Çocuk Kalbi



Yüklə 1,14 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə74/83
tarix25.02.2022
ölçüsü1,14 Mb.
#53085
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   83
Edmondo De Amicis - Çocuk Kalbi

ANNEN
KIRDA
20 Pazartesi
İyi  kalpli  babam  bu  kez  de  beni  bağışladı  ve  Coretti’nin  odun  satıcısı
babasıyla Çarşamba günü yapmayı tasarladığımız kır gezisine katılmama izin
verdi.  Hepimizin  temiz  kır  havasına  ihtiyacı  vardı.  Bu  bizler  için  bir  şenlik
oldu.  Dün  öğleden  sonra  saat  ikide  Statuto  Meydanı’nda  buluştuk:  Derossi,


Garrone, Garoffi, Precossi, baba-oğul Corettiler ve ben. Sepetimde de meyve,
sucuk ve katı yumurta vardı. Yanımıza madeni bardaklar da almıştık. Garrone
bir  matara  dolusu  kırmızı  şarap  taşıyordu,  Coretti  de  babasının  asker
matarasına  kırmızı  şarap  doldurmuştu.  Küçük  Precossi  de,  çilingir
kıyafetiyle, koltuğunun altında iki kiloluk bir paket taşıyordu. Gran Madre di
Oio Meydanı’na kadar tramvayla gittik, sonra da tabana kuvvet kırlara doğru
yola koyulduk. Her taraf yemyeşildi, öyle bir serinlik, öyle bir gölge vardı ki!
Çayırlarda  takla  ata  ata  ilerliyorduk.  Küçük  su  birikintilerinde  yüzümüzü
yıkıyor,  çalılıkların  üstünden  atlıyorduk.  Baba  Coretti,  ceketi  omuzlarında,
lületaşından  piposunu  içerek  bizi  uzaktan  izliyordu.  Zaman  zaman  işaret
parmağını sallıyor, Precossi ıslık çalıyordu; şimdiye dek onun ıslık çaldığını
hiç  duymamıştım.  Yol  boyunca  küçük  Coretti’nin  yapmadığı  kalmadı,
parmak  kadar  çakısıyla  neler  de  beceriyor  bu  çocuk!  Herkesin  yükünü
taşımak  istiyordu,  öylesine  de  yüklüydü  ki,  alnından  şıpır  şıpır  ter
damlıyordu.  Bütün  bunlara  rağmen  bir  keçi  gibi  çevikti.  Derossi  sık  sık
duruyor  ve  böceklerin,  otların  adını  söylüyordu.  Bu  kadar  çok  şeyi  nasıl
öğrenebiliyor,  anlayamıyorum.  Garrone  de  sessiz  sedasız  ekmek  yiyordu.
Zavallı  Garrone’cik,  annesini  kaybettiğinden  beri  o  eski  şakalarından
hiçbirini  yapamıyor.  Bu  çocuk  ekmek  gibi  her  zaman  faydalıydı.  İçimizden
biri  bir  hendekten  atlamak  için  hamle  edecek  olsa,  Garrone  hemen  diğer
taraftan  yetişip  ona  elini  uzatıyordu.  Precossi  çocukluğunda  bir  inek
tarafından  kovalandığı  için  onlardan  çok  korkuyor.  Ne  zaman  bir  inekle
karşılaşsak,  Garrone  hemen  korkmaması  için  Precossi’nin  önüne  geçiyordu.
Santa Margherita’ya kadar yürüdük. Sonra atlayıp zıplayarak, taklalar atarak,
ötemizi berimizi yırtıp sıyırarak tırmanmaya başladık. Yürürken Precossi bir
çalılığa  takıldı  ve  gömleğini  yırttı.  Gömleğinin  rüzgarda  dalgalanan  yırtık
parçalarıyla  utangaç  öyle  durup  duruyordu.  Ama,  hiçbir  zaman  iğnelerini
yanından  eksik  etmeyen  Garrofi  gömleğin  yırtığını  belirsizce  tutturdu.  Bu
sırada Precossi durmadan:
– “Özür dilerim, özür dilerim.” diye tekrarlıyordu... Sonra yeniden koşmaya
başladı.
Garrofi  bir  yandan  yürürken,  bir  yandan  bu  zamanını  değerlendirmeye
bakıyordu. Salata yapılabilecek otlar, sümüklüböcekler topluyordu. Azıcık da
olsa parıldayan bütün taşları cebine atıyordu, buralarda belki de altın, gümüş
bulunabileceğini umuyordu. Gölgede, güneşte, sağa, sola koşuşmaya, taklalar
atmaya,  tırmanmaya  devam  ettik.  Kan  ter  içinde,  soluk  soluğa  bir  tepeye
ulaşıncaya  kadar  bu  böylece  sürüp  gitti.  İkindi  kahvaltısı  etmek  için  otların


üstüne  oturduk.  Aşağıda  geniş  vadi,  uzaklarda  da  tepeleri  karla  kaplı  Alpler
uzanıyordu. Açlıktan karnımız zil çalıyordu. Baba Coretti asma yapraklarını
tabak  yerine  kullanarak  kestiği  sucuk  parçalarını  aramızda  paylaştırdı.  Hep
bir  ağızdan  konuşmaya  başladık.  Öğretmenlerden,  geziye  katılamamış  olan
arkadaşlardan,  sınavlardan  söz  ettik.  Precossi  yemek  yemekten  birazcık
utanıyordu,  Garrone  de  tabağındaki  en  iyi  parçaları  zorla  onun  ağzına
atıveriyordu. Coretti babasının yanına bağdaş kurup oturmuştu: Baba oğuldan
çok  iki  erkek  kardeşe  benziyorlardı.  Bembeyaz  dişleri,  kırmızı  güler
yüzleriyle,  yanyana  oturmuş  iki  kardeş  gibiydiler.  Baba  Coretti  büyük  bir
zevkle  bardakları  tokuşturuyor  ve  bizim  yarım  bıraktığımız  şarapları  da
midesine indiriyordu. Bir yandan da:
–  “Ders  çalışan  çocuklara  şarap  pek  iyi  gelmez,  o  yalnız  odun  satıcılarına
yarar.” diyordu.
Arada sırada oğlunu burnundan yakalıyor ve sarsıyordu, bir yandan da:
–  “Çocuklar,  bunu  sevin,  bu  çok  iyi  kalpli  bir  yaratıktır.  Sözlerime
güvenin.” dedi.
Bu  sözlere  Garrone’den  başka  herkes  gülüyordu.  Baba  Coretti  yeniden
bardağını tokuşturarak:
– “Ne yazık! Şimdilik hepiniz berabersiniz, birbirine bağlı arkadaşlarsınız.
Kim bilir, belki de birkaç yıl sonra Enrico’yla Derrosi avukat yada öğretmen
olurlar,  ne  bileyim  ben.  Siz  dördünüz  de  bir  dükkanda  yada  başka  bir  işin
başında olursunuz, kim bilir nerede. Elveda, arkadaşlık!”
Derossi karşılık verdi:
–  “Bu  da  ne  demek  oluyor!  Garrone  benim  için  her  zaman  Garrone’dir,
Precossi  de  her  zaman  Precossi’dir,  diğerleri  de  öyle.  Çin  imparatoru  da
olsam, gider onları oldukları yerde bulurum.”
Baba Coretti şişesini kaldırarak:
– “İşte bu konuşmayı çok beğendim doğrusu!” dedi, “haydi bardaklarımızı
tokuşturalım!  Ailesi  olanları  da,  olmayanları  da  tek  bir  aile  gibi  bağrında
toplayan okulun ve bütün arkadaşlarınızın şerefine içelim!”
Hepimiz  bardaklarımızı  onun  şişesiyle  tokuşturduk  ve  son  bir  kez  daha
içtik. O ayağa kalkıp son yudumu da içerken:
–  “Yaşasın  49’uncu  birlik!”  diye  haykırdı.  Sonra  da  ekledi:  “Eğer  bir  gün
askerlik yaparken bir birlikte görev almanız gerekirse bizler gibi canla başla
çalışın, çocuklar!”
Saatler  ilerlemişti.  Şarkılar  söyleyip  konuşarak  bayırdan  aşağı  inmeye
koyulduk.  Düzlükte  yürürken  hepimiz  kol  kola  girdik.  Po’nun  yakınına


ulaştığımızda  hava  kararmaya  başlıyordu,  binlerce  ateş  böceği  etrafımızda
uçuşuyordu. Statuto Meydanı’na kadar hep beraber geldik ve gelecek pazara
hep beraber Vittorio Emanuele’ye gitmeyi kararlaştırıp ayrıldık. O gün gece,
okuluna  devam  edenlere  ödülleri  verilecekti.  Ne  güzel  bir  gündü!  Zavallı
birinci  sınıf  öğretmenimle  karşılaşmasam  eve  ne  kadar  neşeli  dönecektim!
Ona  bizim  evin  merdivenlerinde  rastladım,  aşağı  iniyordu,  etraf  loştu.  Beni
fark eder etmez iki elimi birden yakaladı ve kulağıma:
– “Elveda, Enrico, beni unutma!” dedi.
Ağlıyordu. Eve girdim ve anneme:
– “Öğretmenime rastladım.” dedim.
Gözleri kızarmış olan annem:
–  “Evine,  yatmaya  gidiyordu.”  dedi.  Sonra,  gözlerini  kırpmadan  bana
bakarak, büyük bir üzüntüyle: “Zavallı öğretmenin... Çok hasta.” diye ekledi.

Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin