Ayələrin Tərcüməs(n)i


) Heç bir fitne kalmay



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə8/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   60

193) Heç bir fitne kalmayıncaya və din Allah'ın oluncaya ka-dar onlarla savaşın.

Daha önce də vurguladığımız gibi savaşın süresini və zamanını belirleyen bir ifadedir bu. Ayette geçen "fitne" kavramı isə, bu ayetlerde şirk anlamında kullanılmıştır. Nitekim Mekke müşrikleri birtakım putları Allah'a ortak koşup halkı də bu işə zorluyorlardı. "Fitne" kavramının bu ayetlerde şirk anlamında kullanıldığına "Din Allah'ın oluncaya kadar" ifadesi tanıklık etmektedir. Bu bakımdan ayəs(n)i kerime bir başka suredeki bu ayəs(n)i kerimeyi andırmaktadır: "Heç bir fitne kalmayıncaya və din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet yüz/üz çevirecek olurlarsa şüphesiz Allah, onların yaptıklarını görendir. Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlanızdır. O, nə güzel mevladır və nə güzel yardımcıdır." (Ənfal, 39-40)

Ayrıca ayəs(n)i kerimede, savaştan önce, karşı tarafı dine davet etme zorunluluğuna də işaret edilmektedir. Əgər daveti kabul ederlerse, savaşmanın gereği kalmaz. Daveti reddetmeleri durumunda isə, Allah'-tan başka veli yoktur. O nə güzel mevladır və nə güzel yardımcıdır. O yalnızca mömin kullarına yardım edər. Bilindiği gibi, İslam açısından savaşın tək amacı vardır: Dinin bütünüyle Allah üçün olması. (Yani, Allah'ın dininin yeryüzüne egemen olması) Niteliği və amacı bundan ibaret olan bir savaş, ancak karşı tarafı tevhid esasına dayalı haqq dine davet etmekle anlam kazanır.

Şimdiye kadar, anlattıklarımızdan anlaşıldığı kadarıyla, tefsirini sunmakta olduğumuz bu ayetin içerdiği hüküm, "Kendilerine kitap verilenlerden, Allah və ahiret gününe inanmayan, Allah'ın və Resulünün haram kıldığını haram tanımayan və haqq dini din edinmeyenlerle küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın." (Tevbe, 29) ayetinin içerdiği hükmün yürürlüğe girmesi ilə neshedilmiş değildir. Çünkü bu ayette sözü edilen Ehlikitab'ın dinleri Allah'a aittir.

Bunun izahı şöyledir: Ələ aldığımız "Heç bir fitne kalmayıncaya və din Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." ayəs(n)i kerimesinin hükmü sırf müşriklere özgüdür, Ehlikitab'ı kapsamıyor. Bu halda "dinin Allah üçün olması"ndan maksat, putlara tapılmaması və tevhid (Allah'ın tekliği) prensibinin kabul edilmesidir. Ehlikitab bu prensibi kabul ediyor. Gerçi bu kabulleri, gerçekte Allah'ı inkar etmektir. Nitekim ulu Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Allah'a və ahiret gününe inanmıyorlar. Allah'ın və resulünün haram kıldığını haram tanımıyorlar və haqq dini din edinmiyorlar." Nə var ki İslam onların sırf dilleriyle tevhidi onaylamalarını yeterli bulmuştur və onlara yönelik savaşı, kendi elleriyle cizye vermeleri ilə sınırlandırmıştır. Bu isə haqq mesajın onların sözlerinden üstün olması və İslam'ın bütün dinlere karşı belirgin bir zafer kazanması içindir.

Əgər vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına kar-şı düşmanlık yoktur.

Əgər şirkten, dinden döndürme amaçlı baskıdan vazgeçer və sizin gibi inanırlarsa, onlarla savaşmayın, çünkü zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. "Əgər vazgeçerlerse şüphe yox ki Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." ayetinde olduğu gibi, burada də sebep müsebbebin yerine konulmuştur. Öyleyse bu ayete (anlam açısından) bu ayəs(n)i kerimeyi örnek verebiliriz: "Əgər onlar tövbe edib namazı kılarlarsa və zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir." (Tevbe, 11)

194) Haram ay, haram aya karşılıktır; hürmetler də karşılıklıdır. Sizə zülm edənə siz də zülm etdiyi qədəriylə cavab verin. Allah'tan korkup sakının və bilin ki Allah muhakkak ki, korkup sakınanlarla beraberdir.

İfadenin orijinalinde geçen "el-hurumat", "hürmet" sözünün çoğuludur. Saygınlığı ayaklar altına alınması yasak olan, saygı gösterilmesi və gözetilmesi gereken şey demektir. Burada kastedilen isə, haram ayın, harem bölgesinin və Mescid-i Haram'ın dokunulmazlığıdır. Buna göre, ayetin anlamı şöyledir: Əgər onlar haram ayda savaş başlatmak suretiyle söz konusu ayın saygınlığını ayaklar altına alırlarsa nitekim, Hudeybiye ateşkesinin gerçekleştiği il, Peygamber efendimizin və müminlerin həcc ziyaretinde bulunmalarına engel olmak, müminlere taşlarla və oklarla saldırıda bulunmak suretiyle haram ayın saygınlığını çiğnemişlerdi. Bu gibi durumlarda müminlerin də onlara karşı savaşmaları caizdir və bu, haram ayın dokunulmazlığını çiğnemek anlamına gelmez. Müminlerin yaptıkları, Allah'ın mesajı ən/en yüksek olsun diye ONun emirlerine sarılmak və Allah yolunda cihat etmektir.

Bu yüzden müşriklerin, savaş başlatmak suretiyle harem bölgesinin və Mescid-i Haram'ın saygınlığını gözetmedikleri durumda müminlerin misliyle karşılık vermeleri caiz olduğuna göre, "Haram ay, haram aya karşılıktır." ifadesi bütün dokunulmazlıkları içeren genel bir açıklamanın ardından iştirak edən xüsusi bir açıklamadır. Söz konusu genel açıklamadan daha geneli də, onu izleyen bu ifadedir. "Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz də ona saldırın." Buna göre, vurgulanmak istenen anlam şudur: Yüce Allah'ın haram aylarla ilgili olarak karşılıklılık (kısas) hükmünü öngörmesinin sebebi, ONun bütün dokunulmazlıklar hususunda kısas hükmünü yasalaştırmasıdır. Bütün dokunulmazlıklar hususunda karşılıklılık ilkesini yürürlüğe koymasının sebebi isə, ONun saldırıya misliyle karşılık verilmesini caiz kılmış olmasıdır.

Ardından yüce Allah saldırı noktasında ihtiyatı elden bırakmamalarını müminlere tavsiye ediyor. Çünkü saldırıda şiddet, baskın və əl koyma gibi taşkınlığa və sapmaya yol açacak etkenlere baş vurulur. Oysa yüce Allah, saldırganları sevmez. Müminler daha çox Allah'ın sevgisine, dostluğuna və yardımına muhtaçtırlar. Bu yüzden sonunda yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'tan korkup sakının və bilin ki Allah muhakkak ki, korkup sakınanlarla beraberdir."

Yüce Allah'ın bir yandan müminlere saldırı emri vermesi, bir yandan də "saldırganları sevmediğini" vurgulamasına gelince; İslama göre saldırı, bir saldırıya karşılık olmadığı sürece kötüdür. Amma bir saldırıya karşılık olduğu zaman, onun əsl niteliği zilletten, aşağılanmaktan kurtulmadır, hüküm, kölelik və zorbalık zincirlerini kırma adına ortaya konulan onurlu başkaldırıdır; kibirlenmeye karşı kibirlenmek və zulmedene açıktan hakaret etmek, sayıp sövmek gibi.

195) Allah yolunda infak edin/əldə et, ellerinizi tehlikeye atmayın və iyilik edin/əldə et, şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

Bu ayəs(n)i kerimede Allah yolunda yürütülen savaşa destek maksadıyla, maliyyə harcama emrediliyor. Savaşı destekleme amaçlı bu maliyyə harcamanın "Allah yolunda" ifadesiyle kayıtlandırılmış olması tıpkı tefsirini sunduğumuz ayetler grubunun başında, savaşın "Allah yolunda..." şeklinde nitelendirilmiş olmasına benzer. Nitekim söz konusu a-çat incelenirken, bunun önemine işaret etmiştik.

Ayetin orijinalinde yer alan "bi-eydikum" ifadesinin başındaki "ba" fazlalıktır yani cümle içinde, anlam açısından bir etkinliği yoktur. Sadece cümlenin içeriğini tekit etme niteliğini taşır. Dolayısıyla ifadenin əsl anlamı şudur: "Ellerinizi tehlikeye atmayın." Buna göre, ifade güc merkezlerini dağıtmaktan, hazırlık yapmamaktan və caydırıcı güc bulundurmamaktan kinayedir. Çünkü bu saydığımız unsurların somutlaştığı organ "əl"dir.

Şöyle də denebilir ki: İfadenin başındaki "ba" sebebiyedir. "La tul-ku (=atmayın)" fiilinin mefulü isə mahzuftur. Bu durumda ifadeye bu anlamı vermek gerekir. "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın." Tehluke və helak" aynı anlama gelir. İnsanın nerede olduğunu bilmediği halda gittiği yol demektir. "Tehluke" kelimesi "tef'ule" veznindedir. Arapça'da bunun dışında bu vezinde gelen bir başka mastar yoktur.

Aslında ifade mutlaktır və ifrat və tefrit gibi helake götürücü hər şeyden sakındırma söz konusudur. Örneğin savaş zamanında cimrilik etmek, maliyyə harcamadan kaçınmak kuvvetin dağılmasına, daşındırıcı gücün etkisizleşmesine gətirib çıxarar. Ayrıca bu tutum düşmana yenilmeye də yol açacağı üçün, eldeki hazırlık və donanımın də yox olmasının nedeni sayılır. Beri tarafta, ölçüsüz harcama, elde avuçta nə varsa dağıtma, yoksulluğa, düşkünlüğe gətirib çıxarar. Yoksulluk və düşkünlük də hayatın çöküşüne və kişiliğin yox olmasına neden olar.

Ardından yüce Allah konuyu "ihsan" niteliğine işaret ederek noktalıyor: "İyilik edin/əldə et, şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." İfadenin orijinalinde geçen (və iyilik olarak tercüme ettiğimiz) "ihsan"dan maksat, savaşmaktan vazgeçmek ya da insancıl damarların kabarmasından dolayı din düşmanlarını öldürmeye kıyamamak, onlara acımak veya benzeri bir şey değildir. Tam tersine, ayəs(n)i kerimede vurgulanan "ihsan" bir şeyi ən/en güzel şekilde yapmak demektir. Savaşmak gerektiği yerde savaşmak, barışmak veya ateşkes gerektiği yerde barışmak veya ateşkesi uygulamaktır. Şiddet gerektiği yerde şiddete baş vurmak, bağışlamanın uygun olduğu yerde də düşmanı bağışlamaktır ihsan. Dolayısıyla, bir zalimi gerekli yöntemlere başvurarak savmak, insanlık açısından iyiliktir. İnsanlığın yasal haklarını iade etmektir. İnsanlık hayatını haqq və adalet esaslarına göre düzenleyen haqq dini savunmaktır. Nitekim yasal bir hakkı elde etmek uğruna uygun olmayan yöntemlerle dinsel normlarını zorlamaktan vazgeçmek də bir başka iyiliktir.

Yüce Allah'ın sevgisini kazanmak, dinin öngördüğü ən/en yüce hedeftir. Dine bağlanan hər insanın, dinin gereklerini yerine getirmek suretiyle Rabbinin sevgisini kazanmağa çalışması gerekir. Yüce Allah, konuya ilişkin olarak bir başka ayette şöyle buyuruyor: "Də ki: Əgər siz Allah'ı seviyorsanız bana yatıl. Allah də sizi sevsin." (Al/götürü İmran, 31) Tefsirini sunduğumuz bu savaş ayetleri saldırganlığı yasaklayarak, yüce Allah'ın saldırganları sevmediğini vurgulayarak başlıyor, ihsanı (iyiliği) emrederek və yüce Allah'ın iyilik yapanları sevdiğini vurgulayarak son buluyor. Kuşkusuz, bu ifade tarzının kendine özgü bir letafeti, bir tadı vardır və bu ilk etapta göze çarpmaktadır.

QURANın EMRETTİĞİ CİHAD

Quranı Kerim, önceleri Müslümanlara savaştan əl çekmelerini, Allah Teala yolunda karşılaştıkları eziyetlere sabretmelerini emrediyordu: "Ey kafirler. Mən sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Mən də sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz də benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun, 1-6) Başka bir ayette şöyle buyuruyor: "Onların sözlerine karşı sən sabret." (Müzzemmil, 10) Yine şöyle buyurmuştur: "Kendilerine, 'Elinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin.' denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında..." (Nisa, 77) Bu ayette, Bakara Suresi'nde yer alan bu ayete işaret ediliyor gibi: "Kitap ehlinden çoğu kendilerine gerçek apaçık belli olduktan sonra, nefislerini kuşatan kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkara döndürmek arzusunu duydular. Fakat, Allah'ın emri gelinceye kadar onları bırakın və onlara ilişmeyin. Heç şüphesiz Allah, her şeye güc yetirendir. Namazı doğru kılın, zekatı verin." (Bakara, 109-110)

Sonra savaş ayetleri indi. Bunların bir kısmı özellikle Mekke müşriklerine və onlardan yana tavır koyanlara karşı yürütülecek savaşa ilişkindir: "Kendilerine zulmedilmesi səbəbindən, onlara karşı savaş açılanlara savaşma izni verildi. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye güc yetirendir. Onlar yalnızca: 'Rabbimiz Allah'tır.' demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar." (Həcc, 39-40) Bu ayetlerin Bedir'de və başka çatışmalarda emredilen savunma amaçlı savaşlar hakkında inmiş olması də mümkündür. Yine, bu ayetler də bu kategoride değerlendirilmelidir. "Hiçbir fitne kalmayıncaya və dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlanızdır. O, nə güzel mevladır və nə güzel yardımcıdır." (Ənfal 39-40) "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, ancak aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez." (Bakara, 190)

Savaş ayetlerinin bir kısmı, Ehlikitab'a karşı yürütülecek savaşa ilişkindir. "Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a və ahiret gününe inanmayan, Allah'ın və Resulünün haram kıldığını haram tanımayan və haqq dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın." (Tevbe, 29)

Bazı ayetler də Ehlikitap dışındaki bütün müşriklere karşı yürütülecek savaşa ilişkindir. "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." (Tevbe, 5) "Onların sizlerle topluca savaşması gibi siz də müşriklerle topluca savaşın." (Tevbe, 36)

Bazı ayetlerde, nitelik və özellik farkı gözetmeksizin bütün kafirlere karşı yürütülecek savaşa değinmektedir: "Kafirlerden size ən/en yakın olanlarla savaşın. Sizde bir güc və şiddet görsünler." (Tevbe, 123)

Meselenin özü şudur: Quranı Kerim verdiği mesajla, İslamın və tevhid dininin fıtrata dayandığını vurguluyor, fıtrata dayalı bu dinin fonksiyonu, hayat süresince insan türünü öz yaratılışı doğrultusunda ıslah etmektir. Hayatla fıtratı ortak bir noktada buluşturmaktır. Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor: "Öyleyse sən yüzünü Allah'ı birleyen bir hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı üçün heç bir değişme yoktur, işte dimdik ayakta duran din, budur. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum, 30)

Bu halda insan fıtratıyla örtüşen bu dini egemen kılmak, bu dine dayalı hayat biçimini korumak, meşru insan haklarının ən/en önemlisidir. Bu ayəs(n)i kerimede bu hususa şöyle işaret ediliyor: "O: 'Dini dosdoğru ayakta tutun və onda ayrılığa düşmeyin.' diye dinden Nuha vasiyet ettiğini və sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya və İsaya vasiyet ettiğimizi sizin üçün şeriat kıldı." (Şura, 13) Sonra bir başka ayəs(n)i kerimede, fıtrattan kaynaklanan bu meşru hakkı savunmanın də bir başka fıtrat kaynaklı haqq olduğuna işaret ediyor: "Əgər Allah'ın, insanların kimi kimiyle defetmesi olmasıydı, manastırlar, kiliseler, havralar və içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler yıkılır giderdi. Allah kendine yardım edenlere kesin olarak yardım edər. Şüphesiz Allah, güçlüdür, üstün iradelidir." (Həcc, 40) Böylece ulu Allah bize bu mesajı veriyor: Tevhid dininin ayakları üzerinde dimdik durması və Allah'ı anmanın canlı kalması, bunları savunmaya bağlıdır.

Bu ayəs(n)i kerimeyi də önceki ayə gibi bu kategoride inceleyebiliriz. "Əgər Allah'ın insanların bir kısmı ilə bir kısmını defi olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı." (Bakara, 251) Yüce Allah Ənfal Suresi'nde iştirak edən savaş ayetlerinde, şöyle buyuruyor.: "O, suçlu günahkarlar istemese də, hakkı gerçekleştirmek və batılı çaresiz kılmak üçün böyle istiyordu." (Ənfal, 8) Yine aynı surede, bir neçə ayə sonra şöyle bir çağrıda bulunuyor: "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a və resulü'ne icabet edin/əldə et." (Ənfal, 24) Burada müminlerin çağrıldıkları cihad və savaş, onlara hayat verecek şeyler olarak tanımlanıyor.

Bu demektir ki, ister Müslümanları, ister İslamın temelini və kökünü savunmak amacı ilə olsun veya doğrudan karşı tarafa savaş elan etmek şeklinde olsun İslamın öngördüğü savaş olgusu gerçekte insanın yaşama hakkını savunmaya yönelik bir eylemdir. Çünkü Allah'a ortak koşma olgusu özü itibariyle insanlığın yok oluşu, fıtratın ölümü demektir. Savaş isə, insanlığın hakkını savunmaya yönelik olması bakımından insana hayatını geri vermek demektir, onu öldükten sonra diriltmektir.

Bu noktada, eşya və olaylara derinlemesine nüfuz edebilen hər aklı başında insanın algılayabileceği bir gerçek belirginleşiyor: İslam, yeryüzünü hər türlü şirk pisliğinden temizlemek və imanı sırf Allah'a özgü kılmak üçün, savunma nitelikli bir hüküm elinde bulundurmalıdır. Çünkü buraya kadar sunduğumuz ayetlerin tümü, puta tapıcılık şeklinde belirginleşen açıq şirki bertaraf etme ya da Ehlikitab'ı cizye vermeye zorlamak suretiyle haqq içerikli mesajı onların sözlerine egemen kılmayı dile getirmektedir. Bunun yanı sıra Ehlikitap'la savaşma konusunu dile getiren ayetler, onların Allah'a və Resulüne inanmadıklarını, haqq dini din edinmediklerini vurgulamaktadır. Bu halda, onlar tevhide bağlıymış gibi görünseler də, gizli nitelikleri, bu səbəbdən gerçek nitelikleri şirktir. Bu yüzden doğal insan haklarını savunma misyonu, onları haqq dine yöneltmeyi zorunlu kılmaktadır.

Quranı Kerim, hər nə kadar, açıq bir buyruk olarak bu hökmü (bü-tün savunma hükmünü) içermese də, müminlerin bir gün düşmanlarına üstünlük sağlayacaklarına ilişkin vaatten böyle bir sonuca varmak mümkündür. Çünkü adı geçen sonucu elde etmek, ancak bu düzeyde bir savaşla gerçekleşebilir. Bu, şirkten uzaq, katışıksız tevhid inancına dayalı hayat sistemini egemen kılmaya yönelik bir savaştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Elçisini hidayet və haqq din üzere gönderen Odur. Öyle ki onu bütün dinlere üstün kılacaktır, müşrikler xoş görmese bile." (Səff, 9) Bu ayəs(n)i kerimenin mesajı isə, daha açıq və daha vurgulayıcıdır. "Andolsun, biz zikirden sonra Zebur'da də, 'Şüphesiz yer üzünə salih kullarım mirasçı olacaktır.' diye yazdık." (Ənbiya, 105)

Aşağıda ələ alacağımız ayəs(n)i kerimenin anlamı daha dəqiq və mesajı daha açıktır: "Allah, içinizden iman edenlere və salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Heç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güc və iktidar sahibi kıldıysa, onları də yeryüzünde güc və iktidar sahibi kılacak, kendileri üçün seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak və onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnız bana ibadet ederler və bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar." (Nur, 55) "Yalnız bana ibadet ederler" ifadesi ilə, gerçek imana dayalı, şirkten uzaq ibadet kastediliyor. Bunu də "bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar." ifadesinden algılıyoruz. Ayrıca yüce Allah'ın imanın bir kısmını şirk olarak nitelediğini də unutmamak gerekir: "Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler." (Yusuf, 106) Bu yüce Allah'ın yeryüzünü müminler üçün şirkten arındıracağına, onları yeryüzünün hər tarafına mirasçı kılacağına ilişkin vaadinin ifadesidir. Bu vədin gerçekleştiği gün, tam manasıyla Allah'tan başkasına kulluk sunulmayacaktır.

Birinin aklına böyle bir kuruntu gelebilir: Burada gaybi yöntemlerle gerçekleşecek ilahi yardım vəd edilir. Gözle görülür somut sebeplerin iş gördüğü bir husus değildir bu. Nə var ki, onları yeryüzünde güc və iktidar sahibi yapacaktır, anlamına gelen "le-yestahlifennehum" ifadesi, bu yaklaşımı çürütmektedir. Çünkü "istihlaf (=halife kılma)" ancak, birilerinin egemenliğine son verme, onları yerlerinden etme, sonra başkalarını onların yerlerine yerleştirme, şeklinde gerçekleşir. Bu səbəbdən, ifadede maddi sebeplerin belirgin rol oynadığı savaş olgusuna yönelik bir eyham vardır.

Kaldı ki; "Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine kendisinin onları sevdiği, onların də kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı isə güçlü və onurlu, Allah yolunda cihad edən və kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir." (Maidə, 54) ayəs(n)i kerimesi yeri geldiğinde ayrıntılı biçimde açıklayacağımız gibi bir zaman yürütülecek haqq çağrısına və dinsel uyanışa işaret etmektedir. İleride yüce Allah'ın emri doğrultusunda gerçekleşecek bu vəd edilmiş yeniden diriliş sürecinin, ancak cihat destekli davet yöntemiyle sonuçlanabilir olduğunu pekiştirmektedir.

Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalar, İslamın cihad hükmünü ya-salaştırmasına yönelik eleştirilere də cevap niteliğindedir. Eleştiri şöyledir: Cihadın yasalaştırılması önceki peygamberlerin dini tebliğde kul-landıkları yöntemin dışına çıkılması demektir. İslamdan önceki dönemlerde görevlendirilen peygamberlerin sundukları dinin yayılması və etkinlik kazanması sadece davet və yol göstericilik yöntemine dayanıyordu. Adam öldürmeyi, tutsak almayı və baskın düzenlemeyi kaçınılmaz olarak beraberinde getiren savaş yoluyla insanları inanmaya zorlamak, İslamdan önceki davet süre-since baş vurulmayan bir metottu. Bu yüzden Hıristiyan misyonerler İslamı "kılıç və qan dini", başkaları də zorlama və baskı dini olarak nitelemişlerdir.

Önceki açıklamalardan anlaşılan cevabın izahı şöyledir: Quranı Kerim öğretisiyle bize şunu açıklıyor. İslam, insan fıtratının hükümleri esasına dayanıyor. Bu yüzden, hayat süresince insan türünün erdemliğe, kemale ermesinin ancak fıtratın Səbəbindən İslamın öngördüğü, hükmettiği və davet ettiği şeylere uymakla mümkün olacağından kuşku duymamak gerekir. Fıtrat, tevhid ilkesinin bireysel və toplumsal yasaların esası, temeli olmasını öngörür. Bu temel ilkenin insanlar arasında yayılmasını sağlamanın, yox oluştan və dejenere oluştan korumanın insanlığın yasal hakkı olduğunu vurgular. Bu yüzden fıtratın onayladığı bu hakkı, mümkün olan yöntemlerle yerine getirmek bir zorunluluktur. Bu hususta yapılabilecek ifrat və tefriti önlemek amacıyla itidal metodu və həddi vasat tercih edilmiştir.

Nitekim İslam dini, başlangıçta tam çağrı və Allah yolunda karşılaşılan eziyetlere karşı sabır şeklinde bir yönteme başvurmuştur. Daha sonra İslamın temelini və Müslümanların canlarını, ırzlarını və mallarını korumaya yönelik savunma savaşı aşamasına girmiştir. Bunu izleyen aşama də, insan haklarını və tevhid mesajını savunmaya yönelik doğrudan karşı tarafa savaş elan etme dönemidir. Amma hiçbir saldırıda, uygun bir yöntemle sözlü davet gerçekleştirilmedikçe və dolayısilə karşı tarafa saldırı üçün haklı bir gerekçe oluşturulmadıkça savaşa fiilen girilmemiştir. Resulullah efendimizin (s. a. a) pratik sünneti bunun somut kanıtıdır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rabbinin yoluna hikmetle və güzel öğütlerle çağır və onlarla ən/en güzel biçimde mücadele et/ət." (Nəhl, 125) Bu ayetin içerdiği hüküm, bütün aşamaları kapsayacak genel bir niteliğe sahiptir. Bir ayette də şöyle buyuruluyor: "Böylece helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın." (Ənfal, 42)

İslamın cihad hükmü "üstünlük sağlandıktan sonra, insanları dine girmeleri yönünde bir zorlamayı gerektirir." şeklindeki eleştiriye gelince; insanlığın hakka yöneltilmesi gibi dirilişi anlamına gelebilecek önemli bir gelişme karşısında yeterli açıklama və kesin kanıttan sonra bazı kimseler hakkında zorlama olmasının önemi yoktur. Bu, uluslararası ilişkilerde geçerli olan bir kuraldır. Örneğin medeni yasalara baş kaldıran, onları tanımayan kimseler, bu yasalara uymaya çağırılırlar, sonra hər türlü yola, istemeyerek yasalara itaatini sağlamak üçün gerekirse savaşa dahi başvurulur.

Kənar yandan şayet, zorluk varsa bile, bu kuşağın belli bir katmanına özgü kalır. Ardından dini eğitim və öğretimle, diğer katmanların hayatları belli bir düzene sokulur, ıslah edilir. Fıtrata və tevhid ilkesine dayalı bir gönüllü yapılanma süreci başlatılır.

"İslamdan önce gelmiş geçmiş peygamberlerin mücadeleleri, sırf davet və yol göstericilik esasına dayalı olarak gerçekleşmiştir." şeklindeki bir iddiaya gelince, tarihin onların hayatıyla ilgili eldeki verilerinden algıladığımız kadarıyla savaşacak imkana sahip değillerdi. Söz gelimi Hz. Nuh (ə.s), Hud (ə.s) və Salih (ə.s) peygamberler dörd bir yandan baskı və diktatörlük sistemlerince kuşatılmışlardı. Hz. İsanın (ə.s) durumu də insanlar arasında bulunup mesajını yaymakla meşgul olduğu dönemler də bundan farklı değildi. Hz. İsanın dini çox sonraları yayılmıştır, sunduğu mesaj ancak şeriatının artık yürürlükten kaldırılacağı dönemde, yani İslamın doğduğu günlerde yaygın biçimde kabul görmüştür. (İslam dinini kabul etmeyen gruplar, görünürde Hz. İsanın (ə.s) dinine sığındılar. Sonuçta bu din yayıldı.)

Kaldı ki Tevrat'ta anlatıldığı kadarıyla birçok peygamber Allah yolunda savaşmıştır. Quranı Kerim də bu gerçeğe bir parça değinmektedir: "Nice peygamberle birlikte bir çox Rabbaniler savaşa girdiler də, Allah yolunda kendilerine isabet edən güçlük və mihnetten dolayı nə gevşeklik gösterdiler, nə boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever. Onların söyledikleri: 'Rabbimiz, günahlarımızı və işlerimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlamlaştır və kafirler topluluğuna karşı yardım et/ət.' demelerinden başka bir şey değildi." (Al/götürü İmran, 146-147)

Soydaşlarını Amalikalarla savaşmaya çağıran Hz. Musa'nın kıssasını anlatırken yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hani Musa kavmine şöyle demişti... Ey kavmim, Allah'ın sizin üçün yazdığı kutsal yere girin və gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz... Dediler ki: Ey Musa, biz, onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sən və Rabbin get, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız" (Maidə, 20, 26) Bir başka ayette də şöyle buyuruluyor: "Musa'dan sonra İsrailoğulları'nın önde gelenlerini görmedin mi? Hani peygamberlerinden birine, 'Bize bir melik gönder də Allah yolunda savaşalım.' demişlerdi." (Bakara, 246) Talut və Calut kıssasının sonuna kadar, bu yönde ifadeler tez-tez tekrarlanır.

Yüce Allah Hz. Süleyman və Seba Melikesi kıssasında şöyle buyuruyor: "Bana karşı büyüklük göstermeyin və bana Müsəlman olarak gelin... Sən onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil və biz onları ondan horlanmış, aşağılanmış və küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Nəml, 34-37)

"Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil." sözüyle yapılan tehdit ilk dəfə dile getirilmiş bir davetin sonuçlanmasına yönelik bir savaştan başka bir şeyi ifade etmemektedir.

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin