TÜMELLER
Tümeller felsefenin baş belasıdır. Basit bir ifadeyle, tümeller
tikel varlık veya olaylar içinden bir grubu ötekilerden ayıran
sözcüklerdir; ama yalınlık, ille de yanlış olmamakla birlikte,
felsefenin dikkatini karmaşıklık kadar çeker. Örneğin, bir kez
bir tümel terim ağzımızdan çıktığında, şimdi bir grupta
topladığı tikellerin ötesinde bir şeyin varlığından mı söz
ediyoruz? Düalist düşünce buna olanak tanır: Eğer “insan”dan
söz ediyorsak, gruba mensup olan (olmuş olan, olacak olan)
bireylerin ötesinde var olan bir şey olduğu sonucu çıkar.
Platon’un felsefesi böyle bir ikiliği içerir: Bir yanda tümeller
kavramından devralınmış bir ideal form’lar dünyası vardır;
bir yanda da etrafımızda gördüğümüz bir tikeller ve
fenomenler dünyası.
Platon’a göre tümeller kendi âlemlerinde var olurken,
öğrencisi Aristoteles bu ikiliği reddederek tümellerin elbette
var olduğunu, ama tikel varlıklarda var olduğunu savunan
realist bir anlayışı benimsiyordu. Örneğin, köpeğim Mr.
Hobbes’u gördüğümde, onun, köpeğin her bir örneğinin de
sahip olduğu bir köpeklik özelliğine sahip olduğunu
biliyorum (bunu algılama veya bilme kapasitesine sahibim).
Platon’un teorisi de, Aristoteles’in teorisi de tümellerin var
olduğunu ve keşfedilebileceğini söylemiş oluyor. Ama
biliyoruz ki bazen sınıflandırmayı yanlış bir biçimde
yapabiliriz. Biyologlar zaman zaman bir türü bir kategoriden
başka bir kategoriye aktarmak zorunda kalmışlardır. Uyduruk
etiketler bir yana, bu, söz konusu bitkinin uzun süre boyunca
yanlış olan bir tümele sahip olduğunun keşfedilmesi anlamına
mı gelir, yoksa onun ait olduğunun söylendiği tümelin
yalnızca bizim yarattığımız bir kategori sınıfı olduğu
anlamına mı? Tümeller konusunda realist gelenek bu tür
şeylerin var olduğunu varsayar; nominalistler ise cevaben
etiketlerin yalnızca adlardan oluştuğunu, adlar ise yalnızca
geleneksel etiketler olduğuna göre, tümel fikrinde özel hiçbir
şey olmadığını belirtirler.
Nominalistler bu şeyleştirme (bir şeyin bir şey haline
getirilmesi, bu durumda soyut bir adın var olan bir şey haline
getirilmesi) karşısında potansiyel bir mantık hatası kaygısına
düşerken, Platonik gelenek gerek laik, gerekse daha önemlisi
teolojik düşünce alanında destekçilerini muhafaza etmektedir.
Dine inananlar için Tanrı en belirgin “var olan” evrensel
varlıktır: Her yerde hazır ve nazır, her şeyi bilen ve her
yanıyla iyi. Platonik argüman gördüğümüz tikel şeylerin
tümellerin gölgeleri olduğunu söyler. Buna karşılık bir ölçüde
nominalizmden kaynaklanan, örneğin Locke tarafından esaslı
biçimde geliştirilen ampirik gelenek, tümellerin algıladığımız
tikel varlıkların gölgeleri olduğunu ileri sürer. Bunlar
yalnızca, benzer varlıklardan edindiğim kafamdaki izlenimleri
gruplandırma yoluyla yaratılmış olan soyut araçlardır
(örneğin bu masa, şu masa, oradaki öteki masa, sonunda soyut
“masa”yı oluşturur). Biz yalnızca tikelleri algılayabiliriz.
Ampirik felsefe genişledikçe ortaya çıkan sonuç,
bürün fikirlerimin zorunlu olarak tikellere indirgenebilir
olmasıdır.
Bu tür indirgenebilirlik kendi sorunlarını yaratır. Zihin
bütünleştirmeye, kalıplar bulmaya, şeyleri gruplandırmaya
doğru bir yönelişe sahiptir (bu, Kant’ın destekçilerini,
tümellerin zihnin gerçekliğe zihinsel yapıları empoze eden
doğuştan gelen kategorileri olduğunu ileri sürmeye teşvik
eder). Bu kavramsalcılı-ğa göre, tümeller zihinsel ürünlerdir.
Ne Platonistlerin düşündüğü anlamda vardırlar, ne de
nominalistlerin veya katı ampirist-lerin düşündüğü gibi var
olmayan şeylerdir tümeller. Kavramsal araçlar olarak
vardırlar. “Köpek” kavramı kafamda köpek olan yaratıkları
tanımak için yararlı bir araç olarak vardır. Burada sizin
hayvanınızın köpek olduğunu varsaymakla yanılmış
olabileceğim gibi bir ihtimale yer vardır (tikelin bu gruba
mensup olduğu yanılgısını yaşamışımdır). Aynı zamanda,
kavramsal sınırları değiştirerek yeni veya şimdiye kadar
tanınmayan yaratıkları da köpek kategorisine dahil edebilirim
(mesela shih-tzu’lar?). Burada Aristoteles’in bir grubun
mensupları arasında ortaklıklar bularak bir grup oluşturulması
konusundaki mirasından yararlanılmaktadır. Bu elbette esnek
bir süreçtir, çünkü doğası gereği yanılgıya açıktır.
Gruplandırmalar politik, estetik ya da ahlaki kriterlere göre
düzenlenebilir, böylece propagandaya açık hale gelebilir. Bazı
halkların seçkinler ya da düşmanları tarafından nasıl
sınıflandırıldığını hatırlayın.
VARLIK
Varlık ya da olmak. İngilizcede iki sözcük aynıdır ve olmak
İngilizcede geçişsiz bir fiildir. O yüzden de “I am” (“benim”
veya “ben varım”) tümcesini dilbilgisi bakımından kendine
yeterli bir tümce olarak kurmak mümkündür. Doğal olarak,
Shakespea-re’in Hamlet’ine sık sık referans yapılır: “Olmak
ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” Hamlet sadece
yaşamak ile yaşamamak arasında gezdiriyor fikirlerini; bu
açıklanması gerekmeyc-cck kadar ünlü bir pasajdır. Ama
felsefeci daha çoğunu talep edebilir. Bir taş da vardır. Ama
olması (ya da olmuş olması) bir gereklilik değildir. Ben
varım, ama olmam bir gereklilik değildir. Ölebilirim, ama
moleküllerim bir varlık sürdürecektir, ama böyle olması bir
gereklilik değildir. Kendim de dahil bu şeylerin hepsi olumsal
gibi duruyor, yani gerekli değiller. Ama belki de olumsal
olabilmeleri için bir gerekliliği çağırıyorlar: Bunların gelip
geçici bileşimleri için daha derin bir süreklilik oluşturan
varoluşa ihtiyaçları var.
“Varlık” kavramı bütün hepsi arasında en karanlık olanı
gibidir. (Hcidegger, Being and Time [Varlık ve ZamanJ, “In-
troduetion”, 2)
Varlık bazı felsefi zihinler için kâbus olmuştur. Kimileri
yalnızca şeylerin var olduğunu kabul eder, bir sonraki adımda
bunların neden yapılmış olduğunu sorar. Yani bunlar maddi
midir yoksa gayri maddi mi? Var olan şeyler hakkında nasıl
bilgi ediniriz? Bu sonuncular için “şeylerin olduğu”nu
sorgulamak gereksiz bir baş ağrısıdır. Şeyler vardır, haydi
şimdi onlar hakkında düşünmeye başlayalım. Bu, ontolojinin,
yani var olan şeylerin incelenmesinin konusunu oluşturur. Bu
alanın son derece geniş ve derin bir etkisi vardır, çünkü bütün
bilimler şeyleri araştırır ve onlarla ilişki kurmak zorundadır.
Ontolojik olarak şeyler önce tümeller vc tikeller, soyut ve
somut şeyler gibi çeşitlere bölünebilir. Burada söylenenleri
kavrayabilmek için biyolojinin varlıkları nasıl türlere,
genuslara, familyalara vb. böldüğünü düşünün.
Çeşitleri ve aralarındaki ilişkileri ele almak bir sağduyu işi
gibi görünebilir, ama varoluşun doğasının ne olduğunu
sorgulamak ya son derecede doğru bir adım gibi görünebilir
ya da tamamıyla gülünç bir girişim gibi. Ama varlığın
kendisinin analiz edilmesine yönelik çok eski bir gelenek
vardır. Bu Parmenides ile başlar (“hiçbir şey hiçbir şeyden
gelmiş olamaz”). Onun ortaya attığı sorunlar Platon
tarafından ele alınmış, son dönemde de Heidegger’in,
Sartre’ın ve kıta Avrupasınm başka filozoflarının yapıtlarında
yeniden ilgi odağı haline gelmiştir. Sartre için iki tür varlık
vardır: şeylerin varlığı (kendinde şeyler) ve bilincin
varlığı (kendi için şeyler). İnsan bilinci esas olarak bir
hiçliktir: le pour-soi est rien.
Analitik gelenek varlığın dili üzerinde yoğunlaşır: Mantıksal
olarak ve dilbilgisi açısından “-dır, -dir” (İngilizce “is”)
denince ne kast edilmektedir? Anselmus’un Tanrı’mn varlığı
konusundaki ontolojik kanıtında varlık, mükemmel varlık için
gerekli olan bir başka betimlemedir. Ama varlık bir nitelik
midir? Bu, onun (dilbilgisinde) bir ad olduğunu,
gözlemlenecek ve doğrulanacak bir şey olduğunu düşündürür.
Oysa modern mantıkçılar böyle bir adımı genellikle semantik
bir kafa karışıklığının ürünü olmakla suçlarlar ve “-dır, -dir”in
nasıl belirli özellikler atfetmek için kullanıldığını izah ederler:
Elimizdeki şey bir şerittir (cisim-leştirme); ince, gümüşi bir
şerittir (özellik); magnezyumdur (madde); kimya öğretmenine
aittir (kimlik). Bu örnekte bir şey vardır, bu özelliklere
sahiptir ve bu maddeden yapılmıştır, bu açıdan başka bir şeyle
ilişkilidir. Bir şeyin olabilmesi için bir kimliğinin olması
gerekir, diye ekler Quine. Yani bir şeyle karşılaşırız, sonra
onu elimizden geldiğince iyi bir biçimde betimlemeye
geçeriz.
Kıta Avrupası geleneği ile Analitik gelenek farklı görünseler
de, burada sadece varlığın şeylere ve her yere yayılmış bir
şeyliğe bölünmesine saygı göstermektedirler. Bu, birkaç
kadeh şarap içtikten sonra hepimizin kafasını karıştıran bir
şeydir.
Dostları ilə paylaş: |