AMPİRİZM
Ampirizm doğuştan gelen bilgimiz olmadığı konusunda kesin
bîr yargıya sahiptir: Edindiğimiz her türlü bilgi duyularımızla
algıladığımız şeylerdir. Dolayısıyla, bilimsel kestirimler
yaptığımızda, hayal gücü yüksek öyküler yarattığımızda ve
çevremizde olup biteni kavradığımızda, zihnimizin üzerinde
çalışmakta olduğu şeyler, kesin olarak duyulardan elde
edilmiştir.
Burada derhal bazı sorunlar beliriyor: Önümdeki bir nesneyi
algıladığımda, bunun bilgisine sahip duruma geldiğimi
garanti eden nedir? Locke, nesnenin kendini izlenimler olarak
duyularımıza duyurduğunu, nesne konusundaki fikrimin
temelinde o izlenimin olduğunu söylüyordu. Ama Berkeley’in
işaret ettiği gibi, bu tür bir argüman, evrende bağımsız
birtakım nesnelerin varlığını gerektirmez; yalnızca bir fikirler
evreninin varlığı yeterlidir. Berkeley, zihinden bağımsız
nesnelerin varlığını reddeden, ama zihnin bildiğinin
deneyimlediği fikirlerden kaynaklandığını kabul eden, eşi
benzeri olmayan bir ampiristti. Burada destek Tanrıdan
geliyordu. Peki, ampirizmi bir gürültüden kaynaklanan ses
dalgalarının, ışıktan gelen fotonların, herhangi bir
gıdadan gelen kimyasalların sinir sistemimizde yarattığı
izlenimler temelinde okumaya kalkarsak? Ama bu izlenimler
hakkında bilgi formüle etmeye nasıl başlayabilirim? İş
algıların ayırdedilmesiyle ve adlandırılmasıyla mı başlar?
Ama o zaman birbirinden ayırdedilemeyecek izlenimler ne
olacak? Zaman zaman ampirist eğilimler gösteren Kant, bu
zihin dışı fiziksel gerçekliğin bazı yönlerinin (mekân, zaman
vb.) kendi başına deneyimlenemeyeceğini, yalnızca apriori
olarak bilinebileceğini ileri sürüyordu.
Bu, doğuştan gelen fikirlere doğru bir geri çekilme anlamına
gelebilir. Ama zihne mekân ve zaman kavramlaştırmalarını
formüle etme olanağını tanımak, ampirist geleneği
desteklemek için evrimci bir hipotezi işin içine sokarak
gerekçelendirilebilir. Her ne kadar bize tikel bilgi biçimleri
verilmemiş olsa da (spesifik doğuştan gelen fikirler lehine
ileri sürülen argümanlar ampirik temelde çöker, çünkü hangi
bilginin doğuştan gelme olduğu konusunda farklı insanların
farklı teorileri vardır), çevremizi algılama, üç boyutlu
olduğunu kavrama, hareketlerimizin zamanın içinde
gerçekleştiğini anlama yeteneği, üreme yoluyla ileriki
kuşaklara aktarılması büyük başarı sağlayacak bir özellik
olurdu. Uç boyutlu bir dünyaya uyarlanmayı veya olayları
zamanla ilişkilendirmeyi beceremeyenlerin selektif eşleşme
eşiğini aşmaları çok düşük olasılıktır (“eşim nerede?”). Eğer
zihin bilgi teçhizatına sahipse, kimileri de zihnin dil öğrenme
veya ahlaki davranma (örneğin vicdan sahibi olma)
bakımından da benzer bir teçhizata sahip olduğunu ikna edici
biçimde ileri sürmüştür. Ne var ki, Locke’ın hayaleti
ampiristlere bilgi için gerekli yapılar arayışını çok ileri
götürmemelerini, bu yapıların toplumda öğrenilen yapılara
doğru bükülebileceğini hatırlatmaktadır.
Bulguları içine aldığında zihnim bir resim oluşturur. Fikirlerin
birleşmesi ve daha yüksek düzeyde fikir ve düşüncelerin
kavramlar yaratılarak dönüştürülmesi bu resimleri temel alır.
Platon kavramların başka bir dünyanın varlığına işaret
ettiğine, “kedi” kavramının gerçekten de o diğer dünyada var
olan İdeal Kedi’ye gönderme yaptığına inanıyordu.
Aristoteles, hocasının çıkarsamasını reddederek birçok tikel
varlığın ampirik bulguları üzerinde odaklaşıyor, her bir tikel
kedi başka kedilerle araştırmalarımız sonucunda
saptayabileceğimiz bazı ortak niteliklere sahip olduğu için,
bunları “kedi” adını taşıyan bir zihinsel araç, bir kavram
çerçevesinde biraraya topladığımızı belirtiyordu. Birçok
açıdan, bu geniş, araştırmaya dayalı yaklaşım tarzı modern
ampirizmin gerisinde yatar: Olguları duyularımız aracılığıyla
kontrol etmek ve doğrulatmak, sonra verileri kavramlara göre
gruplandırmak. İyi bir örnek olarak, Linnaeus’un biyolojisi ve
hayvanların ve öteki canlıların familya ve türler olarak
kategorize edilmesi verilebilir.
Bu, ampiristin duyulardan veriler toplanmasının ardından
dünya hakkında teoriler oluşturmak için ne ölçüde
tümevarıma yaslandığı konusunda birtakım endişeler doğurur.
Popper’ın belirttiği gibi, tümevarım tek başına işe yaramaz:
Neyi araştırdığımıza ilişkin, üzerinde çalışılacak bir teorimiz
olmadıkça, bir olgular dizisine bakmak, bir dizi olayın olup
bitmesini izlemek, bir test tüpünde bir dizi reaksiyonu
görmek, uzun bir veri listesini incelemek bir anlam taşımaz.
Ama o teori nereden gelecek? Katı ampiristler teorinin ancak
temel bulgulardan gelebileceğini ileri sürer. Teori doğuştan
gelme olamaz: Daha bebeklikten başlayarak deneyimlerin
birikmesi, öğrenme ve başkalarının öyküleri ile birleşince,
zihni dünyayı anlamak için daha kapsamlı fikirler formüle
etmeye teşvik eder (felsefenin başlangıcı!). Daha yumuşak
ampiristler, kurduğumuz teorik çerçevelerin doğasına ilişkin
olarak bir ölçüde doğuştan gelmeciliğin içeri sızmasına izin
verebilirler.
İktisat iyi bir örnek oluşturur: İstatistikçilerin sunduğu
verilerden hareketle tümevarım yoluyla insani ve ticari
davranış konularında teoriler geliştirildiği düşünülür. Ne var
ki, bunlar saf anlamda tarihsel meselelerdir ve verilere ne
kadar bakarsanız bakın bir teorinin o verilerden birden
fırlayıp çıkacağını bekleyemezsiniz. Hangi verilere
bakılacağına karar vermek, neyin önemli olduğuna ilişkin bir
ölçüde düşünmüş olmayı gerektirir. Bunu başka verilerle
korelasyon içine sokmak da, benzer biçimde, örtülü bir
çalışma hipotezini varsayar vb. Tümevarım teorisyenlerine
karşıt olarak, tümdengelim teorisyenleri iktisadın tamamının
basit bir öncülden, yani insanların durumlarını iyileştirmeyi
arzu ettikleri öncülünden (burada durumdan ne kastediliyorsa
artık - çünkü bu kavram zorunlu olarak maddi
durumu içermez) hareketle mantıksal olarak
geliştirilebileceğini ileri sürer. Hiperenflasyon gibi tekil
meseleler dikkatimizi çekebilir, bizi daha öteye ayrıntılı
analizlere sevk edebilir, ama tümevarımcıların sergilediği
bulgular, teori aracılığıyla anlaşılmadığı takdirde yararsızdır.
Bir veri birçok değişik açıdan okunabilir, böylece birçok
farklı teorik kestirime konu olabilir ve kendi başına
alındığında yanıltıcı olabilir.
Bu çok boyutlu mesele ampirizmin her türü için ilginç bir
sorun oluşturur. Bir insanın hamburger yemesi çok farklı
biçimlerde okunabilecek bir olgudur. Nerede kaldı J. F.
Kennedy suikastı. Dickens’ın Zor Zamanlar romanında,
Gradgrind çocuklara olgulardan başka hiçbir şey
öğretilmemesi konusunda ısrarcıdır: Bu, ampirist geleneğe
yöneltilmiş hiç de incelikli olmayan bir alaydır. Nietzsche,
olgu yoktur, yorum vardır şakacı söyleyişiyle ampirizmi
reddeder. Ama ampiristler yorumun
gerekliliğini reddetmezler. Yorumun olgulara ihtiyacı vardır,
olgular da yalnızca deneyimden gelebilir. Farklı yorumlar,
üzerinde yükseldikleri olgulara geri dönerek sağlam bir
çıpaya kavuşabilir. Popper’ın eleştirel rasyonalizminin temeli
budur. Olguların yokluğunda yorumlar darmadağın olur, ister
devlet sırrı ile ilgili olsun, ister teolojik muammalarla. Bazı
düşünce tarihi uzmanları, ampirist geleneğin, Batı’nın
Ortaçağı’nda gözleme dayanan bulguların görmezlikten
gelinmesine tepki olarak geliştiği kanısındadır.
Dostları ilə paylaş: |