  kardeşimiz

olmazdı,  ama  yaşamaya  devam  ederdik  ve  onun  anısını  onurla  yaşatırdık.  Oysa  şimdi  bu

hayvan  peşimizi  bırakmıyor,  kiracıları  evden  kaçırıyor,  belli  ki  bütün  eve  el  koyup  bizim

sokaklarda  kalmamızı  istiyor.  Bak  işte  baba,"  diye  bağırdı  birden,  "yine  başlıyor!"  Ve

Gregor  için  tümüyle  anlaşılmaz  bir  korkuyla  kız  kardeşi  annesinin  yanından  ayrıldı,

Gregor'un  yakınında  kalmaktansa  annesini  feda  etmek  istiyormuşçasma  annesinin

koltuğundan  kendini  adeta  uzağa  itip  babasının  arkasına  koşuverdi;  sadece  kızın

davranışından heyecanlanmış olan babası da ayağa kalktı ve kızı koruyormuş gibi kollarını

onun önünde yarı havaya kaldırdı.

Ama  Gregor  herhangi  bir  kimseyi,  hele  de  kız  kardeşini  korkutmayı  kesinlikle

düşünmüyordu ki. Odasına geri gitmek üzere dönmeye başlamıştı sadece, ama durumunun

acı  veriyor  oluşu  yüzünden,  zor  dönüşlerde  başını  destek  olarak  kullanması  gerektiğinden

ve  bunu  yaparken  de  başını  defalarca  kaldırıp  yere  vurduğundan  dikkatleri  üzerine

çekiyordu.  Durup  çevresine  bakındı.  İyi  niyeti  anlaşılmışa  benziyordu;  sadece  anlık  bir

korkuydu  duyulan.  Şimdi  hepsi  suskun  ve  üzüntüyle  ona  bakıyordu. Annesi  bacaklarını  öne

doğru  uzatıp  bitiştirmiş,  koltuğunda  yatıyordu,  gözleri  halsizlikten  kapandı  kapanacaktı;

babası ve kız kardeşi yan yana oturuyorlardı, kız kardeşi elini babasının boynuna koymuştu.

"Belki  de  artık  dönmeme  izin  verirler,"  diye  düşündü  Gregor  ve  tekrar  işe  koyuldu.  Zorlu

uğraşısı  yüzünden  derin  derin  nefes  alıp  vermesine  engel  olamıyor,  sık  sık  dinlenmek

zorunda  kalıyordu.  Aynca  şimdi  onu  sıkıştıran  da  yoktu,  her  şey  kendisine  oırakılmıştı.



Dönüşü  tamamladığında  hemen  doğruca  geriye  yürümeye  başladı.  Kendisiyle  odası

arasındaki uzaklığın büyüklüğü karşısında hayrete kapıldı ve bu güçsüz haliyle kısa bir süre

önce aynı yolu hani hiç farkına bile varmadan nasıl katetmiş olduğunu bir türlü anlayamadı.

Devamlı  olarak  sadece  hızla  sürünmeyi  düşündüğünden,  ailesinin  tek  bir  sözünün,  tek  bir

seslenişinin onu rahatsız etmeyişine neredeyse hiç dikkat etmedi. Kapıya vardığında ancak

başını  çevirdi,  tümüyle  değil  elbet,  çünkü  boynunun  kaskatı  olmaya  başladığını

hissediyordu,  arkasında  hiçbir  şeyin  değişmemiş  olduğunu  görebildi  yine  de,  bir  tek  kız

kardeşi ayağa kalkmıştı. Son bakışı, iyice uykuya dalmış olan annesine değdi.

Odasına  girmesiyle  kapının  alelacele  kapanması,  sürgülenmesi  ve  kilitlenmesi  bir  oldu.

Gregor arkasındaki bu ani gürültüden öyle bir korktu ki, çırpı bacakları ikiye katlandılar. Bu

kadar  acele  eden,  kız  kardeşiydi.  Önce  ayağa  kalkıp  beklemişti,  sonrada  hızla  ileriye

fırlamıştı  -Gregor  onun  geldiğini  duymamıştı  bile-  ve  "Nihayet!"  diye  bağırdı  annesiyle

babasına, anahtarı kilidin içinde döndürürken.

"Peki  ya  şimdi?"  diye  sordu  Gregor  kendi  kendine  ve  karanlıkta  etrafına  bakındı.  Çok

geçmeden, artık hiç mi hiç hareket edemediğini fark etti. Buna şaşırmadı, esas o ana kadar

bu  incecik  bacaklarıyla  gerçekten  de  yerinden  kımıldayabilmesini  olağandışı  buldu.  Öte

yandan, kendini öncesine göre daha rahat hissediyordu. Gerçi bütün vücudu ağrıyordu, ama

bu  ağrılar  giderek  hafifliyordu  ve  sonunda  hepten  geçip  gidecek  gibi  geliyordu  ona.

Sırtındaki  çürümüş  elmayı  ve  tümüyle  yumuşak  tozla  örtük  yangılı  bölgeyi  artık

hissetmiyordu  bile.  Ailesini  yoğun  bir  duygu  ve  sevgiyle  düşünüyordu.  Yok  olması

gerektiğine  dair  düşüncesinde  belki  kız  kardeşininkinden  bile  daha  kararlıydı.  Bu  boş  ve

huzur  verici  düşüncelerle,  saat  kulesi  sabahın  üçünü  vurana  dek  oyalandı.  Pencerenin  öte

yanındaki genel aydınlanmanın başlangıcını da gördü. Derken başı isteği dışında tamamen

düştü ve burun deliklerinden son nefesi de güçsüzce çıkıverdi.

Sabah  erkenden  temizlikçi  kadın  geldiğinde,  -  her  ne  kadar  defalarca  uyarılmış  olsa  da,

güçlü  kuvvetli  ve  aceleci  oluşundan  bütün  kapıları  öyle  bir  çarparak  kapıyordu  ki,  onun

gelmesiyle  birlikte  evin  hiçbir  yerinde  rahat  bir  uykunun  imkanı  kalmıyordu-Gregor'un

odasına yaptığı olağan kısa ziyaretinde önce özel bir şey bulamadı. Gregor'un yerde böyle

hareketsizce  kasten  yattığını  ve  küskünmüş  gibi  davrandığım  düşündü;  onun  zekasından

her  şey  beklenirdi.  Kadın,  elinde  rastlantıyla  uzun  saplı  süpürgeyi  tutuyor  olduğundan,

kapının  ağzından  Gregor'u  gıdıklamaya  çalıştı.  Bundan  da  bir  sonuç  çıkmayınca  sinirlendi

ve  Gregor'u  biraz  daha  içeriye  doğru  itti;  onu  hiçbir  karşı  koyma  olmaksızın  yerinden

oynatınca ancak dikkatini çekti. Ama işin aslım hemencecik anlayınca gözlerini ardına kadar

açtı,  usulca  ıslık  çalmaya  başladı,  ama  uzun  süre  oyalanmadı,  aksine,  yatak  odasının

kapısını sertçe açıp yüksek sesle karanlığın içine doğru bağırdı: "Gelin şuna bir bakın hele,

gebermiş; orada yatıyor, geberip gitmiş!"

Samsa  çifti  yataklarında  doğrularak  oturup  temizlikçi  kadının  verdiği  haberi  kavramaya

fırsat  bulamadan,  kadının  neden  olduğu  korkuyu  yenmeye  çalıştılar.  Ama  bunun  ardından

Bay  ve  Bayan  Samsa,  her  biri  kendi  tarafından  olmak  üzere,  hemen  yataktan  çıktılar,  Bay

Samsa  yorganı  omuzlarına  koydu,  Bayan  Samsa  sadece  geceliğiyle  çıktı,  bu  halde




Gregor'un odasına girdiler. Bu arada, alt kiracıların eve taşınmalarından bu yana Grete'nin

yattığı oturma odasının da kapısı açılmıştı; hiç uyumamış gibi tamamen giyinikti, soluk yüzü

de  bunu  kanıtlıyordu  sanki.  "Ölmüş  mü?"  dedi  Bayan  Samsa  ve  her  şeyi  kendisi

yoklayabildiği ve yoklamadan da anlayabildiği halde soran bakışlarla temizlikçi kadına çevirdi

başını.  "Öyle  olmalı,"  dedi  temizlikçi  kadın  ve  kanıt  niyetine  Gregor'un  leşini  süpürgeyle

epeyce  yana  doğru  itti.  Bayan  Samsa  süpürgeyi  tutmak  istercesine  bir  harekette  bulundu,

ama  tutmadı.  "Öyleyse,"  dedi  Bay  Samsa,  "Şimdi  Tanrıya  şükredebiliriz."  Haç  çıkardı,  üç

kadm  da  taklit  etti  onu.  Gözünü  ölüden  başka  yere  çevirmeyen  Grete,  "Şuna  bakın,  ne

kadar da zayıfmış. Uzun zamandır bir şey yemiyordu ne de olsa. Yiyecekler içeri girdiği gibi

gerisin  geri  dışarıya  çıkıyorlardı."  Gregor'un  gövdesi  gerçekten  de  tamamen  yassı  ve

kuruydu, küçük bacakları tarafından artık yukarı kaldırılmadığından ve gözü çelen başka bir

şey de olmadığından, bu aslında ancak şimdi fark ediliyordu.

"Grete,  gel  biraz  yanımızda  kal,"  dedi  Bayan  Samsa  melankolik  bir  gülümsemeyle  ve

Grete  leşe  bakmaktan  vazgeçmeksizin  annesiyle  babasının  peşi  sıra  yatak  odasına  gitti.

Temizlikçi kadın kapıyı kapayıp pencereyi ardına dek açtı. Sabahın ilk saatleri olduğu halde

serin  havaya  hafif  ılıklık  karışmaktaydı.  Martın  sonuydu  ne  de  olsa.  Üç  alt  kiracı

odalarından  çıkıp  şaşkınlık  içinde  kahvaltılarına  bakındılar;  onları  kimse  düşünmemişti.

"Kahvaltı nerede?" diye sordu ortancası asık suratla temizlikçi kadına. Berikiy-se parmağını

ağzına  götürüp  ardından  da  alelacele  ve  sessizce  beylere  Gregor'un  odasına  gelmelerini

belirtmeye çalıştı. Geldiler de ve elleri hafif yıpranmış ceketlerinin ceplerinde, şu anda iyice

aydınlanmış odanın içinde, Gregor'un cesedinin çevresinde durdular.

O  anda  yatak  odasının  kapısı  açıldı  ve  Bay  Samsa  hizmetli  üniformasıyla  kapıda

göründü,  bir  kolunda  karısı,  diğerinde  kızı  vardı.  Hepsinin  gözü  ağlamaktan  kızarıktı  hafif;

Grete yüzünü ikide bir babasının koluna gömüyordu.

"Evimden  derhal  çıkın!"  dedi  Bay  Samsa  ve  iki  kadını  bırakmaksızın  kapıyı  işaret  etti.

"Ne demek istiyorsunuz?" dedi beylerin ortancası hafif bir telaşla ve gülümsedi yapmacık bir

ifadeyle.  Öbür  ikisi  ellerini  arkalarında  sürekli  birbirlerine  sürtüp  duruyorlardı;  tıpkı

kendilerinin  lehine  sonuçlanması  gereken  bir  tartışmayı  sevinçle  bekliyormuş  gibi.  "Ne

söylüyorsam, onu," diye yanıtladı Bay Samsa ve iki refakatçisiyle birlikte aynı çizgi üzerinde

kiracıya  doğru  yürüdü.  Adam  başta  sesini  çıkarmadan  durup  yere  baktı,  sanki  akimdan

geçen  şeyler  yeni  bir  düzene  giriyorlardı.  "Gidiyoruz  o  halde,"  dedi  ve  ardından,  aniden

etkisi  altına  girdiği  bir  alçakgönüllülükle  bu  karan  için  dahi  yeni  bir  onay  beklercesine  Bay

Samsa'ya  baktı.  Bay  Samsa  gözlerini  iri  iri  açıp,  birkaç  kez  başını  sadece  kısaca  yukarı

aşağıya sallayarak adama baktı. Bunun üzerine adam gerçekten apar topar uzun adımlarla

hole  gitti,  iki  arkadaşı  bir  süreliğine  gayet  sakin  ellerle  konuşmaya  kulak  vermişken,  şimdi

adeta  hoplayarak  onun  peşine  takıldılar,  Bay  Samsa  kendilerinden  önce  hole  girer  ve

liderleriyle  olan  bağlantılarını  koparır  korkusuyla.  Holde  üçü  birden  askıdan  şapkalarını

aldılar, baston kovasından bastonlarını çekip çıkardılar, bir şey söylemeksizin eğilip evi terk

ettiler. Bay Samsa, göründüğü kadarıyla tümüyle temelsiz bir güvensizlik duygusu içinde, iki

kadınla  birlikte  evden  dışarıya,  koridora  çıktı;  hep  birlikte  tırabzana  yaslanıp  üç  adamın

gerçi  yavaş,  ama  durmaksızın  uzun  merdivenden  aşağıya  inişlerini,  her  kat  arasında



merdiven  boşluğunun  belli  bir  kıvrımında  kaybolup,  bir  an  sonra  tekrar  ortaya  çıkışlarını

seyrettiler;  derine  ulaştıkça  Samsa  ailesinin  onlara  ilgisi  de  giderek  azalıyordu  ve  başının

üzerinde  gururla  dimdik  taşıdığı  sepetiyle  bir  kasap  kalfası  önce  onlara  doğru,  sonra  da

onları  geçip  yukarı  doğru  çıkarken,  Bay  Samsa  kadınlarla  birlikte  çok  geçmeden

tırabzanların başından ayrıldı ve hep beraber, rahatlamışçasma, evlerine girdiler.

Bu  günü  dinlenmeye,  gezintiye  ayırmaya  karar  verdiler;  böyle  bir  arayı  sadece  hak

etmemişlerdi,  buna  kesinlikle  ihtiyaçlan  da  vardı.  Böylece  masanm  başına  oturup  üç  tane

özür  mektubu  yazdılar;  Bay  Samsa  kendi  müdürlüğüne,  Bayan  Samsa  kendisine  siparişleri

verene,  Grete  de  işyeri  sahibine.  Mektupların  yazımı  sırasında  temizlikçi  kadm  sabah

işlerinin  bittiğini  ve  gidiyor  olduğunu  söylemek  üzere  içeri  girdi.  Üç  mektup  yazarı  önce

kadına hiç bakmaksızın sadece başlarını" salladılar, temizlikçi kadm hâlâ gitmeyince ancak

başlarını  kaldırıp  kızgın  bir  ifadeyle  baktılar.  "Eee?"  diye  sordu  bay  Samsa.  Temizlikçi

kadm  gülümseyerek  kapıda  dikiliyordu;  sanki  aileye  büyük  bir  müjde  verecekti  de  bunu

ancak  adamakıllı  sorup  öğrenmeye  kalktıklarında  yapmak  istiyor  gibiydi.  Şapkasının

üzerindeki  neredeyse  dik  duran  ve  Bay  Samsa'nm  kadının  işe  girdiğinden  bu  yana  sinirine

dokunan  küçük  devekuşu  tüyü  hafifçe  dört  bir  yana  doğru  sallanıyordu.  "Söyleyin  bakalım,

ne  istiyorsunuz?"  diye  sordu  Bayan  Samsa,  temizlikçinin  en  çok  çekindiği  kişi  oydu.  "Evet,"

diye yanıtladı kadm ve içten gülmesi yüzünden konuşmasına hemen devam edemedi, "şey,

efendim, yandaki şu şeyin nasıl yok edileceğini siz hiç düşünmeyin. Onu ben hallettim bile."

Bayan  Samsa  ve  Grete  tekrar  mektuplarına  eğildiler,  yazmaya  devam  etmek  istiyorlardı

sanki;  temizlikçi  kadının  bütün  her  şeyi  en  ince  ayrıntısıyla  anlatmaya  başlayacağını  fark

eden  Bay  Samsa,  elini  ona  doğru  uzatarak  kararlı  bir  şekilde  kadını  susturdu.  Gelgel  elim

kadm  anlatmasına  izin  verilmediğini  anlayınca,  acelesi  olduğunu  hatırlayıp  gücenmiş

olduğunu  hissettirerek,  "Hadi  kalın  sağlıcakla,"  dedi,  aniden  döndü  ve  arkasından  kapıyı



vahşice çarparak evden çıktı.

-SON-

Document Outline

  • I
  • II
  • III

Yüklə 306,46 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin