A'dan Z'ye Felsefe


KANT, İMMANUEL (1724-1804)



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə40/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#51440
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

KANT, İMMANUEL (1724-1804)
immanuel Kant, Batanın felsefi açıdan en hararetli
dönemlerinden birinin içine doğdur Nevvtoncu bilim,
Voltaire’in rasyonalist eleştirisi, Locke’çı ampirizm,
Berkeley’ci idealizm ve Kartezyen kuşkuculuk ortalığı
sarmıştı ve tartışmayı, risalelerin yazılmasını ve
ayaklanmaları körüklüyordu. Kantin yaşam aralığı, neredeyse
çağdaşı olan Jean-Jacques Rousseau ile çakışır; ancak ondan
farklı olarak ömrü, anelen regime’in büyük altüst oluşlarını,
Fransız Devrimi’ni ve Amerikan Ulusu’nun doğuşunu
görmeye elverir. Napolyon, imparatorluğunu Avrupa’nın bir
ucundan öbürüne yayarken ölür Kant. Yine de immanuel
Kant’ın yaşamı, kasırganın içinde korunaklı bir sükûnet adası
gibidir; büyük bir girdabın orta yerinde, doğal olmayan bir


dinginlik. Kant, çağının kuşkuculuğuna, tereddütlerine ve
iyimserliğine yanıt verme ve felsefenin kapsamına ve
sınırlarına, bunun yanısıra hayatın gündelik sorunlarına nasıl
uygulanabileceğine tutarlı bir açıklama getirme arayışında
olan, fazlasıyla metodik bir insan ve düşünür idi.
1724’te bir saracın (ve eşinin) çocuğu olarak doğan Kant, Pie-
tizm adında Lutherci bir kilisenin mensubu olarak yetişti. Kö-
nigsberg Üniversitesinde okudu, mezun oldu, bir süre özel
ders verdi, sonra tekrar okumaya başladı. Bu arada, aldığı
maaşın öğrenci sayısına göre hesaplandığı bir özel öğretim
görevliliği statüsünde, bir Privatdozent olarak ders vermeye
başladı. Bu tür politika, üniversitelerimize ebediyen
dayatılacak bir şey gibi görünüyor! Verdiği dersler
başlangıçta geniş bir yelpazeye dağılıyordu: Fizik, geometri,
antropoloji, mineraloji üzerinde yoğunlaşıyordu. Felsefi
açıdan dolaysız entelektüel kaynağı önce Lcib-niz ve
Wolff’ken, David Hume’u okuduktan sonra
“entelektüel uykusundan uyandı” ve felsefeyi kavramaya,
metafiziği kuşkuculuktan kurtarmaya girişti. Sonuç, ilk
eleştirisi idi: Saf Akim Eleştirisi.
Kant, rasyonalizme karşı zihnin anlama yetisinin sınırlı
okluğunu ileri sürerken, ampirizme karşı da zihnin algılanan
şeye kendi yapılarını dayatması dolayısıyla nesnelerin tam
olarak bilinemeyeceğini iddia ediyordu. Penceremden
bakmakta olduğum atı ele alın. Platon için bu at, saf Form’lar
ya da İdea’lar Aleminde başka bir boyutta var olan İdeal atın
bir örneklemesi olurdu. Yüzyıllar boyunca ampiristler
bilginin kaynaklandığı başka âlemlerin varlığını
yadsımışlardır (bu, kişisel olarak Tan-rinın varlığına


inanmalarına engel değildir). 17. ve 18. yüzyıllarda ampirist
akıl yürütme zihnin algılanan şeyi bilmekte pasif olduğunu
öne sürüyordu. Locke’a göre, atın bıraktığı
izlenimleri zihnime pasif olarak yerleştiririm ve buradan
hareketle fikirler oluştururum. İzlenimin nasıl edinildiğine
ilişkin büyük güçlüğü aşabilmek amacıyla Berkeley maddeyi
reddederek idealist bir çözüm Önermişti. Kant’m çözmesi
gereken epey bir sorun vardı.
Başlangıçta bilginin kaynağını a priori (önsel) olarak bilinen
ve sentetik olarak (ya da ampirik olarak) bilinen biçiminde
ikiye ayırır. Ardından, aklımız devreye girer girmez, artık
bazı bilgilerin analitik olduğu, yani bilinenin sonucu olduğu
söylenebilir. Bu at dört ayaklıdır ve otçuldur dersem, atın
tanımında zaten örtük olarak mevcut olandan yararlanmış
olurum. Fakat at dorudur dersem, doğrulanması gereken
olumsal bir gerçeği sunmuş olurum. Doru olmak ya da belirli
bir boyda olmak tanımın bir parçası değildir ve bu yüzden
“sentetik” bilgidir. Ancak Kant düşüncemizi daha öteye
götürmemizi talep eder: Algılamakta olduğumun algı yoluyla
kanıtlanamayacak belirli yönleri vardır - örneğin atın
boyutsuz bir ortamda var olduğunu düşünemem, bu nedenle
mekân bilgisi başka türden bir bilgi olmalıdır. Atın zamanın
içinde var olmadığını da düşünemem, dolayısıyla benzer
şekilde bu da başka türlü bir bilgi olmalıdır. Kant bu
türden bilgileri 
u
a priori sentetik” olarak adlandırıyordu.
Bunlar gözlem yapabilmek için zaruridir ve zihnin şeyleri
gözlemleme tarzına içkindir. Aklımız şeylerin üzerine mekân
ve zaman kategorilerinin yanısıra ampirik olarak
doğrulanamayacak diğer bazı kategorileri de yerleştirir:
gerçeklik, varoluş, zorunluluk, töz, nitelik, zihin, madde,


haller, olgular ve olaylar. Bilgi, önce bir şeyi algılayıp sonra
onlara aklın kategorilerini yüklemekten oluşan iki katlı bir
süreçten kaynaklanır. Öyleyse, dış dünya akla ve onun
kategorilerine uymalıdır, ama bu Kant için, şeylerin
kendi içlerinde nasıl olduklarını değil, sadece dış
görünüşlerini bildiğimiz anlamına gelir.
Böylece, şimdi atın mekân ve zaman içinde var olduğunu
gördüğüm konusunda emin olabilirim, ama onun kendi
içinde ne olduğunu bilemem. Yani mekân, zaman, varoluş,
gerçeklik vesaire olmaksızın nasıl olduğunu bilemem. Kısaca,
Platonik İdeaPinin ya da Kant’ın kullandığı terimle söylersek,
noume-tt#'sının ne olduğunu bilemem. Bunu bilememekle
birlikte algıladığım şey kendinde olan şeydir. Bu kendinde
şeyi bilmeme sınırlaması, HegePi bir çözüm bulmak için
Kant’ın felsefesinin idealist unsurlarını öne sürmeye teşvik
edecektir.
İkinci eleştiride, Pratik Aklın Eleştirisi'nde, Kant ilk eleştiride
sunulmuş olan temeller üzerinden argümanı geliştirerek
felsefenin pratikte nasıl işleyebileceğini, özellikle (Ahlak
Metafiziği çalışmasında geliştirilen) ahlak konusunda gösterir.
Yanlış yapma özgürlüğümüz vardır, aksi takdirde erdemli bir
davranışın ne olduğunu bilmezdik. Kant bilinebilir bir ahlaki
yasamız olduğunu, bu yasanın “zihni gittikçe artan bir beğeni
ve yasa temelinde etkilediğini” öne sürer. Beklenebileceğinin
tersine, ahlaka ilişkin duygularla bağıntılı bir teori ileri
süreceği yerde, ahlakın rasyonel ve genel olduğunu
vurgulamıştır. Davranışımın ahlaki olup olmadığı,
tümelleştirilip tümellcştirilemeyeceğinc bağlıdır: Eğer
tümelleştirilebiliyorsa, o zaman doğru davranışı benimsemek


Ödevim haline gelir. Bu, etik alanında deontoloji
teorisidir. Bu teori tartışma yaratmak ve birçok şeyin
yargılanabilmesi için bir standart oluşturmak bakımından
muazzam önem taşımıştır. Karşıtı, bir davranışın iyiliğinin, bu
davranışta bulunmanın (sonuçları ne olursa olsun) iyi bir şey
olup olmadığından ziyade sonuçlarına bağlı olduğunu iddia
eden faydacılıktır.
Ahlaki bir davranışı gerektiren her bir durumda Kant kendi
kendimize şu soruyu sormamızı talep ediyordu: “[Yapmayı
düşündüğüm şey konusundaki] düsturumun aynı zamanda
tümel bir yasa olmasını dileyebilir miyim?” Bu soruya
yanıtınız olumlu ise, bu davranışta bulunmanız koşulsuz bir
buyruktur. Bu yaklaşımın davranışın sonuçlarını görmezlikten
geliyor olması, Kant’ın tereddüt etmeden savunduğu birtakım
ilginç sonuçlara yol açıyordu. Ne yapmamız gerektiği
konusunda bazı ünlü örnekler vermiştir. Ağır bir depresyon
içinde olduğunuzu hayal edin: Sizin için hayat cehenneme
dönmüştür, ölüm cazip bir seçenek haline gelmiştir. Doğru
davranış kişisel duygularınızı görmezlikten gelmek, hayatınızı
bir ahlaki ödev olarak korumaktır. Ya da bir caninin kurbanını
sizin evinize kadar kovaladığını ve sizden kurbanın nereye
saklanmış olduğunu söylemenizi talep ettiğini düşünün. Kant
dürüstlüğün en iyi, ödevler açısından en önemli değer
olduğunu ve caniye doğruyu söylemeniz gerektiğini beyan
eder (sonra da ekler: zavallı kurbanın bu arada
kaçmış olduğunu da umarak). Ahlak yasasına uyma ödevini
yerine ge-tirmemektense, bir insanın ölmesi evladır. Bu
konuda pek az Kant’çı kendisini izlemiştir. Genel tercih,
koşullara uyarlanmış şu tür deontolojik argümanlar sunmak
olmuştur: Caniye “sizin bunu bilmeye hakkınız yok” demek


veya başka bir insanın hayatını kurtarmanın dürüst olmaya
göre öncelikli olduğu bir ödevler hiyerarşisi yaratmak.
Ahlak açısından değer, bir şeyi ona karşı hiçbir duygusal
bağlılık hissetmeden yapmaktan kaynaklanır. Bunun
sonucunda ortaya çıkan düzen rasyonel ve
tümelleştirilebilirdir. Bu, Kant’ın zihnindeki daha üst düzeni
yansıtıyordu: Özgür ve özerk bir insan olma konusunda akılcı
olmak kilit bir rol oynar. Özgürleşmemizin aracı akıldır. Bu
tür bir özerklik her birimizin kendi içinde bir amaç olduğunu,
yani saygıyı hak ettiğini gösterir. Öyleyse, başka bir insanı
asla kendi amacımızın bir aracı olarak kullanmamalıyız. İşte
bu Kant’ın “amaçlar krallığTdır: Bu dünyada rasyonel
insanlar birbirleriyle karşılıklı olarak rızaya dayalı ve eşit
ilişkiler kurar, birbirlerini sömürme girişiminde bulunmazlar.
Üçüncü eleştirisinde, Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde, Kant
estetik yargı için objektivist bir temel bulma eğilimindedir.
Eğer bir tabloya, örneğin bir Venüs tablosuna bakıyorsam,
aklımdan kadın figürünün seksi olduğu ve onunla sırf
cinselliğe dayalı bir ilişkiye girebileceğim düşüncesi
geçebilir. Ama böyle bir yargı çok dangalakça olurdu, çünkü
buradaki görsellik kişisel ve özel bir arzuyu kışkırtıyor olurdu
(pornografinin temeli de budur). Ancak tabloya tepkim
özneldir. Bunu Kant da teslim eder; öyleyse bunu nasıl nesnel
bir statüye sahip bir yargıya dönüştürecektir? Kant’ın
mantığına göre, başlangıçta Venüs’ü “hoş” bulabiliriz. Bu
öznel bir şeydir ama hayvanlarla paylaştığımız adi duygular
alanına aittir. Tablo bir şeyi temsil etmektedir, dolayısıyla
benim adi tepkim konuyla ilgisizdir. Bir görüntüyle sevişe-
mem. Bunun yerine, düşünce düzeyimi yükseltir, tablonun


güzelliğini göz önüne almaya başlarım ve bir estetik yargı
oluştururum. Bunu yaparken de genelleştirilebilecek bir şeyi
telaffuz ederim: “Bu tablo güzel.” Bu tür bir yargı, benim
tablonun konusu hakkında herhangi bir özel eğilim beslemeyi
terk etmemi gerektirir; tabloyu, aklıyla düşünen başka
insanların da onu güzel bulacakları inancı temelinde güzel
olarak belirlerim. Zevk veya özel tepki bütünüyle Özneldir,
ama “bu Venüs tablosu güzel” iddiasıyla nesnel bir iddiada
bulunmaktayımdır. Tablo hak-kındaki değerlendirmemi,
bugün çok sık kullanılan türden “bu tablo güzel diye
düşünüyorum”un arkasına saklamıyorumdur. Kant bizden
daha olumlu önermeyi ortaya atmak amacıyla duygularımızı
bir kenara bırakmamızı isterdi: O zaman bu
önerme incelenebilir bir önerme haline gelir.
Bu açıdan bakıldığında, Kant’ın nesnel bir estetik oluşturma
teorisi ahlaki yasasını çağrıştırır. Her ikisi de
tümelleştirilebilir olmalıdır. Peki öyle olmadığı takdirde ne
olacak? Belki biraz iyimser biçimde, dostlarımızı tabloya
sadece tepki vermek yerine (“sevmedim”) onun üzerinde
düşünmeye teşvik edebiliriz diye düşünür Kant. O zaman,
önümüzdeki nesne gerçekten güzelse, onların da böyle
düşünmesini entelektüel olarak değil ama izleyende benzer
bir öznel tepkiyi anıştırarak sağlayabiliriz. Estetik yargımıza
karşılık veren dört “moment” vardır: nitelik, nicelik, ilişki ve
kip. Venüs, karşılığında bir şey beklemeyen, tefekküre dayalı
bir tarzda güzel bulunmalıdır. Gerçekten güzelse genel olarak
herkese hoş gelmelidir. Tabloda bir maksat güdülmüş olması
Önemlidir - örneğin tablonun amacının cinsel kışkırtma
olduğu anlamında değil, zihnin ahengini yansıtan temsilde
bir ereksellik, bir amaç olduğunun hissedilmesi anlamında.


Bu da Kant’ın Doğa’nın zihinlerimize anlaşılır olacak
biçimde oluşmuş olduğu yolundaki metafizik vizyonunu
çağrıştırır. Sanki Doğa bir Akıllı Tasarımcı tarafından
yaratılmıştır (ama böyle bir tasarımcı hiçbir zaman var
olmaksızın). Nihayet, başkalarının da aynı duyguyu
paylaşacağını varsaymak hepimizin o yetiyi paylaştığımız
fikrini içerir — bu bizatihi mantıksal bir yeti değildir, bir
“sağduyu”dur. Eğer izleyenlerin bu duyuya sahip
olduğunu varsaymasaydım, estetik yargılarım anlamsız
olurdu. Bu sonuncusu kanıtlanabilir bir şey değildir, aynen
doğanın birliğinin ampirik olarak kanıtlanabilir olmadığı,
“özel bir a priori kavram” olarak öne sürülmesi gerektiği gibi.
Kant'm yaşamının son 23 yılı yoğun bir üretkenlikle geçti. O
günden bu yana felsefe üzerinde damgasını etkili biçimde
bırakmıştır. Hem pozitif anlamda hem de eleştirel bakımdan
çağdaşlarına ve kendisinin 1804’te ölmesinden sonra
canlanan Alman idealizmine ciddi bir ivme kazandırmıştır.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin