Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   73

Sonuç:
Kolorektal  kanser  olan  bir  hastada;  paylaşılmış  risk  faktörleri 
nedeniyle  ikincil  kanser  geliştirme  riski  yüksektir.  Beslenme, 
genetik  yatkınlık,  ilk  kanserin  tedavisi,  yakın  takip  ve 
immün  yetersizlik    ikincil  kanser  görülmesini  etkileyen 
faktörlerdir.  Özellikle  kolorektal kanser sonrası  ikincil  kanser 
görülen hastalarda kolon kanseri tanısı esnasındaki yaş ve takip 
süresi önem kazanır. Hastalarda birinci kanser sonrası düzenli 
aralıklarla takip bu hastalarda yeni kanser teşhislerini artırabilir.  
Yorum:  Klinisyenler,  kolorektal  kanser  hastalarının  takibinde 
dikkatli  olmalı  ve  hastaları  da  sekonder  kanser  açısından 
yüksek  risk  konusunda    bilgilendirmelidir.  Hastalar,  ilk  0-3 
yılda, özellikle de ilk 24 ay içinde kolorektal dışı kanserler için 
taranmalıdır.
EP-80
KEMOTERAPİ VEREN HEKİMLER HEPATİT B 
REAKTİVASYONUNUN FARKINDA MI?
KAMURAN TÜRKER 
1
, BERNA ÖKSÜZOĞLU 
2
, ELÇİN BALCI 
3

ÜMMÜGÜL ÜYETÜRK 
2
, MEDİNE HASÇUHADAR 
4
 
 

İSTANBUL BAĞCILAR EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ 
ENFEKSİYON HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, İSTANBUL 

ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, 
ANKARA 

KAYSERİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM 
DALI, KAYSERİ 

ANKARA ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 
ENFEKSİYON HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, ANKARA
Amaç:
Kemoterapi  ya  da  immunosupresyon  altında  Hepatit  B 
enfeksiyonunun    reaktivasyonu  %20-80  arasındadır.  Bu 
reaktivasyonun mortalitesi %60’lara kadar yükselebilir. Bununla 
beraber  bir  çok  onkolog  ve  kemoterapi  uygulayan  hekim  bu 
komplikasyonu tecrübe etmemiştir. Amacımız günlük pratikte 
kemoterapi  uygulayan  hekimler  arasında  bu  reaktivasyon 
riskinin  farkındalığı  ve  ne  oranda  Hepatit  B  infeksiyonuna 
güncel öneriler doğrultusunda yaklaşıldığını saptamak.
Gereç ve Yöntem:
Ankara’da  kemoterapi  veren  hekimler  arasında  –onkolog, 
hematolog, genel cerrahi vb bir anket çalışması yapmak.
Bulgular:
83  katılımcıya  18  soru  soruldu.  Katlılımcıların  %41’i  Medikal 
Onkolog,  %41’i  Genel  Cerrah,  %4,8’i  Hematolog,    %13,2’si 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
177
diğer  branşlardan  hekimlerdi.    Katılımcıların  %90’dan  fazlası 
Hepatit  B  infeksiyonunun  önemli  olduğunu  düşünmesine 
rağmen ancak %59’u her zaman, %18,1’i de bazı durumlarda 
kemoterapi  vermeden  önce  Hepatit  B  infeksiyonu  yönünden 
araştırıyordu.  Neredeyse  %80  katılımcı  reaktivasyondan 
haberdardı ancak %41’i vaka ile tecrübe etmişti. Katılımcıların 
%60,2’si  profilaksi  verilmesi  gerektiğini  düşünüyordu  ancak 
%44,6’sı  profilaksi  vermişti.  Yaklaşık  %  60’ı  tüm  hastaları 
tararken, %19,3’ü ancak bazı risk faktörleri varlığında tarıyordu, 
%71’i asemptomatik taşıyıcılıkta profilaksinin uygun olduğunu 
düşünüyordu.  Profilakside  kullanılan  ajan  yaklaşık  %90  tek 
başına lamivudin iken %10 ek diğer antivirallerde lamivudinle 
beraber kullanılmıştı. Katılımcıların çoğu Hepatit B enfeksiyonu 
takibini  bir  Gastroenterolog  ya  da  Enfeksiyon  Hastalıkları 
uzmanı ile birlikte yapmak istiyorlardı.
Sonuç:
Tüm  dünyada  yaklaşık  2  milyar  insan  Hepatit  B  virüsü  ile 
infekte  olmuş  ve  bunun  yaklaşık  350  milyonu  kronik  hepatit 
B taşıyıcısı olduğu tahmin ediliyor. Her yıl yaklaşık bir milyon 
ölüm Hepatit B infeksiyonuna bağlı siroz ve karaciğer kanseri 
nedeniyle meydana gelmekte. Türkiye’de hepatit B taşıyıcılığı 
%4, hepatit B ile enfekte olma oranı %32’dir. Ve dünyada her yıl 
artan oranları ile her üç kişiden birinin yaşam boyu bir kansere 
yakalanma  olasılığı  tahmin  ediliyor.  Bizim  gibi  hepatit  B  ile 
enfekte  olan  ülkelerde  kemoterapi  alan  hastalarda  hepatit  B 
reaktivasyonu sık karşılaşılabilecek bir problem olabileceği için 
tüm kemoterapi veren hekimlerin bu konuda uyanık ve konu 
ile ilgili branştan hekimlerle işbirliği içinde olması gerektiğine 
inanıyoruz.
EP-81
PET-BT’DE SUVMAX DEĞERİ SERUM CEA İLE İLİŞKİLİ Mİ?
SAADETTİN KILIÇKAP 
1
, AHMET KERİM TÜRESİN 
2
, TUNÇ 
GÜLER 
3
, DİDEM TAŞTEKİN 
3
, TURGUT KAÇAN 
1
, NALAN AKGÜL 
BABACAN 
1
 
 

CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ 

DAHİLİYE 

SELÇUK ÜMTF
Amaç:
Kanserli hastalarda PET-BT SUVmax değerinin CEA ve hastalık 
yaygınlığı ile olan ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
PET-BT  çekilen  hastalarda  en  yüksek ve  total  SUVmax  değeri 
ile aynı dönemde bakılan serum CEA düzeyi ve metastaz sayısı 
arasındaki ilişkinin belirlenmesi için hasta raporları incelendi.
Bulgular:
Çalışmada  22’si  (43)  kadın,  29’u  (%57)  erkek  toplam  51 
hastaya ait veriler analiz edildi. Ortanca yaş 57 (24-77 yaş) ve 
ortanca metastatik odak sayısı 3 (1-9) idi. En sık izlenen primer 
tümörler  sırasıyla  akciğer  (%29),  Kolorektal  (%22)  ve  meme 
kanseri (%14) idi. En sık görülen metastaz yeri akciğer (%53) ve 
karaciğer (%28) idi. Ortanca CEA düzeyi 3 (0,6 – 706), ortanca 
SUVmax 8,9 (1-27,9) ve ortanca total SUVmax 20 (1-100) idi. 
Korelasyon analizinde serum CEA ile metastaz sayısı, en yüksek 
ve  total  Suvmax  değerleri  arasında  bir  korelasyon  olmadığı 
görüldü. Metastaz sayısı ile total SUVmax değeri pozitif yönde, 
güçlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (r=0.71 ve 
p<0.001).
Sonuç:
Metastatik  kanser  olgularında  yüksek  CEA  değeri 
izlenmekle  birlikte  bu  değer  SUVmax  değeri  ile  korelasyon 
göstermemektedir. Ancak metastaz sayısı total SUVmax değeri 
ile ilişkilidir. Çalışmanın daha geniş ve homojen hasta grubu ile 
yenilenmesi yararlı olabilir.
EP-82
KANSER HASTALARINDA TANI ANINDAKİ YAŞAM KALİTESİ 
GENEL SAĞKALIMI ETKİLİYOR MU?
SAADETTİN KILIÇKAP 
1
, MUTLU HAYRAN 
2
, DENİZ YÜCE 
2

MUSTAFA ERMAN 
2
, İSMAİL ÇELİK 
2
 
 

CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ PREVANTİF ONKOLOJİ
Amaç:
Kanser  hastalarında  yaşam  kalitesi  (YK)  tanı  anından  son 
döneme kadar değişebilmektedir. Bu çalışmada tanı anındaki 
düşük  yaşam  kalitesi  skorunun  (DYKS)  sağkalım  üzerine  olan 
etkisi araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
Yeni  tanı  almış  hastalarda  YK,  tanı  sonrası  ilk  2  ay  içerisinde 
EORTC  YK  ölçeği  ile  değerlendirildi.  Sağkalım  analizi,  resmi 
nüfus kayıtları incelenerek belirlendi.
Bulgular:
457  hastanın  verileri  analiz  edildi.  Yaş  ortalaması  53,6±15,6 
olan hastaların %59’u erkek idi. En sık izlenen tanılar sırasıyla 
akciğer  (%19),  hematolojik  (%14)  ve  kolorektal  (%10,5) 
kanserdi. Yüzde 51 evre 4 idi. Hastaların %60’ı ECOG PS “0”dı. 
Yüzde  68  olgu  aktif  tedavi  almaktaydı.  Hastaların  %87’si 
kemoterapi  almakta  ve  %29’u  yatarak  tedavi  edilmekteydi. 
Yüzde 26 olguda komorbid hastalık bulunmaktaydı.
İleri  evre,  düşük  hemoglobin  ve  albumin  düzeyi,  ECOG  PS≥1 
olması,  yatarak  tedavi  edilme,  komorbid  hastalık  ve  uzak 
metastaz DYKS ile ilişkiliydi.
Ortanca  izlem  süresinin  25  ay  (1-60)  idi.  Tanı  anında  DYKS 
skoru olan hastalarda genel sağkalım anlamlı derecede daha 
düşük bulundu (ortanca 10 vs 40 ay; p≤0,001). 3-yıllık sağkalım 
oranları DYKS olan bireylerde daha düşüktü (%27 vs %52). Çok 
değişkenli analizde evre (p≤0,001), hipoalbuminemi (p≤0,001), 
ECOG performans skoru (p≤0,001) ve DYKS (p=0,022) sağkalımı 
etkileyen bağımsız değişkenlerdi.
Sonuç:
Tanı anında DYKS, sağkalımı etkileyen bağımsız bir değişkendir. 
Yeni  tanı  almış  her  hastada  YK  ölçeğinin  uygulaması  yararlı 
olabilir.

178
EP-83
SOMATOSTATİN ANALOĞU VE STEROİD TEDAVİSİYLE 
SEMPTOMU DÜZELEN BİR METASTATİK İNSÜLİNOMA VAKASI
MURAT AKYOL , AHMET DİRİCAN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER 
CAN , VEDAT BAYOĞLU , YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , ÇİĞDEM 
ERTEN , MUSTAFA OKTAY TARHAN  
 
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ 
ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Pankreas nöroendokrin  karsinomları tüm pankreas tümörlerinin 
%10’unu oluşturmaktadır. Fonksiyonel  pankreas nöroendokrin 
tümörlerinin  %70’i  ise  insülinomalardır.  İnsülinomaların  ise 
yalnızca  %10’u  maligndir.Bu  olgu  sunumunda  karaciğerde 
multipl metastatik lezyonu olan, semptomatik hipoglisemilerle 
seyreden bir insülinoma vakası sunuldu.
Bulgular:
Karın ağrısı şikayetiyle başvuran 57 yaşında kadın hastanın  üst 
abdomen  tomografisinde pankreas kuyrukda 23 mmhipodens 
solid  kitle,    karaciğerde  multipl  metastaz  saptandı.  Açlıkta 
ortaya  çıkan,  yemekle  düzelen  halsizlik  ve  ellerde  titreme 
yakınması  da  olan  hastanın  Glukoz:33mg/dl  İnsülin:29.2uIU/
ml,  C-peptit:4.5ng/ml  saptandı.  Uzamış  açlık  testinde 
16.saatinde hipoglisemi ve eş zamanlı insülin düzeyi > 50uIU/ml 
saptandı. Glukagon uyarısı ile normoglisemi sağlanan hastada 
insülinoma  tanısı  kondu.  Oktreotid  sintigrafisinde  pankreas 
kuyruğunda  ve  karaciğerde  metastazla  uyumlu  tutulum 
izlendi.  Endoskopik  ultrasonografi  ile  alınan  pankreas  iğne 
biopsisi  sinaptofizin+,kromogranin+,CD56+,Ki67  proliferasyon 
indeksi %1 olan nöroendokrin karsinoma , karaciğer biyopsisi 
nöroendokrin  karsinom  metastazı    olarak  saptanan  hastaya 
Cisplatin+Etoposide  kombinasyon  kemoterapisi  verildi.  Bu 
arada  hipoglisemi  semptomları  için  steroid  ve  kalsiyum 
kanal  blokeri  tedavisi  düzenlendi.  İkinci  ayda  yapılan 
görüntülemelerinde  stabil  hastalık  saptanan  hastanın  6.  
kürden  sonra  hipoglisemi  semptomlarının  devam  etmesi 
üzerine  somatostatin  analoğu  (3x0.1  mg,  14  gün  süreyle, 
SC)  tedaviye  eklendi.  Ancak  kombinasyon  tedavisi  altında 
grade IV nötropenisi olması nedeniyle tedaviye tek ajan uzun 
etkili somatostatin analoğu ( 20 mg, 28 günde bir SC) olarak 
devam edildi. Sandostatin+steroid tedavisi altında hipoglisemi 
semptomları  düzelen  hasta  bu  tedavinin  2.  ayında  sorunsuz 
takip edilmektedir.
Sonuç:
Metastatik  insülinomalarda  hipoglisemi  ve  hiperinsülinemi 
yönetimi zordur. Hipoglisemi yönetimi ve tümörün boyutlarını 
küçültmeye yönelik olarak çeşitli tedaviler kullanılmaktadır. Bu 
vakada bu amaçla sistemik kemoterapi, steroid ve  somatostatin 
analogları  birlikte kulanılmıştır.
EP-84 
HBSAG (+) OLAN MALİGNİTELİ HASTALARDA KEMOTERAPİ 
BOYUNCA PROFLAKTİK LAMUVİDİN KULLANIMININ 
ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
FATİH İNCİ 
 
SELÇUK ÜNİV. SELÇUKLU TIP FAK. TIBBİ ONKOLOJİ
Amaç:
Maligniteli  hastalarda  kemoterapiye  bağlı  hepatit  B 
reaktivasyonu morbidite ve mortalitenin önemli nedenlerinden 
biridir. Bu çalışmada, retrospektif olarak, kemoterapi başlanan 
hastalarda    Hbs  Ag  seropozitif  insidansını  ve  bu  hastalarda 
proflaktik  lamuvidin  kullanımının  etkinliğini  değerlendirmeye 
çalıştık.
Gereç ve Yöntem:
Haziran  2010-Kasım  2011  tarihleri  arasında    başvurmuş 
950  hastanın  kayıtları  incelendi  ve    kemoterapi  planlanmış 
536  hastanın  viral  markırları  dökümente  edildi.  Hbs  Ag  (+) 
saptananlara kemoterapi verilmeden 7-10 gün önce proflaktik 
lamuvidin  100  mg    başlandı  ve  kemoterapinin  bitiminden 
sonra  3 ay  devam edildi. Herhangi bir nedenle akut ve/veya 
kronik hepatite bağlı karaciğer fonksiyon testleri yüksek olan  
ve hepatoselüler karsinomu olan hastalar çalışmaya alınmadı.
Bulgular:
Kemoterapi başlanan 536 hastanın 26’ sında (%4.85) Hbs Ag (+) 
tespit edildi. Hbs Ag (+) hastaların 23’ünde  ( %94.2 ) solid tümör, 
3’ünde  (% 5.78) hematolojik malignite mevcuttu.  Lamuvidin 
proflaksisi  başlanan  26  hastanın  hiçbirinde  kemoterapi 
süresince  akut  alevlenme  saptanmadı.  Sadece  hematolojik 
malignitesi  olan  bir  hastada    kemoterapi  tamamlandıktan 
yaklaşık 5 ay sonra akut alevlenme tespit edildi.
Sonuç:
Çalışmamızda  Hbs  Ag  seropozitiflik  oranı  %5  civarında  olup 
Türkiye’deki  seroprevelans    ile  benzerdir.  Hbs  Ag  (+)  olup 
kemoterapi  planlanan  hastalarda tedavi süresince lamuvidin 
proflaksisi,  tedaviye  bağlı  oluşabilecek  akut  hepatit  B 
rektivasyonunu büyük oranda önleyebilir.
EP-85
SERUM D-DİMER DÜZEYİ KEMOTERAPİ İLE İLİŞKİLİ KEMİK 
İLİĞİ TOKSİSİTESİNİ PREDİKTE EDER Mİ?
ÖZGÜR TANRIVERDİ 
 
S.B. MUĞLA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 
TIBBİ ONKOLOJİ BÖLÜMÜ,MUĞLA
Amaç:
Kanserli hastalarda hemostatik aktivasyon bilinen bir durumdur 
ve serum D-dimer düzeyi bu durumu gösteren iyi bir belirteçtir. 
Serum D-dimer düzeyinin kanserli hastalarda kemoterapi yanıtı 
ve prognoz üzerine olan prediktif değeriyle ilgili yapılan birçok 
çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada serum D-dimer düzeyinin 
kemoterapi ile ilişkili kemik iliği toksisitesinin prediksiyonundaki 
yeri ve değeri araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışma, 2006-2012 yılları arasında kolon kanseri tanısı ile 
opere edilen ve herhangi bir nedenle ilk kemoterapi seansı öncesi 
serum  D-dimer  düzeyi  bilgilerine  ulaşılan  Evre  III  toplam  38 
hastanın verileri retrospektif incelenerek yapılmıştır.  Neoadjuvan 
kemo/radyoterapi  uygulanan,  senkron  akciğer,  karaciğer 
ve  peritoneal  metastazı  olanlar,  kronik  böbrek  yetersizliği, 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
179
inflamatuvar  barsak  hastalığı,  hematolojik  malignensi, 
kronik  ITP  veya  dissemine  intravasküler  koagülasyon, 
kronik  infeksiyon  hastalığı  ve  romatizmal  hastalığı  olanlar 
ile  metokron/senkron  multipl  primer  kanserli  hastalar 
çalışma  dışı  bırakıldı.  İlk  kemoterapi  seansı  öncesi  bakılan 
serum  D-dimer  düzeyinin  sonraki  kürlerde  kemik  iliği 
toksisitesini göstermedeki prediktif değerine ilişkin duyarlılık, 
özgüllük ve doğruluk oranları belirlenmiştir.
Bulgular:
Hastaların  yaş  ortalaması  48  ±  19  (yıl),  erkek/kadın  oranı 
24/14  idi.  Kemoterapi  öncesi  serum  D-dimer  düzeyinin 
cut-  off  değeri  428  mcg/ml  olarak  belirlendi.  Hastaların 
adjuvant  tedavileri  sırasıyla  FUFA-  MAYO  rejimi  (n=2),  FUFA- 
De  Gramount  rejimi  (n=3),  FOLFOX4  (n=22),mFOLFOX6 
(n=11)  idi.    Tüm  adjuvant  tedavi  boyunca  toplam 
16  hastada  en  az  bir  hücreyi  ilgilendiren  kemik  iliği 
toksisitesi  (WHO  sınıflamasına  göre)  geliştiği  saptandı. 
Grade  1  anemi  (n=7),  grade  2  anemi  (n=3),  grade  3  anemi 
(n=1);  grade  1  nötropeni  (n=3),  grade  2  nötropeni  (n=3), 
grade  3  nötropeni  (n=2)  ve  grade  1  trombositopeni  (n=8), 
grade 2 trombositopeni (n=2), grade 3 trombositopeni (n=1) 
idi.  Kemoterapi  öncesi    serum  D-dimer  düzeyi  428  mcg/ml 
üzerinde olan hastalarda grade 2 ve grade 3 trombositopeni 
görülme oranı anlamlı olarak yüksekti (p=0.0034). Buna karşın 
anemi  ve  nötropeni  derecesi  ile  serum  D-dimer  yüksekliği 
arasında  anlamlı  bir  ilişki  saptanmadı  (sırasıyla;  p=0.148, 
p=0.205). Kemoterapi öncesi bakılan serum D-dimer düzeyinin 
428 mcg/ml üzerindeki değerlerde olmasının grade 2 ve grade 
3  trombositopeniyi  göstermedeki  doğruluk,  duyarlılık  ve 
özgüllük oranları sırasıyla %84, %88 ve %86 iken;  bu oranlar 
grade 2 ve grade 3 anemi için sırasıyla %51, %58 ve %62; grade 
2  ve  3  nötropeni  için  ise  sırasıyla  %67,  %64  ve  %66  olarak 
saptandı.  Serum  D-dimer  düzeyindeki  yüksekliğ  ile  vücut 
yüzey  alanı,  kilo,  nod  sayısı,  tümör  büyüklüğü,  lenfovasküler 
invazyon  arasında  pozitif  yönde  korelasyon  olduğu  belirlendi 
(her  biri  için  p<0.05).  Grade  2  ve  3  trombositopeni  ile 
serum  D-dimer  düzeyi  arasındaki  ilişkinin  diğer  çalışma 
değişkenlerinden bağımsız olduğu saptandı.
Sonuç:
Kemoterapi öncesi bakılan serum D-dimer düzeyinin özellikle 
kemoterapi  ile  ilişkili  trombositopeniyi  predikte  edebileceği 
kanısına  varıldı.  Bu  çalışmanın  daha  geniş  hasta  serilerinde, 
diğer  kanser  tipleri  ve  kemoterapi  rejimlerini  de  kapsayacak 
şekilde geliştirilmesi önerilebilir.
EP-86
BEVACİZUMAB ÇENE OSTEONEKROZU İÇİN BİR RİSK 
FAKTÖRÜ MÜDÜR?
MERAL GÜNALDI , BERKSOY ŞAHİN , BERNA BOZKURT 
DUMAN, VEHBİ ERÇOLAK , ÇİGDEM USUL AFŞAR  
 
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BİLİM DALI
Amaç:
Kemik  metastazı  olan  hastalarda  uzun  süre  bir  Bifosfanat 
türevi  olan  Zoledronik  Asit  (ZA)  kullanılmaktadır.  Kemik 
metastazı  nedeniyle  kullanılan  Bifosfanata  bağlı  çene 
osteonekrozu  (ÇON) % 1-18oranla görülmektedir.Bevacizumab 
ve  ZA  ‘in  birlikte  kullanımı    ÇON  gelişim  riskini  artırıyor 
mu?”   sorusunu getirmeyi amaçladık
Gereç ve Yöntem:
Bevacizumab  ve  ZA  kullanımı  sonrasında  ÇON  gelişen  bir 
olgunun klinik özellikleri anlatıldı.
Bulgular:
61  y  kadın  hasta,  Mart  2006’da  sigmoid  kolon  karsinomu 
tanısıyla opere edilmiş ve E2B-yüksek riskli  olması nedeniyle 
kemoterapisi verildi. 2 yıl sonra retroperitonda metastatik lenf 
nodları ve kemik metastazı saptandı. Capesitabine (1250 mg/
m2)+Bevacizumab (7.5 mg/kg)+ ZA  başlandı. 12 kür KT ve  15 
ay ZA verildi. ZA almaya devam ederken diş çekimine sekonder 
sağ maksillada sekestrasyon (osteonekroz), bilateral maksillada 
pürülan akıntılı fistül izlendi. Hastaya plastik cerrahisi biyopsi 
yapmış;  Osteomyelit,  mantar  hifaları,  aktinomikoz  olarak 
raporlandı.  Enfeksiyon  hastalıkları  3  hf  IV  6x4  MÜ  kristalize 
penisilin  ve  sonrasında  6  ay  Doksisiklin  2x100  mg  ile  tedavi 
planladı. ZA tedavisi kesilerek, metastatik kolon karsinomu için 
Cetuksimab+Irinotekan tedavisi ile takip edilmektedir.
Sonuç:
Bevacizumab,  metastatik  kolon  kanserlerinde  hastalıksız 
sağ  kalımı  arttırdığı  bilinen  bir  anjiogenez  inhibitörüdür. 
Olgumuzda  Bevacizumabla  birlikte  ZA  kullanımına  bağlı 
ÇON  gelişmiştir.  Bevacizumab  ile  ilgili  RIBBON1,  AVADO, 
ATHENA  çalışmalarında; tek başına Bevacizumab verilenlerle  
Bevacizumab+ZA  verilmiş  olgularda  %0.3-0.4  oranda 
ÇON  geliştiği,  retrospektif  bir  analizde  ise  Bevacizumaba 
bağlı  %2  oranla  ÇON  geliştiği  saptanmıştır.  ÇON,  metastatik 
hastaların  yaşam  kalitesini  etkilemesi    ve  tedaviye  idameyi 
etkileyecek bir klinik olması nedeniyle önemlidir. Bevacizumab, 
diğer metastatik kanserlerde de kullanılmakta olup, gelecekte 
angiogenez  inhibitörleri  ile  ZA  kullanımının  gittikçe  artması 
nedeniyle, ÇON gelişimine dikkat edilmesini  öneririz.
EP-87
ÇOMAK PARMAK İLE PRAZENTE OLAN MALİYN PLEVRAL 
MEZOTELYOMA OLGUSU
HASAN MUTLU 
1
, ABDULLAH BÜYÜKÇELİK 
2
 
 

ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ KLİNİĞİ, 
KAYSERİ, TÜRKİYE, 

ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI 
A.B.D., İSTANBUL,TÜRKİYE.
Amaç:
Maliyn  plevral  mezotelyomalı  hastalarda,  çomak  parmak  sık 
karşılaşılan bir bulgu değildir. Bu bildiride, çomak parmak ile 
prazente  olan  bir  maliyn  mezotelyoma  olgusunun  sunulması 
amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
62  yaşında  erkek  hasta,  sağ  göğüs  ağrısı,  dispne  ve  son  7 
ay  içinde  kilo  kaybı  ile  kliniğe  başvurdu.  Fizik  muayenede, 
sağ  hemitoraksın  solunuma  katılımının  azaldığı,  bu  tarafta 
solunum  seslerinin  azaldığı,  sağ  kosto-frenik  sinüslerin 

180
açılmadığı,  perküsyonda  matitenin  olduğu  ve  aşikar  çomak 
parmak saptandı. Öyküde kronik erionit maruziyetinin olduğu 
belirlendi.  Kırk  iki  yıl  Karain  köyünde  yaşadığı  öğrenildi.  PA 
Akciğer  grafisinde  sağ  hemitoraksta  plevral  kalınlaşmanın 
olduğu  görüldü.  Toraksın  bilgisayarlı  tomografisinde,  aşikar 
sağ plevral kalınlaşma saptandı. Plevral biyopsi ile epiteloid tip 
maliyn plevral mezotelyoma tanısı konuldu.
Bulgular:
Hastalık  rezektabıl  olmadığı  için,  palyatif  sisplatin  ve 
pemetrexed  tedavisi  başlandı.  Dört  kür  uygulandıktan  sonra 
hastalık progresyonu nedeniyle, ikinci basamak olarak sisplatin 
ve gemsitabin tedavisine geçildi. İkinci basamak tedaviye yanıt 
alınamadı.  Kemoterapi  kesilerek  sağ  hemitoraksa  palyatif 
amaçlı  radyoterapi  uygulandı.  Hasta  destek  tedavisi  ile  takip 
edilmektedir. 
Sonuç:
Çomak  parmak,  kalp-damar  hastalıkları,  pulmoner  fibrozis, 
akciğer  kanseri,  akciğer  tüberkülozu  ve  inflamatuvar  barsak 
hastalıkları  gibi  birçok  hastalıkta  görülebilir.  Çomak  parmak, 
maliyn plevral mezotelyomada nadir ancak önemlidir. Asbest 
ve  asbest  benzeri  minerallere  maruziyet  gibi  kronik  plevral 
irritasyona işaret edebilir.
EP-88 
OLGU BİLDİRİMİ: DESMOPLASTİK KÜÇÜK YUVARLAK 
HÜCRELİ TÜMÖR; UZUN SÜRELİ SAĞKALIM MÜMKÜN MÜ?
LEYLA KILIÇ , MELTEM EKENEL , FATMA ŞEN , İBRAHİM YILDIZ , 
SERKAN KESKİN , FATMA AYDOĞAN , MERT BASARAN , SEVİL BAVBEK 
 
İSTANBUL  ÜNİVERSİTESİ,  ONKOLOJİ  ENSTİTÜSÜ,  MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI 
Amaç:
Desmoplastik küçük yuvarlak hücreli tümör genellikle periton 
gibi  mezotel  yüzeylerden  kaynaklanan,  spesifik  olarak  EWS-
WT1 gen füzyonu, tipik resiprok translokasyonu sonucu oluşan 
bir tümördür. Dünyada birkaç yüz olgu bildirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
20 yaşında erkek hasta 2008’de karın ağrısı ve sarılıkla başvurdu. 
Bu sırada total bilirubin: 14 mg/dl, direkt bilirubin :10 mg/dl, 
safra  yolları  dilate  saptanmıştı.  Batın  MRG’sinde  karaciğerde 
metastatik  lezyonlar,  asit,  porta  hepatis  düzeyinde  7X8  cm 
kitle saptandı. Karaciğer biyopsisi desmoplastik küçük yuvarlak 
hücreli tümörle uyumlu geldi. PTK yapılarak sisplatin tedavisi 
başlanan  hastanın  bilirubin  değerleri  normale  döndü.  Daha 
sonra  aralıklı  olarak    sisplatin+etoposid,  ifosfamid+etoposid, 
oral siklofosfamid ve VAC (vinkristin, adriamisin, siklofosfamid) 
tedavileri alan hastanın halen KT yanıtı devam etmektedir ve 
debulking cerrahiyle HIPEC planlanmaktadır.
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin