RASYONALİZM
Rasyonalizm bilgi hakkında bir teoridir. Şeyler hakkında nasıl
bilgi edindiğimiz ve daha da önemlisi şeyler hakkında
bilgimizin kesin olduğunu nasıl bilebileceğimiz hakkında bir
teoridir. İster zihinsel ister zihin dışı olsun, şeyler hakkında
bilgi edinmenin en iyi yönteminin zihnin ve mantık
süreçlerinin kullanımı olduğunu iddia eder.
Modern çağda Descartes rasyonalist bakış açısını çoğu
insanın bildiği basit bir formülle ifade etmiştir: Duyularımın
kesinliğinden emin olamayabilirim, onların bana anlattıkları
beni aldatıyor olabilir, ama düşünmekte olduğumdan asla
kuşku duya-mam. Böylece başlangıç öncülü zihnin işleyişi
ilkesi haline gelir: Düşünmekte olduğumu bildiğime göre, bir
rasyonalist olarak görevim, kullandığım terimlere ve onların
aralarındaki bağıntılara hâkim bir tavırla mantıksal bir
doğrultuda ilerlemektir. O zaman bir düşünce sistemi
türetilebilir. Bu düşünce sistemi de, zihnin işleyiş tarzı, dış
dünyanın doğası, iyinin niteliği, güzellik sorunu ya da
toplumun ve siyasetin oluşması gibi çeşitli felsefi sorunlara
uygulanabilir.
Birçok rasyonaliste göre, akla başvurmak, herkeste var olan
bir melekeye başvurmaktır. Bütün halkların aklı kullandığı
düşünülür; dolayısıyla hepsi belirli öncüllerden türetilebilecek
olan sonuçlar konusunda anlaşabilmelidir. Bu anlamda
rasyonalizm Stoacıların, yerel veya tarihsel bağnazlığın
engellerini aşmış, kozmopolit bir tek-dünya, tek-halk idealine
büyük ölçüde yaslanmaktadır. Ne var ki, bunu eleştirerek aklı
kullanmanın her halk açısından ortaklaştırılmasına engel
olacak biçimde kültürel kalıplardan örülmüş olduğunu ileri
sürenler de vardır. Bunlar yerelliğe öncelik vermek isteyen
muhafazakâr düşünürler olabilir veya her ulusun kendi
mantığını veya politik sistemini geleneklere veya yerel
koşullara göre belirlemesi gerektiğine inanan milliyetçiler
olabilir. Aklın evrenselliğini kabul eden ama rasyonalizmin
şeyler hakkında bilgi edinmemiz ve bu soruna yaklaşımımız
bakımından tek yöntem olduğunu reddedenler de
vardır: Ampiristler bilginin her şeyden önce duyulardan
edinilebileceği itirazını yaparlar; bağdaştırıcılar ise duyuyu
bir miktar zihinsel duyarlılık ile karıştırmayı tercih ederler.
Rasyonalizm potansiyel olarak zihin dışı dünyanın
gerçekliğinden kopma olasılığı ve evrenin karmaşıklıklarını
mantıksal analize indirgeme çabası içinde olma temelinde
eleştirilir. Oysa mantığın terimleri ve bağıntıları kültürel ve
felsefi bakımdan yüklü olabilir. Mantıkçılar bu sorunu aşmak
için mantıksal önermeleri, hakkmda herhangi bir anlaşmazlık
veya ikirciklilik yaratılamayacak matematiksel bir dile
indirgemeye girişebilirler. Ama felsefede bu tür serüvenler
pek az örnekte insan kültürünün, düşüncesinin ve vizyonunun
geniş ufuklarına ve derin sularına yaraşacak bir şey
üretebilmiştir. Ancak, ikirciklilerin asgariye indirildiği bir
durumda rasyonalist, felsefenin, aynen matematik gibi,
tümdengelime dayanarak adım adım ilerleyebileceği cevabını
verebilir.
Rasyonalite ile [Avrupa dillerindeki] akıl sözcüğü aynı
Latince kökten gelir: ratio. Akılcı biçimde davranmak aynı
zamanda makul davranmak anlamına da gelir, ama bazı
düşünürlerin kullanımında bir akıl yürütmede akılcı davranış
yokluğu ima edilirse başka bir şey ima ediliyordur. Bunun
nedeni, akılcı davranmanın “kendi çıkarları doğrultusunda
davranma*’ anlamına da gelebilmesidir. Bu o kadar geniş bir
davranışlar yelpazesini kapsar ki bütün canlı varlıkların akılcı
oldukları söylenebilir. Nefes almak mitokondrinin çıkarınadır;
dolayısıyla» nefes almak ve çoğalmak için kendisine rahat bir
ortam yaratacak bir yol bulmuştur: hücre. Birçok bitkinin
çıkan bir dinlenme dönemini gerekli kılar, karıncaların
koloniler oluşturması onların çıkarına uygundur, oyuk
kazmak tavşanların çıkarınadır. Oysa işlevi, amaçlanmış
eylemden ayırmamız gerekir. Çünkü bir işlevi olmak (örneğin
bir DNA dizisinin çoğalması) zorunlu olarak o varlığın
çıkarları olduğu anlamma gelmez: Yoğun yağmurdan sonra
bir tepeden yuvarlanmaya başlayan bir kayanın kendi
çıkarlarının peşinde koştuğunu söylemek biraz güç olurdu
(her ne kadar bazıları bunun gerçekten de böyle olduğunu
ileri sürmüş olsa da).
Eğer akılcılık (rasyonalite) iyileştirmelere uygun
davranışlarda bulunmak anlamına geliyorsa, bunu, “ah, keşke
durum daha iyi olsaydı” demeyi ya da iman gücüyle veya işi
şansa bırakarak davranmayı da içeren akıl dışı (irrasyonel)
davranışla karşılaştırabiliriz. Burada da ilginç nüanslar
mevcuttur: Şansımın geçmişte yaver gittiğine veya Tanrı’nın
yanımda durduğuna inanarak davranıyorsam bu akılcı olabilir
— tümevarıma bir akıl yürütmeyle sorarsak, geçmişte işe
yaradığına göre şimdi neden yaramasın? Ancak, “dilemek”
durumun ne olduğu ve benim amaçlarıma ulaşmak için neler
yapmam gerektiği konusunda düşünmeyi kısmen veya
tamamen reddetmek anlamına gelebilir. Başka hayvanlar diler
mi? Yoksa dilemek yalnızca bağlantı kurmanın türev bir
biçimi midir? Wittgenstein
,
vari bir soru soralım: Kendi
dünyasında atım benim gelip onu beslememi heyecanla
bekliyor mudur, mesela gelecek Çarşamba? Onun dünyasının
nasıl bir dünya olduğunu ve nasıl bir akıl yürüttüğünü nasıl
bilebilirim?
Başka düşünürler, içgüdülerden kaynaklanan çağrışımlı veya
davranışa ilişkin kalıplar üzerinde durmayı yeğleyebilirler.
Oysa içgüdülerin akılcı olduklarını düşünebiliriz. Çünkü
bunlar gerçekten yerleşik içgüdülerse Darvvin tipi evrimin
kriterlerini yerine getirdikleri söylenebilir. Dolayısıyla,
bunların olması, ister insan olsun ister amip, içkin olarak
sahibine yarar getireceği anlamına gelir. David Hume aklın
tutkuların kölesi olduğunu söylüyordu. Ya bu ikisi bir
karşılıklı dans çerçevesinde iç içe geçmişse? Bunun ima ettiği
düalizmi reddederek, hesabın içine bedenin homcostatik
mekanizmalarını duygusal yanıtlarımız ve güdülerimizle
ölçerek evrimci bir bakış açısından bunların oynayabileceği
akılcı bir rol olabileceğini kaydederiz. Ama bu düşünüş
tarzımızla Leibniz ve onun olan biten her şeyin olabilecek
eıı iyisi olduğunu (oysa çoğu zaman böyle değildir — hiç
olmazsa görünürde) ileri süren fikri ile buluşmuş oluruz.
Genetik evrim teorileri bazı içgüdülerin bir varlığın davranışı,
eğilimleri ve fiziksel amaçları çerçevesinde ele alınabileceğini
teslim eder. Bunlar artık yararlı işlevler taşımayabilir, bu
yüzden de irrasyonel olarak nitelenebilir. Bunlar sonunda
türün kökünün kazınmasına yol açabilir.
Dar anlamda düşünüldüğünde, akılcı davranış insan
davranışının betimlenmesinde ikincil bir öncül olmalıdır.
Daha önemli olan, hareketlerimizin başarı mı, başarısızlık mı
getirdiğini değerlendirmek için kullanabildiğimiz araçtır. Akıl
melekesi (doğruyu arama yeteneği), her bir düşünce ve
davranışın, amaçlanan sonuca ulaşma yeteneğine sahip olmak
anlamında akılcı olduğundan ziyade eylemin (araç ve amaç)
eleştirel biçimde değerlendirilmeye tabi olduğunu ima eder.
Burada ya amaçların akılcı olması gerektiğini vazederiz
(bunun anlamı doğal ihtiyaçlarımı/ üzerine düşünmektir) ya
da amaçların yargılanmasını bir kenara bırakarak araçlar
üzerinde odaklaşırız. Bir işe giriştiğimde hareketlerimin
amacıma ulaşmam için uygun olup olmadığı
değerlendirilebilir. Kullandığım araçlar ceteris paribus (başka
şeyler aynı kalmak koşuluyla) gerçekten amacıma erişmeme
hizmet ediyorsa akılcı olarak davranıyorum demektir. Ya da
amaçlarım farklı bir standarda, genel olarak iyiliğime veya
toplumumun veya gezegenin iyiliğine uygunluk bakımından
yargılanabilir. Ama burada devreye giren sorun amaçların da
gerçek bir anlamda akılcı olarak nitelenip
nitelenemeyeceğidir.
Yalnızca'akılcılık üzerinde odaklaşmak, insan davranışlarını
inceleyenlere kolayca hedef olmak anlamına gelir.
Örneğin, oyun teorisi kullananlar, genellikle iktisatçıların
insanların akılcı davrandıkları öncülünü reddetmek amacıyla
insanın akılcılığını yadsıma eğilimindedir. Ama buradaki akıl
yürütme yanlıştır, çünkü Öne sürülen seçiş matrisleri (örneğin
Mahkûmun İkilemi) yalnızca birer oyundur ve hayatın çok
boyutlu araç ve amaçlarım yansıtmazlar. Mahkûmun İkilemi
veya başka oyunlarda, değerler değiştirildiğinde sonuçlar da
değişir. Bu tür oyunlar, bireylerin (kendi çıkarlarını izleyerek)
akılcı davrandığı durumlarda bütün öznelerin zarar göreceğini
göstermeyi amaçlar. Bu oyunlar insana makul gelmiyor, sanki
çok kritik önemde bir şeyi atlıyorlar.
Dostları ilə paylaş: |