Çizgili Pijamalı Çocuk



Yüklə 0,52 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/23
tarix31.07.2022
ölçüsü0,52 Mb.
#62950
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   23
John Boyne - Çizgili Pijamalı Çocuk

olduğunu bilmiyordum.’ Ama kesinlikle eminim, onu bekliyordu.”
Bruno, tüm bunları söylerken Shmuel’e bakmıyordu, ama gözlerini çevirdiğinde arkadaşının her
zamankinden daha çok solgunlaştığını fark etli.
“Sorun ne?” diye sordu. “Sanki hasta olacak gibi görünüyorsun.”
“Ondan söz etmekten hoşlanmıyorum,” dedi Shmuel.
“Kimden?” diye sordu Bruno.
“Teğmen Kotler. Beni korkutuyor.”
“Beni de biraz korkuluyor,” diye itiraf etli Bruno. “O bir kabadayı. Ayrıca garip kokuyor.
Sürdüğü o kolonyadan.”
Sonra Shmuel biraz titremeye başladı. Bruno etrafına baktı, sanki havanın soğuk olup olmadığını
hissetmek-lense görebilirmiş gibi. “Neyin var?” diye sordu. “Fazla soğuk değil, değil mi? Yanında
bir kazak getirmeliydin, biliyorsun. Akşamları daha serin olmaya başladı.
***
O gece Bruno, Teğmen Kotler’in yemeğe geleceğini öğrenince hayal kırıklığına uğradı. Pavel, her
zamanki gibi onlar yemek yerken beyaz ceketi ile servis yapıyordu.
Bruno, Pavel’i masanın etrafında dönerken izledi ve ne zaman baksa onun için üzüldü. Garson


olarak giydiği beyaz ceketin, daha önce doktorken giydiği beyaz ceketle aynı olup olmadığını merak
ediyordu. Tabakları getirip her birinin önüne koyuyor ve onlar yemeklerini yiyip konuşurlarken,
duvara doğru gerileyip kımıldamadan duruyordu. Bakıyor ama hiçbir şey görmüyor gibiydi. Sanki
vücudu ayakla uyuyordu da sadece gözleri açıktı.
Ne zaman birinin bir şeye ihtiyacı olsa, Pavel hemen getiriyordu. Bruno ona her baktığında
felaketin yaklaştığını biraz daha hissediyordu. Eğer böyle bir şey mümkünse her hafta biraz daha
zayıflıyordu ve yanaklarında olması gereken renk neredeyse tamamen çekilmişti. Gözleri yaşlarla
dolu gibiydi, gözünü kırptığı anda bunun bir sele dönüşebileceğini düşündü Bruno.
Pavel
tabaklarla geldiğinde Bruno, tabaklarının ağırlığı altında ellerinin biraz titrediğini fark elti.
Her zamanki yerine çekildiğinde ayakları üstünde sallanıyor gibiydi ve kendini dengelemek için elini
duvara dayaması gerekmişti. Anne, çorba istemek için iki kez seslenmek zorunda kaldı. Babanın
kadehini doldurmak için yeni bir tane açmadan şarap şişesinin boşalmasını bekledi.
“Bay Liszt şiir ve tiyatro okumamıza izin vermiyor,” diye söylendi Bruno, yemekte. Konukları
olduğundan, aile resmi giyinmişti. Baba üniformasını, anne gözlerini ortaya çıkartan yeşil elbisesini;
Gretel ve Bruno Berlin’de yaşadıkları dönemde kiliseye giderken giydikleri kıyafetleri giymişlerdi.
“Ona, en azından haftada bir kez okuyabilir miyiz, diye sordum ama o, eğitiminizden ben sorumlu
olduğum sürece olmaz, dedi.”
“Eminim kendince nedenleri vardır,” dedi baba, kuzu buduna girişirken.
“Sadece tarih ve coğrafya öğrenmemizi istiyor,” dedi Bruno. “Ben de tarih ve coğrafyadan nefret
etmeye başladım.”
“Lütfen nefret deme Bruno,” dedi anne.
“Tarihten niye nefret ediyorsun?” diye sordu baba, bir an için çatalını masaya bırakıp oğluna
bakarken, çocuk kötü bir alışkanlıkla omuzlarını silkti:
“Çünkü sıkıcı...”
“Sıkıcı mı?” dedi baba. “Benim oğlum tarih dersine sıkıcı mı diyor? Sana şunu söyleyeyim
Bruno,” diye devam etli, öne eğilip bıçağını çocuğa doğrultarak, “bizi bugün buraya getiren şey
tarihtir. Tarih yazmak için olmasa hiçbirimiz bugün burada olmaz, Berlin’deki evde rahatça oturuyor
olurduk. Biz burada tarihi düzeltiyoruz.”
“Yine de sıkıcı,” diye tekrarladı Bruno, onun ne dediğine pek dikkat etmeden.
“Kardeşimi bağışlamalısınız Teğmen Kotler, o çok cahil, küçük bir çocuk,” dedi Gretel, bir an
için onun koluna dokunarak. Bu da annenin ona bakıp gözlerini kısmasına neden oldu.
“Cahil değilim!” diye bağırdı onun hakaretlerinden bıkan Bruno. “Ablamı bağışlamalısınız
Teğmen Kotler,” diye ekledi nazikçe, “ama o umutsuz vaka. Onun için yapabileceğimiz fazla bir şey
yok. Doktorlar yardım sınırını aştığını söylüyor.”
“Kapa çeneni!” dedi kıpkırmızı olan Gretel.
“Sen çeneni kapa,” dedi Bruno sırıtarak.


“Çocuklar, lütfen!” dedi anne.
Baba, bıçağını masaya vurdu ve herkes sessizleşti. Bruno ona doğru baktı. Çok kızgın
görünmüyordu; ancak tartışmaya daha fazla katlanmayacak gibiydi.
“Ben çocukken tarihten büyük zevk alırdım,” dedi Teğmen Kotler, sessiz geçen bir sürenin
ardından. “Babam üniversitede edebiyat profesörü olduğu halde, ben sosyal bilimleri, sanata tercih
ettim.”
“Bunu bilmiyordum Kurt,” dedi anne, dönüp bir süre ona bakarak. “Hâlâ ders veriyor mu?”
“Öyle sanıyorum,” dedi Teğmen Kotler. “Tam olarak bilmiyorum.”
“Ama nasıl bilmezsin?” diye sordu anne, kaşlarını çatarak. “Onunla haberleşiyorsun, değil mi?”
Genç teğmen, ağız dolusu kuzu budunu çiğnedi ve bu ona vereceği cevabı düşünme fırsatı sağladı.
Konuyu açmış olmaktan pişman gibi Bruno’ya baktı.
“Kurt,” diye tekrarladı anne, “babanla haberleşiyor musun?”
“Her zaman değil,” diye cevap verdi, omuzlarını boş verirmiş gibi silkerek ve dönüp ona
bakmadan. “Almanya’dan birkaç yıl önce ayrıldı. Bin dokuz yüz otuz sekizde. Sanırım öyleydi. O
zamandan beri görmedim.”
Baba, bir an yemeğe ara verdi. Hafifçe kaşlarını çatarak karşıya. Teğmen Kotler’e baktı, “Nereye
gitti?” diye sordu.
“Anlayamadım Sayın Kumandan?” diye sordu Teğmen Kotler, oysa baba çok açık bir sesle
konuşmuştu.
“Sana nereye gittiğini sordum,” diye tekrarladı. “Baban, edebiyat profesörü, Almanya’dan
ayrılınca nereye gitti?”
Teğmen Kotler’in yüzü biraz kızardı ve konuşurken hafifçe kekeledi:
“Sanı... sanırım şu anda İsviçre’de,” dedi sonunda. “Ondan son haber aldığımda Bern
Üniversitesi’nde ders veriyordu.”
“Ah, ama İsviçre çok güzel bir ülke,” dedi anne çabucak. “Oraya hiç gitmedim, itiraf ediyorum;
yalnız duyduğum kadarıyla...”
“Baban çok yaşlı olamaz,” dedi baba ve güçlü sesi herkesi susturdu. “Yani senin yaşın... ne? On
yedi?.. On sekiz?”
“Yeni on dokuz oldum Kumandan.”
“Sanırım baban da kırklı yaşlardadır, değil mi?” Teğmen Kotler bir şey demedi ve yemeğinden
zevk alıyormuş gibi görünmese de yemeye devam etti.
“Vatanda kalmayı seçmemiş olması garip!” dedi baba. “Babam ve ben... pek yakın değiliz,” dedi
Teğmen Kotler çabucak ve sanki herkese bir açıklama borçluymuş gibi masanın çevresindekilere


bakarak. “Gerçekten, yıllardır konuşmadık.”
“Nasıl bir neden gösterdiğini sorabilir miyim,” diye devam elti baba, “en büyük zafer anında, en
gerekli ihtiyacında, ulusal canlanmada hepimize rol düşmüşken Almanya’dan neden ayrılmış olabilir?
Verem miydi?” Teğmen Kotler, kafası karışmış bir şekilde babaya baktı.
“Efendim?”
“İsviçre’ye havası için mi gitti?” diye açıkladı baba. “Yoksa Almanya’dan ayrılmak için belli bir
nedeni mi vardı? Bin dokuz yüz otuz sekizde...” diye ekledi bir an sonra.
“Korkarım bilmiyorum. Kumandan,” dedi Teğmen Kotler. “Ona sormanız gerekir.”
“Bunu yapmak oldukça zor, değil mi? Yani o bu kadar uzaktayken. Ama belki öyledir. Belki
hastaydı.” Baba yemek için tekrar çatal ve bıçağını almadan önce duraksadı. “Belki de... fikir
ayrılıkları vardı.”
“Fikir ayrılıkları mı Sayın Kumandan?”
“Hükümet politikası ile... İnsan bazen bu tür kişilerle ilgili hikâyeler duyuyor. İlginç tipler
sanırım. Bazıları rahatsız. Diğerleri hain. Korkaklar da var. Eminim üstlerine babanın görüşlerini
bildirmişsindir, öyle değil mi Teğmen Kotler?”
Genç teğmen ağzını açtı, sonra bir şey yemediği halde yutkundu.
“Boş ver,” dedi baba neşeli bir şekilde. “Belki de yemek masası için uygun bir konuşma değildir.
Daha sonra derinlemesine tartışabiliriz.”
“Sayın Kumandan,” dedi Teğmen Kotler, huzursuz bir şekilde öne eğilerek, “Sizi temin ederim
ki...”
“Yemek masası için uygun bir konuşma değil,” diye tekrarladı baba keskin bir şekilde, onu hemen
susturarak. Bruno, atmosferden hem hoşlanıp hem korkarak bakışlarını birinden ötekine çevirdi.
“Ben İsviçre’ye gitmeyi çok islerim,” dedi Gretel, uzun bir sessizlikten sonra.
“Yemeğini ye Gretel,” dedi anne.
“Ama sadece diyordum ki...”
“Yemeğini ye,” diye tekrarladı anne, daha konuşacaktı ama babanın Pavel’e tekrar seslenmesiyle
sözü kesildi.
“Bu akşam neyin var senin?” diye sordu baba, Pavel yeni şarap şişesini açtığı sırada. “Dördüncü
kez şarap isteyişim bu.”
Bruno, kendisini iyi hissettiğini umarak Pavel’e baktı, neyse ki şişeyi kazasız belasız açtı, babanın
kadehini doldurdu. Teğmen Koller’in kadehini doldururken şişe nasıl olduysa elinden kayıp genç
adamın kucağına düştü ve içindekiler teğmenin üstüne lıkır lıkır boşaldı.
Sonra olanlar hem beklenmedikti hem de son derece tatsızdı. Teğmen Kotler, Pavel’e çok


öfkelendi ve seyretmeyi içleri götürmese bile hiç kimse -ne Bruno, ne Gretel, ne anne, ne de baba-
Pavel’e yapılanları engellemek için araya girmedi. Fakat olay Bruno’nun ağlamasına, Gretel’in
renginin solmasına neden oldu.
O gece, Bruno yalağa gittiğinde, yemekte olan her şeyi tekrar düşündü. Salıncağı yaptığı o
öğleüstü Pavel’ in ona ne kadar iyi davrandığını, dizindeki kanamayı nasıl durdurduğunu ve yeşil
sıvıyı nasıl nazikçe sürdüğünü hatırladı. Babanın, genelde adil, nazik ve düşünceli bir adaın olduğu
halde, Teğmen Kotler’in Pavel’e bu kadar kızmasına engel olmaması ona haksızlık gibi geldi. Ve eğer
Out-With’de bu tür şeyler oluyorsa bir daha kimseyle hiçbir konuda anlaşmazlığa düşmemesi daha iyi
olacaktı. Aslında çenesini kapalı tutup hiç sorun yaratmaması en iyisiydi. Bazı insanlar bundan
hoşlanmayabilirdi.
Berlin’deki eski hayatı artık çok uzak anılardı ve Kari, Daniel ve Martinin neye benzediklerini
neredeyse hatırlamıyordu. Bir tanesinin kızıl saçlı olması dışında...



Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin