KITA AVRUPASI FELSEFESİ
“Kıta Avrupası felsefesi”, Avrupa kıtasından birçok filozofu
aynı entelektüel soykütüğüne ve tavra bağlayan geniş bir fırça
darbesidir. Genellikle, Hegel ve Marx’tan türediği ve
fenomenoloji, varoluşçuluk, eleştirel teori, yapısalcılık ve
postyapısalcılığı tetik lediği düşünülen Avrupa düşüncesini
inceleyenlerce kullanılan bir terimdir. Bu akımlar birbirinden
oldukça farklı olsa da, İngiltere'de Russell’ın öncülüğünde
gelişmiş olan analitik düşünceye yönelik bir kuşkuyu
paylaştıkları, ayrıca politika konusunda ortak bir vizyonları
olduğu, iktisat, kapitalizm, burjuva kurumlan ve ahlak
konularında ileri derecede eleştirel oldukları düşünülür.
Tarihsel olarak bakıldığında, 18. ve 19. yüzyıllarda
milliyetçiliğin yükselmesinden önceki dönemde, aydınlar
tipik olarak bir lingua franca (ortak dil) olan Latinceyi iyi
biliyor, böylece birbirlerinin çalışmalarını izleyebiliyorlardı.
Milliyetçilik Latin-cenin ulusal dil lehine ağırlığının
azaltılmasını getirecekti. Bu da (genellikle geçici olarak)
yenilikleri ve düşünceyi yalıtma yönünde bir etki yaratıyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngilizce konuşulan dünya
ile Kıta Avrupası felsefesi arasındaki bölünme, fenomenoloji
ile Sartre ve Heideggcr’in yapıtları hakkında ilgi yine
canlanana kadar derinleşti. Çeviri faaliyeti elbette bu iki
gelenek arasındaki köprülerin tümüyle atılmamasını
sağlamıştır. Herhangi bir topluluk söz konusu olduğunda
görüldüğü gibi, coğrafi temelde yaratılan stereotipler
mensubiyet açısından bazı gevşek hakikatler içerir. Fikirler
sınır tanımaz. Dolayısıyla, analitik kıta Avrupalılar olduğu
gibi, Kıta Avrupası felsefecilerine de dünyanın her tarafında
rastlanabilir. Zamanla, araştırmacılar bu bölünmeye,
Roma’nm düşüşünden sonra Yunan metinlerinin yitirilmesine
benzer geçici bir felsefi kopukluk olarak bakabilirler.
|