LEIBNIZ, GOTTFRIED WILHELM (1646-1716)
Gottfried Wilhelm Leibniz muazzam yeteneklerini sayısız
disiplinde kullandı: felsefe, tarih, dil, jeoloji. Matematikte
kalkülüsü icat etti (Newton’dan bağımsız olarak, ama
fikirlerini daha önce yayınladı). Bugün hâlâ onun
notasyonunu kullanmaktayız.
1673’te Londra’daki Kraliyet Akademisi’ne bir hesap
makinesi gösterince derneğe üye olarak kabul edildi. Mesleği
avukatlıktı. Hanover sarayına danışman, diplomat ve tarihçi
olarak hizmet etti. Hayatı süresince Teodise başlığını taşıyan
tek bir kitap yayınladı, ama yayınlanmış makaleleri ve
yazışmaları da çok hacimli ve çok etkiliydi.
Erken aşamalarda amaçlarından biri mantığı, ilişkileri analiz
edebilmek amacıyla bir semboller sistemine indirgemekti. Bu
tür formel mantığın öteki konulara da genişletilebileceğini ve
böyle-ce onların içeriğine de ışık tutulabileceğini umuyordu.
Bu görüş 20. yüzyılda Oxford felsefecilerini, özel olarak da
Bertrand Rus-seil’ı heyecanlandırmıştır. Katolikleri
Protestanlarla birleştirmeyi denedi. Bu başarısızlığa uğrayınca
Luthercilerle Calvincileri birleştirmeye çalıştı. Aynı zamanda
birleşik bir Avrupa’yı hayal ediyor, birliğin prenslerini
aralarındaki uyuşmazlıkları gidermek için biraraya gelirken
hayal ediyordu. 17. yüzyılın korkunç savaşlarından sonra,
birkaç düşünür bir nevi pax romana yaratmaya çaba
gösterecekti (Rousseau’nun karşı çıktığı Abbe Saint-Pierre de
bunların arasındaydı). Bunlar bu girişimleriyle daha sonra
Avrupa Birliği haline gelecek şeyin politik tohumlarını atmış
oldular. Savaşlarını planlamakta olan Fransa Kralı XIV. Louis
bu fikre hiç ilgi duymadı. Kendi imparatorluğunu
genişletmekle meşgul olan Rus Çarı Büyük (Deli) Petro da
kayıtsız kaldı. Ama Leibniz herkes arasında uyum yaratma
çabasından hiç vazgeçmeyecekti: Hayatının son yılı içinde
Çin’in Konfüçyüsçü-leriyle Katolikleri birleştirmeye
çalışıyordu!
Eleştirel yaklaşanlar Leibniz’in felsefesini oluşturanın ne
olduğu konusunda farklı fikirlere sahiptir. Bunda bu
felsefenin çok geniş bir alana yayılmasının ve tutarlı biçimde
ele alınmasının güçlüğünün de rolü vardır. Burada iki popüler
fikir üzerinde duracağız: Her şeyin, “monad” adı verilen basit
tözlere ayrıştırı-labilir olduğu fikri ve Tann’nın dünyayı
varolabilecek bütün dünyaların en iyisi olarak şekillendirdiği
fikri.
Teodise kitabında kötülük konusunu ele alır. Dünyada kötülük
içeren, korkunç olayların oluyor olması, Tann’nm her
bakımdan iyiliksever olduğuna inananlar için her zaman
mantıksal olarak dikenli bir konu olmuştur. Kötü fiiller bu
önermeyle çelişir: Ya Tanrının her bakımdan iyiliksever
olduğu fikrini reddetmek ya da kötü şeylerin kötü olarak
betimlenmesinden vazgeçmek zorundayızdır. Leibniz ilk yolu
seçer: Tanrı ahlaken mükemmeldir, o zaman onun evreni de
öyle olmalıdır. Herhangi bir olayın olabilmesi için yeterince
bir neden olmalıdır. Yani hiçbir şey başka türlü olamıyor
olmalıdır. Evren Tanrı’ya dayamyor-ken, Tanrı da gönlünün
dilediği evreni yaratabileceğine göre, buradan şu çıkar:
Evrende olan her olay, bu olayın olması için yeterli nedeni
olan Tanrı tarafından desteklenmektedir. Yani Tanrı dünyayı
bu özelliği olsun diye seçmiştir. Öyleyse, Tanrının ahlaki
mükemmeliyeti göz önüne alınınca bu, mümkün olan bütün
dünyaların en iyisi olmalıdır.
Voltaire’in Candide'de Leibniz’in bu görüşünü alaya alması
ünlüdür. Bu görüşü orada Dr. Pangloss ileri sürer. Lizbon
depreminin ardından Pangloss asılır, Candidede kırbaçlanır.
Bunun üzerine Candide sorar: “Eğer bu mümkün olan bütün
dünyaların en iyisiyse, ötekiler nasıl acaba?” Leibniz’in akıl
yürütmesi korkunç olayların içinde yaşayanlara yakışıksız
görünebilir (ve Russell’a göre Prusya Kraliçesine yollanmış
bir mesajdı), ama onun mantığı başka türlüsünü kabul
edemezdi: Tanrı her bakımdan iyilikseverdir, dünyayı Tanrı
biçimlendirir, öyleyse dünya iyidir. Meseleyi bir de tersinden
düşünün. Eğer Leibniz’in Tanrısı kötülüğe izin verse, evreni
yaratırken rasyonel biçimde hareket etmiş olmayacaktı.
Çünkü rasyonel olması demek mümkün olan en iyi dünyayı,
yani sonsuz alternatifler arasından en iyisini yaratması
demekti. Tanrı ne yaratacağı konusunda özgür iradeye
sahiptir, ama bir dünya yaratmaya karar verdiğinde en iyisini
seçmek zorundadır. Ancak, bu, kötü olanın aslında iyi olduğu
anlamına gelmez. Sadece bu dünyada var olan kötülük en iyi
olmayan alternatifte olabileceğinden çok daha azdır.
Bu teori gevşek biçimde Leibniz’in monadlar teorisiyle
bağlantılıdır (kabalık yok). Leibniz için kaplam diye bir şey
yoktur. Bedenler bizim onların var olduğunu farz ederek
algıladığımız tarzda var olmazlar. Gerçekte var olan ruhlardır.
Bunlar bölünemez bütünlerdir, monadlardır. Monadlar maddi
değildir, uzayda yokturlar, ama kendi kendilerine yeteri idi
rler. Bunun anlamı şudur: Monadlar birbirleri üzerinde
eyleyemezler. “Monadların pencereleri yoktur”, Leibniz’in
ünlü bir cümlesidir. Monadlar sonsuz sayıdadır. Elbette Hepsi
Tann’nm varlığına bağlı olarak ortaya çıkar. Ama bunların her
biri de ayrı ve farklıdır, aslında birer ruha sahiptir. Neden
sonsuz bir sayıda olmaları gerekiyor sorusuna verilecek cevap
evrenin bir yerinde hiçbir şeyin bulunmadığı gerçeğinden
kaçınmaktır. Bu tür bir boşluk birçok aydını korkutuyordu.
Monadlarla dolu bir biçimde bir taşa baktığımızda birçok
monadı hayal etmeliyiz:
Maddenin her bir parçası bitkilerle dolu bir bahçe, balık dolu
bir havuz gibi düşünülebilir. (Leibniz, Monadology> 67)
Her ne kadar Leibniz Yunanların atom teorisini (bu Dalton ve
ötekilerden öncedir), atomların bölünemez fiziksel
parçacıklar olarak tanımlanması dolayısıyla reddetse de,
kendi monadları, evrenin esas doğasını onlarla açıklamak
istediğinden benzer özelliklere sahiptir. Ama Leibniz için esas
parçacıklar maddi olamaz. Her bir tekil örnekte benzersiz ve
maddi olmayan bir nitelik taşır bunlar. Üstelik her monadın
bir ruhu vardır ve ruhumuz (yani kendimizi
özdeşleştirdiğimiz o şey) trilyonlarca hücrede yalnızca hâkim
bir monaddır. Mütedeyyin okurlarını mutlu edecek bir
biçimde, monadlar ölmez. Böylece ruhun ebediliği vaat
edilmiş olur.
Her monad kendi içinde minik bir evrendir. Bellek
kapasitesine sahip daha yüksek birer monad olan her zihin ise
bir küçük tanrıdır. Bütün bunlar Tanrı’nın kendisiyle
ilişkilidir. Ama Rus-sell’ın belirttiği gibi bu teoriler kamuya
dönük olarak geliştirilmişti. Özel filozof Leibniz mantığa
bağlı kalan ve Tanrı’yı işin içinden çıkaran başka düşünce
tarzlarının peşindeydi. Kamuya dönük ve özel zihinlerinin
arasında bir ikiliğin var olduğu gerçeği sadece psikolojik
olarak değil felsefi olarak da ilginçtir. Bir insanın fikirlerini
saklamak zorunda kalması onun felsefesi hakkında bize ne
anlatır?
Dostları ilə paylaş: |