AKÎNOLU TOMMASO (1225-1274)
Soylu bir ailenin çocuğu olan Akinolu Tommaso, ailesinin
kendisinden beklentilerine başkaldırarak yoksullara kucak
açan Dominiken tarikatına katılmayı seçti. Kardeşleri onu
kaçırarak bir yıl boyunca tuttular, hatta bir kadın aracılığıyla
kandırmaya çalıştılar. Ama Tommaso’nun tutkusu başkaydı.
Paris Üniversitesinde ilim ortamına bütünüyle yerleştikten
sonra çok şişmanladı (öyle görünüyor ki Hume’dan bile
şişmandı). Summa Contra Gentiles, Krallık Üzerine ve çok
hacimli bir yapıt olan Summa Theologica adlı çalışmalarını
yazdı. Bu sonuncusu, kendisi zor savunulacak bir din
savunmasıdır. 1272’de Napoli'ye taşındı ve bir Dominiken
manastırının kurulmasına destek oldu. İki yıl sonra hayata
gözlerini yumdu.
Tommaso gerçekten geniş kapsamlı çalışmalar yapan etkili
bir filozof ve teologdu. Çalışmaları, Augustinus’un yerini aldı
ve Katolik Kilisesinin temel düşünüş tarzını değiştirdi. Genel
bir anlamda, Augustinus düalistik Platonik felsefeyi
Hıristiyanlıkla bütünleştirirken (Tanrının Kenti ve Dünyevi
Kent), Tommaso’nun getirdiği yenilik, geleneksel
Augustinusçu Hıristiyanlığa Augustinus’ta eksik olan
Aristotelesçi mantığı ve kavramsal çerçeveyi eklemek oldu.
Aslında Tommaso felsefe ile teoloji arasında temelli bir
bölünme yaratmıştır. Bu, bugün dine ve bilime kendi ayrı
epistemolojik alanlarını tanıyan yaklaşıma kadar uzanan, yani
zihinlerimizde hâlâ bir yer tutan bir felsefi ve kültürel etki
doğurmuştur. Bunun sonucu, düşünürlere aklı dünyaya
uygulama konusunda bir gerekçe sağlamasıydı. Çeşitli
düşünürler dünyevi alanı inceleme çabasına girişiyordu.
Kilise ise hiçbir biçimde felsefe ile teolojiyi bütünleştiren bir
bakış sunmuyordu. Tommaso bugün bilim diye andığımız
çalışma alanı için zamanla ortodoks kabul edilen ileriye doğru
bir yol açtı. Bu arada Aristoteles’i öylesine sorgulanamaz bir
felsefi konuma yükseltti ki, herhangi bir keşiş bu doktrinden
uzaklaşırsa infazla karşılaşabilirdi.
Tommaso insan hakkında gerçekçi bir tablo çizer: Evrenin
hakikatini ve Tanrının hakikatini anlama kapasitemizi,
zekâmız ve entelektüel düşünce arayışına girme arzumuz
kısıtlar. Zekâ başka şeydir, eylem başka şey. Dünya hakkında
bilgimiz duyulara bağlıdır (böylece Tommaso’nun felsefesi
onu izleyen birkaç yüzyılda canlanan ve biriken, sonunda da
bilimsel devrimi yaratan ampirik araştırmaların genişlemesine
olanak tanıyordu). Tanrı ve O’nun Hakikatleri hakkında bilgi
ise vahye bağlıdır. Üstelik Tommaso, Aristoteles’i izleyerek
bizim rasyonel yaratıklar olduğumuzu ve insan zihninin
öğrenme, bilimsel çalışma ve Tanrı’ya ilişkin tefekkür
konularında kapasitesi olduğunu ısrarla söylemektedir.
Aristoteles insan için en yüksek ve en soylu arayışın tefekkür
olduğunu belirtirken, Tommaso buraya “Tanrı’ya ilişkin
tefekkür”ü kolayca sokuşturuvermiştir.
İnsan zihni, geçici olarak bir bedene bağlı olmakla birlikte,
maddi olmayan ve ayrılması mümkün bir töz olan ruhtur.
İnsanlık, gittikçe karmaşıklaşan bir hiyerarşi içinde hayvanlar
âleminin geri kalanından daha üst bir noktadadır. İnsanların
üzerinde de cismani bir varlığı olmayan melekler vardır. İnsan
tefekküre girdiğinde potansiyelini melekler alanının sınırlarını
zorlayacak biçimde genişletmektedir, ancak meleklerin bir
özelliği olduğu söylenen saf düşünce insandan umutsuzca
uzaktır. Tam da Platon ve Sokrates’in belirttiği gibi,
bedenimiz ruhumuzu kısıtlar. Akıl duyularla iradeyi (öğrenme
iradesini) biraraya getirir, ama bilgiye giden bir başka yol
daha vardır. Bu, inanç yoludur. İnanç zeki insanın olduğu gibi
aptalın da zihnini aydınlatabilir, demektedir Akinolu; ama
inanmak gönüllü bir şey olmak zorundadır. İnanç (bazı acil
politik durumlar hariç) zorla yaratılamaz.
Meleklerin saf düşünce düzeyinin altında yer alan insanlık
büyük miktarda bilgiye ulaşabilir. Bizatihi varlığımız
bilmek için yanar tutuşur. Tommaso, “Filozof” olarak andığı
Aristoteles ile her şeyin bir erek peşinde olduğu konusunda
hemfikirdir. Bütün varlıklar bir ereğe sahiptir: Yani sadece bir
işlevleri yoktur, aynı zamanda bir ereğe doğru bir yolculuk
içindedirler. Şeylerin yöneldikleri erekler iyidir. Ama maddi
olmayan varlıklar doğal olarak kendilerinin yazgısı olan
ereğin ne olduğunu bilmemektedirler. Bu yüzden, mantıksal
olarak, onların erekleri onlar adına seçilmelidir. Bir teolog
açısından bakıldığında, seçen ancak Tanrı olabilir. Bir son
olduğu gibi, bir başlangıç da olmalıdır. Dünyanın kökeni
Tanrı’da yatar. Burada Tommaso Hıristiyanlığın yaratılış
teorisinin mantıksal bir uyarlaması için Aristoteles’in “ilk
muharrik” kavramını devralır. Bu dünyayı ne kadar iyi
tanırsak, birincil nedenin, her şeyin ilk nedeni olan,
kendisi harekete geçirilemeyen bir muharrik ile başladığını o
kadar daha çok kabul ederiz.
Tommaso Tanrı’nın varlığı için beş kanıt sunmuştur. Tanrı,
Aristotelesçi bir fikir olan, harekete geçirilemeyen
muharriktir. Geriye doğru hareket (b’yi harekete geçiren a’dır,
a’yı ise c vb.) sonunda ya sonsuz bir geri gidişi kabul etmek
zorundayız ya da harekete geçirilemeyen bir muharriki.
İkincisi, evrenin (ve her türlü hareketin) ilk nedeni Tanrı
olmalıdır çünkü ne zaman içinde ne de nedensellikte sonsuz
bir geriye gidiş olamaz. Üçüncüsü, İkincisine bağlı olarak, her
şeyin bir nihai kökeni olmalıdır. Dördüncüsü, farklı bir
doğrultuda, etrafımızdaki dünyada kusurlar mevcuttur (hep
bir şeylerden şikâyet ederiz), Öyleyse bunlar ancak
mükemmel bir varlıkla karşılaştırma içinde var
olabilirler. Beşincisi, canlı cansız her şeyin bir ereği vardır; bu
erek onlara ancak bir Tanrı varsa verilebilir ve ancak o zaman
anlam ifade eder. Kadim düşünürlerin iddia ettiğinin aksine,
Tommaso Tanrı’nın evreni hiçlikten yaratabileceğini ileri
sürer. Bu, hiçlikten bir şeyin doğabileceğini yadsıyan
materyalistlere karşı teologların elinde kullanışlı bir argüman
olarak belirir. Ama her bir durumda, Tommaso daha baştan
doğru kabul ettiği bir şeyi kanıtlamaya çalışıyordu: Tanrı’nın
varlığı. Bu akıl yürütme tarzının ateistleri veya kuşkucuları
çok ikna etmeyeceği ortadadır.
Hıristiyanlığın ilk günah ve insanlığın doğuştan gelen
sapıklığı ve kusurları (Augustinus bunları vurgulamıştı)
hakkındaki doktrininin etkisini ve gücünü göz önüne alırsak,
Tommaso’nun insanın saf, ahlaklı bir varlık olamayacağı
yolundaki genel doktrini kabul etmesinde şaşırtıcı bir şey
yoktur. Bu haslet, giderek artan bir sırayla, meleklere ve
nihayet Tanrı’nın ta kendisine özgüdür. Aristoteles ve
Augustinus ile hemfikir olan Tommaso, mutluluğun haz
arayışında veya maddi servette bulunamayacağı
kanaatindedir. Ne de (burada Aristoteles ile ters düşer) felsefi
tefekkürde bulunabilir mutluluk, çünkü insanın aradığı
hakikatler insan duyularının erişebildiği âlemin ötesindedir.
Sokrates’i hatırlatan bir biçimde Tommaso “dolayısıyla bu
hayatta kimse mutlu değildir” der. Böylece, insan doğasına
uygun biçimde erdemli bir hayat yaşasa da, hazdan zevk alsa
da, hayatını akla göre düzenlese de, hakiki mutluluktan
yoksun kalır. Buna en yaklaştığı nokta dinsel tefekkürün
mutlak saadetidir.
Cismani varlıkların aşağıdan yukarıya yükselen hiyerarşisine
benzer biçimde insan kendi benliğini ve toplumunu da
düzenlemek zorundadır. Aynen insanın kendi içinde, zihnin
tutkulara ve biyolojik ihtiyaçlara komuta etmesi gerektiği
gibi, benzer biçimde toplum içinde de:
Dostları ilə paylaş: |