Ediz Yayınevi
Yayımcı: Ediz Yayınevi ®
Eserin Adı: İrade Terbiyesi®
Özgün Adı: Leducation de la volonte
ISBN: 978-605-68417-0-5
Yazar: Jules Payot
Çeviri: Hakan Alp
Mizanpaj: Büşra Merve Hayta
Kapak Tasarımı: Ömer Faruk Yıldız
Birinci Baskı: 2018 yılı Ağustos ayın iki
bin adet basılmıştır.
Baskı ve Cilt:
Stüdyo Star Ajans Ltd. Şti.
Alaattin Bey Mah. 634. Sokak
Ayaz Plaza 24/ A Nilüfer/Bursa
Tel: 0224 249 33 20 pbx
Yayımcı Sertifika No: 40923
Matbaa Sertifika No: 15366
Ediz Yayınevi
Ulubatlı Hasan Bulvarı No:53/3 Osmangazi/Bursa
+90 224 271 65 55
www.edizyayinevi.com
bilgi@edizyayinevi.com
Kaynağı gösterilerek yapılacak atıflar ve tamtım amaçlı almtılar haricinde
yayımcımn yazılı izni olmaksızm eserin kısmen veya tamamen herhangi
bir
yolla çoğaltılmasma veya herhangi bir mecrada yayımlanmasma muvajiıkııı
edilmemektedir.
İrade Terbiyesi
Jules
Payot
Çeviren
Hakan
Alp
Ediz Yayınevi
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ
BİRİNCİ KİTAP: MESELEYE GİRİŞ
Birinci Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman: İsteksizlik
İkinci Bölüm
Amacımızı Unutmayalım
Üçüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Cesaret Kırıcı Teoriler
İKİNCİ KİTAP: KİŞİYE ÖZEL TAVSİYELER
Birinci Bölüm
9
13
24
28
Mücadele Edilecek Düşman: Cinsel Dürtüler ve Şehvet
35
İkinci Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman: Kötü Arkadaşlar
57
Üçüncü Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman: Tembellik Bahaneleri
62
Dördüncü Bölüm
Çalışmanın Verdiği Mutluluk
70
ÜÇÜNCÜ KİTAP: ÇEVRENİN ÖNEMİ
Birinci Bölüm
Toplumsal Destek ve Öğretim Görevlileri
İkinci Bölüm
Büyük Üstatların Etkisi
D ÖRDÜNC Ü KİTAP: İÇ KAYNAKLARIMIZ
Birinci Bölüm
İrade Terbiyesinde Tefekkürün Önemi
İkinci Bölüm
Tefekkür Nedir ve Nasıl Yapılır?
Üçüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Hareketin Önemi
Dördüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Beden Sağlığının Önemi
BEŞİNCİ KİTAP: İRADE PSİKOLOJİSİ
Birinci Bölüm
Düşüncelerin İrade Terbiyesindeki Rolü
İkinci Bölüm
Duygusal Hallerin İrade Terbiyesindeki Rolü
Üçüncü Bölüm
Aklın Gücü
SON SÖZ
6
77
89
92
112
116
133
153
162
178
198
ÖN SÖZ
"Ne ilginçtir ki insanlar her türlü eğitim için
bir öğretmene ihtiyaçları olduğunu kabul
ederler ancak davranış bilimlerine gelince
öğrenmeye gayret etmez ve önemsemezler."
Nicole,
"Hayatını şansa bırakma."
On yedinci yüzyılda ve on sekizinci yüzyılın bir
bölümünde din, insan hayatında önemli bir yer teşkil
etmekteydi. Bu nedenle irade terbiyesi genel olarak in
sanlar için sorun olmaktan uzakb. Katolik Kilisesi'nin
sahip olduğu güç, inanan insanların karakterini şekil
lendirmeye yetiyordu.
Ancak günümüzde bu mesele birçok düşünü
rün aklını meşgul etmekte. Yerine bir şeyler konulama
dığı düşünülmektedir. Kitap, roman, dergi, gazete ve
mecmualar ise irademizi zorlar hale gelmiştir.
İradesizlik genel itibarıyla hekimlerin de ilgisi
ni çekmiştir. Ancak ruhsal sorunlar üzerine yoğunlaşan
doktorlar çözümü psikolojide aramışlardır. İradenin
temelde akılla ilgili bir kavram olduğuna kanaat geti
rilmiştir. Fakat eksik buldukları yan, ispatı gereken bir
metafizik teorinin olmayışıdır.
Cahilliklerine veriyorum. Ekonomi politikasın
da söylenen, tarımın verimsiz ama kolay işlenebilen
topraklardan başlanarak verimli ama sert topraklara
doğru ilerlemesi gerektiği kuramı psikoloji için de ge
çerli olabilir. Açıklanması zor olan önemli bir olguyu
ele almadan önce önemsiz ama izahı kolay davranışlar
hakkında çalışma yapılmalıdır.
Jules Payot
Düşüncelerimizin karakterimiz ve eğilimlerimiz
üzerindeki etkisini yeni yeni fark ediyoruz. İrade, duy
gusal bir güçtür ve düşüncelerin irade üzerinde etkili
olabilmesi için tutkularımızla da beslenmesi şarttır.
Cimri, parayı her şeyden daha çok sevdiğinden,
paraya dair isteğini bilinçli bir şekilde bir üst boyuta ta
şıyarak, küçük zevklerden kendini mahrum eder. Mide
sinden kısar, arkadaşsız kalmayı göze alır. Kısacası psi
kolojinin gitmek istediğimiz yönde bize ne kadar etkisi
olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Maalesef bu açıdan psikolojimizi yeterince kul
landığımız söylenemez. Son otuz yıldır Avrupa'yı şekil
lendiren düşünürler iki teoriye dayanarak irade terbiye
sinin aksine çalışblar. Birinci yanlış, karakterin sabit bir
yapı gibi dokunulmaz, değişmez olduğu düşüncesidir.
Bu çocuksu düşünceyi ileride detaylarıyla inceleyeceğiz.
İkincisi ise irade terbiyemize faydası da olan öz
gür irade teorisi. Stuart Mill, bu doktrinin, uygulayıcı
larına canlı bir "kişisel kültür" kathğını söylemiştir. An
cak doğruyu söylemek gerekirse özgür irade teorisinin
de birincisi kadar kendimizi kontrol etmekte bize zarar
verdiğini belirtmek zorundayız. Bu teori, insanı ıslah
etmenin kolay ve doğal olduğunu iddia eder. Oysaki
kişiliğin oturması, psikolojimizi çok yakından tanıma
yı gerektirir ve sabırla yürünen, uzun soluklu bir süreç
sonunda elde edilebilir. Bu teori, basit görünmesi nede
niyle birçok akıllıyı gerçek anlamda irade terbiyesinden
alıkoymuştur. Yani insanlığa ve psikolojilere büyük za
rar verdiğini söylemeden edemeyeceğim.
İşte bu yüzden bu kitabı Theodule Armand Ri
bot'ya adıyorum. Psikoloji eğitimini sevdiren, Fransa' da
metafiziğin psikolojiden ayrılmasına öncülük eden, in-
1 0
lrade Terbiyesi
san bilincini ve doğasını bir kenara bırakarak zekanın
ve insan iradesinin kaynağını araştıran kişidir. Bu meto
dun metafiziği yok saymadığını söylemekte fayda var.
Sadece psikolojiyi metafizikten ayırıyor ki bunlar zaten
birbirinden çok farklıdır. Kendisi psikolojiyi bilimsel
olarak ele almayı öngörüyor.
Bilim adamının görevi sadece bilmek değil bil
ginin kullanılmasını sağlamaktır. Psikoloğun görevi de
geleceği insanlık adına daha düzgün yaşanması için şe
killendirmektir. Diğer bir deyişle geleceğin, insanların
arzuladığı gibi olmasını sağlamaya çalışmaktır. En azın
dan bizim kendimize biçtiğimiz görev tanımı budur.
İnsan iradesinin zayıf olmasının nedenlerini
araştırdık. Çözümün, geliştirilmeye müsait duygu du
rumlarına dayandığını değerlendirdik. Topluma sun
duğumuz bu kitabın alt başlığı "irademize faydalı ola
cak duygularımızı güçlendirmek ve zararlı olanları da
uzaklaştırmak" olabilir. Tüm konsantrasyonumuz bu
yönde olacaktır. Bu hususta kendi payımıza düşen ça
bayı sunuyoruz.
İrade terbiyesini soyut biçimde ele almak yeri
ne uzun süreçli ama kalıcı bir yolla iradeyi terbiye ede
bilmeyi amaç edindik. Gençlerin ve zihnini kullanarak
çalışanların bu kitaptan faydalanmalarını umut ediyo
rum.
Birçok öğrencinin kendini kontrol etmede yön
tem eksikliğinden yakındığını duydum. Onlara bu ko
nuda bana ilham olan dört yıllık çalışmamı ve düşünce
lerimi sunuyorum.
11
Jules
PAYOT
Chamonix, 08.08.1893
BİRİNCİ KİTAP
-
MESELEYE GİRİŞ
Birinci Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman: İsteksizlik
İmparator Caligula1 Romalıların kafalarını tek ham
lede koparabilmek için bir tane başlarının olmasını isterdi.
Düşmanlarımızla baş edebilmek için buna benzer bir arzu
ya kapılmamız faydasızdır. Ancak yine de tüm başarısızlık
larımızın neredeyse tek sebebi vardır. O da irade zayıflığı.
Çaba göstermekten ve özellikle süreklilik gerektiren bir
çabadan korkarız. Rahata düşkünlüğümüz, tembelliğimiz
gibi insani huylar tıpkı yer çekimi kanunu gibi doğaldır.
Gerçek şu ki kararlı bir iradenin karşısında ancak de
vamlı bir güç durabilir. Tutkularımız ise doğası gereği geçi
cidir; ne kadar şiddetli olursa bir o kadar kısa sürer. Takımı
haline gelen ihtiraslar haricinde tutkuların sık oluşu düzen
li bir çabanın yerini tutabilecekleri anlamına gelmez.
Ancak
hamallık, rehavet, tembellik veya aymazlık diye
adlandırılan huylarımız süreklilik arz eder. Bu huylarımıza
1
Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus (Caligula), M.S. 37-41
yılları arasında hüküm süren Roma imparatoru. (Ç.N.)
13
Jules Payot
karşı yapılacak düzensiz mücadele, mücadeleyi tekrar etmek
ten başka bir şeye yaramaz, sonunda başarılı da olunmaz.
İşin gerçeği, insanoğlu tarafından düzenli ve uzun sü
reli çaba sadece zorlamayla ve ihtiyaç halinde ortaya çıkar.
Büyük seyyahlar ilkel toplumların çalışmaya yeterince is
tekli olmadıkları için geri kaldıkları hususunda hemfikir
dir. Bilindik örnekleri o kadar uzaklarda aramaya gerek
yok. Aynı durumu düzenli çalışmaya zorlanan bir çocuğun
isteksizliğinde de görmüyor muyuz? Akranlarından daha
fazla çalışmak isteyen bir köylü veya işçi bulmak ne kadar
zordur!
Spencer2 gibi siz de günlük hayatta kullandığınız eşya
ları bir gözden geçiriniz. Aklımızı biraz kullanarak onları
işlevlerinden daha kullanışlı hile getirmek mümkündür.
Yazarın söylediği gibi "birçok insan aklını en az şekilde
kullanarak hayattan gelip geçer". Öğrencilik hayatımızı
bir hatırlayalım, arkadaşlarınız arasından kaç tane çalışkan
öğrenci sayabilirsiniz? Neredeyse bütün öğrenciler asgari
çabayla sınavlardan geçmek istemezler mi? Ortaokuldan
itibaren özgün yorum yapmak öğrencilere ne kadar da zor
gelir. Tüm dünyada öğrenciler az bir çabayla basit ezber
ler sayesinde sınavlarından geçebilirler. Öğrencilerin he
defleri de çok yüksek değildir zaten. Maneuvrier'in3 ifade
ettiği gibi "onların aradığı iş itibarlı olması gerekmeyen,
sabit maaşlı, istikbali de olmayan, üzerinde yaşlanacağı bir
devlet dairesi koltuğudur. Tıpkı bir saat misali aynı hare
ketlerin tekrar edildiği, yeteneklerinin yavaş yavaş köreldi-
2
Herbert Spencer, İngiliz filozof, 1 820-1 903.
(Y.N.)
3
Edouard Sylvain Maneuvrier, 1 888'de yayımlanan "Burjuvanın
Eğitimi" isimli eserin yazarı, 1844-1917.
14
lrade Terbiyesi
ği bir iş olsun; yeter ki beynini yormasın, çok zorlanması
gerekmesin. İşini garamiye alma içgüdüsü kişiyi yaşamak
tan ve harekete geçmekten alıkoyar. " Özellikle memurları
suçlamamak gerek. Belki terfi almak hariç, bir meslek veya
kariyer insanın kişiliğini, şevkini ve enerjisini korumak için
yeterli gelmez.
İlk yıllarda etkin bir şekilde çalışmak için kendimizi
zorlayabiliriz. Ancak kısa zaman sonra zihni çaba, araştırma
gerektiren vazifeler azalmaya başlar. Başlangıçta gayret sarf
etmeyi gerektiren işler zamanla alışkanlığa dönüşür. Avu
katlık, hakimlik, doktorluk, profesörlük var olan bilgilerle
idare edilen mesleklerdendir. Yıldan yıla harcanan çaba ve
aklını kullanma fırsatları azalır. Kullanılmaya kullanılmaya
beyin etkinliğini dolayısıyla melekelerini kaybetmeye baş
lar. Şayet işinizin paralelinde kendinize zihinsel etkinlikler
bulmazsanız yavaş yavaş yetilerinizi kaybetmekten kendini
zi alıkoyamazsınız.
Kitabımız daha ziyade zihnen çalışanlara hitap ettiği
için "düşman" diye ifade ettiğimiz tembelliğin farklı türle
rini incelememiz gerekir.
Gençte en çok rastlanan zaaf uyuşukluk ve "canım is
temiyor" durumudur. Bu kişi saatlerce uyur. Uyuşuk vazi
yette uyanır. Halsiz, tepkisiz, esnemelerle yavaş yavaş elini
yüzünü yıkar. İşle alakası yoktur, hiçbir şeye ilgi duymaz.
Her şeyi yavaşça, neşesiz ve isteksizce yapar. Tembelliği,
uyuşukluğu yüzünden okunur. Bakışları anlamsız ve dal
gındır. Hareketlerinde itinasız ve dikkatsizdir. Sabah saat
lerini bu şekilde kaybettikten sonra öğle yemeğini yer ve
ardından kafeye giderek gazeteleri küçük ilanlarına kadar
15
Jules Payot
okur. Çünkü çaba harcamasını gerektirmez. Öğleden sonra
biraz canlılık gelince, bu zamanı da boş muhabbetlere har
car. Muhabbetten siyasiler, edebiyatçılar, profesörler pay
larına düşen eleştiriyi alır. Tembellik, gevezelik hep daha
çekicidir. Akşam, zavallım umutsuzca yatağa giderken ge
çen akşamdan biraz daha karamsardır. İşine yaklaşırken bı
rakamadığı tembellik aslında mutsuz olmasına neden olur.
Mücadele etmeden mutlu olunmaz, her mutluluk az çok
bir çaba ister. Kitap okumak, müze ziyareti, ormanda do
laşmak hep bir teşebbüs gerektiren zevklerdir. Ayrıca, tem
belin kendini mahrum bıraktığı zevkler istediğiniz kadar
tekrarlanabilen ve çaba gerektiren etkinliklerdir. Tembeller
yumruklarını sıkmadıkları için mutluluğun avuçlarının
içinden kaçıp gitmesini seyrederler. Saint Jerome, bu ki
şileri ellerinde kılıçları havada bekleyen ama hiçbir zaman
indirmeyen gravür heykel askerlere benzetir.
Tembellik anlık enerji patlamalarına engel değildir.
Medeni toplumlarla tembel toplumları ayıran, anlık ça
lışmalar değil düzenli ve sürekli çalışmaların toplamında
harcanan eforun çok daha değerli olmasıdır.
Az
da olsa dü
zenli ama sürekli olan çalışma, uzun molalar içeren yüksek
eforların toplamından daha güçlüdür ve daha değerlidir.
Tembel ise anlık büyük çabalar sonrası uzun dinlenmeleri
tercih eder.
Araplar büyük bir imparatorluk kurdular ama koru
mayı başaramadılar. Çünkü ülke yönetimi için gerekli olan
düzeni, yolları, okulları ve sanayii kuramadılar. Aynı şekil
de, tüm tembel öğrenciler, sınavların yaklaşmasıyla kırbaç
lanmış gibi çalışırlar. Oysa eksik olan aylarca ve yıllarca az
ama düzenli çalışmadır.
16
İrade Terbiyesi
Gerçek ve verimli çalışma enerjisi az ama düzenli olan
eforla mümkündür. Böyle değilse muhtemelen tembel işi
dir. Düzenli çalışma, tek hedefe yönelik olmayı gerektirir.
Çünkü irade, gösterilen çabanın çokluğundan ziyade tek
amaca yönelik olmasıyla kendini belli eder.
İşte size çok sık karşılaşılan bir tembellik örneği. Bu
kişi nadiren boş durur. Gün boyunca, Brunetiere'in4 Ra
cine5 üzerine yazdığı birkaç makalesini, jeolojiyle ilgili bir
yazıyı okur. Birkaç gazeteye göz atar, bazı ders notlarına
bakar, kompozisyonuna göz gezdirir, birkaç satır da tercü
me yapar. Bir saniye bile boş kalmamıştır. Değişik alanlara
el atması ve çalışkanlığı arkadaşları tarafından hayranlıkla
karşılanır. Ama biz kendisini tembel olarak nitelendiririz.
Psikolojik açıdan bu gencin, çeşitlilik içeren çalışmaları
spontane dikkatinin zengin olduğu anlamına gelebilir an
cak iradi dikkatten çok uzaktır. Bu farklı alanlara ilişkin
sözde çalışma, irade zayıflığından başka bir şey değildir. Bu
öğrenci bize, çok sık karşılaşılan dağınık tür olarak adlan
dırdığımız bir tembellik örneği sunar. Bu zihin dağınıklığı
eğlenceli bir durum gibi olsa da sadece bir gezintiden iba
rettir. Nicole6 bu durumu şuraya, buraya amaçsızca konan
sineğe benzetiyor. Fenelon7 ise muhteşem bir benzetmeyle
şöyle ifade ediyor; "rüzgarlı bir odada yanan mum."
Bu dağınık eforun en körü tarafı hiçbir tesirin kalıcı
hale gelmemesidir. Zihni çalışmalarımıza katkı sağlayacak
duygu ve fikirlerimize otelde konaklayan gelip geçici müş-
4
Ferdinand Brunetiere, Fransız eleştirmen, 1 849- 1 906. (Y.N.)
5
Jean Baptiste Racine, Fransız şair, 1 639- 1699. (Y.N.)
6
Pierre Nicole, Fransız yazar, 1625-1695.
(Y.N.)
7
François de Salignac de La Mothe-Fenelon, Fransız yazar, 165 1 -
17 15.
(Y.N.)
17
Jules Payot
teriler gibi davranırsak bir süre sonra bize yabancılaşırlar ve
unuturuz. İlerleyen sayfalarda zihnimizi doğru kullanabil
mek için tüm çabamızı tek yönde toplamamız gerektiğini
göreceğiz.
Hakiki bir çaba göstermeye karşı duyulan isteksizlik,
tüm eforun düzenli bir şekilde tek bir gayeye yönlendiril
mesinin zorluğundan kaynaklanır. Bir eser vermek, buluş
yapmak herkesten farklı düşünmeyi gerektirir. Ek olarak
bireysel çabanın bu kadar zor olmasının sebebi koordinas
yon gerektirmesidir. Bunlar zihni çalışma ve icraat gerekti
ren işler için birbirinden ayrılmaz ikilidir. Bu tür çalışma
ların, yarının yöneticileri olacak öğrenciler için de ne denli
zor olduğunu biliyoruz.
Örneğin felsefe bölümü öğrencileri final sınavları ge
lip çatana kadar gayet iyi öğrencilerdir. Çalışkandırlar ve
genelde vazifelerini yerine getirirler. Ama ne yazık ki pek
düşünmezler. Zihinsel tembellikleri sadece kelimelerle dü
şünüyor olmalarından kaynaklanır. Psikoloji dersine çalışır
ken hiçbirinin aklına psikolojiyi doğdukları günden itiba
ren kullanıyor oldukları gelmez. Jourdain'in söylediği gibi
bilmeden konuşurlar. Kitaplardan örnekler almak kendini
inceleyip, kişisel örnekler bulmaktan daha kolaydır. Maale
sef araştırmak yerine ezberlemeye yönelirler. Basit bireysel
teşebbüsler yerine beyinlerine bir yığın bilgi yüklemek on
lara daha az ürkütücü gelir. İstisnai olarak gerçekten iyi öğ
renciler de yok değil ama çoğunluğu her yerde pasif kalıyor.
Kişisel gayret eksikliğine en büyük örnek olarak dö
nem sonu sınavları gösterilebilir. Çoğu öğrenci bu sınavlar
dan korkar. Bu sınavlarda öğrenciler sorulan sorulara birey-
18
İrade Terbiyesi
sel örnekler bulmak yerine derslerde öğrendikleri konuları
farklı bir şekilde tekrar etmekle yetinirler. Hocanın aradığı
ise öğrencinin mantık yürütebilmesidir. Ama bu çalışma
onlar için son derece nahoştur. Kendi başlarına bir konu
bularak onun üzerinde kafa yormak da zor gelir. Doğal ola
rak özgün çalışmaya karşı isteksizlik üniversitede de devam
eder. Ne yazık ki sınavlar öğrenciyi gerçekten tanımaya veya
değerini ortaya çıkarmaya yönelik değildir. Sadece hafızaya
kaydettikleriyle ilgilenilir. Bu sınav sistemini biraz düşü
nünce tıp, hukuk, fen bilimleri, tarih öğrencileri yani tüm
öğrenciler yıl boyunca ezber bilginin haricinde gerçekten
öğrendikleri bilgi miktarının ne kadar az olduğunu itiraf
edeceklerdir. Okul zavallı gençleri her şeye temas etmeye
mecbur bırakınca hiçbir şeyin esasına vakıf olamıyorlar.
Tembelliğin öğretim görevlilerine kadar sirayet ettiği
nı bilmekte fayda var. Tembellikten bahsederken önemli
bir görevde olmak veya çok iş yapmış olmak fark etmiyor.
Çünkü burada nicelik değil nitelik önemlidir. Nitekim
çoğu zaman miktar işin kalitesini de bozar. La Fontaine' nin
Rakun ile Kedi masalındaki rakun kestaneleri ateşten çıka
rır. Burada rakun akılcı düşünceyi sembolize eder. Bu ben
zetme doğru bir teşbihtir .
. . . rakun patileriyle itinayla,
külü kenara çekip parmaklarıyla,
bir çok seferde çıkarır,
önce bir,
sonra iki,
ve üç tane kestane . . .
Üniversitede öğretim görevlisi ise tekrara dayalı ders
yapar. Sabit materyallerle desteklendiği için düşünmeye
1 9
Jules Payot
ihtiyacı yoktur. Yaratıcı düşünceye lüzum görmeden dersi
ni anlatır. Zaman, Renan'ın8 bilim dünyasına dair tenkit
lerini doğrulayacaktır. Bugün Paris Milli Kütüphanesi'ne
her yıl yirmi binden fazla kitap geldiğini düşünürsek elli
yıla kalmadan günlük gazeteler ve dergiler hariç bir milyon
eser birikecektir. Bir milyon cilt! Bunlar geleceği olmayan,
sonuç kısmı şüpheli ve her zaman tartışmaya açık çalışma
lar. Her eserin yaklaşık iki santim kalınlıkta olduğunu farz
edersek üst üste konulunca Mont-Blanc Dağı'ndan kırk
kat daha yüksek bir seviyeye ulaşmış oluruz. Tarih ise bu
isimleri unutacaktır. Ancak hafızalarda sebepleri ve sonuç
larıyla büyük sosyal olaylar kalacaktır. Acaba soyut bilimler
bu .bilgi yığını altında ezilip düşünce üzerindeki etkisini
yitirmekten kurtulabilecek midir? Gelecekte ise "çalışma"
kavramından bahsederken gerçek anlamda çaba sarf edi
len, lüzumsuz detaylardan arındırılmış ve yoğun düşünce
gücüyle üretilen konsantrasyon anlaşılacaktır.
Gerçekte yaratmak, bir fikri bütünsel olarak düşün
mek ve gün yüzüne çıkartabilmektir. Lüzumsuz detaylar
ise gerçeği gizler, içimizdeki tembellikle bir olup gözümüzü
boyar.
Zihni tembellik ne yazık ki bütün öğrenme mekaniz
mamızı ağırlaştırır. Eğitim müfredatımız adeta öğrencilerin
kafası dağınık olsun diye hazırlanmış gibi. Zavallı gençle
rin bir konuda var olan bilgileri yutarak diplere inmelerine
engel olunuyor. Yükümlü oldukları derslerin çeşitliliği ger
çeğin kıyısından geçmelerine neden oluyor. Mevcut müf
redatın temelden mantıksız olduğunu nasıl düşünsünler?
8
Ernest Renan, Fransız filozof, 1 823- 1 892.
(Y.N.)
20
İrade Terbiyesi
Aslına bakarsanız eğitimimiz, öğrencinin yaratıcılığını ve
becerilerini köreltiyor.
Birkaç yıl öncesine kadar askeri topçu gucumuzun
hali içler acısıydı. Günümüzde ilerleme kaydetti. Neden
mi? Çünkü önceleri obüs bombaları hedefe ulaşamadan
patlıyordu. Şimdilerde ise geliştirilen özel patlatıcı sayesin
de obüs bombası infilak etmeden önce birkaç dakika daha
ilerliyor ve olayın kalbine, diplere inerek her şeyi param
parça ediyor. Eğitim sistemimiz de düşünme yeteneğimize
patlayıcı yerleştirmeyi unutmuş gibidir. Bilginin derinleri
ne inilmesine izin vermiyoruz.
Buna dur demek istiyor musun?
O zaman marş marş ileri!
İçimdeki isteksizliği nasıl yok edeceğimi bilmiyo
rum . . .
Marş marş ileri!
Seyyah, durmadan dinlenmeden, Matematik, Fi
zik, Kimya, Zooloji, Botanik, Jeoloji, Dünya Ta
rihi, Dünya Coğrafyası, Psikoloji, Mantık, Ahlak,
Metafizik, Yönetim Tarihi. . .
Marş marş!
Görünüşe aldanmanın, yüzeysel görmenin, sıra
danlığın üzerine üzerine yürü ...
Birçok öğrenci koşuşturmacaya üniversitede de aynen
devam eder. Hatta daha hızlı. Ek olarak modern hayat şart
ları ruh dünyamızı yok etmeye ve zihnimizi meşgul etmeye
gayret eder. İletişimin kolaylaşması, seyahat sıklığı, gezme
alışkanlığı düşüncelerimizi dağıtmaya sebep olur. Okuma
ya zaman bile bulamayız. Coşkulu ama bir o kadar da boş
bir hayat yaşıyoruz.
2 1
Jules Payot
Günlük gazetelerin yaydığı sahre relaş, dünyanın dört
bir yanından gelen üçüncü sayfa haberleri yığını, bazı in
sanları okumanın ne kadar da rarsız bir şey olduğu duygu
suna sevk eder.
Peki bunca dikkat dağıtan olay karşısında eğitim sis
temimizin vasatlığı da göz önünde bulundurulursa bu
durumdan nasıl kurtulmalıyız? Ayrıca bizi bu halden çıka
racak olan irade terbiyesine eğitim sistemimizde yer veril
memesi de ne acı değil mi?
İrademizi güçlendirmek ıçın yapılması gerekenleri
yapmıyoruz. Beynimizi depolamakla meşgulüz. Zihnimizi
çalıştırırken irademizden de istifade edeceğimiz için onu
beslememiz gerek. Buğday ekip büyütmek gibi canlandır
maktan bahsediyorum. Gençler bugünün ötesini göremi
yor. Günümüzde öğretmen baskısı, arkadaş alayları, bir
taraftan cezalar, diğer taraftan ödül, iltifatlar. Yarın ise uzak
olmasına rağmen lisans eğitimi, sınavlar, hatta en tembelin
bile kolaylıkla başarabileceği ezberci baro ve tıp sınavları.
İrade terbiyesi pek ciddiye alınmaz ancak insanı insan ya
pan, hayatını düzene koymasını sağlayan bu değil mi? En
parlak yetenekler dahi özgüven olmazsa sönmez mi? İnsan
lığın büyük başarılarında en büyük pay sağlam iradelerin
değil midir?
Ne gariptir ki söylediklerimize herkes içinden katılı
yor. Herkes isteksizlik ve boş düşüncelerle dolu davranışlar
arasındaki dengesizlikren şikayetçi. Ancak henüz eğitimde
irade terbiyesini ele alan bir kitap yayımlanmamıştır. Üni
versite hocalarının henüz el atmadığı bu konuda gençler de
kişisel olarak ne yapacağını bilmiyor.
22
İrade Terbiyesi
Hiç çalışmayan rastgele on üniversite öğrencisini sor
gulayın, itirafları şu olacaktır; önceleri lisede öğretmenimiz
yapmamız gereken ödevleri söylerdi. Yapmamız gereken
ler netti. Tarih kitabının şu sayfasından şu sayfasına kadar
çalışın; şu geometri teoremini öğrenin; şu ödevi yapın; şu
sayfaları tercüme edin. Bu ödevleri yaparken öğretmen
motive eder, ödevler yapılmazsa da azarlardı. Şevkle bizi
destekler, takip ederlerdi. Bugün bu durumdan eser yok.
Ödev de yok. Günümüzde zamanı istediğimiz gibi kulla
nıyoruz. Çalışma planımızı yaparken inisiyatif kullanmayı
öğrenmediğimiz için ve bize zaaflarımızla ilgili hiçbir şey de
öğretilmediği için adeta teoride can yeleğiyle yüzmeyi öğ
renip sonra korumasız vaziyette suya atılmış gibiyiz. Doğal
olarak boğuluyoruz. Ne nasıl çalışacağımızı biliyoruz ne de
içimizde çalışma isteği var. Hatta irade terbiyesini nereden
sağlayacağımızı da bilmiyoruz. Bu konuda pratik bilgi ve
ren kitap da yok. Boyun eğiyor ve düşünmemeye gayret .
ediyoruz. Bu çok acı bir durum. Kahve, bar ve de arkadaş
lar var, eğlence devam ediyor. Zaman hızla akıp gidiyor.
Birçok öğrencinin sahip olmadığı için yakındığı hususları
bu kitapta yazmaya gayret ettik.
23
İkinci Bölüm
Amacımızı Unutmayahm
Her ne kadar eğitim müfredatımız gençlerin iradesini
ihmal etse de kuşkusuz bizi değerli kılan irademizdir. Zira
zayıf iradeli birisine kimse güvenmek istemez. Ayrıca ça
lışmak için harcadığımız çaba irademizin ne oranda güçlü
olduğunu gösterir. Bu konuda övünmekten de çekinmeyiz,
çalışmamızı abartırız. Sabahın beşinde kalktığımızı söyler
ken kimsenin bunu kontrol edemeyeceğini biliriz. Oysa
saat sekizde halen yatakta olduğu görülen bir kişi geçen ak
şamki tiyatro, misafirlik gibi uydurma bahaneler sebebiyle
nadiren böyle geç kaldığını söyler. Bu arada bu işinden bık
mış arkadaş, sınavlarından da geçememiştir.
Öğrenciler arasında en yaygın muhabbetlerden biri de
abartı meselesi olsa gerek. Hatta kendi kendine yalan söy
lemeyen, çalışmalarını abartmayan, kendi kapasitesi hak
kında hayal görmeyen genç neredeyse yoktur. Bu hususta
yalan söyleme ihtiyacı, insanın iradesinden daha değerli bir
şeyi olmadığına dair muhteşem bir örnek olmasın!
İrade gücümüze yönelik eleştiriler bizi çok üzer. Çalış
maya karşı isteksizliğimize getirilen eleştiriyi kabul etmek,
iradesizliğimizi ve zayıflığı kabul etmek anlamına gelmez
mi? Bir işte gayret ve sebat etmek hususunda bizi kabili
yetsiz veya çaresiz görmeleri bizi basit, vasat bir insanmışız
gibi değerlendirdikleri anlamına gelmez mi?
24
İrade Terbiyesi
Çalışmaya gösterdikleri saygı, öğrencilerde azmetme
arzusu olduğuna işaret eder. Elinizdeki kitap, gençlerdeki
küçük de olsa bu arzuyu alıp çıkarmaya yardımcı olmayı,
çalışma isteğinin uzun soluklu, düzenli ve nihayetinde ka
lıcı bir huya dönüşmesini amaçlamaktadır.
Zihni çalışmadan kastımız hem doğa bilimleri hem
de başka insanların çalışmalarının incelenmesi olmalıdır.
Bir ürün ortaya çıkarmak için öncelikle inceleme yapmak
daha sonra da tüm zihinsel becerileri ortaya koymak gere
kir. İşin zahmetli kısmı evvela dikkat etmek, ardından da
konsantre olmak ve kendini tanımakta gizlidir. İkisi için
de dikkat gerekir. Kısaca çalışmak, dikkat kesilmek anla
mına gelir. Ancak maalesef dikkat istikrarlı, devamlı, uzun
süreli bir durum değildir. Dikkati, gergin tutulmaya çalı
şılan bir yaya benzetebiliriz. Aslında dikkat, sürekli tekrar
eden bazen şiddetli, bazen sakin ve de birbirini takip eden
irili ufaklı gayret gerektirir. Canlılık ve disiplin gerektiren
dikkat, gösterilen gayreti adeta takip eder. Bunlar o kadar
yakındır ki devamlılık arz eder. Fakat düzenli bir görüntü
sergileyen bu devamlılık günde birkaç saat sürer.
Gayretimizin gayesi düzenli ve sebat gerektiren bir
dikkat göstermeye çabalamak olmalıdır. İrademize hakim
olmayı güçlendirmenin yolu ise kendimize günlük vazife
ler belirlemekten geçer. Bu sayede günde birkaç saat sarf
edilen çabayı alışkanlık haline getirmekle nerelere ulaşa
bileceğimizi tahmin bile edemezsiniz. Oysa coşkulu genç
liğin içgüdüsü zihnen çalışmayı keyifsiz, renksiz görmeye
eğilimlidir.
Jules Payot
Dağınık, düzensiz bir çalışmanın yoğun olmasının hiç
bir faydası yoktur. Sarf edilen çaba tek bir neticeye yönelik
olmak zorundadır. Bir fikrin veya duygunun içimizde can
lanması ve yerleşmesi için samimi olması, devamlı olması ve
tekrar etmesi gerekir. Bu fikir veya duygu yavaş yavaş ama
sebatkar bir şekilde etkisini arttırır, adeta etrafını çevreleyen
kaynakları oluşturup, kendisini empoze eder ve bir değer
yargısı halini alır. Sanat eserleri de böyle ortaya çıkar. Bir
dahinin kafasındaki fikir genellikle bir gençlik hayalinde ya
da yaşanmışlıkta gizlidir. Bir yerlerde okunmuş birkaç satır,
hayata dair bir anı, bir yerlerden kalan bir mutluluk ifadesi,
irticalen söylenen bir söz bereketi anlaşılmayan bir fikre kay
nak oluverir. Fikir o güne kadar ulaşan her şeyden beslenir.
Seyahat, muhabbet, iki satır yazı, ona yoğuracağı ve kendine
mal edeceği aynı zamanda güçleneceği kaynağı sağlar. İşte
tam da bu şeklide Goethe, Faust eserini oluşturmak için tam
otuz yıl boyunca yanında dolaştırır. Bu süre boyunca tohum
toprak altında olgunlaşmakta, büyümekte, gitgide derine
inip kök salmakta, diplerde ihtiyacı olan şaheseri oluşturan
can suyunu arayıp bulmaktadır.
Tüm önemli fikriler için geçerli olan bir kuraldır. Fi
kir sadece içimizden geçip giderse hiçbir kıymeti olmaz ve
vuku da bulmaz. Fikre düzenli itina, hassasiyet, samimi bir
dikkat göstermek gerekir. Tek başına yaşayabilmesi için özel
ilgi göstermek, saklamak, sahiplenmek gerekir. Onu uzun
süre bilincinde canlı tutmak, ara sıra üzerinde düşünmek
gerekir. Böylece fikirlerin uyuşumu diye adlandırdığımız
çekim gücü sayesinde güçlü duygularla yaşam kaynağını
bularak kendine çekecek ve kendine mal edecektir.
Fikirlerin veya hislerin olgunlaşması, organize olması
26
İrade Terbiyesi
yavaşça, sabırla, derin tefekkürle olur. Laboratuvarda üre
tilen muhteşem kristal misali suyun içindeki milyonlarca
molekülün yavaşça ve düzenli bir şekilde toplanmasını
beklemek gerek.
İşte bütün buluşların nasıl bir iradenin eseri oldu
ğunun kanıtı. Newton yer çekimi kanununu sürekli dü
şünerek keşfetti. Bilgeliğin "uzun bir sabır" gerektirdiği
hususunda şüpheniz varsa Darwin'in itirafını dinleyelim:
"Düşünürken ve okurken her zaman direkt olarak gördü
ğüm veya görebileceğim meseleleri tercih ettim. Nitekim
bilim alanında ne yaptıysam eminim bu disiplin sayesinde
olmuştur." Darwin'in oğlu da babasının yıllarca bir düşün
ceyi aklından çıkarmamak gibi bir huyu olduğunu söyle
miştir.
Özetlemek gerekirse zihnini kullanarak çalışırken is
teyerek yani iradi biçimde dikkat kesilebilmek için sebat
göstermek gerekir. Bu sebat hem harcadığımız eforun sıklı
ğında ve hevesimizde hem de tek bir hedefin peşinde koşa
bilme, yanıp tutuştuğumuz fikre veya duyguya itaatle bağlı
olma gayretinde kendini göstermelidir. İnsanın doğası gere
ği tembellik, bizi emellerimizden alıkoymak isteyecek ama
bu yoldan bizi çıkaramayacaktır. İçimizde, cılız bir isteği
nasıl ortaya çıkaracağımızın tahlilini yapmadan önce irade
terbiyemize aykırı iki felsefi düşünceyi çürütmek gerekir.
27
Üçüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Cesaret Kıncı Teoriler
Şimdi bize yanlış bilgiler veren iki spekülatif teoriden
bahsedeceğiz. Ancak ikna etmek için kınamanın pek fayda
sı yoktur, önemli olan yapıcı olmaktır. Bu nedenle kitabı
mızda yapıcı olmaya çalışacağız. Bu teorilerden biri yanlış
olduğu kad�r can sıkıcı da. En genel anlamda karakteri de
ğişmez olarak düşünen teori. Bu Kant9 tarafından ortaya
atılan, Schopenhauer10 tarafından ele alınan, Spencer'in de
desteklediği bir hipotezdir.
Kant' a göre, karakterimizi doğrudan, kendiliğinden
edindik. Bu durumdan geri de dönülmez. Dünyaya, zama
na ve mekana indikten sonra karakterimiz az çok ilerleme
nin dışında değişmez.
Aynı şekilde Schopenhauer karakterin sabit ve değiş
mez olduğunu söyler. Örneğin bir egoistin arzularını şe
killendiren kriterleri değiştiremeyiz. Egoiste sadece küçük
bir çıkardan ziyade daha büyük bir çıkara ulaşacağını, kötü
kalpliye de başkalarına laf etmenin kendisine de zarar ve
receğini anlatırsanız vazgeçer. Ama onlardan egoizmi veya
kötülüğü çıkarmak, kediyi fare kovalamaktan vazgeçirmek
gibi olanaksızdır. Eğitimle o egoisti yanıltabilir daha iyi
si fikirlerini düzeltebilirsiniz. En doğru yol kendisine de
fayda sağlayacağı konusunda ikna edilecekse bunun yalan
la değil de dürüstlükle yapmaktır. Ama başkaları için acı
9
Immanuel Kant, Alman filozof, 1724-1804.
(Y.N.)
10
Arthur Schopenhauer, Alman filozof, 1788-1860. (Y. N.)
28
İrade Terbiyesi
duymayı öğretecekseniz bunun deveye hendek atlatmaktan
daha zor olduğu aşikardır.
Herbert Spencer ise insan karakterinin hayat koşul
larından ve dış etkenlerden kaynaklanan sebeplerle çok
uzun vadede değişebileceğini kabul eder. Ancak bu değişi
min yüzyıllar alacağını bunun da biraz can sıkıcı olacağını
söyler. Öğrencinin ise sadece yirmi yıllık bir eğitim süreci
vardır. Bu fikre göre irade terbiyesinin pratik bir faydası
olmayacaktır. Eğer kendimi sadece ahlaki eğitime verir
sem, bu kadar sürede başarmam mümkün olamaz. Binlerce
yıllık, belki de milyonlarca yıllık bana atalarımdan miras
kalmış olan beynime kazınmış bir organik kayda benzeyen
karakterimi değiştirmem çok da mümkün değil. Ataları
mın muhteşem koalisyonuna karşı kişisel irademle kar
şı koymam nasıl mümkün olabilir? Denemeye bile gerek
yok, baştan kaybedeceğim kesin. Sadece elli bin yıl sonra
gelecek kuşakların genetik olarak ve sosyal çevrenin etki
siyle törpülenmiş mükemmel makinalara dönüşebileceği
düşüncesiyle avunabilirim!
Bu teorilerin argümanlarına bir göz atalım. Kant, fel
sefesinde apriori 11 (önsel) bilgi diye nitelediği bakış açısının
özgürlüğün kurulması için olmazsa olmaz olduğunu, yoksa
sistemin onu ağaçtan kopan kurumuş bir dalın kırılışı gibi
dışlayacağını ifade eder.
Schopenhauer ise argümandan ziyade kusurları kul
lanmayı tercih ediyor.
Diyor ki; (1) Karakter düzeltilebilir olsaydı "yaş itiba
rıyla hayatının ikinci yarısında olan insanların ilk yarısın-
11
Doğruluğu tecrübeye veya algıya dayanmayan bilgi. (Y.N.)
29
da olanlara nazaran daha erdemli olması gerekirdi", ki bu
doğru değil.
(2) Hayatı boyunca bir kez bile olsa hata yapmış biri
ömür boyu gözümüzden düşer, kendisine karşı güvenimizi
yitiririz. Bu da kalıcı karaktere inandığımızın kanıtıdır.
Biraz düşününce bunlar neyi ifade eder? Bu iddialar
sadece insanların çoğunun karakterini yenilemeye gayret
etmediği anlamına gelir. İrademiz müdahale etmediği müd
detçe hayatımızı dürtülerimiz şekillendirir. İnsanların Çoğu
dışarıdan birileri tarafından yönetilir. Tıpkı Dünya' nın
Güneş etrafında dolanırken izlediği yörüngeyi sorgulama
dığı gibi modayı, fikirleri sorgulamadan takip ederiz. Ça
lışanlar, fakir fukara, kadınlar, çocuklar, insanlar, çoğumuz
ayakta kalma mücadelesi veriyoruz. Belki biraz karmaşık
yapıya sahip mutlak surede bilinçli, içgüdüleri olan ve de
garip isteklere sahip kuklalar gibiyiz. İnsan içindeki idealist
duyguları ve asil ruhunun izini bırakıp içgüdüleriyle hare
ket ederse yoldan çıkmaya yüz tutar. Bu sebeple erdemli
yaşlıların gençlerden fazla olmaması şaşırtıcı değildir.
Egoistin sahip olduğu en değerli varlık hayatıdır. Ego
istin geçici heveslere kapılıp, malını veya büyük uğurlarda
canını feda ettiği hiç görülmemiş midir? Elbette görülmüş
tür. Yarım saatliğine bile olsa değişen karakterler sabit ka
rakter değildir ve daha sıklıkla değişme ihtimali de yüksek
tir. Schopenhauer baştan sona aynı karaktere sahip egoisde
nerede karşılaştı acaba? İnsan doğasının bu kadar basit ol
ması mümkün değildir. Karakterin homojen bir blok oldu
ğu inancı yüzeysel bir gözlemden ibarettir. Karakter birçok
etkenin neticesidir. Yaşayan insanların gözlemleri Kant ve
30
İrade Terbiyesi
Schopenhauer'in naif teorilerini alaşağı etmeye yeter. De
ğişmez karakter mevzusunu bir kenara bırakalım, çünkü
zaten ayakta duracak hali yok.
Şimdi sıra kendini beğenmiş, kendi üzerinizde ege
menlik kurabilirsiniz düşüncesine sahip, bunun da çok
kolay yapılabileceğini iddia eden ve en az kaderciler kadar
ümit kıran teoriye geldi. Özgür irade teorisinden bahsedi
yoruz.
Eski çağlarda çocuk hiçbir zorluktan sakınmadan an
cak sebat etmesi durumunda başarının geleceği perspekti
fiyle ve ancak sekiz yıllık sıkı bir çalışmayla başarılı olabile
ceği düşüncesiyle yetiştirilirdi.
1 870'ten sonra Fransa' nın "büyük olsun" demekle Bü
yük Fransa olmadığı gibi biz de işi yaradılışımıza bırakarak
kendimize hakim olmayı sağlayamayız. Ülke çok zor, se
batkar yirmi yılın ardından ayağa kalkabildi. Aynı biçimde
bizim ayağa kalkışımız da sabırla olacaktır. İnsan kendine
hakim olmanın paha biçilmez bir değer olduğunu zamanla
öğrenecektir. Hayattan ne istediğimiz, ne olacağımız, ha
yatta oynayacağımız rol kendine hakim olmaya bağlıdır.
İnsanlardan beklediklerimiz ve insanlara vereceğimiz değer
sabırdan geçiyor.
Sebat etmenin ise bir bedeli var. Çalışmaya dair irade
yi oluşturmakla başarma arzusu arasında sıkışıp kalmayan
öğrenci var mıdır? Hocalarımız "Siz nasıl isterseniz! " der
di. Hocanın bu ifadesine inanırmış gibi yapardık. Kimse
de çıkıp bize onunla nasıl baş edeceğimizi, istemenin nasıl
edinileceğini söylemezdi. Doğal olarak kadercilerin çocuk
su teorilerine körü körüne inanmak zorunda kaldık. En
3 1
Jules Payot
azından bizi telkin ediyor, üstelik çaba göstermenin boşuna
olduğunu söylüyordu. Bu teorilerin yanlış olduğunu gör
memek için kendimizi tembelliğe verdik yavaşça.
Dünya üzerinde tüm değerler gibi ahlaki özgürlük de
siyasi özgürlük de uğraş vermeyi ve savunmayı gerektirir.
Yoğun .uğraşların, sebatın ve de becerilerin meyvesi olacak
tır. Özgürlüğü hak etmeyen hiç kimse özgür olamaz. Öz
gürlük ne bir hak ne de bir olgudur, o bir ödüldür. Mutlu
luk için en elzem, en büyük bir ödüldür. Bir manzara için
güneşin ışığı neyse hayatın tüm olaylarında da özgürlük
öyledir. Ayrıca ona ulaşamayan, hayatın tüm güzelliklerin
den mahrum kalır.
Elbette özgürlükten kastımız "kendimizi kontrol et
mek". Dürtülerimizi, ahlaki duygularımızı ve de kendimizi
tamamen kontrol edebilmeyi kastediyoruz. Gerçek özgür
lük için kusursuz bir öz hakimiyet gerekir.
Söylemesi kolay, işimiz zor ve meşakkatli. Cahiller de
kendini beğenmişler de başarılı olamaz. Uzun bir çalışma
yı ve taktiği benimsemek gerekir. Psikolojiden bihaber, en
azından bir bilene danışmadan arenaya çıkmak, satrançta
taşların nasıl ilerlediğini bilmeden tecrübeli bir rakibe karşı
oynamak gibidir.
Özgür irade savunucuları bir şey ortaya çıkarmadan veya
iradi olarak yaratmadan, bir canlıya veya eşyaya doğasında ol
mayan enerjiyi veremezseniz özgür değilsinizdir derler!
Oysa özgürlüğümüzün tek garantisi psikoloji kanunla
rıdır. Bu aynı zamanda kendimizi tanımamızı sağlayan tek
araçtır.
32
İrade Terbiyesi
Uzun soluklu bir işi isteksiz olarak, sevmeden yapmak,
baştan kaybetmek anlamına gelir. Başarmak için işine saygı
duyman gerekir. Bakarsan bağ olur ve büyür. Psikoloji ku
rallarını da düzgün bir biçimde kullanırsanız, sapasağlam
bir karara dönüşür. Böylece karıncaya yem olacak bir to
hum kasırgalara kafa tutan bir meşeye dönüşebilir.
Özgürlüğümüzü garantiye almak için yapılması gere
ken tek şey hayata dair bir planımızın olmasıdır. Psikoloji
kurallarına ilişkin bilgi ve becerilerimiz bize değişkenleri
ve birleşimleri yöneterek seçilen planı gerçekleştirmemizi
sağlar.
Bizim irade terbiyesi için özgür olmaktan anladığımız
şey özgür iradecilere nazaran belki daha cazip gelebilir. An
cak onlardan farklı olarak bizim özgürlük anlayışımız "ba
ğımlılık" gibi içimizdeki düşmanlarımıza karşı daha ciddi
koruma sağlar.
İrade terbiyesi yolunda bize engel teşkil edecek teo
rilerden kurtulduğumuza göre konumuza geri dönebiliriz.
33
İKİNCİ KİTAP
KİŞİYE ÖZEL TAVSİYELER
Birinci Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman:
Cinsel Dürtüler ve Şehvet
1
Mücadele etmemiz gereken iki düşmanımız var; tem
bellik ve nefse düşkünlük. Kişi tembellik yüzünden kendini
tamamen bırakırken ortamın da ahlaki açıdan korunaksız
hile gelmesine sebep olur. Diğer bir deyişle tembellik in
sanı şehvete iter. Biraz daha ileri gidersek stoacıların dediği
gibi ahlaki çöküntü de tembelliğe neden olur.
İhtiras insanın kendini kaybetmesine neden olmaz mı?
İhtiras, insanda hayvani dürtülerin coşmasına, gözün kör
olmasına, beynin kararmasına sebep olur. İnsanlığımızı,
gururumuzu, benliğimizi bizden alır; devam ettiği sürece
hayvanlar gibi oluruz. Kısa sürmesi nedeniyle ihtirasın çok
da tehlikeli olmadığı düşünülebilir. Ancak etkisi itibarıyla
35
Jules Payot
tehlikelidir. Bunu yer çekimine benzetebiliriz. Bir binanın
sağlam olması için mimar yer çekimi kanununu kendi le
hine çevirmeyi bilmelidir. Bizim durumumuz için de aynı
şey geçerli. Karşıt güçlerden istifade edebilmeyi öğrenmeli
yiz. Hatta karşıt güçleri bizim için savaşan güçlere dönüş
türebilmeliyiz. Bir gücün bizim yandaşımız mı düşmanı
mız mı olduğunu nasıl bilebiliriz? Çok basit. Tembelliğe
sebep olan psikolojik tüm güçler bize zarar verir, aksi yönde
çalışan güçler ise bize fayda sağlar.
Şimdi her şey daha net. Enerjimizi tüketen veya dü
şüren istekleri azaltmak hatta yok etmek ve canlılık sağla
yacak olanları da ortaya çıkarmak gerekir. Devamlılık arz
eden bir azmi zayıflatan pek çok sebep vardır. En önemlisi
bilhassa gençlerde karşılaştığımız şehvetli hayaller kurma
larıdır ki bu onlarda yalnızlığa da sebep olur. Ardından ar
kadaş faktörü gelir. Bar, restoran hayatı hüzün getirir, şev
kinizi kırar. Tembellerin tembelliklerini örtbas etmek için
sıkça kullandıkları bahanelere bir süre sonra akıllı kişiler
bile düşmeye başlar.
Burada dürtülerimizden kaynaklanan ve psikolojimize
zarar veren durumları inceleyeceğiz. Okul hayatında genç
ergen evdeki baskıdan, ödevlerden, rekabet nedeniyle veya
sınav endişesiyle düzenli yaşayıp çalışırken hayallere ka
pılmaya pek fazla zamanı olmaz. Ne zaman ders saatleri
azalıp teneffüs saatleri artarsa aksi olur. Maalesef geçmişte
özellikle yatılı öğrenciler akşam etütlerinde vakitlerinin ço
ğunu hayallere, cinsel içerikli düşüncelere dalarak geçirirdi.
Liseden mezun olduktan sonra şehirde gözetimsiz, anne
baba kontrolü olmaksızın muhtemelen de işsiz güçsüz ya
şarken saatlerini boşa harcar, tembellik de olduğu gibi üze-
36
İrade Terbiyesi
rine çöker. Bu dönemde bir de fizyolojik değişiklikler artık
sona ermiştir. Gencin gelişimi neredeyse tamamlanmıştır.
Bundan sonra iş bulma en belirgin stres kaynağı olacaktır.
Üstüne üstlük üreme isteği de belirgin bir şekilde ortaya
çıkar. Beaumarchais12 edebi bir şekilde Cherubin'de bu
acı gerçeği işler. Henüz seveceğimiz kadına karar verme
miş, "sevmeyi sevdiğimiz" dönemlerdir. Genç bu dönemde
coşkulu, dışa dönük, savurgan, tutkulu bir dönem yaşar.
Ama maalesef hayatın bir dönüm noktasına gelmiştir. Bu
coşkunun bir yerlere akması gerekir. Bu enerji doğru yere
kanalize edilmezse yanlış sapkınlıklara dönebilir. Erdem ile
kötü alışkanlıklar arasında gidip gelen Herkülümsü enerji
bu dönemde ortaya çıkar. Tercih edilen taraf hangisi olur
sa olsun çok hararetlidir. Gençlerin çoğunluğu açısından
tercih bellidir. Eğitime nefret, içler acısı örnekler, sağlıksız,
nefes alınamayan ortamlar, iradeyi zayıflatan, hayalleri kö
relten çevreler neredeyse oralara takılır. Çabayı bıraktıkları
anlamına gelmez çünkü ortada çaba yoktur zaten. Diğer
yandan pembe hayallerle yaşadığı bu ortam çalışmaktan
daha eğlencelidir ve daha az çaba gerektirir. İş başa düşün
ce öğrencinin ertesi güne ertelediği gibi, genç de pembe
hayallere kapılıp güzelim zamanını boşa harcar. Peki kaç
genç gerçekten pembe romantik bir hayat yaşıyor? Sevgili
ye yüksek sesle güzel sözler söylemeler hiçbir zaman yeterli
görülmez. Hayatın bu şekilde devam etmeyeceği bellidir.
Ayrıca on sekiz yaş gençliğinin hayalleriyle karşılaştırılın
ca bizim romancılarımızın romanları ne kadar da soluk,
renksizdir!
12
Pierre Augustin Caron de Beaumarchais, Fransız oyun yazarı,
1732-1799. (Y.N.)
37
Jules Payot
Yıllar sonra ciddi işlerle ilgilenmeye başlayınca içimiz
deki şairi, ozanı yitirdiğimizin farkına varırız. Ne yazık ki
uzun saatler boyunca kurduğumuz güzelim hayaller gencin
daha hayati işlere konsantre olmasına engel olur. Bir keli
me, bir öneri, bizi işimizden alıkoymak için yeterli olur.
Kendimizi toparlayana kadar bir saat geçmiş olur. Üstüne
üstlük odada yalnız başına yapılacak çalışma o kadar iti
cidir ki isteğimiz kaçar. Pembe bulutlardan aşağı, gerçek
hayata inmek çok zor gelir. Oysaki boş hayaller zararlıdır.
İşe verilmesi gereken çok değerli saatler bu faydasız alışkan
lıkta tüketiliyor.
Zihinsel ve duygusal savurganlığın sebebi hem yüzeysel
hem de maalesef aynı zamanda derindir. Derin sebeplerden
bir tanesi daha önce bahsettiğimiz fizyolojik değişimden
kaynaklanır. Kişinin gençliğe adım attığı zamanlardır. Fizi
ki imkanlarla çevresel farklılıklardan kaynaklanan sorunlar
yaşar. Lise eğitiminden sonra koşullara uygun olarak evlen
mesi için yaklaşık sekiz ila on yıl boyunca çalışması lazım
dır. Bizde genç kızların eşleri tarafından "satın alınması"
normal görülür ve gençlerin başlık parasız evlenmesi çok
da mümkün değildir. Bu durum adeta onların gençliğini,
enerjilerini alır, tüketir. Beklemeyi tercih ederler ve genel
likle hesap hatası yaparlar. Ne yazık ki beklemek genç kızın
işine gelmez. Çünkü beklemek sağlığını etkiler. Hayat pa
halılığı, masraflar vesaire derken avarelikle sonuçlanan bir
yol olur.
Böyle bir sosyal gelenek nedeniyle genç erkek otuz
yaşından önce evlenemez, fiziksel ihtiyaçları ile kötü alış
kanlıklar arasında hayatının en güzel on yılı sıkıntıyla ve
bocalayarak geçer. Oysaki bu süreyi çaba göstererek geçiren
38
irade Terbiyesi
çok fazla olmaz ve genellikle boş, saçma, umut kırıcı bir
hayat ile gençliklerini heba ederler.
Geç evlilik nedeniyle hayatları kayan genç sayısı azım
sanmayacak kadar çoktur. Ne hayaller, sağlıklar, enerjiler
çılgınca harcanmıştır! Evlenmenin sorunlu olmasının se
bebi zor koşullar konulmasıdır. Ama bu koşullar sadece
bu yaşlarda tahammülle kaldırılabilir. Yaşadığımız ve karşı
tarafa yaşattığımız hayallerimiz egoist bir beklenti asla de
ğildir. Kendi ve başkaları açısından sağlam bir iş disiplini
edinmesini sağlar. Başlık parasıyla evlenmek dezavantajlı
olmasına rağmen, duygusal açıdan avantajları vardır. Karı
koca birbirlerine karşı sorumluluk hisseder. Böylece kadı
nın önceliği eşinin sağlığına özen göstermek olur. Yemeği
yapmak için yardımcı bayan almak istemez. Hazırladığı
yemeklerin kendisi ve eşi için sağlıklı olmasına gayret eder.
Diğer yandan erkek maddi yükün kendisinde olduğunu bi
lir. Her anlamda sağlıklı, titiz, becerikli ve sevgi dolu eşini
evde bırakıp gider. Eve döndüğünde sevgi, sıkıntılı zaman
larında da teselli bulacağını bilir. Evini mutlu yuvalarda
olduğu gibi temiz ve düzenli bulacaktır. Gençler için has
talıklara, kötülüklere karşı beraber göğüs germekten daha
değerlisi yoktur. Yaşam ilerledikçe sevgi ve mutluluk artar.
Birinin duygusal diğerinin maddi desteğiyle kendimizi
geliştirirken, alınan hediyeler ve yeni mobilyalar da tarif
edilemez keyif verir, bağların güçlenmesini sağlar. Sade bir
şekilde başlayan ilişki yaş ilerledikçe büyür. Uzun süreli ça
lışmaların ödülü olarak görevler azalır, mutlu bir yaşlılık,
sakin bir hayat başlar. Şairin dediği gibi: " . . . insanoğlu hak
kını vermeden çabasız, edinemez huzurlu hayatı tasasız. "13
13
Rene François Armand Prudhomme (Sully Prudhomme), Fransız
şair,
1839-1907. (Y.N.)
39
Jules Payot
Erken yaşta evlenmekte tereddüt etmeyelim ama bu
nun için çeyizden ve başlık parasından vazgeçmek gereke
bilir. Bu yüzden eşi ona göre seçmek lazım. Eğitimine de
vam edip geç evlenen kadınların evde kalma olasılığı daha
yüksek olacaktır. Tıpkı bir sera meyvesi gibi hareketsizlik,
havasızlık. .. Korse kullanan genç kızlar hamileliğe uygun
olmazlar. Doktorlar uterusun rahatsız edici derecede sı
kıştırılmaması konusunda hemfikirler. Daha acısı, yatılı
okulda pansiyondayken hazır gelen muhteşem yemekler
vardır, yorulmalarını gerektirecek bir durum olmaz; akşam
operaya giderler, romantik kitaplar okurlar. Okulu bitir
dikten sonra tüm bu rahatlığın hayatından çıkması genç
kızın olumsuz etkilenmesine neden olur. Bu sosyetik kızla
rın dünyadaki acılar hakkında ne kadar az malumat sahibi
olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Ayrıca dünyanın ger
çeklerinden uzak, kapalı bir çevrede, modern dünyada ye
tişmeleri ileride gerçek hayatla karşılaşınca tüm fikirlerinin
yerle bir olmasına sebep olur. Kesinlikle işçi ailelerin kız
larından daha az beceriye sahip olduklarını söyleyebiliriz.
Zengin aile kızları için en azından eğitimliler diyebilir
miyiz? Ama maalesef! Bu konunun çok abartıldığını düşü
nüyorum. Sağlam bir eğitim aldıklarını sanmıyorum. Çok
bilgiyle yüklendikleri doğru olabilir ancak bu bilgileri yara
tıcı fikirlere dönüştürdükleri tartışılır. Uzun zamandan beri
kız yetiştirme yurtları genel müfettişliği yapan Bay Manu
el'in birçok gelişim raporunda belirttiği üzere "kişisel" bir
şeyler ortaya çıkarmalarını pek beklemeyiniz. Biz zihnen
çalışan Fransız erkekleri zaten onlardan çok başarılı çocuk
lar yetiştirmelerini de beklemeyelim. Eğer erkek becerikli
biriyse çok fazla eğitim almamış olsa bile düşünen, dürüst,
hakkaniyet duygusuna sahip bir hanım daha uygun olacak-
40
İrade Terbiyesi
tır. Erkeğin içinde olup da göremediği ilişkileri, meselele
ri kadın dışarıdan daha rahat görebilir, değerli fikirlerinin
eşiyle dünya arasında bir bağ olmasını sağlayabilir. Detay
ları kaçıran erkek genelle uğraşırken kadın muhteşem balı
ğı yakalayabilir.
John Stuart Mili, arkadaşları Bain'in aksine Harriet
Taylor Mill'den14 övgüyle bahseder. Ekonomi Politikası
isimli kitabında Mili, kadınların pratik fikirlerine methiye
ler düzer. Bayan Taylor'un en büyük etkisi şu olmuştur; bir
harem dolusu kadındansa akılcı, gözlem yeteneğine sahip
bir kadının varlığı düşünür için daha değerlidir.
Eğitimine devam edip evlenme işini öteleyen genç
liseden mezun olur olmaz evlenemeyeceğinden fiziksel
ihtiyaçlarıyla baş edebilmek için bu dönemi çok iyi de
ğerlendirmelidir. Aksi halde taktiksel hatalar yüzünden ba
şarısızlık kaçınılmaz olacaktır.
II
Özellikle on sekiz ila yirmi yaş arasındaki gençler için
yazılmış bir kitapta cinsellikten bahsetmemek olmaz. Üs
telik dahi diye niteleyebileceğimiz insanların bile bu ko
nuda ne denli zorlandıklarını biliyoruz. Kant'ın eserinde
buna ayırdığı güzelim bir sayfa Fransızca çevirisinde nokta
noktalarla dolu! Bu konuda yemek sonrası "saygıdeğer" er
keklerin laubali bir şekilde muhabbetlerini duymanız top
lumun bakış açısını çok net olarak görmeniz için yeterli.
Ergenliğin verdiği duygusal gelgitlerin cinselliğe dönüştü
ğü bir gerçek. Karmaşık düşünceler netleşir, arzular eyleme
14
Harriet Taylor Mili, İngiliz filozof, John Stuart Mill'in eşi,
1807-
1858. (Y.N.)
41
Jules Payot
dönmeye başlar ve genç utangaçlığa dönüşen davranışlar
sergiler. Daha cesur ve zengin olanlar mesleği kendini sat
mak olan kadınlara takılır.
Hayat kadınlarıyla ilişkiye girmekten kaynaklanan
sonuçlar kimseyi çok fazla endişelendirmiyor gibi. Sağlık
açısından son derece olumsuz etkileri vardır; bu ortamla
ra giden gençler çabuk yaşlanmış gibi görünürler. Çeşidi
kas yetmezliği ve bel, omurilik gibi bölgelerde sorunlarla
karşı karşıya kalırlar. Yüzlerinin rengi solar, canlılığı gider.
Gözler ferini yitirir, donuklaşır, çevresi mavimsi bir renk
alır. Beden adeta çöker. Yorgunluk belirtilerinin devam et
mesi durumunda hayatına kast etmeye başlar. Daha henüz
otuzlu yaşlarda, belli belirsiz mide ağrıları çeker, nevralji,
kalpte hipertrofı, görme kayıpları gibi sonuçlarla karşı kar
şıya kalır.
Bu cinsellikten sadece vücut değil, hafıza da nasibi
ni alır. Akıl canlılığını, kıvraklığını yitirir. Baygınlaşmaya,
hissizleşmeye başlar. Dikkat dağılır, azalır. Günler kaygısız,
tasasız, umursamaz ve iğrenç bir tembellikle akar gider. Ça
lışmanın verdiği tüm olumlu yönleri kaybederiz. Dolayı
sıyla hayat tam bir eziyete döner.
Sonunda bedensel keyfin yerini vahşi hisler alır. Yumu
şak tepkiler yerine kaba saba hareketler içimizde yer eder.
Keyif aldığımız zevkler bu sarsıntılı durumlar nedeniy
le mahvolur. Cinsel istek, kısa sürmesi nedeniyle ardında
yorgunluk ve iğrenme bırakır. Sonra kişinin ruh hili genel
itibarıyla üzgün ve suratsız olunca doğal olarak gürültülü
ortamlar arar. Bu bir kısır döngüdür. Bu sapkınlığın birçok
sebebi var. Fiziksel sebebi olduğunu gördük. Acıktığımızda
42
irade Terbiyesi
midenin guruldaması gibi, nefessiz kalınca ciğerlerin tep
ki vermesi gibi, cinsel organımızda da cinsel sıvılar artınca
açıklanması zor olan bir sebeple boşalana kadar aklı meşgul
eder ve dengeyi bozar.
Ancak burada midenin eksiklikten kaynaklanan tep
kisinin aksine bir fazlalıktan kaynaklanan sorunla karşı
karşıyayız. Harcanması gereken bir fazla enerji söz konusu
dur. Oysaki fizyolojide, bütçede olduğu gibi para transferi
yapmak mümkün. Aynı sistem burası için de olası. Fazla
enerjinin kaynağı ne olursa olsun arkasından yorgunluk
ortaya çıkar.
İhtiyaç olmasaydı çabaya gerek kalmayacak, baş et
mesi kolay olacaktı. Ama çevresel faktörler nedeniyle ateşe
çomak sokulmuş gibi harlanır, anlık krizler şeklinde ortaya
çıkar, dayanılmaz haller alabilir, hatta sapıklıkla, aptalca
kriminal olaylarla sonuçlanabilir.
Bu azgınlığın birincil sebebi yeme alışkanlığımızla il
gilidir. Daha önce gördük, neredeyse hepimiz çok yiyoruz.
Yemeklerimiz çok fazla ve çok kalorili. Tolstoy'un dediği
gibi aygır gibi yemek yiyoruz. Genç tıka basa yiyip yemek
ten kalktıktan sonra ses tonu, enerjisi yüksek olunca şimdi
hummalı sindirim esnasında verimli çalışması ve temel iç
güdülerine karşı başarılı olabilmesi mümkün mü siz söyle
yin?
Bunlara genellikle uzun süre geçirilen kafelerin sağ
lıksız ortamlarını veya sınıfın sıcak ortamlarında oturma
pozisyonlarını ve kesinlikle cinselliği tetikleyici uzatılmış
uykuları da ekleyelim. Kesinlikle diyoruz çünkü sabah
uyuklamalarını takip eden uykular iradeyi resmen eritir.
43
Jules Payot
Savunmasız şekilde canavarla karşı karşıyayızdır. Bazıları
bu sıcak ortamlarda yapılan çalışmanın verimli olduğunu
iddia edebilir ama bu tamamıyla yanlış. Akıl detay kabili
yetini yitirdiğinden en basit fikirler bile ilginç gibi görü
nebilir. Bunun göstergesi olarak sabah fikirlerimizi kaleme
dökelim deyince hiçbir şey çıkmaz; aklın sözde çalışması
değersiz, otomatik bir düşünceden başka bir şey değildir.
Otomatiktir çünkü içimizde salıverilmiş mekanik bir
canavar gibi içgüdüsel olarak ortaya çıkan arzular, istek
ler vardır. İstisnasız olarak koyabileceğimiz bir kural olarak
yukarıda ifade ettiğimiz gibi genç biri için fazladan yatakta
kalınan bir iki saatlik uyku feci hatadır.
Fiziksel sebeplere çevresel faktörleri de ekleyebiliriz.
Vasat, karaktersiz, enerjisi düşük, ahlaki değerleri zayıf
arkadaşlara takılmak son derece zararlıdır. Maalesef itiraf
etmek gerekirse dünyanın her yerinde işe yaramaz öğren
ciler mevcuttur. Grubu bulandırırlar, delilikleri gruptaki
diğerlerine de bulaşır. Restoranda, özellikle fakültedeki
küçük yemek masalarında gürültülü, metotsuz, içi boş ko
nuşmalar olur. Bu sohbetlerden ekstra coşmuş olarak çıkı
lır, haylaz kaba saba arkadaşın en ufak sapkın düşüncesiyle
dolduruşa gelinir. Alem ortamlarına, barlara takılmaya gi
dilir. Bu ortamlardan çalışma alışkanlığına geri dönüş zor
ve zahmetli olur. Bu hal, gencin dürtülerine, süte katılmış
yanlış bir maya gibidir.
Keşke bu çöküntünün tek sebebi bunlarla sınırlı olsay
dı, o zaman kolaylıkla baş edilebilirdi. Ama maalesef daha
vahimi bahaneler ve toplumsal kabullenmeler bazı taşkın
lıkları mazur gösterir.
İrade Terbiyesi
Yapısı gereği ama olan cinsel dürtülerimiz akıldan al
dığı yön doğrultusunda amacına yaklaştığı ve ortamını bul
duğu an gücü korkutucu bir hal alır. Diğer yandan cinsel
arzular nasıl olursa olsun çekicidir ve doğası gereği kendine
dayanak oluşturacak fikirleri kendine çekip bu fikirlerden
ilave güç bulur. İkisi arasında sıkı bir ilişki, ilişkiden de öte
iş birliği vardır. Öyle ki ikisinden biri zayıflayınca diğeri
devreye girip canlandırır. Dolayısıyla birbirlerinin sürekli
canlı kalmasını sağlarlar. Bu durum özellikle cinsel eğilim
ler için geçerlidir. Resimler oldukça büyük bir rol oynar.
Cinsel organları çok hızlı bir şekilde uyarır. Cinsel uyarıl
ma gerçekleşince aklı devreden çıkarır. Halüsinasyona va
ran şiddetli önerilerde bulunur. Başka hiçbir eğilim, resim
veya hayalle bu kadar uyarılmaz. Hayal kurmanın cinsel
arzulardaki rolü inanılmaz büyüktür. Amaçsız, içi boş bir
akıl, içgüdüsel arzulara hizmet etmekten başka bir şeye ya
ramaz. Bunun kanıtı olarak cinsellik konak bahçelerinde işi
olmayan beyefendilerin en belirgin etkinliği oldu. Çalışan
lar içinse olması gerektiği gibi yemekte meze.
Zaten zor olan bu savaşta gencin ihtiyacı olan desteği
çevresinden alması gerekirken çevresinin tam tersine uya
rıcı faktöre dönüşmesi çok acıdır. En ufak yanlış bir ma
nevrada geminin direği ikiye ayrılır ve kontrolü zor olan
gemi tamamen cinsel isteklere teslim olur. Gencin iradesi
mart ayının havası gibidir. Asla hava güzel diyemezsiniz,
görünüşte hava güzel olduğunda bile her an değişebilir.
Bir anda esen rüzgarla hava soğuyabilir, buz gibi bir hava
ya dönüşebilir. Bu yüzden gencin en ufak hava değişimine
neden olacak ortamlardan uzak durması gerekir. Ama hem
toplumun içinde olması hem de kendini koruması nasıl
mümkün olur?
45
Jules Payot
Genç aklını başından alan bir ortam içindedir. Tüm
çevresel faktörler aleyhine kurulu gibidir. Düzgün yetişmiş
insanların sanatsal ve zihinsel etkinliklerden uzak oldukla
rı, aynı zamanda doğanın gerçek güzelliklerinin değerini
bilmedikleri kanısındayım. Nitekim cinsel istek sadece in
sana mahsus değildir. Aynı zamanda tüm hayvanlarda ol
duğu gibi cinsel istek uzun süreli özveri, çaba gerektirmez.
Hemen ve aniden elde edildiğinde istek söner ve olağan
zevkler bizi paklamayacağından kişi daha sapkın zevklere
yönelmeye başlar.
Sonuç itibarıyla işin doğrusu buluşmalar, müzik, sah
ne oyunları vs. cinsel buluşma imkanları sağlamanın ba
hanesidir. Bu buluşmalar sonrası genç, mütevazı odasına
dönünce kafası karışmıştır. Danslar, heyecan dolu akşam,
ışıklar ile bomboş odası arasındaki çelişkili durum gencin
akıl sağlığına tamamen zararlıdır. Akıl sağlığına bundan
daha zararlı bir durum olamaz. Üstelik bu zevklerin zararlı
olduğuna ilişkin kimse ona akıl da vermemiştir. Gücü ve
hayalleri nedeniyle kabuğundan çıkmak için çaba göster
mediğinden gerçeği de görmeyecektir. Oluşturduğu çev
re gerçeği görmesine engel olur. Sonra da sakin, huzurlu,
özgür hayatının kendisine gittikçe monoton ve sevimsiz
gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. Kendine gelmek için çaba
sarf etmeyecektir. Çünkü aldığı eğitim onun bu tehlikeli
durumdan korumak için yeterli değildir. Tam tersine gü
nümüz edebiyatının neredeyse tamamı onun işini zorlaş
tınrcasına cinselliği över. En değerli romancılarımıza, şa
irlerimize göre insanoğlunun en kıymetli yönü insanlarla
hayvanlar arasında ortak olan içgüdüsel tatmin olma duy
gusu! Ama anlık bir tatminden bahsediyoruz, üstün bir
akıldan veya davranıştan değil!
46
İrade Terbiyesi
Carlyle'nin, Thackeray'de en nefret ettiği şey Fransız
usulü aşkı hayatın tek varlığıymış gibi görmesiydi, ancak
aşk (aşk dediğimiz şey) hayatın sadece kısa bir döneminde
yaşanır ve bu kısa dönemde bile daha önemli işlerimizden
yalnızca biridir. İşin doğrusu aşka tutulduğunuz dönemlere
kimse dönüp bakmak, hatta bahsetmek istemez.
Manzoni15 ise "okurlarımı aşka davet edecek deği
lim . . . Bu dünyada aşk gereklidir ama zaten fazlasıyla var.
Aşk için fazladan çaba harcamanın bir anlamı yok çün
kü aşk için uğraştığınız zaman yapacak başka bir şeyiniz
yoktur. Yazarın okuruna vereceği çok daha değerli ahlaki
mesajları olmalı. Acıma duygusu, çocuk sevgisi, hoşgörü,
b
w
l
"
agış ama . . .
Carlyle ve Manzoni' nin sözleri aşk konusunda söyle
nebilecek en mantıklı ifadeler. Halkın geneline hitap etme
endişesi taşıyan edebiyatımızın eğilimi bir yana, işin ger
çeği ikinci sınıf edebiyat, öğrencinin kendini tanıma yo
lunda birçok bahaneler edinmesine ve baştan savunmasız
kalmasına neden olur. Bu yalan yanlış hikayelerin yazarları
genellikle doktordur. Bu tarz hikayelerin acı bir tonla, katı
yürekle yazılması bunların son derece çocuksu olduğunu
ortaya koyuyor. Fizyolojik ihtiyaç olmasına dayanak olarak
hayvanlardan örnek verirler. Birçok hayvanın bu ihtiyacın
aksini ispatlayacak özelliği varmış gibi; insanın bu ihtiya
cını gidermek için gururunu yerle bir etmesi gerekirmiş
gibi. Bu ihtiyaçtan kaç insan kurtulmaya çalıştı? Meşhur
bir doktorun eseri şaşkınlık vericidir: ''Aşkın insan hayatın
da çok önemli bir yeri vardır. Belli bir yaşa gelince, hızlıca
15
Bonghi tarafından,
İki
Dünya Dergisi, 15 Temmuz 1893, sayfa
359.
47
fules Payot
yaşlanmaya başlayınca her şeyin boş sadece aşkın kaldığını
fark ederiz!"
Bu bölümde bahsedilen şey cinsel aşk elbette, başka
bir şey değil. Hayvanlarla aynı olan anlık bir spazm, na
sıl olur da doğa, sanat, çocuk, anne baba sevgisine, fakir
fukaranın durumunu düzeltmek için harcanan zamana
değişilir! Ünlü stilist Renan'ın benzer ifadelerle insanlık na
mına bir faydası olmamıştır. Vasat bir karakter, çekilmez
bir iyimserlik görüşünden çok şey beklememek lazım. Ama
sürekli insanların acılarını dinleyen ve neredeyse her gün
ölen insanları gören bir doktorun böyle fikre sahip olma
sı anlaşılır gibi değil. Bir defa daha söylemekte fayda var.
Bu tarz hayatın sonu olsaydı yaşlılıktaki sevgiyi garipsemez
miydik? Yaşlıların insanlığın, daha doğrusu hayvanlığın
dışına itilmesi gerekmez miydi? Kabul edelim ki çok saç
ma ve kabul edilemez bir durum. Üstelik gerçeklikten son
derece uzak olan bu fikirlerin bilim insanlarından geliyor
olması tedirginlik verici bir durum.
Varlığımızı ve başkalarının varlığını bir inceleyelim.
Çiftçilerin, işçilerin birçoğu sağlıklı, hareketli bir yaşantısı
olan kimselerdir. Akşam tıka basa yemek yemez, on iki saat
uyumazlar. Carlyle'in dediği gibi onlar için aşk sadece bir
meze değil midir? Cinsel ilişki aymazlıkların başında gelir.
Biliyoruz çünkü onu aleni kılmak için kitaplar, gazeteler
bastırılır. Ama bedeli ağır olacaktır! Bu zevklerin onlara hak
görülmediği yaşlarda hayat rengini kaybeder, anlamını yi
tirir. Gücünü yitirmiş, kaba saba olarak anılırlar. Şehvetten
kendini alıkoyup çok daha değerli olan politikaya, edebi
yata, sanata, bilime, felsefeye gönül vermiş olan Cicero'nun
yaptığını tercih etmek doğru olmaz mı?
48
İrade Terbiyesi
Cinselliğin hayatta her şey olduğu fikrine eşlik eden
bahaneler çok daha canavarcadır. İffetli olmanın sağlığa za
rar verdiği söylenir. Oysa fuhşun çok daha fazla hastalığa
sebep olduğu bir gerçektir. Bir genci kitapları da olmadan
çalışma imkanının olmadığı kapalı bir yere koyduğumuzu
düşünelim. Cinsel istekleri belli bir süreden sonra gençte
rahatsızlıklar ortaya çıkaracaktır. Ama bu sorunlar sağlık
tan ziyade zihinsel olacaktır. Ama aktif, enerjik olan genç
için bu aşılamaz bir sorun olmaz. Bir kez daha söylemek ge
rekirse hesaplar arasında transfer yapabiliriz. Feci sonuçlar
doğuracağını bildiğimiz bir sonuçtansa kendini alıkoymak
daha doğrudur. Her yıl sayısız hasta çeşitli cinsel yollarla
bulaşan hastalıklar nedeniyle sadece Paris'teki iki zührevi
hastalıklar hastanesine gitmekte.
1 .500 sayfalık hijyenle ilgili koca bir kitapta cinsellik
ten uzak kalmanın sağlığa zararlı olduğunu yazanlara insa
nın gülesi geliyor! Zührevi hastalıklar ölümcül olabilirken
kendini alıkoymak ise zihinsel dinçlik, harika bir enerji ve
rir. Bağımlılık yapan zevklerden kendimizi alıkoymak bizi
daha güçlü kılmaz mı? Psikolojinin temelinde karakteristik
özelliği ne olursa olsun iştahtan ne kadar kolay vazgeçili
yorsa o kadar doyum sağlanır demiyor mu?
Düşmanın cüretini ölçmek için düşman kendini gös
terir göstermez geriye çekilmek ne garip bir yöntem! Cinsel
arzuları yok sayarak bu arzulardan kurtulacağını sanmak
insanın kendini tanımamasıdır. Burada yol vermekten kas
tımız asla hiçe saymak değildir. Şehvetle baş etmenin yolu
tüm imkanlarını kullanmakla mümkün. Tıbbi teorileri bir
kenara bırakalım. Arzularımızla baş etmemiz gerekiyor. Baş
etmenin kolay olduğunu söylemek yanlış olur. İnsanın ta-
49
Jules Payot
mamıyla kontrolü eline almasıyla mümkündür. Toplumu
muzda yirmi yaşındaki bir gencin bakirliğiyle alay edilmesi
ve erkekliği konusunda ispat gibi görülmesi ne acıdır. Ger
çek güç gösterisi, gerçek enerji, kendini kontrol etmek ve
iradesine hakim olmak değil midir? Gerçek erkeklik budur
başka bir şey değil; kendine hakim olmaktır. Dindeki ken
dine hakim olmanın cinsel kontrolden geçtiği fikrine katı
lıyorum. Bu gayretle tüm arzulardan kurtulmak mümkün
olabilir.
Başarı elde edilebilir ancak kolay olmayacaktır. Her
zaman geçerli olan şey; başarıyı ne kadar istersek o kadar
sebatkar çaba sarf etmek gerekir. Çözümler de nedenler
gibi çeşitlilik gösterebilir.
Öncelikle kontrolü kolay olan durumlarla baş etmek
te fayda var. Uykuyu dengelemek, yorgun düşünce uyu
mak, uyanır uyanmaz da kalkmak gerekir. Sabah uykuyu
uzatmaya neden olan çok yumuşak yataklardan kaçınmak
gerekir. Şayet sabah uyandıktan sonra yataktan kalkmakta
zorlanıyorsak sabah saatlerine verilen randevular mecburen
kalkmamızı sağlayabilir.
Ayrıca öğrenci yediğine dikkat etmeli, yağlı yiyecek
lerden, aşırı etten sakınmalı; alkol zaten bu yaşta uygun
olmadığı için uzak durmalıdır. Üniversiteden uzak sakin,
temiz havası olan yerlerde oturmalı; çoğunlukla evinde var
olan sağlıklı yiyecekleri yemeyi tercih etmelidir.
Uzun süre oturma pozisyonunda durmaktan sakınma
lı, ara sıra odasını havalandırmalı ve odanın ısısı da ılık ol
malıdır. Akşamları yoruluncaya kadar yürüyüşler yaparken
ertesi günün yapılacak işlerini düşünmeli sonra da uyuma-
50
İrade Terbiyesi
lıdır. Bu yürüyüşlere hava koşulları ne olursa olsun alış
malıdır. İngiliz bir düşünürün dediği gibi dışarıda olanın
aksine içeriden dışarıya bakan için hava her zaman daha
yağmurlu ve daha kötüdür.
Ama unutmamak gerekir ki sıkı bir beslenme rejimi
yapan ve hijyen kurallarına riayet eden gençler cinsel arzu
larla baş etme yolunda beden meşgul olacağından zihinsel
desteği de bulamayacak böylece kendilerine hakim olmala
rı da daha kolay olacaktır.
Akılla tutkular arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. Tut
ku yapısı gereği kör olması nedeniyle akıl olmadan hiçbir
şey yapamaz ancak aklı dayanak olarak kullanınca tutku
en güçlü iradeleri bile yerle bir edebilecek güce ulaşabilir.
Bu yüzden akla mukayyet olmak gerek. Genel kural olarak
cinsel arzularla direkt baş etmeye çalışmak tehlikelidir zira
karşı koymak için bile olsa düşündükçe aklımıza gelmesi
bile onu güçlendirmeye yeter. Cesur olup kaçmak gerek.
Akıllıca savaşmamız lazım. Doğrudan savaşmak baştan kay
betmek demektir. Büyük başarılar için bir meseleyi sürekli
düşünmek gerekirken cinsel arzularla baş etmek için ise hiç
düşünmemek gerekir. Hatırlatıcı fikirler ile bağları kopar
mak şarttır. Akılda pusuda yatan düşünceleri uyandıracak
resimlerden kaçınmak lazım. Hatırlatıcı romanlardan,
hikayelerden, gazetelerden sakınmak gerekir. Diderot' nun
bir sayfasını okumak şiddetli afrodizyak bir ilaç almak gi
bidir. Cinsel içerikli resimlere bakmaktan sakınmalı çün
kü akıldan çıkarması oldukça zordur. Cinsel muhabbetler
edilen ortamlardan ve arkadaşlardan uzak durmak gerek.
Kendini kaptırmamak için tüm detaylarına kadar öngörü
lü
davranmalıyız. Şehvet başlangıçta henüz cılızdır, güçlü
5 1
Jules Payot
değildir. Başında akıllıca davranırsak kovabiliriz. Ama bı
rakır da resimlerin canlanmasına izin verir, paylaşır, zevk
alırsak geç kalmış oluruz.
İşte bu yüzden doğru çözüm akıllıca olmalı. Akıl sü
rekli meşgul edilirse cılız cinsel dürtüler örtbas edilmiş,
zayıf biçimde irademiz sınırında kalır. Kendine dayanak
bulamaz. Tekrar şans bulma ihtimali boş kalmamız du
rumunda mümkün olur. İşte bu yüzden tembellik ahlak..:
sızlıkların anasıdır. Akıl boş kaldığında hayaller işlemeye
başlar ve dürtüler yerleşir. Dikkat yoğunlaştıkça alevlendi
rir, güçlendirir. İçten içe cinsel dürtüler uyandıkça kabarır,
canlanır, aklı istila eder ve nihayet meydan hayvani duygu
lara kalır.
Aslında korkusuzca söylemek gerekirse tembel, hay
laz beyler akıllarını boş bırakmaları neticesinde heyecanlı
eğlenceye ihtiyaç duymaları sebebiyle de cinsel arzularının
kurbanı olacaklardır. Bu heyecanı, enerjiyi verimli ve sağ
lıklı olarak iş ortamına aktarmamaları durumunda feci son
kaçınılmaz olacaktır.
Bu nedenle sadece aklı meşgul etmek de yeterli de
ğildir. Aklın verimli bir şekilde işin mutluluğuyla meşgul
edilmesi gerek. Aklın dağınık bir şekilde işlerle meşgul ol
ması hiç keyifli olmayacaktır. Doğal olarak tepki verecek
ve sonuçta tembellik duyguları açığa vurulacaktır. Sadece
metotlu ve devamlı bir çalışma aklın güçlü ilgi duymasını
ve sürekli keyif almasını sağlayacaktır. Dağa tırmananların
zirveye yaklaşırken duydukları sevinç gibidir.
Canlılık ve mutluluk veren işimize bir de yukarıda
belirttiğimiz enerjik etkinliklerimizi de ekleyince geriye
52
İrade Terbiyesi
ergenlik dürtüleriyle baş etmek için belirlenecek hedefler
kalacaktır. On sekiz ila yirmi beşli yaşlarda doğaya, dağa,
ormana, denize, güzel olan şeylere, sanatlara, edebiyata, bi
lime, tarihe yönelmek yeterli olacaktır. Bunlara alıp başını
yeni yerler keşfetmeyi de ekleyebiliriz. Böyle bir seyahat
gence başarma duygusunu tattıracak, çok faydalı olacaktır.
Zihinsel ve duygusal anlamda ona çok büyük değerler ka
tacaktır. Başarısızlıklar ona tekrar çaba sarf etmeyi, zorluk
ların üzerine gitmeyi öğretecektir. Hayatta mutlak başarı
her zaman söz konu değilse de verilen mücadelenin sonun
da kalbin rahatlaması başarı adına kafidir.
III
Öğrencinin hayatında baş gösteren cinsel dürtüleri
iki türlü incelemeliyiz. Üniversite öğrencisi farklı bir şehir
de bulunması halinde ahlaki açıdan denetimsiz, vasat bir
ortamdadır. Özellikle birkaç büyük şehirde böyle. Ayrıca
birçoğu pozitif enerjilerini ve ruhlarını aşırılıklara kaçma
ları nedeniyle kaybederler. Kimse onları uyarmaz, yeni öz
gürlüklerini hazmedinceye kadar da zaman geçiverir. Boş
işlerle meşgul olmamaları gerektiğini kimse söylemez, çok
sonra zamanını haybeye harcadığını fark eder.
Restoran, bar arkadaşları ona akıl verecek durumda
değildir. Birçoğu metresleriyle yapmacık bir ilişki içinde
dir. Bunu kısmen gösteriş için yaparlar çünkü aslında ol
madıkları, özenilen sosyal çevreyi abartırlar ama pahalıya
mal olduğunu da fark ederler.
Akıllı ama kaba saba bayanların kaprislerini, saçmalık
larını, ruh hallerini, para harcama isteklerini tatmin etmek
zorundadırlar. Karşılığında ise fiziksel tatminden başka bir
53
Jules Payot
şey almayacaktır. Birçok genç bu tür ilişkileri sadece hava
atmak için, beraberinde dolaştırmak için yanlarında tutar
lar. Şayet sadece "alışveriş için" yanlarında dursalardı sekiz
gün dayanamazlardı.
1 6
Burada bakış açısında bir sorun var. Terazinin bir ta
rafına maddi zevkleri ve içi boş keyifleri koyalım, diğer
tarafına ise mahrum kalınan sabah çalışmaları yerine gün
içindeki rahatsızlıkları, fiziksel çöküntüyü ve diğer saçma
lıkları koyalım. Boşa geçen seyahatleri, harcanan paraları,
sonradan ödenmesi gereken faturaları, olgun yaşlar gelince
hissedilen pişmanlıkları, üzüntüleri, akıp giden zamanı dü
şünün.
Tek bir çözüm var, tehlikeden uzak durmak. Eğer bu
nun için çok geç ise kesinlikle ilişkiyi bitirip ortam değiş
tirmek, etkileyen arkadaşlardan uzaklaşmak, hatta ev de
ğiştirmek, mahalle değiştirmek gerekebilir. Kendimizle ters
düşen tüm yaşantılardan zihinsel olarak, sözel olarak, fiili
olarak uzak durmalı; bilhassa sınav öncesi "cezbedici zevk
lerden" uzak durmak şarttır.
On beş gün boyunca öğrenciden değerlendirme yap
masını isteyelim. Geçici hevesleri bir sütuna yazalım. Diğe
rine de bunların sebep olduğu sıkıntıları ve ruh halimizi. . .
Sonucu görünce çok şaşıracaksınız. Günlerin, haftaların,
hatta ayların nasıl boşa gittiğini kendi kendine fark edecek,
sözüm ona eğlendiğini sandığı zamanın aslında can sıkıntı
ları, iğrençliklerle dolu olduğunu görecektir.
1 6
Maxime du Camp, Edebi Metinler,
1
l.Bölüm: Alaca Karanlık,
Gece Tavsiyeleri, Hachette, 1 893.
54
İrade Terbiyesi
Yanılgı bilinçaltından kaynaklanır, telkin mekanizma
sı gerçekleri görmezden gelir ve yerine yalan yanlış şeyler
koyar. Bu uyduruk hevesler insanların bilinçaltında yatan
beklentileridir ve naif bir şekilde bunların olacağını zanne
deriz. Aslında bir saniye bile zihnimizde yeri olmaması la
zım. Hayal kurma gücümüz bu durumda o kadar büyüktür
ki gerçekleri görmemiz mümkün olmaz, kapsama alanının
dışında kalırız. Kadınlarla ilgili zevkler olunca bu uyduruk
durumlar gençte inanılmaz boyutlara ulaşabilir. Tekrar et
mek gerekirse kaprislerle dolu, donuk, boş beyinlerle geçiri
len tüm zamanlar israf olmakla birlikte ahlaksızca geçirilen
zamanın güzel geçtiği sanılır. Tekrar tekrar söylemekten go
cunmadan parayı, zamanı aptalca harcadığımızı ve ardın
dan da zihnin boşuna yorulduğunu bilelim. Kaçırdığımız
gerçek zevkleri, gezebileceğimiz müzeleri, okuduğumuzda
bize muhteşem fikirler katacak kitapları düşünelim; zekice
sohbetleri, arkadaşlarla güzelim yürüyüşleri unutmayalım.
Zevküsefayı takip edene düşense mutsuzluk, mutsuzlukla
rın da en acısı olsa gerek . . .
Tatilde gezip dolaşabileceğimiz Pireneler'deki, Alp
ler'deki, Bretagne'daki kaçırdığımız yürüyüşleri düşünün.
Birkaç geceliğine zamparalıkta harcanan parayla Hollanda,
Belçika, İtalya veya Ren Nehri boyunca bir tatil yapılabilir.
Yirmili yaşlarda yapılan bu seyahatlerin ilerleyen yaşlarda,
sıkıntılı günlerde ne denli güzel hatıralar olarak canlanaca
ğını bilmekte fayda var. Kaçırdıklarımızın arasına paha bi
çilmez, satın alınamayan güzel sanatları, seyahati vs. uzun
kış gecelerinin gerçek hayat dostları olan kitapları, heykel
leri, tabloları da ekleyelim.
55
Jules Payot
Kendini beğenmişlik, kendini gösterme peşinde olmak
eziklik göstergesidir. Çalışarak başarmanın verdiği onurun
yanına yaklaşamaz. Öğrencinin sözüm ona "eğlenceleri"
aslında son derece monoton, verimsiz, üstelik içi boş, ap
talca işlerden ibarettir.
iV
Fuhşun sebep olduğu sosyal sonuçlar içler acısıdır.
Ne kadar üzücü bir hayattır. Genç adam için sözüm ona
"pembe hayatı" onu ahlaki açıdan çöküntüye götürecektir;
büyük sağlık sorunları doğuracak, yıllar boyunca olumsuz
etkilerini maddi ve manevi görecektir. Aklı başında her
genç bu durumdan kurtulmak isteyecektir.
Cinsel dürtülerin sebep olduğu başkaca patolojik du
rumlar da var. Görünen o ki bunlar dejenerasyon kaynaklı
rahatsızlıklar ve tedavi edilmesi gerekir. Hiçbir bahane bu
çirkin alışkanlıkları örtmek için sebep olmaz. Böyle nevroz
durumlara yakalanan genç kendiyle baş başa kalır. Bu da
baş etmeyi zorlaştırır. Kolay değildir ama üstesinden gel
mek mümkündür. Burada yapılması gereken "hesaplar ara
sı" transfer yapıp bütçedeki fazla enerjiyi başka hesaba ak
tarmaktır. Tüm bunların sebebi aklın boşta kalmasıdır; aklı
meşgul etmek gerek. Halkın arasına karışarak veya işe kon
santre olarak enerjimizi başka yere yönlendirmemiz lazım.
Köpek havladığı zaman yaptığımız gibi, ne kadar ilgilenir
sek o kadar havlar. Tekrarlamak gerekirse ahlaksızlıkların
sebebi akıl aylak kaldığında dürtülerin gelip yerleşmesidir.
İlacı da bir kez daha metodu, verimli, mutlu, enerjik bir
hayat tarzı ve çalışmadır.
56
İkinci Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman:
Kötü Arkadaşlar
Çalışmayı tehdit eden büyük engeller hakkında söyle
yeceklerimiz bittiğine göre sıra ikincil derecede sorun teş
kil eden düşmanlarda. Doğal olarak seçtiğimiz arkadaşlara
dikkat etmeliyiz. Arkadaş dediğimiz figürün arkasında ge
leceğimizin en azılı düşmanı olabilir. Öncelikle maddi du
rumu iyi olan ailelerin çocukları gelecek kaygısı olmayışı ve
değerler eğitiminin eksikliğinden dolayı gençliklerini boşa
harcayıp sonra da yaş ilerledikçe çalışanların işiyle alay edip
küçümserler. Bunların dışında daha azılı bir grup daha
var ki kendileriyle kolejde karşılaşırız. Onlar daha baştan
yenilgiyi kabullenen, işten kaçan pesimisclerdir. Tüm ezik
karakterler gibi kıskanç, kendini beğenmiş ve haseccirler.
Bunlar kendi türlerinin enteresan bir koludur; sabırlıdırlar,
durumları süreklilik arz eder. Sanki umut kırmak için yara
tılmışlar; tüm anları depresyonla dolu gibidir. Eksiklikleri
belli bir süre sonra kendilerine büyük zararlar vermeye baş
lar. Eksikliklerinin farkında olduklarından başkalarının da
çalışmasına engel olurlar.
Bir diğer tür ise sadece tembeller ... Bara davet ederek
seni işinden alıkoyacak, tembelliğe teşvik edecektir. Fransız
öğrenciler gelenekleri gereği daha serbest olmaları nede
niyle Alman öğrencilerden farklı olarak alkol tüketmekte
daha rahattır. Özgür olmaları özgüven de getirir. Ancak
bu özgürlüğü abanırlar. Büyük bir şehirde yalnız kalmaları
57
Jules Payot
durumunda bağımlılıklarını yanlarında götürürler. Yirmili
yaşlarda kendini beğenmiş tiplerin düşüncelerine uymaya
kalkarlar. Yani içi boş ama kanaat lideri olan arkadaşlara
uyum sağlamak zorundadır. Bunların güçsüz karakterleri
de etkileme gibi bir özellikleri vardır. Yanlarına gelenlerin
hayatlarını etkilerler. Otoritelerinin gücü kendilerine körü
körüne uyan öğrencilerden gelir ve gün geçtikçe güçlerine
güç katarlar. Onların da hayatlarını, akıl sağlıklarını tüke
tirler. Köle gibi peşinden gidip taklit edenler olur. Chester
fıeld 17 "Sadece kendi başlarına kalsalar, bu kadar ahlaksızlı
ğa yeltenmezlerdi" diye düşünür. Aynı şekilde bu gençlerin
mutlulukları içi boş bir parıldamadır. Tıpkı karanlıkta belli
belirsiz yanan çürük odun gibi olduğunu söyler aynı yazar.
Kendine gerçekten hakim olan genç bu arkadaşların fikirle
rinin, önerilerinin eziyet ve tehlike içerdiğini bilir. Kibarca
ama kararlı bir şekilde arkadaşlarının taleplerini reddeder.
Aklı başında genç, arkadaşlarının düştüğü komik durumla
ra düşmez ve onların çalışmayla ilgili yerici, saçma muhab
betlerine izin vermez. Çünkü birçoğunun kendi hayatını
bile şekillendiremediğini ve tıpkı cansız bir oyuncak gibi
girdabın içinde olduklarını bilir. Onlarla konuşurken ruh
sağlığı doktorunun aklı yerinde olmayan hastasını dinle
diği zaman söylenene çok fazla inanmaması gibi dinleme
lidir. Ne yani bana karşı ön yargıları olacak diye, onların
sevgisini ve hayranlığını kazanacağım diye verimli çalışma
mutluluğuna, sağlığıma, özgürlüğüme mi değişeceğim on
ları! Mutluluklarının yorgunluktan, kuru gürültüden iba
ret olduğunu biliyorken onların saçmalıklarına mı katıla
yım? Konuşmaların kendilerini haklı çıkarmaya varacağını
17
Philip Stanhope, Chesterfield Lordu'nun Oğluna Mektupları,
Eylül-Ekim Mektupları, 1748.
58
İrade Terbiyesi
bildiğim için onların muhabbetlerine asla girmem, boyun
eğmem. Yalnızlığı bin kere tercih ederim. Yığınlardan ka
çıp sakin, temiz, nezih bir ortam oluşturmayı tercih ede
rim. Hatta bana bir şeyler katacak öğretmenlere yaptığım
çalışmaları göstermekte, hedeflerimden bahsetmekte, akıl
hocası olmalarını sağlamakta fayda var. Barda, kafede takıl
mak yerine müzelerle, gezintilerle veya faydası olacak bir
kaç gerçek arkadaş sohbetleriyle ilgilenmek gerek.
Öğrencinin arkadaş gruplarına karşı tavrı sempatik,
sevecen olmalı. Onlar yurtta kalıp çalışmak yerine kafelere
takılsınlar. Vasat ortamlarda kalacakları kesin. Daha iyi or
tamlara da takılabilirler. Aslında kafeye takılmaktan daha
büyük tehlike küçük alışkanlıkların köklerini içimize salıp
faaliyetlerimizi istila etmesi. Tıpkı Gulliver'in Lilliputlular
tarafından yere minik kazıklarla çakılması gibi . . . Öğren
ci arkadaşlarına uyarak yavaş yavaş onlara bulaşırsa onlara
dahil olmanın bedeli de temiz hava yerine sigaralı ortamlar
ve atalet olur.
Diğer bir tehlike ise dikkatin dağılmasına ve gücün
tükenmesine neden olan gazete ve dergi yığınlarıdır. Zi
hin tıpkı dışarıdan alınan uyarıcılar gibi bir akut uyarı alır.
Ama bu iki kat daha zararlıdır. Çünkü uyarıcı olarak başlı
başına zaten zararlıdır; ayrıca işe yaramaz olması nedeniyle
ikinci defa zararlıdır. Gazeteleri okuduktan sonra sinirlen
meyen var mıdır? Ayrıca gazeteleri okuduktan sonra ya
şanan zihinsel yorgunluğu verimli ve ciddi bir çalışmayla
karşılaştırınca gereksiz bir yorgunluk olduğu aşikardır.
Kendinize hakim olmak kaydıyla, alışkanlık haline
gelmemesi, aklı meşgul etmemesi kaydıyla öğrenci evinde
59
Jules Payot
faydalı eğlenceler, öğütleyici muhabbetler yapılabilir. Ter
cih edeceği bir arkadaş çevresiyle olmasına özellikle özen
göstermek gerekir. Önemli eserlere ulaşımı kolaylaştıran
matbaanın akıllı zekaların kendilerini bulmasını sağladığı
gibi arkadaş çevreleri de kişiyi yanlış tercihlerden alıkoyan
birer karakter olabilir. Kendince onlar arasından gönlüne
göre arkadaş seçimi sağlanır. Bu arkadaş grupları olmasay
dı arkadaş tercihi şansa bağlı kalırdı. Öğrenci toplulukları
yüksek karakterlerin ve şahsiyetlerin buluşmaları nedeniyle
benzerlikler ya da zıtlıklar oluşturur. Bu da daha sonra ele
alacağımız üzere öğrencinin eğitiminde önem arz eder.
Öğrencinin sosyeteye takılması kolay olmamakla bir
likte bunun tek faydası ayrıcalıklı hissettirmesidir. "Sosye
te" diye ifade ettiğimiz şey, özellikle taşrada ne akıllı ne de
karakter sahibi insanların oluşturduğu bir sosyete değildir.
Ahlak yerle birse, kendini beğenmişlik kol gezer, para da
her şeyi mümkün kılar. Din gibi paraya tapılırsa öğrenci
buradan kendine ancak vasatın altında pay çıkarabilir. Bu
rada kanaatkar olunmasını bekleyemeyiz. Aklın, karakterin
üstün tutulduğu bir ortam olmadığı kesin. Böyle bir sos
yetik, kültür eksikliği nedeniyle son derece ön yargılıdır.
Aptallık bulaşıcı olduğu için de gencin bundan etkilenmesi
uzun sürmeyecek, aklı karışacak ve daha da kötüsü acıma
ve adanmışlık duygusu ile hakkaniyeti körelecektir. Bu çev
re onu kariyer planlarından alıkoyacaktır. Yaşama nedenle
rinden alıkoyarak heyecanını yitirmesine neden olacaktır.
Onlardan biri olunca Marivaux'nun dediği gibi "sadece
seyreden, dinleyen ama asla düşünmeyen" tıpkı pencere
sinden dışarı bakan biri gibi olacaktır. İlgisizlik, gelecek
kaygısının olmaması genci hayattan koparacak, benliğini
60
yitirecek; oldukça can sıkıcı, monoton, isteksiz ve yorucu
bir hayata savrulacaktır.
Konuşulanlar zekice ve eğitsel olmadığından muhab
betler sarmayacak, genç kendini böyle bir ortamda yalnız
hissedecektir. Sadece zaman yönünden değil, ahlaki açıdan
da kaybetmeye başlayacaktır.
6 1
Üçüncü Bölüm
Mücadele Edilecek Düşman:
Tembellik Bahaneleri
Tembellik tüm keyifler gibi kendini meşrulaştırmak
için aklın onayını ister. Birçok insanın bu eğilimleriyle baş
etme isteği olmadığından sadık bahanelerimiz, deyimleri
miz destek çıkmaya hatta tembelliği yüceltmeye kalkışır.
Kitapta ele aldığımız ve "karakterin doğuştan değişti
rilemez olduğu" tezini sonsuza dek çürüttüğümüzü düşü
nüyorum. Bu naif teoride kelimelerin insanı ikna etmedeki
gücünden bahsettik. Üzerinde daha fazla durmaya gerek
yoktur sanırım. Ancak bu tezin ürkekliğimize, tembelliği
mize yaptığı katkıyı hatırlatmakta fayda var. Bu katkının
gücü kendimizi geliştirme yolunda verdiğimiz mücadele
nin uzunluğundan kaynaklanan sinir harbinden geliyor
olabilir.
Bu teori tembellerin kendilerine destek olsun diye uy
durdukları deyimlere benziyor. Eski bir hikayede "şeytan,
ikna edebilmek için farklı yöntemler geliştirir " der. Tem
beller için çok fazla yönteme gerek yok. Acımasız şeyta
nın, oltasının ucuna taktığı yemin büyüklüğüne göre her
seferinde yeme atlayan olacaktır. Bu durumda savunmasız
zaaf kendini aklamak için aldatıcı bile olsa öneriyi kabul
lenmekte zorlanmayacaktır.
62
İrade Terbiyesi
Üniversite öğrencilerinin genel bir şikayeti var. Özel
likle maddi destek sağlaması amacıyla özel ders veren, etüt
hocalığı yapan gençler zamanın yetmediğinden şikayet
ederler. Oysaki zaman daha önce söylediğimiz üzere plan
lı kullanılması durumunda yetecektir. Zihinsel anlamda
günde birkaç saat tekrar yeter. Bu tekrarlara notları temi
ze çekme, malzeme hazırlama, düzenleme, boşu boşuna
kaybedilen zamanların da eklendiğini düşününce yeterin
ce zaman kalacağına emin olabilirsiniz. Ayrıca avukatlık,
doktorluk, öğretim görevliliği gibi özünde rutin olmaktan
uzak meslekler bile daha önce de söylediğimiz gibi zihin
olarak rutine bağlarlar. Birkaç yıl sonra öğretmen dersle
rini ezberlemiştir; avukat ve doktor istisnai birkaç durum
haricinde özel durumla karşılaşmaz. Böylece en üst düzey
görevlerde bulunan meslek erbabının bile belli bir süreden
sonra farkına varmadan, kullanılmaya kullanılmaya üstün
yeteneklerinin paslanmaya başladığı, sorumlu oldukları
alanların dışına çıkamadıkları görülmektedir. Öğretim gö
revlisinin yorgunluğu zihinsel bir yorgunluk değildir. Aşırı
konuşmaktan kaynaklanan birtakım sınırlı kasların verdiği
yorgunluktur. Bu sınırlı kas yorgunluğu genel bir yorgun
luğa sirayet eder, zihinsel aktiviteye engel bir durum asla
değildir.
İşin gerçeği, sorgulandığında birçoğu çalışmak için üç
dört saat zamanlarının olduğunu kabul ederler ama bu iş
için en
az
altı saate ihtiyaçları olduğunu ifade ederler. Bu
yüzden hiçbir şey yapmama gerek yok diye düşünürler.
Ben de size o zaman günde sadece üç saat çalışın diyorum.
Bakın göreceksiniz; günde üç saat çalışmayla altı ay sonraki
verim mi yoksa günde altı saat çalışmayla üç ay sonraki
verimi mi daha faydalı olur? İş miktarı aynı ama sonucun
63
Jules Payot
farklı olacağı kesin. Gottfried Leibniz'in dediği gibi "bey
nimi parlatacağım diye ne kadar aşırı çalışırsanız, o kadar
köreltirsiniz."
Başka bir tembel türü ise zamanın sorun olmadığını
kabul eder. İsteksiz olunca işe başlamaya gerek olmadığını
söyler. Akıl yoğun ve yorgunken iş verimsiz olacağından işe
koyulmaz. "İşe koyulmanın" çok fazla zaman almasından
dolayı kendilerine zaman kalmadığından şikayetçi olurlar.
Uyku derin olsa bile on beş dakikalık çabayla "işe ko
yulma" havasına girmek her zaman mümkündür. Sabahın
uykulu hallerinden kurtulup çalışmaya koyulan, en azın
dan akşam çok kötü bir gece geçirmemişse çalışmasından
verim alamayan öğrenci hiç görmedim. Zihin çabuk açılır,
uyuşukluk aslında istektedir, zihinde değil.
il
Tembelin tüm bahanelerini sıralamak mümkün değil
dir. Ancak özellikle çalışmak zorunda olan üniversite öğ
rencilerine adanmış bir kitapta en belirgin bahanelerinden
bahsetmekte fayda var.
İş imkanları açısından gözde üniversitelere gitmeden
özellikle büyük şehirlerde iş bulunamayacağı iddia edilerek
çalışan öğrencinin hevesi kırılır. Fransa'da sadece Paris'te iş
var denir. Özellikle tecrübeli insanların buna benzer ifade
leri çok acıdır.
Bu ifadelerde çok küçük de olsa bir gerçeklik payı var
ancak kim söylerse söylesin bu iddia yanlışlıklarla doludur.
Çünkü şu gerçekler de yok değil; birçok büyük düşünür,
fikirlerini yalnız oluşturmuştur. Bunlar arasında Descartes,
64
İrade Terbiyesi
Spinoza, Kant, Rousseau, Darwin, Stuart-Mill, Renouvier,
Spencer ve Tolstoy'u sayabiliriz.
İşin gerçeği Paris'te yaşamak, zihni çalışmayı gerçekleş
tirmek için olmazsa olmaz bir durum değildir. Şu bir ger
çek ki mesleki açıdan becerilerinizi ortaya koyarak tatmin
olmak sadece Paris'te mümkündür. Merkezileşme politi
kaları yüzünden tüm dikkatler Paris' e çevrilmiş durumda.
Ama kişinin becerisi Paris'in bu ayrıcalığıyla bağlı değildir.
Ek olarak tıpkı bir katilin tanınmış olması gibi, bir
yazarın yüz yıllarca eserleriyle bilinmesi gibi Paris de büyük
şöhretler çıkarmanın mekanı olmakla birlikte bu meşhur
çalışmaların oluşumu için olmazsa olmaz değildir.
Fizikçiler, psikofizikçiler için laboratuvar açısından
Paris mecburiymiş gibi bir düşünce hakim. Ancak bu doğ
ru olsaydı, üniversiteler veya fakülteler fiziki imkanları
oranında başarılı olurdu. Oysa imkanları yeterli olmayan
üniversiteler Alman doğa bilimci Ernst Haeckel tarafından
ortaya atılan "üniversitelerin bilimsel buluşları büyüklük
leriyle ters orantılıdır" kuramına yeni bir bakış kazandıra
caktır. Bilimde diğer alanlarda olduğu gibi açık fikirlilikle,
inisiyatifle, araştırma ruhuyla, küçük bütçelerle büyük işler
yaratmak mümkün. Diğer yandan muhteşem laboratu
varlarda uyuşuk beyinle verimsiz de kalabilirsiniz. Önemli
olan, büyük işler başarma heyecanına sahip olmaktır. La
boratuvar sadece var olan fikirlerin kontrolü için gereklidir,
bu fikirleri elinizdeki malzemeler ortaya çıkarmaz.
Bilim dışında tarihin de nerede bulunursa bulunsun
materyale ihtiyacı vardır ama felsefe, edebiyat, tarih fel
sefesi ve bilim alanlarından matematik, botanik, zooloji,
65
tabiat kimyası, jeoloji gibi alanları icra etmek için büyük
şehirde yaşamaya gerek var mı? Beceri, materyaller arasın
dan doğru olanı tercih etmeyi gerektiriyor olabilir ancak
yaratıcı insanın farkı toplanan verileri bilgiye dönüştürme
ve hayata tatbik etme çabasında belli olur. Bu da kütüpha
nede zaman harcadıktan sonra konular üzerine odaklanıp,
düşünmekle mümkündür.
Koca kütüphaneler bile buna yetmez. Bizi ilgilendiren
olaylara ilişkin atalarımızın söyledikleriyle yetinerek kendi
kendimize düşünmekten vazgeçtik. Hiçbir şey zihinsel et
kinliğin zayıflamasından daha hızlı güç kaybetmez; biz de
kendimiz çaba gösterip araştırmak yerine hazıra konmayı
tercih ederiz. Bu sebeple neredeyse her zaman yaratıcı fikir
ler üretebilmek, yaşadığımız yerin zenginliğiyle ters orantı
lıdır. İşte bu yüzden hafıza kapasitesi yüksek olan gençlerin
başarı oranı hafızası zayıf olanlara nazaran daha düşük olur.
Kısıtlı hafızası olan imkanlarını verimli kullanmaya çalışa
caktır. Daha fazla tekrar edeceği için bilginin daha kalıcı ol
masını sağlayacaktır. Ayrıca kazaya uğramamak için sadece
olması gerekli bilgileri seçecektir. Temel ihtiyaç olan bilgi
lerin kendi içinde organizesi de daha kolay olacaktır. Bunu
dağınık ve kalabalık bir askeri birlik yerine tam teçhizatlı
elit bir askeri birliğin durumuna benzetebiliriz. Büyük kü
tüphanelere ulaşımı olmayan sadece ihtiyacı olan kitapları
tutacak, onları okuyacak, düşünecek, eleştirecek, eksikleri
ni daha iyi görecektir. Ve bunları tek başına yapıyor olması
da zihinsel anlamda büyük bir nimet.
Bunun için sakin bir çalışma ortamı şart ve bu yer Pa
ris olamaz. Kasaba sakin olmanın yanı sıra temiz ve sağlıklı
bir ortam sağlayacaktır. Evin penceresinden bakınca fabri-
ka ve ev bacalarının gökyüzüne uzandığı bir ortamda insa
nın sağlığı da çalışma şevki de zarar görür. Üstelik Paris'te
ancak büyük şehirlerde görülen huzursuz bir koşuşturma
olur. Etrafınızda kaynayan bir şeyler varmış hissi insanı ila
veten olumsuz etkiler. Gün geçtikçe bu karmaşanın içinde
kendinizi kaybedersiniz.
Küçük şeyler bile sürekli dikkatinizi dağıtacaktır.
Moda olduğu için bu ortamlardan kendimizi alıkoyama
yız. Sağlıksız iş ortamını da eklersek bu durum daha da
çekilmez bir hil alır. Zihnen çalışanların bulundukları or
tamdan ne kadar etkilendiklerine ilişkin Huret'in edebi
gelişim18 üzerine yayımlanan eserinin okunmasını tavsiye
ederim. Stresli, kalabalık ortamlarda gençlerin dip dibe ya
şamalarından dolayı mutsuzluklarına şahit oluruz. Ayrıca
tarlalardan, ağaçlardan uzakta, bir binanın daracık bir dai
resinde oturmanın gence ne katacağından çok şüpheliyim.
Kimse gelip de bize Paris yaşantısından bahsetmesin
çünkü çok iyi bilirim. Ücra bir kasabada çağın en ileri ge
len kişileriyle iletişim kurmak mümkündür. Onların ki
taplarını almam yeterli olacaktır. En değerli bilgilerini ki
taplarına koyarlar ve toplum içinde çalıştıkları konulardan
bahsetmeyi pek sevmezler. Şehir hayatı ise onlar için bir
kaçamak olabilir. Gençlerin bu kişilerle münasebetlerinden
elde edecekleri yarar zayıf olabilecekken eserlerini okuya
rak fayda sağlamaları daha mümkündür. Bu tür ilişkilerin
yetenekli ve azimli gençlere en büyük faydası başarılı bir
çalışmanın neticesini canlı canlı görüyor olmaktır. Bundan
yararlanabilenlerin ise azınlık olduğunu söylemek gerekir.
18
Jules Huret, Edebi Gelişim Araştırması, Hachette, 1891.
67
Jules Payot
Paris'te yaşamanın küçümsenemeyecek tek avantajı şe
hirdeki güzel sanatlardır. Müzik, resim, heykel, hitabet gibi
sanatsal etkinlikler birçok taşra şehrinde eksik olabilir ancak
oralarda da zihni çalışma imkanı açısından sayısız fırsatlar
sunulur. Zaten taşralı olmak köyde, kasabada oturmak an
lamına gelmez. Paris'te yaşayıp taşralı olabilirsiniz. Manası
da yüksek zevklerden uzak olmaktır. Taşralı olmak anlam
itibarıyla boş dedikodularla ilgilenmek, sadece yemek, iç
mek, yatmak, para kazanmak gibi şeylerle meşgul olmaktır.
Sigara içmekten başka zevki olmayan, iskambil oynayan,
kendi akıl seviyesindeki insanlarla oturup kaba saba espriler
yaparak gülen kişiyi kast eder. Ancak doğa sevgisi olan, bü
yük düşünürlerin eserlerini okuyan genç, sırf taşrada bulun
makla bu sıfatların hiçbirini hak etmediğini bilir.
Büyük şehirlerden uzaklaşmak için daha hangi nedeni
sayalım? Bazı yazarlar küçük şehirleri manastıra benzetir
ler. Doğrusu sükunet, sakinlik açısından benzerdir. Sürekli
çevreden etkilenmeden düşüncelerimizi olgunlaştırabiliriz.
Kafanız rahat olur, iç dünyanızda yaşarsınız. Düşünmek
ten mutlu olursunuz. Sükunet içindeyken en derinlerdeki
düşüncelere ulaşmak mümkün olur. Fikirlerimiz git gide
gelişir, olgunlaşır ve amaçlarına göre netleşir. Hatıralarımız
yeniden canlanır. Şehirde yavaşlayan, ket vurulan beyin bu
rada kendine gelir, hızına kavuşur. Geceleyin günün yor
gunluğunu atar, ertesi güne zinde başlarız. Ormanda temiz
havayı teneffüs etmek bu mutlu anların sonsuza dek hafıza
da kalmasını sağlar. Stres ve telaş yokken en derin fikirleri
yüzeye çıkarmak kolaylaşır. Yürümeden kaynaklanan kalp
hızının beyne sağladığı oksijen dolu kanla masada pinek
lemeden ormanda, arazide hafıza çalışmaları yapılabilir. Bu
huzurlu anlarda beyne kazınan bilgi kalıcı olur mu? Hem de
68
İrade Terbiyesi
nasıl! Düşünmek daha kolay gelir. Fikirler adeta beyne ko
şar ve keyifle zihinde yer eder. Çalışma masasına aklımızda
net bir planla, bol fikirlerle oturur ve de en önemlisi sağlıklı
bir ortamda temiz havada kalmış oluruz.
Israr etmenin bir anlamı yok. Yetenek dışarıdan, tepe
den inen bir şey değildir. Gelişim de dışarıdan içeriye doğru
değil içeriden dışarıya doğru olur. Dış etkenler sadece bir
aksesuardır. Belki de tahminimizden daha
az
yardımcı veya
engel olur. Bu yüzden Paris'te oturan öğrenci, oturmayan
öğrenci diye ayırmak yanlıştır. Yalnızca iki büyük katego
riden bahsedebiliriz; istekli, ciddi şekilde harekete geçenler
ve zayıf iradeli, harekete bir türlü geçemeyenler. İlk grupta
olanlar ortam ve imkanlar ne olursa olsun kısıtlı imkanla
bile harikalar yaratır ve genellikle imkanı da istekleriyle
oluştururlar. İkinci grupta olanların da kitaplarla dolu kü
tüphaneleri, malzemeyle dolu laboratuvarları olsun hiçbir
şey yapmazlar.
Bu bahsin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Dürtüleri
mizin irademiz üzerindeki etkisini görmek adına detayıyla
incelememiz önemliydi. Sebepleri ve çözümlerini inceledik,
daha sonra gencin naifçe zevklerinden kaynaklanan zararları
yok etmek zorunda kaldık. Hoş olmasa da cinsellik kavra
mını incelemek ve farklı çözüm önerileri üzerinde durmak
zorunda kaldık. Akabinde çalışmayı reddeden tembelin ön
yargıları ve bahanelerinin neler olduğunu ve bunlardan kur
tulma yollarını inceledik. Şimdi de sıra tersini yapmakta.
Yani inşa etmek. .. Yıkıcı örneklerin verdiği zararları herkes
kendine düşen kısmıyla dikkatlice inceledikten sonra irade
mizi güçlendirecek önerileri inşa etmeye başlayacağız.
69
Dördüncü Bölüm
Çahşmanm Verdiği Mutluluk
Zamanın çabucak geçtiği duygusu ne acı bir duygudur.
Saatlerin, günlerin, yılların aktığını hissederiz. Bu hareketin
bizi yavaş yavaş ölüme götürdüğünü düşünürüz. Vaktini boş
işlerle harcayanlar yaş kemale erip de geriye baktıklarında ar
kalarında herhangi bir eser bırakmadıklarını görünce garip
olurlar. Yıllar verimsizce geçmiş gibidir. Hayatın boşa gittiği
düşünceye yerleşir, geçmiş nafile bir rüya gibi görünür.
Ayrıca yavaş yavaş hayattan bir beklentiniz kalmadığın
da, hayat koşulları gücünüzün limitlerini wrlamaya, günlük
hayat monotonlaşmaya başlayınca gelecek daha da hızlan
maya başlar ve geçmişin bir rüya olduğunu içten içe düşü
nür insan. Daha da acısı bugün de anlamını yitirmeye başlar.
İnsan doğasındaki tembelliğin önüne geçemeyenler, kendi
lerini sosyal hayatın, gidişatın akışına bırakanlar çaresizlik
duygusuna batar. İstemeye istemeye hızlı trene konulmuş,
gönderilmeye mecbur tutsak gibidirler.
İtibar da elden gider ama karşı koyamaz. En azından
mevcudu korumaya çalışır, gelecekle kendini avutmaya çalı
şır. Ancak geçmişle yüzleşmediği sürece bunu da başaramaya
caktır. Hayattan gelip geçerken herhangi bir iz bırakmayan
ların, varlığın bir anlamı olmadığı gerçeğini göremedikleri
sürece işleri wrdur. Bu duygunun tembeller, dünyevi insan
lar, zamanını boşa geçirip herhangi elle tutulur bir eser bı
rakmayanlar için kaçınılmaz bir durum olduğu bellidir.
70
irade Terbiyesi
Bu yıkıcı duygudan kurtulmanın yolu ancak devam
lı bir çabayla yavaş yavaş gerçekleştirilebilecek bir gayeye
bağlanmak ve fikirlerini oluşturmaktan geçiyor. Aksi halde
hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalırız. Çiftçinin ektiğini
biçmesi gibi yazar da işinde zirveye ulaştığında toplumun
saygısını kazanmak suretiyle eserlerinin neticesini alır. Her
yeni gün yazara emeğinin karşılığını sunar. Hayatı verdiği
eserle şekillenir, hayatı somut olarak esere dönüşür. Böylece
çalışan insanın yaşamı tembelinkinden bariz bir şekilde fark
lıdır diyebiliriz.
Günlük tembelliğimiz bizi yaşama hevesimizden uzak
laştırır; yerine içi boş ve değersiz hayaller koyar. Sadece dü
zen, sükunet ve verimli çalışmakla hayat gerçek mutluluğuna
kavuşur. "Yaşadığımı hissediyorum" diye tabir edilen duygu
yu
sadece çalışmayı alışkanlık haline getirerek elde edebiliriz.
Bu ise çalışma isteğini dörde katlar ve tembel bundan haber
dar değildir.
Ayrıca, şayet zihnen çalışanların hayatında kendilerine
ayırdıkları eğlenceli vakitler ve faal bir hayatın verdiği mut
luluk olmasaydı tembel olmaktan başka bir seçenekleri ol
mazdı. İşte bu yüzden zihnen çalışanların kargaşadan, can
sıkıcı çalışma ortamından, endişelerden kolaylıkla çıkabil
mesi, diğer mesleki alanlar tarafından kıskançlıkla karşılanır.
Pascal; "Maer' e yaptığım seyahat nedeniyle sağlık so
runları yaşadım, bu nedenle inanılmaz tembellik yaptım.
Bunun bir insanda kabullenemeyeceğim ender özelliklerden
biri olduğunu öğrendim. " "Bir asker veya çiftçi hayat koşul
larından şikayet ederse onu işsiz bırakın"19 diyor.
19
Darwin gazetesi, Ağustos
1839.
7 1
Jules Payot
Doğrusu tembel, bir "hotontimorümenos" yani kendi
kendisinin celladıdır. Tembellik insanın kendi kendisine,
bedenine, aklına verebileceği bir eziyettir. Bu ağır ve acı
eziyet özellikle kısa zamanda zengin olup çalışmak zorunda
olmayanlarda baş gösterir. Bunalıma girer, sıkıntılarını her
yere götürür, problemlerini cinsellikle çözmeye kalkışır, çö
zümü yanlış yolda aradığından dolayı sorun daha da büyür.
Tamamıyla tembel olan çok azdır. Bir atasözü der ki:
"şeytan tembellerden beslenir". Meşguliyeti olmayan be
yin kısa zaman sonra gereksiz şeylerle ilgilenmeye başlar.
Hiçbir şey yapmayan kişi sıkıntılarını tekrar tekrar çiğni
yor gibidir. Bu geviş getirme, beyni beslemediği gibi onu
bitirir de. Doğru şekilde kanalize edilmeyen enerji faydalı
amaçlar uğruna harcanmadığı, verimli kullanılmadığı tak
dirde kötü niyetli hislerimizin kurbanı olur. Belli belirsiz
kişilik sorunlarımız ortaya çıkar. Günlerimiz, uykularımız
zehirlenmeye başlar. Yakından bakacak olursak Lort hayatı
görüldüğü gibi istenilecek bir hayat değildir. Zevkler bile
eziyete dönüşür çünkü hareketsiz bir yaşam keyif vermez.
Gerçek zevk çabada gizlidir. Tembellik bedene de sirayet
eder, ilişkilerimizi, beslenme düzenimizi dolayısıyla sağlı
ğımızı etkiler. Akıl ise durağanlaşır, boş ve yorucu işlerle
meşgul olur. Halk arasında söylendiği gibi kafayı yemeye
başlar. Azme gelince; tembel insanda ne denli eksik oldu
ğunu söylemeye gerek yok. Her çaba eziyete döner, o kadar
ki alakasız yerleri ağrır. Onun için ne zor iştir çalışmak!
Devamlılık, süreklilik gerektiren çalışma irade terbiyesi
için çok değerlidir. Tüm meslekleri ama özellikle zihnen
çalışmayı gerektiren iş alanlarını ilgilendirir. Çünkü beden
sel çalışma alanlarında zihin başka şeyleri düşünmeye izin
72
İrade Terbiyesi
verir. Aksine zihinsel iş alanlarında dikkat ve duyguların
tamamıyla kontrolü gerekir.
Akıl üzerinde diktatör gibi etkisi olan bu irade gücü,
sıkı bir şekilde takip edilip yorulmazsa, yönlendirilip sa
atlerce meşgul edilmezse, çalışma isteğini ve kendi kont
rolümüzü kaybederiz. Mutluluğun sırrı aklı ve duyguları
yönetebilmekten geçtiğine göre mutluluğun felsefe taşını
keşfetmiş oluyoruz.
Çalışma kelimesine, eziyet, yorgunluk, acı gibi ifadele
rin yakıştırılması son derece üzücüdür. Psikolojide basit bir
kuram der ki; aşırıya kaçılmadığı takdirde tüm çalışmalar
mutluluk verir.
Montaigne erdem konusunda şu yorumu yapıyor:
"Erdemin en belirgin göstergesi sürekli olmasıdır. Daima
huzurlu ve sakindir. Erdem ulaşılmaz Kafdağı'nın tepesin
de değildir. Yaklaşan tutar, tıpkı verimli güzel kırlardaki
çiçekler gibidir. . . Ulaşan için yol çiçekli, gölgeliktir. Yüce
erdemden uzak olanlar içinse ulaşılamaz, korkutucu, tehli
keli yollardan geçilen, kayalıkların arkasında bir yerdeymiş
gibi bir resim çizilidir. İnsanların korktuğu bir hayalettir."20
Montaigne erdemle ilgili söylediklerini zihinsel çalışmay
la ilgili de söyleyebilirdi. Gençleri zihni çalışma hakkında
bilgilendirirken benzer şekilde "bunun tıpkı verimli güzel
kırlardaki çiçekler gibi" olduğunu söylemek gerekir. Çalış
manın verdiği mutluluk basit bir mutluluk değildir. Ça
lışmak sadece hayatın tadını kaybetmesine, ulaşılamaz bir
hayal olmasına mani olmakla kalmaz aynı zamanda aklın
20
Michel de Montaigne, Denemeler
1,
XXV, 1 580.
73
Jules Payot
saçma işlere kapılmasına da engel olur, varlığıyla mutlulu
ğun kaynağı olur. Varlığıyla hantallıktan kurtarır. Sağlam
adımlarla, yüksek, asil bir çevreye girmemizi sağlar. Çıkar
larımızı korumamızı sağlar. Tembel insan yaşam kaynağı
olarak düşük seviyeli bir gruba ihtiyaç duyarken çalışkan
olan kendi kendine yeter. Tembel, varlığını sürdürmek için
başkalarına ihtiyaç duyacağından "çalışmak özgürlüktür"
deyimini doğrularcasına bağımlı kalmasına sebep olacak
bin bir çeşit hizmet vermek zorundadır.
Yunan filozof Epiktetos olayları ikiye ayırır. Bizden
kaynaklananlar ve bizden kaynaklanmayanlar. Bizden kay
naklanmayanların da acılarımızdan, hayal kırıklıklarımız
dan kaynaklandığını söyler. Tembelin mutluluğu sadece
başkalarına bağlıyken, çalışmaya alışık olan işiyle meşgul
olarak mutlu olur.
Üstelik günler birbirini takip ederken tembel boş ge
çen günleri sayar, çalışkan ise başarılarını pekiştirir. Her
geçen hafta değerlendirmelerinin sonucunda becerilerinin
geliştiğini fark eder. Bu düzenli yükseliş gün geçtikçe onu
zihinsel anlamda ileriye götürür. Ahlaki olgunluk sonrası
beyin hiç olmadığı kadar parıldarken tembel gün geçtikçe
daha da geriler. Akıllı etrafındakilere karşı otoritesini güç
lendirir.
Daha sonra ne olur? Yaş ilerledikçe anlamsız zevkler
den uzaklaşırken, tamamıyla egoist tatminler geride kalır
ken, kültürel anlamda kendisini geliştirdiği hayatın gerçek
mutlulukları kalır. Yıllar ilerledikçe bu mutluluk kaynağı
tükenmez. Bilime, edebiyata, doğaya, hümanizme olan il
gisi azalmaz.
74
İrade Terbiyesi
Quinet'in dediği gibi: "Yaşlılık geldiğinde insanların
bahsettiğinden daha sempatik buldum. Gençliğimden
daha huzurlu, daha rahat. . . Oysaki bana bahsedilen karan
lık, soğuk, dar, karamsar bir yaşlılık idi. Ben ise hiç olma
dığım kadar geniş ufuklara sahip oldum. Her şey gözümde
daha net. . . Hiçbir şeye değişmem bugünümü."21
Zihnen çalışan insanın genelde mesut bir hayatı var
dır. Çünkü gerçek mutluluklardan yoksun değildir. Hayatı
mutlu kılan budur. Tembelin sandığı "hayat bir hayalden
ibarettir" fikrini aklımızdan kovar. Dış etkenlerin bizi oya
lamasından alıkoyar. Aklın fuzuli işlerle meşgul olmasına
izin vermez. Çalışmanın dolaylı faydaları da vardır. Kalıcı
huzur, elit insanlık sitesinde şaşalı bir hayat, saygılı, mutlu
bir yaşlılık dönemi sunar. Ruhun ve iç huzurun dışında
çevremize karşı otorite kurmamızı sağlayan düzgün bir
benlik ve başarı duygusu verir. Bu huzuru lüks hayatına,
malına, şanına, gücüne rağmen bulamayanlar var. Çalışkan
insan bunu çok doğal bir şekilde, çalışmanın ürünü olarak
elde eder.
Buraya kadar içimizdeki kaynaklar üzerinde durduk.
Bundan sonra da genel olarak dış ortamlara göz atacağız,
irade terbiyesini güçlendirecek yardımları yakından ince
leyeceğiz.
21
Yeni Düşünce, Yedinci Bölüm.
75
ÜÇÜNCÜ KİTAP
ÇE VRENİN ÖNEMİ
Birinci Bölüm
Toplumsal Destek ve Öğretim Görevlileri
İrade terbiyesi konusunda incelediğimiz iç kaynakla
rın yanı sıra toplum desteğini de göz ardı etmemiz müm
kün değildir.
·
İradenin terbiyesine dair mücadelede sadece iç kay
naklarımızı kullanmakla kaldıysak silahı teslim etmemiz
gerekir. Çünkü irade esasında şahsi çabamıza bağlı olmakla
birlikte sosyal çevremizin de güçlü desteğine ihtiyaç duyar.
İşin doğrusu hiçbir zaman tek başımıza, toplumdan
uzak değiliz. Ailemiz, yakın çevremiz, ahali, ilçe halkı, ba
şarılarımızı takdir ederek, çabalarımızı yüreklendirerek bize
manevi anlamda destek olur.
77
Jules Payot
Sürekli çaba göstermeden, toplumun manevi gucu
nü, desteğini yanına almadan büyük işler başarmak kolay
olmaz. Toplumun desteğini almadığını iddia edenler bile
toplumun genelini etkileyecek gücü olan hararetli bir azın
lıkla birlikte olmalıdır.
Bain, toplumu harekete geçiren enerjiden Mili' e bah
sederken; ya kişisel, doğal bir güçten ya da dışarıdan kış
kırtılan bir enerjiden bahseder. Mili de cevaben; "evet,
teşvik insanların asla yeterince izin vermediği şeydir der."ıı
Doğrusu kimse aksini iddia edemez. Kamuoyunun hare
kete geçirici vasfı çok güçlüdür. Hatta bu etkinin sıra dışı
sonuçları bile olabilir.
Atina küçük bir yer olmasına rağmen halkının fiziki
güce ve edebiyata olan hayranlığı hiç görülmediği kadar
büyük şairlerin, fı.lozofların ortaya çıkmasına neden olmuş
tur.
Sparta halkının manevi desteği muhteşem güçlü bir
toplumun doğmasını sağlamıştır. Sparta'lı çocuğun çaldığı
tilkiyi kıyafetinin altına saklayıp sonra da tilkinin çocuğun
karnını ısırdığı, bundan da kimseye bahsetmediği hikayeyi
biliriz.
Düşmanlarını en ağır şekilde acı çektirerek aşağılayan
sonra da korkak görünmemek için acıdan zevk alır gibi bir
tavırla idam sehpasına çıkan Kızılderililerin sadece bir istis
na olduğunu kimse söylemesin.
Modern toplumumuzda özgürlüğünü kazanmak veya
hayatını garamiye almak için değil de lüks ve özenti dolu
22
Alexander Bain, John Stuart Mili: A Criticism, London Long
mans, 1882, Sayfa 149.
78
İrade Terbiyesi
bir hayat için çalıştıkları ortamlarda, bankada, fabrikada,
şirketlerde insanların birbirlerinin üzerine basarak dön
dürdükleri iğrençlikler bilindik bir durumdur. Neredeyse
herkes bu durumları kamuoyu ne diyorsa o şekilde değer
lendirir. Çevremizdekiler tıpkı yelkeni şişiren bir rüzgar
gibidir, sadece şişirmekle kalmaz üstelik bizi pasif bırakma
pahasına teknemizi de yönlendirir.
Çevremizdeki insanların üzerimizdeki etkisi o kadar
büyüktür ki tanımadığımız veya hiç umurumuzda olma
ması gereken insanların bile tesirinde kalabiliriz. Dışarıdan
birilerinin bakıyor olmasının gençler üzerinde ne büyük et
kisi olduğunu özellikle beden eğitimi öğretmenleri iyi bilir.
Yüzme, buz pateni müsabakalarında seyircinin varlığı can
lılık getirir. Çevrenin üzerimizdeki etkisini görmek için kı
yafet değiştirip hiç bilmediğimiz bir şehirde dilencilik yap
mak ile kendi mahallemizde dilencilik yapmak arasındaki
farkı düşünün. Veya giydiği kıyafetin yakışmadığını düşü
nen bir bayanın çektiği acıyı düşünün. İnsanların görüş
lerinin bizim için ne denli önemli olduğunu siz söyleyin;
kolej yıllarımda dirseklerime kadar sarkan bir şal giydiğim
için insanların bana baktığını sanıyordum. Muhtemelen
bundan sadece ben rahatsızdım!
Davranışlarımız üzerinde despotik derecede korkunç
bir etkisi olan bu gücü kendi hayrımıza kullanmıyoruz.
Kullanmayı bilmediğimizden gücün yitip gitmesini bekli
yoruz.
Öğrenci adeta odak noktası gibi bu baskıyı en fazla
kolejde arkadaşlarından, öğretmenlerinden, ebeveynlerin
den görür. Baskı genel itibarıyla çalışma üzerinedir. Hatta
79
Jules Payot
arkadaşlar aksi yönde de motive eder. Özellikle vasat öğ
renciler inekleyenleri sevmez. Kolay başarı, eğlenceler daha
çekici gelir. Eğitim sistemimizin en belirgin yanlışlarından
biri öğrencilere öğrenmeyi öğreteceğine bilgi yüklemesidir.
Neyse ki velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin üçlü gü
cünün aynı yönde iş birliği yapması başarıyı getirir. Ancak
ilerleyen yıllarda öğrencinin tek başına kalmasıyla bu başa
rıdan eser kalmaz.
Bu çevre faktörünün etkisi, arkadaşların önünde her
hafta sınav ve kompozisyon notlarının okunması, öğret
menin gençleri sınıfta eleştirmesi veya yüreklendirmesi
gibi net bir uygulamayla gerçekleşir. Çalışmasına övgü veya
eleştiri yapılacak olması insanın benliğine, şahsiyetine daha
çok dokunur.
Öğrencinin zihni çalışmasının kendisine sağladığı
mutluluklar ve sonuçları üzerinde yeterince durulmuyor.
Öğrenciye yüzmeyi öğreteceklerine can simidi veriyorlar.
Bu o kadar tehlikelidir ki öğrenci üniversiteye varınca ade
ta korunaksız kalır. Hoca çok yukarıda, anne baba ise çok
uzaktadır. Öğrencinin harekete geçmesini sağlayabilecek
bir gelecek kaygısı bir de mezun olması yakın olan başarı
lı abileri, ablaları vardır diyebiliriz. Ancak onlar da bazen
öğrenciyi umutsuzluğa götürebilir. Ayrıca eğer düzenli ça
lışmıyorsak yaklaşan sınavların bize yapacağı etki anlık ağrı
kesici misali kalıcı olmayacaktır.
Gencin arkadaşları tarafından desteklenmesi de müm
kündür. Maalesef bu destek genelde çalışma dışında ne ka
dar işe yaramaz durum varsa hep ona faydası olur. Eğer
genç, arkadaşlarının desteğini önemsiyor, ihtiyaç duyuyor-
80
İrade Terbiyesi
sa bunu elit, dikkatlice seçilmiş bir grup arkadaşından bek
lemelidir.
Yeni mezun bir gencin aklında birçok fikir vardır.
Mill'in dediği gibi; görkemli duygulardan verim elde et
mek hassas bir bitkiyle ilgilenmeye benzer. Şayet toplum,
gençlerin üstün yeteneklerini geliştirmelerine hizmet ede
cek bir destek vermezse birçok gencin bitkisi solar. İnsanlar
bu yeteneklerini kaybettiği gibi zihinsel yetilerini de kay
beder. Çünkü bu yeteneklerini besleyecek ne zamanları ne
de istekleri vardır. Doğal olarak en basit alanlara kaçmala
rı, sapmaları kendi tercihleri değildir aslında. Basit şeylere
ulaşmanın daha kolay olmasındandır.
Yüksek hedefler koyan gençler için kuru gürültülü
kalabalık gruplardan kurtulmanın yolu, aynı hedefe odak
lanmış üç dört arkadaştan oluşan küçük gruplar oluştur
maktır.
Öğretim görevlilerinin rolü öğrenciler üzerindeki etki
leri itibarıyla burada çok önemlidir. Ama maalesef yüksek
öğretimdeki yanlış kararlar, birçoğunun asıl görevini icra
etmesine engel olur. Toplumda şöyle bir hakim kanı var
dır; özellikle üniversitede öğretim görevlisinin rolü lise öğ
retmenliğinden çok farklıdır.23 Lise öğretmeni eğitimcidir.
Öğretim görevlisi ise bir bilim adamıdır. Öncelikli görevi
öğrenciyi şekillendirmek, ruhuna dokunmak değil doğru
yu araştırma endişesi taşımak olmalıdır.
Bu düşünce ne kadar da canavarcadır. Kabul edilemez
bir görev tanımı ihtiva eder. Öğretim görevlisinin sadece
23
Alfred Fouillee, Fransız filozof. Muhteşem kitabında ortaokul
eğitimimizden bahsederken aynı kanıda olduğunu ifade etmiştir.
8 1
Jules Payot
bilim adamı olması, sadece bilime kendini adamalı anlam
larını içerir. Şayet profesör sadece laboratuvarında, çalışma
ofisinde bilimle, buluşla geçinseydi bu iddia doğru olurdu.
İşin doğrusu öyle değildir. Üniversite profesörü olmamıza
rağmen her ay vezneye uğrayıp maaşımızı alıyoruz. Yılda
on iki kez yapılan bu işlem bile profesörü öncelikle bilim
adamı olmaktan çıkarıp bir öğretim görevlisi olduğu, öğ
renciye dönük bir görevinin olduğu gerçeğini ispata yeter.
Öğretim görevlisinin konumunu daha iyi anlamak için
üniversiteye ilk adımı atan öğrencinin ruh halini incelemek
gerek. Bu inceleme bize kendimizle ilgili tarafsız bir malze
me sağlayacaktır. Kaynağımız ise eski öğrencilerin mevcut
olanlara sordukları sorular ve yanıtlar. Öğrenciler arasında
arkadaşça toplanan itiraf ve sırlardan oluşuyor yani.
Bahsettiğimiz ruh hali genel hatlarıyla şöyle; ilk haf
talarda öğrenci hapisten yeni çıkan bir mahkumun şaşkın
lığını yaşar. Olumsuz bir durum yani. Bütün baskılardan
kurtuldum duygusu vardır. Neredeyse hepsi bağımsızlık
larını gece barda, diskoda kutlamalarla gösterir. Ertesi gün
sabaha karşı saat ikide eve geldiğini söylemek ne kadar övü
nülecek şey! Birçok tembel ve iradesiz bu saçma sapan, yo
rucu hayata birkaç zaman devam edecektir. Akıllı olan ise
kendini hemen toparlayacaktır.
Ayrıca ekonomik imkanları zayıf olan öğrenciler de
hemen yaşam tarzlarını değiştirmek zorunda kalacak, hay
lazlardan uzak duracak, bu sebepten dolayı da çalışmak ve
başarılı olmak zorunda hissedecektir. Zayıf iradeli ama ba
şarıya mecbur olanların en büyük kaynağı da budur. Öğre-
82
İrade Terbiyesi
tim görevlisinin faydası olacak öğrenci profıli bu iki grup
tur. Allah tan bu iki grup var ...
İlk zamanların özgürlük sarhoşluğu geçip gençler ken
dilerine gelince yalnızlıklarını fark ederler. Birçoğu otorite
eksikliğini hissedecektir. İçgüdüsel olarak bu ihtiyacı hisse
denler birbirlerini bulacak, moral motivasyon arayacaktır.
Şayet gençler, olduğundan farklı görünmeye, davranmaya
zorlayan toplumsal kabullere karşı çıkmayı bilseler birbir
lerini bulmaları daha kolay olurdu. Maalesef utangaçlıkları
belki de korkaklıkları nedeniyle bilinen görüşlere kapılırlar,
yalandan da olsa saçma görüşlere değer veriyormuş gibi ya
parlar. Daha sonra da bu duruma alışıverirler.
Gruptaki arkadaşlardan birinin dominant bir karakte
ri olmadığı takdirde ortak görüşlere sahip gençlerin bir ara
ya gelmesi mümkün olmayabilir. İnsan bir üst otoritenin
onayına, desteğine ihtiyaç duyar.
Üniversitede ise öğrenciler tamamen yalnızlar. Öğren
cilerin önemsedikleri hocalarına ne kadar hayranlık duydu
ğu, değer verdiği ortadayken öğrencilere sunulan ufacık bir
desteğin bile gençlerde yarattığı gücü kullanamıyor olma
mız son derede üzücüdür. Öğretim görevlisi öğrencilerinin
geçmişlerini, ailelerini, arzularını, isteklerini, gelecek ha
yallerini neredeyse hiç bilmez. Cesaretlendirici bir sözün,
bir motivasyon cümlesinin hatta arkadaşça bir eleştirinin
öğrenciye verdiği destek çok büyüktür. Üniversite yüksek
ahlaki kültürüyle, derin bilimiyle, kilisenin ahlaki açıdan
yaptığını yapsa gençleri daha rahat yönetirdi. Alman fılozof
Fichte'in ve üniversite profesörlerinin psikolojiden uzak ol-
83
Jules Payot
malarına rağmen öğrencileri üzerinde bire bir çalışarak Al
manya için sağladıkları başarıları düşününce, bizim gençler
üzerinde on kat daha fazla çalışmamızın neticesi kim bilir
ne olurdu?
Bir de Fransa'da neler olduğuna bakalım. Öğrencilerin
enerjisini birleştiren M.Lavisse çalışkan ve azimli bir şekil
de hedeflere uygun olarak öğrencileri bir araya getirmeyi
başardı. Daha sonra oluşturulan birkaç gruba net olarak
Fransız gençlerinin neler yapması gerektiğini anlattı. Genç
leri seven birisi olarak hedefler koydu, o zamana kadar başı
boş halde olan güçleri birleştirmeyi başardı. Lavisse'in başa
rılı bir şekilde öğrencilere yaptığı katkıyı bütün profesörler
öğrencilerine yapmış olsa beklentilerin çok üzerinde başarı
elde edilirdi. Bahsettiğimiz yüksek görevlerde kullanılacak
bu aristokrasiyi öğretim görevlileri oluşturabilirdi.
il
İkinci olarak yüksek öğretimde eleştirdiğimiz kabul
edilemez husus öğretim görevlisinin kendine biçtiği bil
gelik ve bilim kimliğidir. Öğrencilerin özellikle eleştirdiği
konular öncelikle öğrenmeleri gereken bilgi yığınının faz
lalığı ve nasıl öğreneceklerine ilişkin çalışma metotlarının
olmayışıdır. Bu iki eleştiri çok karmaşıktır. Öğrencinin ça
lışma metodunun olmayışı eğitim organizasyonunun ek
sikliğidir. Öğrencinin üniversiteden mezun olduktan sonra
bir daha çalışmayacağı gibi saçma bir ön yargıyı kabul eder
gibiyiz. Bu, eğitim süreci devam ettiği sürece dolduruldu
ğu kadar doldurulması gereken bir kazan gibi tüm bilgileri
yüklemek gerektiği anlamına gelir.
84
İrade Terbiyesi
Böylece gençlerden insan üstü bir zihinsel çaba bekle
nir ki bu metodun sonu içler acısı olur! Gençleri işten ve
çalışmaktan sonsuza dek soğutmayı başarıyoruz. Bu yön
tem öğrenilen her şey akılda kalır fikrini önerir. Bu yanlış
tır. Sanki yeterince tekrar etmek iğrenç bir ansiklopediyi
yutmak için yeterli olacakmış gibi!
Yüksek öğrenimin yanlışlıklarından, yanlış sınav sis
teminden daha fazla bahsetmenin anlamı yok. Bütün sis
temi üzerinde taşıyan "mihenk taşını" keşfetmeniz yeterli.
Mihenk taşı bilimin doğasını, bilimsel bakış açısını, araş
tırmacının gerçek değerini, bilimin genç kuşaklara nasıl
aktarılacağını öğretebilmektir.
Almanya' nın yanlış olan şu fikirlerinin bize çok zararı
olmuştur. Bilge olmakla bilimin alakası yoktur. Hatta biraz
zorlarsak karşıtı olduğunu bile söylemek mümkün. "Bi
lim" bilginin birikimidir denir. Oysaki bize zeki, akıllı bir
beyni çağrıştırması lazımdı. İtinayla doğrulamakta fayda
var. Büyük bilim adamları, keşif yapanlar öğrencilerinden
daha az bilgiye sahip olabilir. Hatta özgür fikirleri olma
sa, bıkmadan yorulmadan bir düşüncenin peşine düşmese
bilim adamı olamazlardı. Newton' a başarılı çalışmasının
yöntemi sorulduğunda verdiği cevabı daha önce ifade et
miştik. Darwin' in kafası karışmasın diye hedefine uygun
olmayan kitaplardan uzak durduğunu, düşüncelerini otuz
yıl boyunca içinde besleyip büyüttüğü bir organizma gibi
oluşturduğundan bahsetmiştik.
Uzun soluklu, sebatkar düşünce yapısı, eleştirel bakış
açısı ve sürekli tetikte olmak. İşte eğitimli insanı oluşturan
etkenler bunlar. Bu sabrı ve aynı amaca yönelmiş dikkati
85
Jules Payot
canlı tutmanın yolu da neticeye dair ihtirasınızın heyecanı
nı sürekli duyabilmek.
Alim olmak ise aklı yorar. Beyin ıvır zıvırla doludur.
Akıllı adam ise birçok şeyi notlarında bırakır. Ayaklı sözlük
olmanın bir anlamı olmadığını düşünür. Araştırmaların
dan önemli konuları çıkarır, sıkı bir eleştiri getirir. Zorla
yıcı mevzular varsa zamana bırakır, güçlenmesini, köklen
mesini bekler. Bilgiye değer verir, güçlenmiş bilgi hafızada
anlam ve süreklilik kazanır. İncelemeler sonucunda kaza
nılan fikirler daha sonra olayları organize edecek duruma
gelir. Mıknatısın demir tozlarını çektiği gibi bilgiyi kendi
ne çeker, dağınıklığı düzenler, karmaşık düzeni esere dö
nüştürür, bilgi yığınını yapıya dönüştürür. İşe yarayan bilgi
gün yüzüne çıkarken işe yaramaz bilgi kenara itilir. Bilgiyi
organize edip esere dönüştürmeyi başaran insan, büyük in
sandır. Öyleyse bilginin değeri çokluğuna orantılı değildir.
İnsan macera ve yeniyi keşfetme arzusu nedeniyle sü
rekli araştırmak ister. Önemli olan ise olgunun miktarı de
ğil kalitesidir. Çoğunlukla yüksek öğretimde unutulan da
budur. Eleştirel bakış açısı, aklın gücü, zihnimizi kontrol
edebilme teknikleri öğretilmez. Gencin beyni orantısız bil
gi yığınıyla yüklenir. Sadece hafızalarına yönelik çalışmalar
yapılınca önemli olan gözden kaçar; bir metoda çalışma
alışkanlığı ve inisiyatif kullanma becerileri unutulur.
Ayrıca sınav öğrenci ve öğretmen için kolaylaştırıcı bir
unsur haline getirilir. Öğrenci açısından bilgiyi "ezberle
miş" olması göz boyamak için yeterlidir. Öğretim görevlisi
açısından da öğrencinin önce şu bilgiyi, sonra bu bilgiyi,
arkasından şunları, daha sonra da bunları öğrenip öğren-
86
İrade Terbiyesi
mediği, bir konu hakkında yorum getirip getiremediğini
ölçmekten daha kolaydır. Böylece sınav, !oto benzeri bir
şeye dönüşür. Bu iddianın ispatı için isterseniz tıp fakültesi,
fen fakültesi veya tarih bölümlerinin müfredatına bir göz
atabilirsiniz. Hiç kuşkusuz yüksek öğretimin ezber kültü
rüne dönüştürüldüğünü göreceksiniz.24
Hocaların bilmesi gereken bir şey var; eğitimde en
önemli şey dersleri değildir. Genellikle kendileriyle çelişen,
konuları arasında bağlantı olmayan, çoğunlukla bir işe ya
ramayan, o muhteşem görünümlü derslerin hepsi öğrenci
nin bir saatlik şahsi çabasına değmez. Yüksek öğretimin en
kıymetli yönü öğrencilerin pratik çalışmalarıdır. Hoca ve
öğrencinin bire bir ilerişimidir. Hocanın bilfiil varlığı ve
çalışmanın içinde oluşu bir anlam teşkil eder. Öğretim gö
revlisi, çalışmanın somut, gerçek ve sonuç örneğini temsil
eder. Özellikle çalışma esnasında öğrenciyle teması, tavsi
yeleri, önerileri ve belki de itirafları, metot açısından la
boratuvarda verilen örnekler, hepsinden önemlisi öğrenciyi
çalışmaya yüreklendirmesi, gencin arkadaşlarının önünde
sunum yapması, bunların hepsinin hocanın kontrolünde
gerçekleşmesi yüksek öğretimin en verimli olabilecek yan
larıdır.
Hocanın kıvancı yetiştirdiği öğrencilerinin kendisin
den bahsetmesi olmalıdır. Hoca kendisinden bahsediyorsa
öğrenciyi ona teslim etmemekte fayda var. Montaigne' nin
24
Aklı başında birinin, Saint-Cyr Teknoloji Fakültesi giriş sınav
sorularına bir göz atmasını tavsiye ederim. Bu okullara girmek
isteyen muhteşem beyinleri soğutmanın daha iyi bir yolu olamaz
herhalde. Askeri okullara giriş sınavları bile abartılı ezber isteyen
sorularla dolu. Bkz. Yeni Dergi: Askerin sosyal sorumluluğu, 1
Temmuz
1893.
87
Jules Payot
dediği gibi hoca öğrencilerini önünde koşturmalıdır. Ho
cayı dinleyerek ne çalışmayı öğrenebiliriz ne de bilimsel
anlamda buluşlar yapabiliriz. Maç müsabakası seyrederek
beden eğitimi yapılamayacağı gibi.
Görüldüğü üzere öğrencinin iki temel ihtiyacı vardır.
İlki ahlaki açıdan yönetilmesi, ikincisi ise çalışma metodu
açısından yönlendirilmesi gerekir. İkisinin ortak yanı ise
öğretmenin öğrenciyle doğrudan samimi iletişim kurma
sıdır.
Öğretim görevlisi de çalışmasından verim elde edecek,
böylece öğrencilerinde bilimsel heyecan uyandıracaktır.
Dünyada başarı salt bilgi aktararak değil çalışma metodu
nu bilerek doğruyu bulma veya bir amaç uğruna çalışma
isteği uyandırarak sağlanır. Bu, bire bir, can cana iletişimle
olur. Tıpkı Sokrates'in çalışma metodunu Platon'a aktar
dığı gibi. Almanya'da büyük bilimsel başarılar tam da bu
şekilde küçük üniversitelerdeki profesörlerin öğrencileriyle
kurduğu can cana iletişimle oldu.
88
İkinci Bölüm
Büyük Üstatlarm Etkisi
Öğrencilik hayatında ve eğitim süreci devam ederken
çocuğun eğitimi öğretmen-öğrenci iletişimine bağlıdır.
Oysa öğrenci yalnız kaldığında motivasyon eksikliğini ken
di başına da sağlaması mümkün. Doğrusu yaşayanlara nis
peten daha fazla destek alabileceğimiz ölüler var. İşin ger
çeği hayatı canlılardan daha iyi aktarabilen ölüler mevcut.
Kanlı canlı, konuşan insan eksikliğinde moral moti
vasyon için bunlardan daha muhteşem bir destek olamaz.
"Büyük şahsiyetler ordusu" bizim doğru bir şekilde müca
dele etmemize yardımcı olur. "Yüzyılların en önemli kişile
ri" eğitimimize büyük katkılar sağlar.
Jules Michelet "en karamsar zamanımda, gelecek kay
gısının olduğu, düşmanın kapıda olduğu bir dönemde, iç
düşmanlarımın benimle her daim alay ettiği bir günde, bir
perşembe sabahı, her yer karla kaplı iken ateşsiz evde akşam
eve ekmek gelip gelmeyeceğini de bilmiyorken benim için
her şey bitmiş gibiydi. Bir anda kendimi toparlayıp içimde
beliren stoacı bir canlılık hissiyle, soğuktan donmuş elimi
meşe masama vurdum. Gençliğim ve gerçekten canlı bir
istek uyandı içimde . . . Bu eril canlılığı içimde hissetmeme
neden olan kimdi? Her gün beraber olduğum kişiler yani
en sevdiğim yazarlar. Gün geçtikte bu muhteşem grup beni
biraz daha çekiyordu."
Stuart Mill de babasının zorluklarla baş etmeyi ba-
89
Ju/es Payot
şarmış kişilere ait kitapları başucuna koyduğundan bahse
der. Seyahat kitapları, Robinson Crusoe ve daha sonraları
Platon'un Sokrates'i ve Tugot'nun Condorcet'nin hayatını
anlattığı eserlerin büyük etkisinden bahseder. Doğrusu bu
gibi eserler insanın hayatında derin ve kalıcı izler bırakır.
Büyük düşünürlerin muhteşem etkileri! Sokrates'in iki bin
yıl sonra bile güncelliğini yitirmeyip genç dimağlarda heye
can uyandırması büyüklüğünün göstergesidir.
Katolik kilisesinin laik azizleri gibi bizim de gençliğe
örneklerimizin olmaması ne acı! İnsanın Spinoza gibi bir
fılozofun eserlerini okuyup etkilenmemesi mümkün mü?
Büyük insanların hayatlarını bir araya toplayan bir kitabın
olmaması büyük kayıp. Klasik eğitimimizin yüksek erdem
li insanlar yetiştirme gibi bir misyonu yok mu? Zaten ha
lihazırda bu seviyeye gelmiş bir kimseden gereken eğitim
alınamaz mı yani?
90
DÖRDÜNCÜ KİTAP
İÇ KAYNAKLARIMIZ
İçimizdeki bir takım cevherlerin duygusal hallerimiz
üzerindeki etkisi su götürmez. Bu kaynakları bazen bazı
duyguları güçlendirmek bazen de silip atmak için kulla
nırız. Dışarıdan yardım almadan önce kullanacağımız bu
kaynaklarımız:
1 . Derin düşünme yani tefekkür.
2. Eylem yani harekete geçmek.
Bunlara ek olarak özellikle beden sağlığı konusunu da
ekleyeceğim.
9 1
Birinci Bölüm
İrade Terbiyesinde Tefekkürün Önemi
1
Tefekkür diye adlandırmamızın sebebi zihni düşünce
den farklı olmasıdır. Bu ifadeden kesinlikle tefekkürün ha
yal kurma ve özellikle irade terbiyesi yolunda yok edilmesi
gereken "duygusal hayaller kurmak" olduğu zannedilme
melidir.
Diğer yandan hayalde ve uyku anında düşünceler rast
lantısal olarak ilişkilendirilir. Oysaki tefekkürde hiçbir şey
rastlantıya bırakılmaz.
Tefekkür bilgi edinmeye yönelik eğitimlerden fark
lı olarak aklı donatmaktan ziyade güçlendirmeye yarıyor.
Gerçek şu ki eğitimde "tanımaya" yönelik bir çalışma yapı
lır; tefekkürde ise bu durum çok farklıdır.
Bizim amacımız içimizdeki aşkı veya nefreti ortaya
çıkarmak olacaktır. Bir inceleme yapmak gerçeklerle uğ
raşmayı gerektirir. Tefekkürde ise öncelik realite değildir.
Tefekkür ederken zararlı gerçeklerdense işe yarayan kurgu
ları tercih edeceğiz. Çünkü tefekkürdeki gaye yalnızca yarar
sağlayabilmektir.
Bu tefekkür meselesini faydamıza çevirecek şekilde ele
almak için psikolojiyi iyi incelemek gerekir. Ruh biliminin
en küçük detaylarına hakim olmak durumundayız. Özel-
92
İrade Terbiyesi
likle de zihinsel yeteneklerimizi, arzularımızın sebeplerini
biliyor olmamız lazım. Bu olayların birbirleriyle olan iliş
kisini ayrıştırıp, birbirlerine olan etkisini, ilişkilerini ince
lemek gerek. Diğer bir deyişle fiziksel, zihinsel, ahlaki çev
renin iç dünyamız üzerindeki etkisini anlamalıyız. Bütün
bunlar detaylı, ince ve zekice bir gözlem yapmayı; arkasın
dan da keskin bir bakış açısını yakalamayı gerektiriyor.
Tekrar etmek gerekirse görevimiz içimizde saklı aşk ve
nefreti tetikleyen nedenleri bulmak; düşüncelerle düşün
celeri, duygularla duyguları veya düşüncelerle duyguları
bağlayan ilişkileri, kombinasyonları ya kaynaştırmak ya da
doğru olmadığını düşündüğümüz bu bağları koparmaktır.
Bunu yaparken de bütün dikkat ve hafıza kuramlarını kul
lanıp bilincimize işlenmesi gerekenleri beynimize kazıyaca
ğız veya zararlıları silip atacağız.
Faydalı duygular ve fikirler için "içimizde damıtma"
işlemi yapmak, soyut olanları da hassas, canlı duygulara çe
virmek gerekecektir. Tefekkür ruhumuzda güçlü duygular
ve tepkiler uyandırdığı vakit görevini tamamlamış olacak
tır. Eğitim sayesinde bir şeyi anlamaya çalışırken, tefekkür
le hedefimiz harekete geçebilmek olacaktır.
Şayet harekete geçmek insan için önemliyse ve hare
ketlerimiz bizi biz yapıyorsa ve de davranışlarımız neredey
se sadece duygusal hallerimiz tarafından kontrol ediliyorsa
o halde işimize yarayacak duygusal hallerimizi geliştirmeye
çalışmalı ve bunları yüceltecek mekanizmaları araştırmalı
ve anlamaya çabalamalıyız.
93
Jules Payot
il
Kimyada billurlaşma diye bir konu öğrenmiştik. Bir
çok farklı maddenin bulunduğu bir kap içerisine bir kristal
koyarsak karışımda bulunan moleküllerden kristalle aynı
türde olanlar ilginç bir çekim gücüyle yavaş yavaş krista
lin etrafında toplanmaya başlar. Durgunluk devam ettikçe
kristal büyür. Sükunet haftalar veya aylar sürerse laboratu
vardan o muhteşem kristaller ortaya çıkar.
Ancak sıvıyı sürekli karıştırırsak, müdahale edersek
kristal küçük ve cılız kalır. Psikolojide de durum aynıdır.
Herhangi bir psikolojik durumumuzu bilinçli bir şekilde
sürekli aklımızda tutalım. Benzer ruh halleri ve fikirler il
ginç bir şekilde gelir yanı başına yerleşiverir. Uzun süre bu
ruh hali devam ederse bilincimiz üzerinde baskı kuracak
kadar etkili, istediğini yaptıracak kadar masif bir güç oluşur
çevresinde. Eğer bu kristalleşme anlık sarsıntıya uğramazsa
yavaşça muhteşem bir sağlamlığa ulaşır. Ekip sağlam, sessiz
ve kalıcı olur. Anlarız ki içimizde kurmak istediğimiz "kla
nı" artık oluşturabiliriz. Dini akımları, anaç duyguları ve
isterseniz sefil, utanç dolu hisleri, paraya tapan gibilerini
yaratmak böyle mümkündür.
Ama bu sessiz kristalizasyonu sükunetle rahat bırakan
insan veya genç çok azdır. Öğrenci için hayat çok kolaydır
ve özellikle Paris'te veya büyük şehirlerde hareketlidir. Dış
tahrikler insanların aklını çeler. Bir düşünceyi başka bir dü
şünce takip eder, daha sonra da başka bir düşünce; çılgın
gibi yirmi, otuz farklı duygu peş peşe gelir sarar. Bu duy
gu seline binlerce his yerleşir; dersleri, kitapları, gazeteleri,
94
İrade Terbiyesi
muhabbetleri de ekleyince aklımızdan gelip geçen bütün
bu düşünceler tıpkı yatağından taşmış nehrin şelaleden aşa
ğı düşerken çıkardığı kulakları sağır eden sesi gibi bir etki
yaratır.
Evet, bu durumda sakince içine kapanıp oradan uzak
laşan ve geleceğini düşünenlerin sayısı azdır. Çünkü kendi
ni o muhteşem akıntıya bırakmak ne hoştur! Çok az enerji
harcarsınız! Kulakları tıkayıp kendinizi bırakmak yeterlidir!
Channing'in dediği gibi Afrika'nın ücra köşelerindeki
ülkelerin bize yabancı olması gibi bazı insanlar da kendi
kendilerine yabancıdır. Bakışlarını asla dış dünyadan ken
dilerine çevirmeyi bilmezler. Daha doğrusu ilgilerini dışarı
da olan bitene o kadar çevirmişlerdir ki var oluşlarını bulup
keşfetmek için kendi içlerine inmeye cesaret edemezler. Bu
şu anlama gelir; hayat tersine gidiyor, dış olaylara kapılan,
kendini kontrol edemeyen, ilgisiz, alakasız tıpkı rüzgarda
savrulan yaprak gibidirler. Tecrübelerinden koca bir hiç
edinirler. Onca şeye bakarken aslında hiçbir yere bakma
dığı anlaşılır.
Çalışma isteğimizi arttırmaya yönelik irademizi güç
lendirmeye yarayacak olan amacımızı belirledikten sonra
tüm duygu ve düşüncelerimizi dış etkenlerden kurtarmak
ve korumak zorundayız. İçimizdeki güçler arasında ama
cımızla çelişenleri hiç dikkate almadan unutmamız lazım.
Başarının sırrı amacımıza hizmet edecek güçleri bir araya
toplamak ve hedefimiz için faydalı olan her şeyden istifade
edebilmektir.
95
Jules Payot
111
Psikoloğun görevi yapılan çalışmalarla belirlenmiştir.
Sizlere ana hatlarıyla bunları paylaşayım:
1 . Aklımızdan faydalı bir düşünce geçtiği zaman onu
yavaşlatmak, süratle unutulmasına engel olmak ve dikka
timizi o düşüncenin üzerine çekerek işe yarayacak benzer
düşünceleri de uyandırmak. Yani diğer bir deyişle azami
derecede fayda sağlamak.
2. Bizde eksik olan bir duyguyu uyandırmak, ortaya
çıkmasına engel olan düşünceleri ortadan kaldırmak; eksik
olan duyguyla ilişkili ve benzer duygular üzerinde dikkati
toparlamak; dikkati ona yoğunlaştırmak ve ilişkilendirme
kuramının doğal görevini yerine getirmesini beklemek.
3. Aklımızda işe yaramayan bir duygu ortaya çıktığı
zaman dikkati ondan çekmek, düşünmememizi sağlamak;
bir şekilde onu yok etmek.
4. Şayet içimize istenmeyen bir duygu yerleşmiş, bü
yümüş, dikkatimizi dağıtmaya başlamışsa ve ondan kendi
mizi alamayacak duruma gelmişsek onunla ilintili düşün
celer üzerinde eleştirel bakış açısı geliştirmek.
5. Yaşamımıza tehlike oluşturacak kaynaklardan uzak
tutmak amacıyla dış etkenler ve ortamlar üzerinde detayla
rına kadar inerek eleştirel bakış yakalamak.
Bizim de genel hatlarıyla uygulayacağımız ve uğraşaca
ğımız program bunlardan ibaret.
96
İrade Terbiyesi
iV
Üzerinde durulması gereken birkaç husus var. Genç
"kendinden kaçmamayı" öğrendiğinde ve kendisini oyala
masının ellerin kolların titremesi gibi bir zayıflık olduğunu
anladığında artık kendini dinleme fırsatı yakalayacaktır.
Dikkati dağınık arkadaşlarından farklı olmaya başlayacak
tır. Zaman geçirmek için on farklı gazete okumaya kalkış
mayacak, kart oyunlarına dalmayacak, boş muhabbetlere
girmeyecektir. Diğerleri gibi kendini akıntının gidişatına
bırakmayacak, kendine hükmetmenin keyfini yaşayacaktır.
Bununla birlikte nefse hakim olmanın en doğru yolu
ruhunda yüce duygular uyandırmak veya erdemli kararlar
almak olacaktır. Diğer bir deyişle sade ve samimi duygu
larla çalışmayı kendine sevdirecek, gevşek yaşamdan uzak
durmasını sağlayacak stratejiler geliştirecektir. Bu neticeyi
ona kendi tecrübeleri sağlayacaktır. Başka fikirlerin kendini
alıkoymasına engel olacaktır. Düşüncelerinin gelişmesine,
büyümesine olanak sağlayacak, umumun yaptığı gibi ke
limelerle düşünmektense üzerinde düşündüğü fikirleri so
mut olarak görmek isteyecektir. Çünkü bir meselede sade
ce göz gezdirmek tembel ruhların bakış açısıdır. Tefekkür
eden aklın bakış açısı ise tam tersine tıpkı bir bal arısı gibi
fikrini damla damla oluşturmaktır.
Herkesin bildiği üzere çalışmak insanı mutlu kılar.
Buyurun sıralayalım; öncelikli olarak insana gurur verir;
sonra ebeveyninize sunabileceğiniz en derin mutluluk bu
dur. Kendilerini mutlu hissetmelerine ve güzel bir yaşlılığa
hazırlanmalarına vesile olur. Ancak bizim tembel gencin bu
97
tür bir sıralamaya ihtiyacı yoktur.
Kelimeler kavramları ifade etmekte kullandığımız
kısa, kolay işaretlerdir. Çok daha karmaşık düşünceleri an
latmak içinse yetersiz kalırlar. Sıradan beyinlerin kelime
lerle düşünüp, takılıp kalması adeta ölümcüldür. Üstelik
iç dünyamıza yolculukta bizi kifayetsiz bırakır. Zaten keli
melerin anlamsızca sıralanışından bir şeyler umanların bir
sonuç elde etmesi mümkün mü?
Kelimelerin bize yaptığı yüzeysel hatırlatmalar akla
yük olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Bunun çare
si bir meselede detaylara bile tümüyle vakıf olacak şekilde
düşünmektir.
Misal olarak şunu söylemeyiniz; annem, babam mut
lu olacak! Babanızın her başarınızda aile dostlarına sizden
bahsettiğini, sizden memnun olan annenizin tatilde gurur
landığını düşünün. Akşam yemeğinde gururla sizden bah
sedildiğini düşünün. Küçük kız kardeşinizin abisiyle gurur
duyması ne hoş bir durumdur. Diğer bir deyişle aklınızda
detaylarıyla, mimiklere kadar düşünerek sizin mutlu olma
nız için çaba harcayan, birçok şeyden kendilerini alıkoyan,
sizi seven onca insanın yükünü hafıflettiğinizi düşünmenin
hazzını yaşayın.
Bugün çalışmanın mükafatı olarak yaşlanınca huzurlu
olacağınızı detaylarına kadar düşünün. Birçok maddi ola
naklardan yoksun olsak bile insanların hürmet göstereceği
ni, sözünüzün dinleneceğini düşündüğünüzde çalışmanın
sağlayacağı mutluluğun tadını çıkaracağınızı hissedeceksi
niz.
98
İrade Terbiyesi
Bu tür düşünceleri devam ettirdiğinizde çalışmaya dair
iradenin kızışmaması imkansız. Ama bir kez daha söyle
yelim bir şevk ve gayret anında bizde ortaya çıkan gücü
devam ettirerek şekillendirip harekete çevirmek lazım. Dış
tan gelen ani bir his de olabilir. Mesela okumuş birinin
başarılarıyla ilgili yapılan bir kutlamanın sizde doğurduğu
şevk hissi bile yeterli olabilir. O duyguyu hemen kendinize
mal edip fılizlendirerek enerjiye çevirmeniz mümkündür.
Ancak bizi alıp başka hallere götürecek fikirlere kar
şı detaylı bir koruma oluşturmak gerektiğini söylemeyi de
unutmayalım. Tembel yaşam tarzının kötülüğünü tekrar
tekrar işlemek ve onu çiğnemek lazım. Bir karabiber ta
nesini yutarsanız hiçbir şey hissetmezsiniz. Ancak onu çiğ
nerseniz damakta acı bir tat bırakır ve dilinizi yakar, hap
şırtır, öksürtür ve göz yaşartır. Tembelliğin ve istenmeyen
arzuların bizde tiksinti ve utanç uyandırması için bunların
zararlarını içimizde tutup kendimize hatırlatmamız gerek.
Sadece kötü huylardan değil
etrafını
çevreleyen, "bağlı oldu
ğu" her şeyden nefret etmek
lazım
.
"Doktorun kavunu yasaklama
sına rağmen her seferinde hastalığının nüks etmesine sebep olan
hasta
gibi yapmamak
lazım
.
O hasta doktor öleceğini söylediği için
kendisi yemeyecektir, içi içini yemesine rağmen ağzına sürmeyecek,
etrafına
bahsedecektir. Başkalannın yemesinden
haz
duymaya çalı
şacak,
sadece koklamak bile onu mutlu edecektir."25
Aynı şekilde sadece tembel hayattan değil aynı zaman
da aklın bomboş, atıl kalmasından, içimizi kemiren, saçma
işlere teslim olan aklımızın düştüğü durumdan da nefret
etmek ve faydasız işlerin olduğu ortamlardan da uzak dur
mak
Tembelliğe, aylaklığa sürükleyen arkadaşlar-
25
François Fenelon, Dindar Yaşama Giriş, 1609.
99
dan ve duygulardan kaçmak lazım. Yani sadece hastalık
geldiğinde değil her zaman hastalıktan ve ona sebep olan
kavundan nefret etmek lazımdır.
Görüldüğü üzere işimize yarayan olumlu alışkanlıkları
ve hangisi olursa olsun ilişkili olduğu duyguları, fikirleri
uzun süre bilincimizde tutmaya gayret edeceğiz. Bu fikirle
re şekil vermek, netlik kazandırmak görevimiz olacak. Bu
nun için de fikri somut, detaylı ve apaçık görmek gerek.
Ayrıca bu metot, duyguların öz çekim gücü ve birbiriyle
olan iletişimi sayesinde benzer başka faydalı duyguların da
yeşermesine hizmet eder.
Bu işi kolaylaştırmanın bir yolu da bu hususta duy
guları ortaya çıkaracak kitaplar okumak olacaktır. Kitabı
mızda bu tür uygulamalara çok fazla alışık olmayanlar için
değerli örnekler vardır. Tembelliği yeren, eğitimimize katkı
sağlayan kitaplardan yardım almak, amacımıza katkı sağ
layacaktır. Örneğin Mill'in hayatı, Darwin'in mektupları
önemli kaynak olabilir.
Şayet tefekkür doğru yönlendirilir, bilincimizin dip
lerine kadar inmesine izin verip harici ve dahili etkilerin
sükunetimizi bozmamasını sağlayabilirsek mutlaka müspet
bir neticeye varırız. Bu çabalar bir sonuca ulaşmasa bile
harcanan emeğin zayi olduğu düşünülmesin. Mill'in ifade
ettiği üzere "insan olağan dışı bir durum yaşarsa bu diğer
zamanlarına örnek teşkil eder ve davranışlarını tartıp biç
mesine, dikkat etmesine vesile olur. Geçici görünseler bile
bu anlardaki davranışları düzenli alışkanlıklara dönüştür
mek ve yanlış davranışlarla karşılaştırmak için örnek teşkil
eder."26
26
John Stuart Mili, Kadınların Köleleştirilmesi, 1 869.
İşin doğrusu eğilimlerimiz bizim için bir zanaatkarın
elinde şekillenen eser gibidir. Şayet hayatımızı düzenleme
ye başlayıp günü gününe çalışmanın bize bahşettiği hazzı
tattıktan sonra "iradesizliğin" verdiği tüm acımtırak sıkın
tılardan kurtulmak için irademizin yerinden fırlayacak bir
hale gelmemesi imkansızdır. Ama kara kalemle çizgiler üze
rinden tekrar tekrar geçmez, çizgileri kuvvetlendirmezsek
yani ortaya koyduğumuz taslak üzerinde devam etmezsek
kendimizi dış etkenlerin girdabına tekrar kaptırıp bilinci
mizde inşa ettiğimiz her şeyi yitirebiliriz. Doğru zamanda
tekrarlarımızı yapmazsak davranışlarımızın meyvesini ala
mayız.
v
Muhtemelen bazı okurlar bir konuda bizimle hemfikir
olmayacaklardır. Derin tefekkürün güncel hayatla ilişkisi
nin olmadığı fikri o kadar yaygındır ki tefekkür eğitiminin
faydasız olacağı kanısına varırlar.
Böyle düşünenler "kafası meşgullerle" gerçek düşü
nürleri birbirine karıştırmış olmalılar. Oysaki kafası meşgul
insan akılcı düşünürün tam tersidir. Çünkü böyleleri gü
cünü adeta karışıklıktan alır. Bu durum politik hayatın da
olmazsa olmazıdır. Bu kafası karışıklar çok gürültü çıkarır
ama bir o kadar da başlarına iş açarlar.
Kendinden emin, istikameti belli olan insanın hare
ketten önce tefekküre ihtiyacı olur. Başarıyı getirecek bir
hareketin içinde mutlaka derin düşünce de bulunur. Büyük
şahsiyetler, IVHenri veya Napolyon önemli kararlardan
önce ya kendileri derince tefekkür eder ya da etrafındaki
lerle ve bakanlarıyla istişare yaparlardı. Kim ki düşünmez,
101
yapması gerekenleri aklının bir tarafında tutmazsa ve ama
cına ulaşmak için ciddiyetle çaba harcamazsa sıradanlığın
oyuncağı olur. Belirsizlik sebebiyle maksadını karıştırır, yö
nünü şaşırır.
Görülüyor ki her faaliyet daima bir tefekkürü takip
etmek durumundadır. Bununla birlikte tefekkür de tek
başına yeterli değildir. Daima bir tefekküre ihtiyaç var
dır diyoruz çünkü insan kendine tahmininden daha fazla
yabancıdır. Etrafımıza bakınca binde bir adam gibi adam
olmayışına üzülmekte haklıyız. Neredeyse hepimiz tavırla
rımızla olsun davranışlarımızla olsun kendimizden büyük
güçlerin elinde kukla gibiyiz. Vaziyet dereye salınan dal
parçasından çok da farklı değil. Akıntıya kendini bırak
mış oraya buraya savrulur gibi. Meşhur bir benzetmeyle
bir örnek daha verelim; rüzgar gülü kendisini rüzgarın çe
virdiğinden habersiz, yalnız başına döndüğünü zanneder.
Birçoğumuzun tercihlerini eğitimimiz, arkadaşların veya
kamuoyunun eleştirileri, özlü sözler, telkinler şekillendirir.
Çok azımız hangi limana gittiğimizi, ne zaman nerede de
mirleyip kendimizi toparlayacağımızı biliriz.
Kendini toparlamak için duranların vakti de ne denli
kısıtlıdır. Belki yirmi yedi yaşına kadar çok fazla düşünme
den kaderimizin peşinde sürüklenir dururuz. İstikbalimizi
elimize almaya kalkışınca da bir çarkın parçası gibi kalıveri
riz. Uyku hayatımızın üçte birini alır. Sıradan günlük işler,
giyinmek, yemek yemek, sindirmek, hastalıklar, huzursuz
luklar derken verimli çalışmaya ayıracağımız zaman çok az
kalır. Günler birbirini takip eder ve olayın farkına varınca
da yaşlanmış oluruz.
102
İrade Terbiyesi
Evet! Neredeyse herkes dışarıdan gelen telkinlerle şe
killenir. Ailesinde fı.lozof bulunan nadir olduğundan aile
sinden akılcı bir eğitim alan da azdır. Bu tür eğitim alanlar
bile budala ortamlara girer. Aile bireyleri, arkadaşlar, çevre
faktörü çocuğun beynini formüllerle doldurur. Çocuk az
düşünen öğretmenlerle ve sıradan fikirlere sahip arkadaş
larla bir arada olur. Üstelik en iyi eğitim almış çocuk bile
nihayetinde arkadaşlarının konuştuğu dili konuşacaktır.
Oysaki dil bilindiği üzere halka aittir. Konuşulan dil
halkı yansıtır. Halk sıradanlığını, kinini, naifliğini veya
kabalıklarını dile işler. Dilde zenginliği, gücü, savaşı met
heden ama iyiliği, sade hayatı ve çalışmayı küçümseyen
onca ağdalı ifade bulunur. Ve biz kolayca bu dilin tesirin
de kalırız. İspat mı istiyorsunuz? Önünüzde "güç" diye bir
kelime söylendiğinde iddiaya girerim bir çoğumuzda önce
likle büyük güçler, askeri güç gibi anlamlar akla gelecektir.
Ahlaken güçlü olmak daha sonra hatıra gelir. Güç sahibi
kişi olarak da Sezar akla gelir. Mutlu olmaktan bahsedilince
insanların aklına hemen servet, hakimiyet, alkış gelir. Siz
de benim yaptığım gibi on beş tane hayatın anlamını teşkil
eden kelime belirleyin. Bunu psikolojik bir test amacıyla
yaptığınızı söylemeyi unutmayın ve kelimelerin nasıl bir
resim canlandırdığını muhatabınıza sorun. Dilin insanla
rın düşüncelerini, değerlerini ve cehaletini anlamak için
çok güçlü bir malzeme olduğunu anlayacaksınız.
Doğrusu dilin bu gücü evrensel bir durumdur. Ata
sözleri ulusların bilgeliklerini az ve öz olarak barındıran
tespitlerdir. Yani gözlem yeteneği olmayanlara meselenin
nelerden ibaret olduğu bilgisini verir. Bu atasözleri tekrar
lana tekrarlana artık aksini iddia etmek imkansız hile gelir.
103
Jules Payot
Gençlerden bahsediyor olalım; bir genç bardan bara dola
nıyor ve yaşlı başlı insanlar veya herhangi biri ona "Genç
lik elden gitti!" diyor. Allah'tan daha fazla teşvik edici bir
cümle etmiyor.
Cesurca söylemek gerekirse bu tür ifadelerin gençlere
nasıl zarar verdiği aklınızın ucundan bile geçmez. Amerika
ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi okuldan ayrılanlar için
bir denetim olmaması nedeniyle kendini dağıtan gençler
yaygın olduğu için doğal olarak insanların kafasında genç
lere karşı ön yargı oluşuyor. Bu ön yargı o kadar güçlü ki
bu düşünceden kurtulmayı başarabilen çok azdır.
İrade zayıflığı, içsel dürtüler ve klişelerden de destek
alarak hatalara devam edip alenileştirmeye kalkınca ve buna
etraftaki kötü örnekler, dil, ortam, dürtüler de eklenince
irade terbiyesinden uzaklaşmamıza neden olan sis perdesini
yaratmış oluyoruz. Bu perdeyi yok etmenin sadece bir yolu
var; tefekkür. Kendini dinlemek için kabuğuna çekilip,
çevredeki yönlendirmelerden sıyrılıp ruhunun derinlikleri
ne kadar müspet düşüncelerin yerleşmesini sağlamak. ..
Öğrencinin bu verimli sükunete girmesi çok da zor
değil. Hayatının başka hiçbir döneminde bu rahatlığı bu
lamayacaktır. İşin gerçeği bunca müsait zamanının olduğu
bir dönemde insanın kendine hakim olamaması da acı bir
durum elbette.
Ama bu kendi çabamızla veya düşünürlerden yardım
alarak hatalı düşüncelerimizden kurtulamayacağımız anla
mına gelmiyor. Kendimizi başkalarının gözüyle eleştirmek
yerine kendi öz fikrimizi oluşturmamızda fayda var. Başka
larının aklıyla zevklerimiz ve izlenimlerimiz üzerinde kur-
1 04
İrade Terbiyesi
duğumuz bakışımızı artık değiştirmemiz gerek.
Max Müller kültürlü bir İngiliz'in üç bin ili dört bin
civarında kelime kullandığını, büyük üstatların ise on beş,
yirmi bin kelime kullandıklarını söylüyor. Sıradan insan
ların pek kullanmadığı yücelik, asalet, ulviyet gibi kelime
lerin düşünürlerle halk arasındaki kelime dağarcığından
kaynaklanan farkı gösterdiğine dikkat çekiyor.
Ne yazık ki düşüncenin dilde ifadesi konusunda in
sanlar arasında dağlar kadar fark var. Bayağı bir insanın
kelime hazinesi devede kulak gibidir. O kadarla yetinip du
rur. İnsanların düşünceleri de işte bu yüzden çatışır.
Küçüklüğümüzden itibaren bize bazı şeylerin iyi bazı
şeylerin kötü olduğu öğretilir. Bunları konuştuğumuz in
sanların düşüncelerinden, hareketlerinden alırız. Oysa o
kavramları gerçek anlamlarıyla değil insanların ona yükle
diği anlamlarla öğrenmiş oluruz.
Genç insan bir an evvel hayata atılmayı öğrenmeli.
Tehlikelerle baş edebilmek için hayat tecrübesi edinmeli.
Çünkü hayat tecrübesi edinince kendine gelecek, düşün
celerini itinayla tahlil edecektir. Değerlerini, sınırlarını,
hatalarını öğrenecektir. Özellikle kendisini ilgilendiren ko
nularda seçici olmaya başlayacak. Eğitim hayatından kendi
payına düşeni çıkaracak; azmin yani gerçek mutluluğun
rehavete tercih edilmemesi gerektiğini öğrenecek. Stresli,
yoğun hayatın insana verdiği yanıltıcı bir haz var. Bu geçici
mutluluğu yakalamak çok basit! Oysa gençlerin bir an önce
kendilerine gelip yorgunluktan başka bir işe yaramayan
geçici heveslerin, boş işlerin peşinde koşturuyor olmanın
eleştirisini yapmaları lazım.
105
Jules Payot
Diğer yandan kafasındaki ön yargıları, engelleri teker
teker elemesi; zihnen konsantre olup çalışmasına mani olan
bahaneleri incelemesi lazım. İradesine engel olan tüm uğra
şıları ve boşa zaman geçirmesine neden olan her şeyi bir ke
nara bırakması gerek. Böylece yeni bir dünyayı keşfedebilir.
Platon'un anlattığı, mağarada zincirlenip, gelen geçenlerin
sadece gölgesini seyredebilen adamların halinden kurtulup
gerçek ışığa kavuşmuş olacaktır.
Genç insan zihnine hakim olabildiğinde gerçek ki
şiliğine kavuşmuş ve kendisine ait bir ortam oluşturmuş
olacaktır. Bunun için dünyanın ortasında inzivaya çekilip
yapayalnız yaşamaya gerek yok. Bizim arzuladığımız süku
net insanı faydasız işlerden uzaklaştırıp içimizde olumlu
duyguları uyandırmaya yetecek bir dinginliktir. Bunun
için her gün veya her hafta biraz zaman ayırıp iç dünyanı
za gezintiye çıkarak içinizdeki şevki ve isteği uyandırmak
kafidir.
VI
Gencimiz tefekkürle alakadar olmaya başlayınca sade
ce arzularına yenik düşmekten ve bayağı tavsiyelerin yol aç
tığı saçmalıklardan kurtulmakla kalmayacak aynı zamanda
kendine hakim olmayı da öğrenecektir.
Kendine hakimiyet özede dünyevi dış etkilerin ve duy
gularımızın yapacağı yönlendirmelere karşı insan zekasının
üstün gelmesidir. Çocukların, kadınların veya erkeklerin
davranışlarına dikkatlice bakılırsa anlık tepkilerle yaşadık
larını, anlık kararlarla hareket edip daha sonra oluşan du
ruma adapte olmak zorunda kaldıklarını görürüz. Toplum
içinde prensip olarak saygıyı koruma adına daha kontrollü
106
İrade Terbiyesi
oluruz. Kendimizi sakin ve naif biri gibi gösterme eğili
mine gireriz. Oysa toplum nezdinde ortalığı karıştıran kişi
olarak görünmemek için değil kendi yanlışlarımızı görebil
mek için tefekkür etmemiz faydalı olur.
Dünyada başarılan büyük işler büyük düşünürlerin
ve tefekkür edenlerin eseridir. Ortalığı birbirine katanlar,
politikacılar, kahramanlar, tarihi saçmalıklarıyla doldu
ran heyecanlı cipler insanlık adına sadece basit, vasat bir
basamak oluştururlar. Günümüzdeki tarih çalışmalarının
okumuşların merakını tatmin etmek için biriktirilen hatıra
yığınından ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Oysaki hakiki
düşünürler tarafından yazılan bir tarih olsa "velvelecilerin"
medeniyetin gidişatında ne denli etkisiz olduklarını tahay
yül bile edemezsiniz.
Tarihin gerçek kahramanları aslında felsefede, sanatta,
edebiyatta, endüstride bir numara olan bilim adamlarıdır.
Para kazanmayı becerememesi sebebiyle kapıcısının bile
gözlerinden yaş gelircesine güldüğü zavallı bir bilim adamı
olan Andre Marie Ampere'in toplumsal gelişmeleri ve hat
ta günümüz modern savaşlarını Bismarck ve Moltke'nin
toplamından daha fazla etkilemiş olduğunu düşünmemek
işten bile değil. Bir Georges Ville'in (Fransız kimyager
-
Ç.N.) tarım için yaptığını, elli carım bakanını üst üste koy
sanız yapmamıştır.
İşte genç "çok gürültü çıkaranların" toplum nezdinde
makbul kişi olarak kabul edilmesinden ne yapsın da etki
lenmesin? Toplumun bu bakış açısını gencin düşüncesin
den çıkartıp hayatın ondan beklediğinin velvelecilik olma
dığını anlatmalıyız.
107
Jules Payot
Pek çok sorunumuz bu "dürtülere göre hemen tepki
vermek" ve toplumun beklentisine uymaya çalışmaktan
kaynaklanır. Dışarıdan dayatılan fikirleri yerine getirmekle
el alemin elinde oyuncağa döneriz. Bir çalışma, toplantı,
eğlence veya herhangi bir etkinlik esnasında gelen bir arka
daş seni alıkoyar. Zayıf iradeni yerinden söker. Kurtuluş ise
tefekkürde saklıdır. Dış etkenler gelip eksik enerjimizden
istifade etmeye çalışabilir. Ama insan aklıyla hareket ederek
çat kapı gelen davetsiz misafirleri de eleyebilir. Çalışmasına
engel olabilecek durumları da öngörebilir. Hangi arkada
şın bizi nereye götüreceğini çok iyi bilmeliyiz. Eğer direkt
olarak reddedemeyeceksek ret cümlelerini önceden hazırla
mak çok işe yarar. Dilersek mazeret olarak beyaz bir yalan
bile uydurabiliriz.
Ancak şu çok önemli; mesela halihazırda evde ders
çalışman gerektiği düşüncesi ve kararı aklında yoksa veya
caydırıcı teklifleri başından defetmeye karar vermediysen
bütün gününü kaybetme ihtimalin çok yüksektir. Çünkü
bir olaya hakim olabilmek öncelikle psikolojik olarak da
hazırlanmayı gerektirir. Bu hazırlıklar kesin ve net ise işin
kolaylaşır. Öyle ki sunulan fikre karşı yapacağın savunmaya
arkadaşın cevap verebilecek yetiye sahip olmayacak ve doğ
rusu bizi de işimizden çeldiremeyecektir.
Beklenmedik olaylardan etkilenmek zayıf insanların
hayat tarzıdır. Bir amacın olmaması ya da amacın peşin
de koşulmaması veya dikkatin bu amaca verilmesine mani
olacak meşgalelere dalmak hayatı tutarsız ve düzensiz hile
getirir.
Ancak ara sıra durup istikametini tekrar belirleyen için
108
İrade Terbiyesi
hiçbir şey tesadüfe bağlı değildir. Bunun için kendimizin
ve hatalarımızın farkında olmak, zamanımızı çalan şeylere
karşı şuurlu olmak ve buna göre kendimize bir yol haritası
belirleyip bu yoldan ayrılmamak gerek.
Bu şekilde günden güne hayatımızdaki rastlantıya
bağlı kısımları azaltabiliriz. Böylece arkadaşlarımızı seçme
yi, elemeyi, değiştirmeyi, onlara zamanı gelince ne söyleye
ceğimizi bilmeyi, bir mekanda doğru davranmayı, otelde
odamızın değiştirilmesini istemeyi öğreniriz.
Hayata dair bir stratejik plan olmazsa olmazımızdır.
Beynimizi kemiren bir durumla karşılaşınca ne yapacağı
mızı, nasıl kurtulacağımızı önceden biliriz. Karmaşık ruh
hallerinden çıkmayı, üzüntülerden kurtulmayı, umutsuz
luğa çözüm getirmeyi başarabiliriz. Tıpkı iyi bir komutan
gibi düşmanını iyi tanımak, düşmanın artılarını ve eksile
rini bilmek, savaş alanını iyi tahlil etmek, takımının artıla
rını, eksiklerini tespit etmek başarıyı getirecektir. Böylece
ilerleyebiliriz. İç ve dış mihraklarımızı iyi tanımak, her açı
dan iyi tahlil etmek şart. Her şeyi öngördüğümüz için ba
şarı şansa kalmayacak, zamanında geri çekilmek de büyük
kayıpları önleyecektir.
İşte tam olarak bu iç ve dış mihraklar gencin düşma
nı. Onlardan kurtulmanın yolları üzerine yoğunlaşması ve
taktikler geliştirmesi gerek. Kendi kendimize irademizi eği
tirken moralimizi alt üst eden dış etkenleri kendi lehimize
nasıl çevireceğimizi göreceğiz. Zeka ve düşüncenin kurtarı
cı olduğu ise aşikar.
109
Jules Payot
VII
Görüldüğü üzere sonuç itibarıyla tefekkür son derece
verimlidir. Boş hevesleri gerçek kararlara dönüştürür. Dilin
ve tutkunun olumsuz etkilerini törpüler. İç dünyamızdan
kaynaklanan tehlikeleri ön görmeyi ve geleceğimizi daha
net planlamayı sağlar. Dış etkenlerin doğuştan gelen tem
belliğimizi pekiştirmesine engel olur. Bu önemli avantajla
rın dışında başka yararları da yok mu? Var. Direkt olarak
sağladığı faydaların dışında dolaylı yönden faydaları da var.
Öncelikle yaşadığımız her günün tecrübelerinden
faydalanmayı, doğru davranışlar ve alışkanlıklar edinmeyi
sağlayacaktır. Bu prensipleri günü gününe zihnimizde gö
zedersek sonunda yerleşir. Bu durum faydasız işlerle uğra
şanlarda veya unutkanlarda gerçekleşmez. Dikkatsiz öğren
ciler gibi geçmiş hatalardan ders çıkarmazsak aynı yanlışlar
ve görgüsüzlükler tekrar eder. Bu durumda yanlışlar ve
görgüsüzlükler davranışa dönüşür. Düşünen insan içinse
geçmiş ve mevcut durumlar sürekli bir ders niteliğindedir.
Yani gelecekte kaçınacağımız hareketleri belirlemek için bi
rer öğüt niteliğindedir. Bu tecrübelerimiz biriktikçe bize ait
kurallar meydana gelir.
Politikadan bildiğimiz gibi kararlı kişiler kararsız, ür
kek kişileri etkiler, sürükler. Akılcı olanlar ise bilinçleri sa
yesinde net tavırlarıyla olaylara hakim olur. O kararlı kişi
nin müdahalesi ortadan kalkınca çoğunluk içinden geldiği
gibi tembelliğe ve sallanmaya devam eder.
Genel olarak güçlerin prensipler üzerindeki etkisi böy-
1 10
İrade Terbiyesi
ledir. Bazı kelimeler barındırdıkları anlam itibarıyla insanı
titretir. Örneğin gurur, büyük şahsiyet, insanlık haysiyeti,
suç, aşağılık gibi. Prensipler de böyle kısa kelimeler gibi
bilincimizde az çok karmaşık hisler uyandırır. İçimizde bir
duygu veya harekete geçirici bir güç zayıfladığı zaman onu
hatırlatan bir formülün veya kısaltmanın tekrar canlanması
için tefekkür gerekli olacaktır. Tefekkür karmaşık bir for
mülün akla sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlayacaktır.
Bilhassa duygusal boşluk yaşarken veya düşüncelerin çar
pıştığı, karmakarışık anlarımızda bizi bilincin aydınlığına
çıkarır. Tefekkür doğru kullanıldığında kurtarıcı olabilecek
çok değerli duygusal atılımlar yapmamızı sağlar. Dış dün
yanın akıl almaz hengamesi içinde aklımızı çelecek olaylar
dan uzak durmayı, bizi gerçek anlamda mutlu eden anıla
rımıza geri dönmeyi sağlar.
Diğer bir deyişle kendi özünü bulmak kadar değerli
bir şey olabilir mi? Hissettiğimiz mutluluk; tıpkı iyi bir yü
zücünün, dalgalara karşı yüzerken bazen dalgaları okşaya
rak geçmesi, zaman zaman da üzerine üzerine gitmesi gibi
değil mi? Şayet güçlü duygularımız, kötülüklere karşı kurlu
savaşında içimizde hoş ve derin hisler uyandırmayı başarı
yorsa cinsel dürtülere karşı da bunu neden kullanmayalım?
Corneille'in kendisinden sonra gelenler tarafından Fransız
edebiyatında tiyatro yazarı olarak en ön sıraya konulması
nın sebebi eserlerinde anlattığı kahramanların içgüdü sa
yesinde vaziyete karşı koyarak, çabalayıp, zor olsa da uzun
vadede muzaffer olmalarından kaynaklanmaktadır.
1 1 1
İkinci Bölüm
Tefekkür Nedir ve Nasıl Yapıhr?
Kendimizi aşma yolunda tefekkür etmenin büyük bir
rolü varsa bunun nasıl yapıldığını araştırmakta fayda var.
Diğer bir deyişle işimize yarayacak materyalleri incelemek,
psikoloji kuramlarını ve faydalı tecrübeleri bilmek önem
lidir.
Derin tefekkürün amacı ruhumuzdaki nefret veya şef
kat duygularını harekete geçirmek, davranışlarımıza düzen
getirmek, kendimizi karar almaya itmek, iç ve dış kaynaklı
fırtınalı ruh hallerinden kurtulmak olmalıdır.
Verimli bir şekilde düşünmenin ve tefekkür etmenin
genel kuralı düşüncenin yapısının tahlil edilmesinden geç
mektedir. Kelimelerle düşünürüz. Daha önce de belirttiği
miz üzere düşünebilmek için hakikatin ağırlığından kurtul
mamız gerekir. Çünkü hayatın gerçekleri yorucu olmaları
nedeniyle zihni işgal etmekten başka bir işe yaramazlar.
Yerine daha pratik, kısa, akılda rahat kalabilecek, ak
tarımı da kolay olan kısa göstergeler koymalıyız. Bu kısa
göstergeler umumi kelimelerdir. Bu göstergeler birtakım
kavramlarla ilintilidir. Yani ilintili şeyi ifade etmek istediği
miz zaman bu kelimeleri kullanıyoruz. Bunun için kelime
nin ilintili olduğu şeyin hafızamızda canlandırdığı imajın
tecrübeyle sabit olması gerekir.
Ne yazık ki küçükken önce kelimeleri öğreniriz. Bu
kelimelerin büyük bir kısmını belki zamanımız olmadığın-
1 12
İrade Terbiyesi
dan belki imkanımız, belki de cesaretimiz olmadığından
toprağımıza ekemedik. Ama bu kelimelerin birçoğu istis
nasız hafızamızda. Hiç hayatımda bir filin çığlık attığını
görmedim. Fil çığlığı sözü benim için içi boş bir ifade. Sı
radan insanların dilinde bu kelimelerden çok var. Veya sık
sık "tecrübeler bunu göstermiştir" derler. Böyle söyler an
cak ne kadar da anlamsızca kullandığının farkında değildir.
Günlük hayatımızda kullandığımız kelimeleri doğru tahlil
ettiğimizde anlamsız birçok kelime fark ederiz. Doğrusu en
zeki olanımızın bile nasıl da papağan gibi kelimeleri gerçek
anlamından farklı şekilde kullandığına ve mefhumları an
lamlandırmadan konuştuğumuza şaşırmalıyız.
Derin tefekkür, başağı döverek buğdayın düşmesini
sağlamak gibidir. Burada kural kelimeleri bazı kavramla
rın yerine koymak olacaktır. Belli belirsiz bir hayalin yerine
değil zihinde detayıyla görünen şeylerin yerine gelmelidir
kelimeler. Çünkü sürekli düşüncemizi bireyselleştirmek ve
somutlaştırmak zorundayız.
Mesela her yemekten sonra içilen bir sigara yüzünden
yılda çöpe atılan yüz frankları ve kapkara hale gelen dişleri
düşünüp kendinizi sigara içmeme kararı almaya itmek gibi.
Bu arada Tolstoy'un sigaranın aklın derinliklerini uyuştur
duğu fikrini de bir ara araştırmak lazım. Zihnimiz açıkken,
felsefi bir konuda düşünürken sigara içtikten sonra bizde
neler değiştiğini görebiliriz. Sigara içtikten sonra aklımızı
toparlamakta, düşünmekte zorlandığımızı görürsek sigara
nın aklı uyuşturduğunu anlarız. Diğer yandan sigara içme
nin sadece fiziksel bir istekten kaynaklandığını ama belli
bir süreden sonra acımasız bir alışkanlığa dönüştüğünü gö
rürüz. Bu bağımlılığın zararlarını düşünmek yeterli olacak-
1 13
Jules Payot
tır. Kendinize hükmettiğiniz bir anda bu ve bunun benzeri
uyarıları kendinize hatırlatırsanız bir daha içmeme kararı
alma gücünü bulabilirsiniz. Çalışmanın da insana getirdiği
birçok hazdan yola çıkarak benzeri şeyler yapabiliriz.
Kelimelerin detaylı analizine inerek birtakım ön yar
gılardan, arzuların yanıltıcılığından ve sahte kabullerden
kurtulmak mümkündür. Misal olarak, kitabımızda sadece
Paris'te doğru düzgün iş yapılacağına dair ön yargıyı kırı
yoruz.
Kargaşadan uzak durmak, tefekkür etmek, içimizi
dinlemek, faydası olacak kitaplar okumak, notlarımızı tek
rar tekrar okumak ve hangi davranışın nasıl bir tehlike ya
ratabileceğini somut olarak derinlemesine düşünmek akıl
yürütürken bize yardımcı olacak en önemli adımlardır.
Alelacele konunun üzerinden geçmeyi kastetmiyoruz.
Düşünmek, koklamak, dinlemek ve dokunmaktan bahse
diyoruz. Bir tiyatro sahnesi bize gerçek hayattan daha man
tıklı, daha somut, daha hakiki gelebilir. Derin düşünceyle
tahlil edeceğimiz mevzuyu da bir sahnede her şeyin açık
seçik görünmesi gibi zihnimizde gerçeğe en uygun olacak
biçimde oluşturmalıyız.
Derin düşünme için ilham bulamadığımız zamanlarda
duruma uygun kitaplar okuyabilir veya dikkatimizi canlı
tutmak için yüksek sesle konuşabiliriz. Bunu yapmak var
lığımıza hükmetmeyi sağlayacaktır. Düşüncelerimizi yaz
mak da tıpkı yüksek sesle telaffuz gibi irademiz üzerinde
etkimizi arttırmak amacıyla doğru bir tercih olacaktır. İşte
bu şekilde bilincimizdeki engelleri kaldırabilir ve değerli
hatıralarımızı canlandırabiliriz. Zihnimizde dinlendirdiği-
1 14
İrade Terbiyesi
miz fikirlerimize dilediğimiz ifadeleri yerleştirebiliriz.
Duygusal anlamda bu ruh haline en çok ihtiyaç duya
cağımız zaman, tatil dönüşü okullar açılmadan önceki haf
ta olacaktır. Her tatil döneminin sonunda yani yılda iki üç
defa derin düşüncelere dalmak için dağda, ormanda, deniz
kenarında yürüyüş iyi gelecektir. Bu tür "çekilmeler" son
derce faydalıdır. Öğrenciyi bilinçlendirecek iradeyi tekrar
yerine getirecektir.
Eğitim öğretim yılı , boyunca da benzeri etkinlikler
düzenlemek durumundayız. Akşam uyumadan ya da gece
yarısı uyanınca veya dinlenme anlarımızda zihnimizi ge
reksiz işlerin doldurmasına izin vermeden bu uygulamaları
tekrar etmek daha doğru olacakcır. Sabah uyanır uyanmaz
veya giyinirken, işe giderken günlük yapacakları işleri dü
şünmek insana çok faydalı olacaktır. Bu tür alışkanlıklar
çok çabuk edinilir. Gençler için bu düşünme alışkanlığının
öyle faydaları var ki alışkanlığın ötesinde bir ihtiyaç olarak
tavsiye ediyoruz.
1 1 5
Üçüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Hareketin Önemi
1
Derin düşünme bir zarurettir ancak tek başına da ye
tersizdir. İnsanın dağınık haldeki güçlerini bir gaye için bir
leştirir ve atılım sağlar. Fakat şişirecek bir yelken bulamayıp
gücünü doğru yolda kullanamadan sönen kuvvetli rüzgar
lar gibi içimizde uyanan duygular da etkin bir faaliyet için
kullanılmazsa hiçbir işe yaramadan sönebilir. Faal biçimde
yapılan çalışmalar gencin hafızasında hatıra olarak kalırsa
alışkanlık gibi yavaş yavaş kendine yer eder.
Psikolojide hiçbir şey yok olmaz. Doğa ince hesap ya
pan bir muhasebeci gibidir. Görünüşte hiçbir anlam ifade
etmeyen eylemlerimiz birike birike yerinden kımıldamayan
davranışlara dönüşür. Kendimizi aşmamızda çok önemli
bir iş birlikçi olan "zaman" amacımız doğrultusunda ça
lışmaya zorlanmazsa aleyhimize dönebilir. Çünkü zaman,
alışkanlıklar teorisi gereği psikolojimiz üzerinde lehimizde
ya da aleyhimizde baskı kurar. Alışkanlıklar sinsi bir şekilde
yavaşça ilerler. Adeta tekrarlanan davranışların uzun vade
de başarıyı getireceğinden haberdar gibidir. İlk hareket zor
olsa da ikincisi daha az zahmetli olur. Üçüncü, dördüncü
defa harcanan çaba azalır ve yok olmaya yüz tutar. İlk baş
larda harcanan zahmetli, nahoş çaba giderek bir ihtiyaca
döner. Aslında zorumuza giden şey başarının hemen gel-
1 16
İrade Terbiyesi
memesidir. Edinmek istediğimiz davranışların ne acımasız
rakipleri vardır. Yürümek istediğimiz düzgün bir yolu taşlı,
geçilmez bir yol gibi algılamamıza sebep olurlar. Sonra da
üzerimizde tadı bir baskı kurarak hiç gitmek istemediğimiz
bambaşka yerlere götürürler.
Enerjimizi icraata geçirecek olan şey derin tefekkür
değil eylemlerimizdir. Genel itibarıyla eylem kelimesinin
ardında yatan anlamları bilmekte fayda var. Çoğunlukla
eylem kelimesi içerdiği anlamları gizler. Burada bizim için
harekete geçmek demek birçok işi başarıp yerine getirmek
anlamına gelir. Artık mesele sadece irade değil isteyerek ha
rekete geçmektir.
Harekete geçmek öğrenci için sabah saat yedide kalkıp
Leibniz'in veya Descartes'in eserlerinden bölümler okuyup
not almaktır. Okumak bile birçok davranış ve dikkat gerek
tirir. Mesela harekete geçmek, notlarını gözden geçirmek,
tümünü kalpten öğrenmek. Makale yazacaksanız önce ma
teryallerinizi toplamanız, genel planınızı belirlemeniz, son
ra her paragrafı oluşturmanız, düşünmeniz, araştırmanız,
yazmanız gerekir.
Hayatımızda büyük eylemleri gerçekleştirme fırsatla
rı azdır. Mont-Blanc Dağı'na çıkmak sayısız adım atmayı,
büyük bir enerji harcamayı, sıçramayı, buzul yarıklarından
geçmeyi gerektirdiği gibi akıllı insanın hayatının kema
le ermesi de uzun süren bir sabrın eseridir. Yani harekete
geçmek binlerce eylemi yerine getirmeyi gerektirir. Vicdan
üzerine muhteşem çalışmaları olan Bossuet: "Ani çıkışların
büyük düşüşleri olur. Mütevazı, küçük bir tohum gibi basit
alışkanlıklar büyük davranışlara dönüşür"27 der. Doğrusu
27
Gustave Lanson'un Bossuet isimli eseri.
1 17
Jules Payot
cesur adam büyük cesaret gerektiren birkaç iş beceren de
ğildir. Hayatın tüm evrelerinde cesurca kararlar alıp icra
edendir. Tüm isteksizliğine rağmen kalkıp bilmediği bir ke
limenin anlamını sözlükten bakan, tembellik yapma arzu
suna rağmen işini tamamlayan, can sıkıcı olsa da o sayfayı
okuyup bitiren öğrencidir cesur olan. İrade de bu saymakla
bitmeyen, tek başına anlamsız eylemlerin toplamının mey
vesidir.
Büyük çabaların gerçekleşmesi uğruna şevkle, fazlasıy
la küçük eylemler gerçekleştirmemiz lazım. Küçük şeyleri
küçümseyen yok olmaya mahkumdur. 28 Burada kural dış
kaynaklı isteklerden, arzulardan gelen tembelliğin tesirin
den her zaman kaçmak. Hatta bu küçük zaferleri araştırıp
kollamalıyız. İş başında sizi aradıklarında tepki göstererek
çağrılan yere gitmek istemediğinizi ifade edin. Dersten son
ra hava güzel diye bir arkadaşınız sizi çağırıyor. Siz ise mut
lu bir şekilde çalışmaya gitmeyi tercih edin. Eve dönerken
eğlenceli bir mekanın önünden geçmeniz gerekecekse karşı
kaldırama geçip hızlıca uzaklaşın. Çünkü böyle yaparak bu
tür alışkanlıkları yavaş yavaş etkin ve kalıcı hale getirebilir
siniz. Hatta uyku için bile geçerli. Sadece siz istediğiniz za
man dinlenmeyi başarabilirsiniz. Doğrusu lise sıralarında,
eğitim dönemlerinde, çocuk Latince'den, matematikten
daha önemli bir şey öğreniyor: kendine hakim olmayı, dik
katsizliğe karşı korunmayı, zorluklarla baş etmeyi. Hayal
kurmak yerine sözlükten bir kelimenin anlamına bakmak
veya bir dil bilgisi kuralını incelemeyi öğrenmek gibi.
Bu küçük çabalar neden bu kadar değerlidir? Çünkü
hiçbiri yok olmaz. Nefse hakimiyetteki başarılar çok defa
28
Qui spernit modica paulatim decidet, Latince deyiş.
1 18
İrade Terbiyesi
küçük gayretlerle kazanılır. Her biri alışkanlığın oluşmasın
da kendi ölçüsünde katkı sağlar, işimizi kolaylaştırır.
Küçük hareketlerimiz karakterimize etki ederek dav
ranışların oluşmasına neden olur. Bir işe dikkat göstermek
veya içimizden gelen işe gitme isteği arzularımıza boyun
eğmeme alışkanlığı edinmemizi sağlar. Aksi bir hal kara si
neğin rahatsız ettiği gibi bizi rahatsız etmeye başlar.
Bunların dışında daha önce de gördüğümüz üzere ha
reket düşünceyi canlandırır. Sürekli zihnimize aynı türde
uyarılar göndererek düşüncelerimizi destekler, zayıfladığı
zaman canlanmalarını sağlar. Düşünceleri yazmak, itiraz
ları not almak adeta bilim adamının laboratuvarı, matema
tikçinin formülleri gibidir.
Hareketin çok önemli bir sonucu daha var. Hareket
tepki göstermek, isteğimizi ifade etmektir. Yani davranışla
rımızla taraf oluruz. Tüm ahlaki düşünürlerin doğru yolu
seçmeye karar verenlere o'rtak tavsiyesi "eski alışkanlıkları
derhal bir kenara bırakıp cesurca eski senden kurtulmak
gerektiği" yönündedir. Çevremizi haberdar ederek aldığı
mız kararların isteğimize ve irademize getirdiği enerji çok
yüksektir. Eski davranışlarımız bizi tahminimizden daha
çok etkiler. Öncelikle daha iyi olacağını bilse bile kişi tu
tarsız hayatını değiştirmemeyi tercih eder. Bu yüzden de
ğişmeye karar verdiğimiz zaman bunu çevremizi haberdar
ederek söz vererek yapmamız çok önemli. Restoranımızı,
binamızı, ilişkilerimizi değiştiriyoruz. Cümlelerimiz daha
iyi olacağımızı ifade etmeli, nazikçe ama kesin bir şekilde
zaaflarımızı bir kenara itebilmeliyiz. İşimizin heba edilme
sine ve gençlik hayatımızın boşa gitmesine izin vermemeli-
1 19
Jules Payot
yiz. İnsanların (tanımadıklarımızın bile) bizi olmak istedi
ğimiz gibi görmesi enerjimizi ikiye karlar. Çünkü çevrenin
onayını alma huyumuz nedeniyle zaaflarımıza karşı koyar
ken işimiz daha kolay olacaktır.
Eylemin diğer bir etkisi de hareketin keyifli olması
dır. Öyle ki bazı insanlar sadece bu keyif için hareket eder.
Harekette bir keramet olduğu kesin, başımızı döndürür,
yaşadığımızı hissettirir.
Tefekküre hareketi eklemek çok önemlidir. Çünkü
hareket sayesinde kalıcı alışkanlıklar kazanır, istenmedik
hillerimizi değiştiririz. İnsan doğasının zararlı eğilimlerin
den kurtulabilmenin yolu kendimizi kontrol etme yolunda
harekete geçerek başarılı olmaktır. İsteğimizi dışa vurma
lı, kararlarımızın arkasında durmalı ve başarı geldikçe bizi
muclu eden çevrenin desteğini de kullanmalıyız.
il
Maalesef hayatımızın geneline bakınca bilinçli aktivi
telerde bulunduğumuz süre pek azdır. Zamanımızın çoğu
nu fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarımız için harcarız. Çocuk beş,
altı yaşına kadar sadece temel ihtiyaçlarını giderir. Uyku,
yemek, oynama derken dış dünyaya henüz kayıtsız, etraf
tan habersiz yaşar. On sekiz yaşına kadar başkalarına tabi
olmaktan kendiyle ilgilenmeye zaman bulamaz. Lise eğiti
mi bitince kendine daha fazla zaman ayırır, yaşadığı çev
reyle ilgilenmeye başlar. Edindiği bilgi ve becerilerle hayata
karşı dişlerini bilemiş gibidir.
Genç, dünyayı fiziksel olarak öğrense bile hem bilgi ve
becerileriyle kendisi arasına hem de aklıyla toplum arasına
1 20
İrade Terbiyesi
bir anda perde inmiş gibi olur. Ergenlik baş gösterince be
lirsiz hayaller, boşa giden büyük atılımlar, aklını başından
alan gençlik çağları devreye girer. Kendine hakim olması
gereken yaşlarda ruhunu aşk sarar. Yazık ona ki Avrupa'nm
veya Amerika'nm herhangi bir üniversitesinde desteksiz,
tamamıyla başıboş, bir akıl hocası da olmadan etrafını sa
ran kaim atmosfer tabakasını kırmaya mecali olmaz. Aklı
başından gitmiş gibidir, kendini toparlamakta zorlanır, et
rafındakiler tarafından yönetilir.
Hangimiz okuldan yeni mezun olduğumuzda hayata
atılırken hazırlıksız yakalanmadık veya bir desteğimiz ol
madığı için moral motivasyon eksikliği çekmedik? Hatır
layın! Ne garip değil mi? Bu duruma bir de gencin yalnız
başına nasıl çalışacağını bilmemesini de ekleyebiliriz. İşin
doğrusu hiç kimse ona uygun bir çalışma modeli gösterme
miştir. Bu arada güzelim günler gelip geçer. Genç kendiyle
baş başadır. Sosyal hayata dair bin bir öneri üzerine kabus
gibi çöker. Mesleki açıdan hiçbir tecrübesi yoktur, hatta
boynundaki kariyer planları belli belirsizdir. Henüz anne
baba olma kaygısı da yoktur. Bütün günü sadece kendine
aittir. Ama maalesef. Çevreye bağımlı olanın zaman açısın
dan özgür olması söz konusu olabilir mi? Günleri bomboş
geçen biri için "kendisine hakim" diyemeyiz. İnsanın en
müsait olduğu bir zamanda fıtratı sebebiyle en fazla zaman
kaybı yaşar.
Uyanması, en az yarım saat tuvalette zaman geçirmesi,
evden fakülteye, evden restorana gidiş gelişler, yemek mo
laları, zihnen odaklanmaya izin vermeyen yemeğin sindi
rilmesi, birkaç ziyaret, mektuplaşma, zamansız misafirler,
gezintiler, rahatsızlıklardan dolayı geçen zamanı da düşe-
121
Jules Payot
lim, çalışanlar için sekiz saatlik uykuyu da ekleyelim oldu
size günde on altı saat. Hesaplaması çok kolay. Tüm bu
ihtiyaçlara ileride kariyer planlamaları eklenince yemek za
manından, gezintiden, oradan buradan kesilen zamanlarla
kendinize, derin tefekküre, zihnen gayret göstermeye ka
lan zaman beş saate inecektir. Diğer yandan işe başlayınca,
araştırmaya, yazı çizi işlerine vs. ayrılan zamandan sonra
gerçekten düşünmeye ne denli az zamanımızın kaldığını
göreceksiniz.
Ünlü falanca bilim adamının biyografisinde yazıla
nın aksine günde on beş saat çalışamayacağını anlamak
zor olmasa gerek. Böyle şeyleri gençlere yutturmaya çalışıp
umutlarını kırmaya gerek yok. Daha önce de yazdığımız
gibi Bossuet diyor ki az da olsa her gün biraz yeter; dur
mazsak yavaş da olsa ilerleriz. Zihinsel çalışma için sadece
düzenli olmak değil süreklilik de çok önemlidir. Keramet
uzun soluklu sabırda gizli. Bütün büyük işler uzun sabrın
neticesinde gelmiştir. Newton yerçekimi kanununu sürek
li düşündüğü için bulmuştur. Lacordaire şöyle diyor; eğer
vazgeçmezsek zamanla neler yapabileceğimizi tahayyül bile
edemeyiz. Doğadan bir örnek; Saint-Gervais vadisini bir
fırtına yerle bir edebilir, işe yaramaz bir yığın haline geti
rebilir. Ama buzulların getirdiği sular yavaş yavaş, damla
damla toprağa akarsa sonuçta verimli alüvyonlu topraklara
dönüşür. Kayalardan yüzyıllar boyunca yuvarlanan taşlar
metrelerce derinlikte oyuklar açabilir. İnsan eserleri için
de aynı şey geçerli. Sarf edilen düzenli ama sürekli çaba
sonuçta ulaştığı eserin büyüklüğü yanında çok mütevazı
kalır. Zamanında ormanlık ve bataklık olan Galya bölgesi
sebatkar çalışmanın neticesinde kanallarla, yollarla, demir
yollarıyla, köylerle, kasabalarla bezenmiştir. Aziz Thomas
122
İrade Terbiyesi
d'Aquin'in muazzam eseri Külliyat, yazılan sayısız mektup
ve işçilerin harfleri tek tek matbaaya yerleştirip basması
sayesinde her gün biraz biraz çalışarak elli yılın sonunda
ortaya çıkmıştır.
Tüm hareketler ve cesurca girişimler birbirinden farklı
iki şekilde gelişir. Bir iş ya ani, keskin, büyük bir enerji sarf
edilerek ya da uzun soluklu, azimkar, sürekli, sabırlı, sebat
kar biçimde halledilir.
Savaşta bile başarıyı yorgunluğa olan dayanma gücü
nüz ve cesaretiniz belirler. Bütün oyun bunun üzerine ku
ruludur. Çalışma ortamında ise elinizde o güçlü füzeler de
yoktur.
Aniden büyük çaba göstermek gerektiren anlık işler
hiçbir açıdan tavsiye edilmez. Çünkü genelde arkasından
tembellik dönemi takip eder. Gerçek cesaret uzun soluklu,
sebatkar olandır. Genç açısından önemli olan ipin ucunu
hiçbir zaman bırakmamak olmalı. Zaman, ipinin ucu kaçı
rılmayacak kadar değerlidir. Zamanı idareli kullanmak ge
rek. İşin gerçeği ajandalarda keskin bir şekilde belirtilen za
man çizelgelerini tavsiye eden biri değilim. Harfiyen takip
etmek çok da mümkün olmayabilir. Tembelliğimiz ajanda
da boş olan kısımlarda tembellik yapmaya kalkışır. Sonra
çizelgenin dinlenme, gezinme zamanlarına odaklanmaya
başlarız. Ayrıyeten düzenli olarak bir program dahilinde
çalışmak irademizi o programa karşı bağımlı hale getirir.
Ama mesela çalışma saatinde değil de gezinme saatinde ça
lışmak için daha istekli veya uygun olabiliriz.
Zihni çalışmada daha müsait, daha içten olmamız,
amacımız doğrultusunda gücümüzü toplamamız ve eğiti-
123
Jules Payot
mimize dikkat etmemiz şart. Bu konuda gencin yapması
gereken çok şey var. Her zaman her yerde aktif olması ge
rek. Bu konuda özel zaman diye bir şey yok. Her vakti kul
lanmak lazım. Aktif olmak; sabah yataktan fırlayıp temiz
liğini itinayla ve canlı bir şekilde yapmak, aklımızı çelmeye
çalışan dış etkenlere izin vermeden kararlı bir şekilde çalış
ma masasına oturup işimizle alakadar olmak, pasif şekilde
değil dikkatlice okumak, sürekli çaba sarf etmektir. Aktif
olmak aynı zamanda enerjiniz düşünce enerjinizi topla
manızı sağlayacak gezinti yapmaktır. Enerjinizi tüketen
şeylerle ve cesaretinizi kıran işlerle uğraşmak tamamen za
man kaybıdır. Boş zamanlarda bile zeki arkadaşlarla sohbet
etmek gibi işlerle meşgul olmak lazım. Yemek yerken bile
aktif olabiliriz. Yemeğimizi yeterince çiğneyerek midenin iş
yükünü azaltabiliriz. Gencin en sefil hali hareketsiz olduğu
ve zamanını boş yere harcadığı anlardır. Saatlerce banyoda
zaman harcar, sabah esnemekte geçer, başını kitaba gömer,
yavaş hareket eder. Ne çalışmak ne de bir şeyle ilgilenmek
ister. Nerede olacağına karar verememiş gibidir. Harekete
geçmek için fırsat kollamaya da niyeti yoktur. Oysa fırsat
ları yakalamak uyanık olmayı gerektirir.
Güce hakim olmanın bir yolu da ertesi gün ne yapa
cağınızı yatmadan önce belirlemekten geçer. İşin miktarı
önemli değildir. Yeter ki ertesi gün aniden aklımız başımıza
gelince düşünmeye zaman bile bulamadan masa başına ge
çip apar topar işe koyulmak zorunda kalmayalım.
Asla cuma sabahı "söz olsun pazartesiden itibaren çalı
şacağım" diyerek kahramanlık yapanlardan olmayalım. Şa
yet hemen işe koyulmazsan sadece kendini kandırmış olur
sun. Bir gezinti esnasında canımız sıkılır da boşa zaman
1 24
İrade Terbiyesi
harcadığımıza kanaat getirirsek hemen durumdan istifade
edip içimizdeki bu isteği doğru şekilde kullanmak gerekir.
Amaç iradenizi bir kurala bağlamak değil her zaman ve da
ima canlı olmak, zamanı her daim verimli kullanmaktır.
Darwin'in oğlunun babasıyla ilgili söylediklerine ku
lak verelim. "En önemli karakteri zamana olan saygısıydı.
Ne kadar değerli olduğunu asla unutmazdı. Dakikaların
hesabını yapardı. Asla fırsatları kaçırmaz, değerlendirirdi.
İşe başlamaya gerek olmadığı düşünülen zamanlarda bile
hemen işe koyulur, değerlendirirdi."
Bir işe başlamaya gerek olmadığını düşünüp aptalca
kaçırılan zamanların ve hatta çeyrek dakikaların miktarını
toplayınca bir yılda inanılmaz ölçülere vardığını unutma
yalım. Öğlen yemeklerinin her zaman geç yenmesinden
şikayetçi olan François d'Aguesseau bir gün eşine bir ki
tap verir. Yemeği beklediği çeyrek dakikalarda yazdığı bir
kitaptır. Beş on dakika için bile olsa konsantre olup bir
paragraf okumak, birkaç satır ilerlemek, bir kitabın ön sö
zünü okumak ne kadar da kolay değil mi?
"Zaman, onu doğru kullanana yanlış yapmaz" sözü
çok haklıdır. Yapacaklarına zaman bulamayanların eğlence
ye en fazla zaman ayıranlar olduğu başka bir gerçektir. Di
ğer bir deyişle işe zaman bulamıyorum demek işe ayıracak
zamanım yok demek kadar acı bir ifadedir. Neden zaman
kaybettiğimizi incelersek çoğunlukla yapılacak iş hakkın
da yaşadığımız kargaşadan kaynaklandığını görürüz. Ertesi
gün yapacağım işleri uyumadan önce gözden geçirmezsem
tabii ki sabahım "ne yapacaktım" ile geçecektir. Kesinlik
le soyut bir hedef koymayalım. Mesela "yarın çalışacağım"
1 25
değil, hatta "Kant'ın moral felsefesine bir bakacağım" da
değil. Özellikle net ve kesin ifadelerle hedefimiz "yarın
Kant'ın Pratik Akıl kitabından şu paragrafı okuyup, oku
duğum bölümün özetini çıkaracağım" şeklinde olmalıdır.
Bu yolda her zaman belirgin hedefler koymalı ve o görevi
tamamlamalıyız. Ama işi bir daha geri dönmeyecek şekilde
bitirmeliyiz. Öyle ki bir işi bitirdiyseniz bir daha üzerine
gelmemelisiniz. Yaptığımız işi tam bitirmek, eseri kalıcı
hale getirmek inanılmaz zaman kazandırır.
Öğrencinin de aynı şekilde öğrenirken sağlam ve ener
jik bir şekilde çalışması, yazılı biçimde özet çıkarıp veya
önemli gördüğü yerleri kopyalayıp notlarını kitabın için
dekiler kısmındaki başlıklarla bağdaştırması rahatlık sağ
layacaktır.
Eğer üzerinde çalıştığınız kitap bir başucu kitabı değil
se tekrar okumayı gerektirmeyecek şekilde ilerlemelisiniz.
Böyle ilerlerken atacağımız adımı görmeden ilerlememe
yi, attığımız adımın sağlam olması nedeniyle de geri dön
memeyi sağlarız. Kaplumbağanın hızlı ama metot olarak
dağınık olan tavşanı geçtiği gibi yavaş ama güçlü bir iler
leyişimiz olacaktır. İş açısından örnek almamız gereken
en temel kural şu olsa gerek: "Age quod agis." Yani her işi
zamanında yapmalı; acele etmeden, heyecan yapmadan.
Johan de Witt' e29 tüm işlerinin arasında hem ülkeyi yöne
tip hem de eğlenmeye nasıl zaman bulduğunu sormuşlar.
Şöyle cevap vermiş: "Çok basit; her şeyi sırayla yapıyorum
ve ertesi güne iş bırakmıyorum." Cherterfıeld Lordu'nun
oğluna öğüt olarak gardırobunu düzenlerken bile zaman
29
Johan de Witt, 1 653- 1672 yılları arasında Hollandaöa yasama ve
yürütmenin başında bulunan siyasetçi.
126
İrade Terbiyesi
kaybettirmeyecek biçimde dizmesini söylediği anlatılır.
Başka bir örnekte vakti zamanında bir adamın yıkanırken
bile Horas'ın eserlerinden birkaç sayfa okumak için yanına
aldığı ve bu yüzden sayfaların parçalandığından bahsedilir.
Belki bu kadar da abartmaya gerek yok.
İşte zamanı bir amaç uğruna, tek hedef için kullanmak
büyük önem arz eder. Tek bir işin yapılmadığı çalışma da
ğınık bir çalışmadır. Oradan oraya uçar. Hatta tembellik
yapmaktan daha tehlikelidir çünkü en azından tembellik
insana kendini kötü hissettirir ama bu dağınık çalışma in
sanı işten soğutur. Şevkimizi, isteğimizi kırar; var olanı da
nefrete dönüştürür. François de Sales birçok işi aynı anda
yapmamak gerektiğini söyler. "Şeytan çok işi aynı anda
yapmamızı ama hiçbirini de istediğimiz gibi bitirmeyerek
kendimizi kötü hissetmemizi ister. Bazı vazifeleri tekrar
tekrar yapmaya çalışmak işten soğumamıza ve işin bitme
mesine neden olur."
Ayrıca birçok kez ifade ettiğimiz gibi bize en fazla za
man kaybettiren işler başlanıp bitirilmeyen işlerdir. İnsan
da bıraktığı kötü etki uzun süre bir problem üzerine düşü
nüp de hiçbir sonuca ulaşamamak gibidir. Kendimizi alay
edilmiş gibi hissederiz. Sanki o iş beynimizi meşgul ederek
bizden öç almış, başka bir çalışmaya engel olmuş gibidir.
Bu da mucluluğumuza mani olur. Aksi durumda beynimiz
biten işten dolayı kendini rahatlamış hissedecektir. Endişe
den sıyrılıp yeni işlerle meşgul olacaktır.
Yazmamız gereken bir mektubu yazmadığımız zaman
kendimizi kötü hissederiz. Geçen zaman uzadıkça kendi
mizi daha fazla baskı altında hissederiz. Baskı çekilmez hale
127
Jules Payot
gelmeye başlar ve nihayet oturur bir şeyler yazarız. Ama
olan olmuştur; kendimizi kötü hissetmiş, bitirmenin mut
luluğundan mahrum kalmışızdır. Sekteye uğrayan işlerin
de bizde yarattığı his yapmamız gerekirken yapmadığımız
çalışmaların uyandırdığı hislerle aynıdır. O sebeple yapıla
cak bir işi zamanında ve layıkıyla yapalım.
111
Genç çalışma isteğini verimli bir alışkanlığa dönüştür
meyi başarmışsa zihinsel olarak büyük başarılara ulaşması
çok zor olmayacaktır. Yeni fikirleri varsa veya eski düşün
celerine farklı açıdan bakıyorsa bu hayalleri belki sekiz,
on yıl boyunca zihninde taşıyacaktır. O fikirler sayesinde
yüzlerce örnek, tasarım, karşılaştırma belirir. Bunlar ha
yallerini süsler, canlandırır, büyütür ve güçlendirir. Tıpkı
bir meşe palamudunun kocaman bir ağaca dönüşmesi gibi
veya okuduğu kitapların bir sentezi gibi hayaller de somut
olarak hayata geçecektir.
Açıkça söylemekte fayda var. Zihni olarak belli bir
erginliğe ve isteğe erişmemize rağmen şayet ahlaki açıdan
entelektüel benliğimize hakim olamazsak tam anlamıyla
kendimize hakim olmamız da mümkün olmayacaktır.
Lise eğitiminden çıkıp hukuk, bilim, edebiyat, tıp eği
timi alınca hayata atılmaya hazır, hayatını kazanmaya mec
bur, bugünkü vazifelerini önemsemeyenlerden daha faal
olmak zorunda kalan kimseler olacaksınız. Bu gençlik her
ülkede yönetim kadrolarına yerleşecektir. Halk kendi ken
dini idare edemediğinden tahsil görmüşlerin ışığına ihtiyaç
duyacaktır. Yüksek öğrenim görenlere büyük iş düşüyor.
Çünkü başkalarını yönetmenin yolu evvela kendini tanı-
128
İrade Terbiyesi
maktan ve idare etmekten geçiyor. İnsanlara doğruluğu,
dürüstlüğü, adanmışlığı, örnek olmayı sözle değil ancak
eylemlerimizle gösterebiliriz.
Ah
keşke her yıl birkaç kişi de olsa öğretmen, doktor,
avukat olarak köylerine, kasabalarına, küçük şehirlerine
dönse. Halkla bütünleşip konuşma fırsatları olsa da mü
tevazı yaşantılarıyla başarı hikayelerini anlatsalar. Bu yolla
yirmi yılda ülkenin nereden nereye geleceğini, yeni bir aris
tokrasinin doğacağını, insanlık uğruna güçlü bir geleceğin
inşa edileceğini düşünüyorum. Daha genç yaşta bir doktor
veya avukat olabilecekken üniversiteyi bırakıp eğlenmeye
veya para kazanmaya dalanların ne büyük aptallık ettiğini
söylemeye gerek var mı?
iV
Aklın sürekli meşgul edilmesinin zihni yorgunluk
dolayısıyla sağlığa zararlı olduğu söylenebilir. Ancak zihni
yorgunlukla ilgili bu iddia tamamıyla yanlış bir düşünce
den ibarettir. Sürekli meşguliyetten kasıt beşeri manadadır.
Doğal olarak uyku çalışmayı böler, dinlenmeyi sağlar. Yu
karıda ifade ettiğimiz üzere uyku dışındaki zamanlar zaten
zihnen çalışmamızı kesintiye uğratacak mevzularla dolu
olur. Oysa çalışmak, işle meşgul olmadığımız zamanlarda
bile sadece düşündüğümüz işe konsantre olmayı gerektirir.
Çalışma kelimesinden göğsünü masaya dayamış bir öğren
ci anlaşılmamalıdır. Gezerken de okuyabiliriz, düşünebili
riz. Dolaşarak kafa dağıtabiliriz. En az yorucu ve en ve
rimli olan dinlenme şekli böyle olsa gerek. Gezinti basitçe
zihinsel sorunlarımızı sindirerek problemlerimizi çözmeyi
kolaylaştırır.
129
Jules Payot
Ayrıca doğrusu zihnen çalışıyor olmamız tedbirsiz ola
cağımız anlamına gelmez. Bugün madde ve ahlak arasında
ki bağı daha iyi biliyoruz. Sağlığımıza dikkat etmediğimiz
takdirde cahile muhtaç kalacağımızı da biliyoruz.
Hayatta malzemeyi bulmak işin basit kısmıdır. Mü
him olan organizasyon, tercih ve sıralamayı doğru yapa
bilmektir. Akıllı insan çok fazla detaya dalıp giden değil,
görevini sürekli zihninde tutandır. Bilimle bilgeliği birbiri
ne karıştırmamak gerek. Bilgelik çoğu zaman zihinsel tem
belliğe yol açabilir. Yaratıcı olmak için iyi bir hafıza yeterli
değildir. Zihnin olaya hakim olması gerekir.
Çok çalışmaktan ötürü hasta olduğumuz söylenir. İn
sanın bitkin düşmesinde tek suçlunun çalışma olduğunu
ispatlamaları gerek. Güçsüzlüğümüze sebep olan diğer hu
susların da araştırılması şarttır. Çünkü varsa bu zayıflığın
hislerimize bağlı olup olmadığını bilmiyoruz. Mesela kolej
de veya daha sonraları beyin yorgunluğundan bitap düşen
genç pek görülen bir durum değildir. Buna karşın maalesef
bu yaşlardaki yorgunluk ve hastalıklar ahlaki zaaflardan
kaynaklanmaktadır. Hislerden kaynaklanabilir derken ha
yal kırıklıklarını, kıskançlıkları, gurur olaylarını, hiperes
teziyi, kendimizi olduğumuzdan farklı görme eğilimlerini
veya kişilik bozukluklarını sayabiliriz. Eğer insan zihnin
den bu hisleri defetmek için yeterince güçlüyse yorgunlu
ğun büyük bir sebebinden kendini korumuş olur. Düzenli
ve sağlıklı bir hayatı benimsediğimiz takdirde zihinsel an
lamda kendimizi korumuş, mutlu, kendinden emin, sağ
lam bir karaktere ve bünyeye sahip oluruz.
Zihnimizi doğru düşüncelerle meşgul edersek beyni-
1 30
İrade Terbiyesi
miz bunları ele alır, organize eder. Bu sayede tesadüflerin
kurbanı olmaktan da kurtuluruz. Dinlenmelerimizin azılı
düşmanı olan "tesadüf" beraberinde sıkıntıları da getirir.
İnsanoğlu toplum içinde yaşar, çevresinden itibar ve
saygı bekler. Genel olarak kendimize olan saygı ve itibarı
başkasından görmediğimiz zaman özel hayatımızda baz.ı
can sıkıcı durumlarla karşılaşırız. Tembellerin tembelliğin
bedelini ödediğini görmek çalışkan insan için ayrıca bir
motivasyon kaynağı olur.
Tembel, zamanını değersiz, can sıkıcı kıskançlıklara,
hırslara harcarken gerçek mutluluk, faydalı meşguliyetlere
zaman ayıranların mükafatıdır. Mutluluk, sağlık da geti
rir. Çalışmak insanlığın temelini oluşturan bir kuraldır ve
bunu edinen herkes kalıcı ve yüksek mutluluklara kavuşur.
Bu tespite dağınık ve metotsuz çalışmanın yorgunluk
verdiğini, çalışmayı verimsizleştirdiğini de eklemekte fayda
var. Asıl yorucu olan meşguliyetlerin çeşitliliği ve hiçbirinin
bize işi bitirdim duygusunu yaşatmamasıdır. Taslak halinde
kalan işler de içimizde can sıkıcı bir hal alır.
Jules Michelet, M.Edmond de Goncourt' a otuzlu yaş
larında işlerinin çokluğu nedeniyle başının çok ağrıdığını;
bundan böyle kitap okumayacağını ama yazacağını söyler.
Ardından "karar aldıktan sonraki gün sabah kalktığımda
tam olarak ne yapacağım belli olunca yani tek işle meşgul
olunca bütün hastalıklarımdan kurtulmuştum."30 diye söy
ler.
Kesinlikle çok doğru. Aynı anda birçok kitabı okuma-
30
Goncourt gazetesi,
l 2
Mart
l 864.
1 3 1
Jules Payot
ya kalkışmak insanı yorar. Dediğimiz gibi; age quod agis.
Yani yaptığımızı layıkıyla yapalım. Gördüğümüz üzere bu
sayede sadece hızlı ilerlemiş olmayız. Aynı zamanda yor
gunluk yaşamadan ve biten işlerin verdiği hazzı da tadarak
çalışmış oluruz.
v
Özetleyecek olursak tefekkür insanın içinde güçlü his
ler uyandırsa da o heyecanların alışkanlıklara dönüşmesi
için yeterli olmaz. Oysaki irade terbiyesi kalıcı ve sağlam
davranışlar olmaksızın mümkün değildir. Aksi halde çaba
larımız boşa gider ve sürekli tekrarlamak zorunda kalırız.
Kendimizi aşma yolunda ilerlememizi sağlayacak olan iti
yat haline gelen başarılarımızdır. Ayrıca bu alışkanlıkları
edinmenin yolunun hareketten geçtiğini de biliyoruz artık.
Hareket etmek amacımızın takibi için gerekli olan birçok
eylemi cesaretle sonuçlandırmaktır elbette. Hareket insanı
toplum önünde kararlı ve mutlu kılar.
Maalesef çalışmak için zaten az olan zamanı sistem
sizlik nedeniyle daha da azaltırız. Buna rağmen daha önce
de belirttiğimiz gibi "az da olsa her gün biraz çalışmak iler
lememizi sağlar." Devam eden sebatkar çalışmanın getirisi
muhteşem olabilir. Böyle böyle düzenli çalışma alışkanlığı
edinilir. Her akşam ertesi günün çalışma konusunu belirle
meli, başlanan işi bitirmeli, sadece bir işle meşgul olmalı ve
en önemlisi de zamanı boşa harcamamalı. Bu alışkanlık en
büyük hayallerin gerçekleşmesini sağlar.
Anlaşıldığı üzere çalışmak başımızı ağrıtmaz. Çalış
maktan kaynaklandığı düşünülen yorgunluk, doğrusu aşırı
hazlardan, endişelerden, egoist fikirlerden, yanlış metottan
kaynaklanır.
132
Dördüncü Bölüm
İrade Terbiyesinde Beden Sağhğmm Önemi
1
Buraya kadar konunun psikolojik yönünü ele aldık.
Şimdi de kendini kontrol etmenin fizyolojik şanlarını ele
alalım.
İrade ve onun en güçlü göstergesi olan dikkat, sinir sis
temimizin ayrılmaz parçalarıdır. Şayet sinir sistemimiz hız
lıca zayıflar veya zayıfladığında kendini toparlaması uzun
zaman alırsa artık azim ve çaba göstermek de imkansız hale
gelir.
Bedensel zayıflık, cılız iradeye ve yetersiz, bitkin dik
kate sebep olur. Tüm çalışmalarımızda gördük ki diğer
etkenlerden daha ziyade başarıyı getiren en büyük etken
enerji durumumuzdur. Meşhur bir söze göre kendini ta
nıma yolunda ilk şart "iyi bir hayvan" olmaktan geçiyor.
Moral açısından kendimizi iyi hissettiğimiz zamanlarda be
denimiz de tıpkı düzgün notalar çalan, akordu iyi yapılmış
bir enstrüman gibi olur.
Canlı olduğumuz zamanlarda isteğimiz yüksek, dik
katimiz de faal olur. Aksine cansız, bitap olduğumuz za
manlarda zihnimizi bedenimize bağlayan ağır zincirlerden
ve isteksizlikten kaynaklanan çöküntüden kurtulamayız.
Unutmayalım ki yorulmadan yapılan işlerin mükafatı ken-
133
Jules Payot
dini iyi hissetmek ve uzun soluklu mutluluktur. Yorgunluk
daha işin başında meydana gelirse başlangıçta hissedilmesi
gereken tatlı gayret yitirilir; yerine nahoş bir kuvvetsizlik ve
tiksinti gelir. Size haz vermeyen bir çalışmada başarı ödül
olmaktan çıkar; görev ise eziyete, acıya dönüşür.
Üstelik bütün psikologlar fiziksel durumun ruh sağlı
ğı açısından önemi konusunda hemfikirler. Kan dolaşımı
mız beynimize temiz kan pompaladığı zaman aklımız da
hatıralarımızı ve davranışlarımızı uzun süre doğru şekilde
kontrol eder.
Kalıcı ve sürekli iradenin bir koşulu mutluluğa şart
lanmış şekilde yaşamamaktır. Çünkü mutluluk çalışmanın
bir sonucudur. Daha önce de söylediğimiz gibi mutluluk
hayatın sıfırlarının önüne eklenen sayı gibidir. Hayata ger
çek anlamda değer katar.
Ne yazık ki zihni faaliyetler yanlış anlaşıldığı zaman
kötü sonuçlanabilir. Zira bir zihni faaliyet bedenin hare
ketsiz kalmasını, evin dört duvarı arasında oturup kalmayı
gerektirebilir. Sonuç olarak fiziki bir iş olmadığından otur
mayı gerektirir. Bunun yanı sıra bir de sağlıksız beslenmeyi
eklemek lazım. Midenin etrafı sinir ağıyla çevrili olduğun
dan bu organdaki düzensizliklerin sinir sistemine etkisi
büyük önem arz eder. Yemekten sonra kan başa hücum
edince başımız ağrır, ayaklarımız kolaylıkla soğur. Üzerimi
ze ağırlık çöker. Sinir sistemi yavaşlar. Zihnini kullanarak
çalışan birçok kimse bu durumu kontrol etmekte zorlanır.
Kalp sıkışır, mide kasılır. Sinirsel sorunlar baş gösterir çün
kü nevrotik sorunların başlangıcı genel olarak beslenmeyle
ilintilidir. Beyin dengeleme görevini yitirmiş, sakin yaşan-
134
İrade Terbiyesi
tının yerini huzursuzluklar almaya başlamıştır.
Sağlığımız kötüleştiği zaman ruh halimiz de ona eşlik
eder ve kendini kontrol etme gücünü yitirmeye başlarız.
Meşhur bir ifadesinde Huxley bizi satranç taşlarına benze
tir. Karşımızda sabırlı ve acımasız bir rakip var; en ufak ha
tada bizi yenmeye hazır. Ama iyi oyuncuyu kimse mağlup
edemez. Rakibimiz ise doğa; kurallara uymayan kimseye
acımaz. Bilim insanları tarafından yapılan keşifler kuralla
rımızı teşkil eder. İşte en azından bu kurallara uyarak sağlı
ğımızı koruyabiliriz.
Sağlığımızı koruma savaşını, özgürlüğümüzü kazan
mak için verdiğimiz savaşa benzetebiliriz. Bu, olsun de
mekle olacak bir iş değildir. Sağlıklı olmak için birçok hu
susa dikkat etmek, detaylar üzerinde itinayla durmak lazım
gelir. Sıcağa, soğuğa, neme, havanın temizliğine, aydınlat
maya, yemeğe, spora vs. dikkat etmek şarttır.
Bunca şeye dikkat ederek yaşamak hayatı çekilmez
hale getirir diyeceksiniz. Bu itina bir alışkanlık meselesi.
Kötü bir yemeğin sebep olduğu zaman kaybı, normalde
yemeğe ayırdığımız zamandan daha fazladır. Biraz çıkıp
gezinmek için gereken zaman midemiz tıka basa doluyken
kahvede gazete okumaktan veya koltuğa çakılmaktan daha
fazla zaman kaybettirmez. Çalışma alanınızı ara sıra hava
landırmak veya biraz hava almak zaman kaybı olmaz. Ha
yatı kolaylayacak belirgin önlemler almak yeterli olacaktır.
Mantığımızı kullanarak önlem alamayışımızın sebebi ise
tembelliktir. Zihinsel tembellik önlem almamıza, fiziksel
tembellik ise harekete geçmemize engeldir.
135
Jules Payot
Bir daha söylemek gerekirse, sağlık bizim için ödül
olacaktır. Yani mucluluğun, başarının hacca tüm hususların
ön koşulu, olmazsa olmazı sağlıktır.
Bu arada üzerinde duracağımız en mühim husus bes
lenme. Esas mesele ise yediğimiz besin maddelerinin türleri
ve miktarı olacaktır. Günümüzde hiçbir yağlı yiyeceğin ve
karbonhidratın doku oluşumunda proteinin yerini tutma
dığı bilinmektedir. Yani beslenmede protein zorunlu bir
ihtiyaçtır. Diğer yandan makul miktarların aşılması duru
munda son derece ilginç sonuçlar doğabilir. Aşırı derecede
alınan protein, organlarda, alınan miktardan katbekat fazla
albümin oluşmasına neden olabilir. Günlük almamız ge
reken protein miktarı yaklaşık 75 gram azoclu besin mad
desine eş değerdir. Bu miktarın üzerinde alınan besin, kas
larda fazladan protein oluşmasına neden olacaktır. Ancak
gençler günlük yemesi gereken et miktarının iki, üç kat
fazlasını yiyebiliyor.
Diğer yandan miktarı ne olursa olsun alınan proteinin
yanında karbonhidrat veya yağlı besinler almazsanız pro
tein faaliyete geçer ve birikme başlar. Bu yüzden 75 gram
proteinle beraber bu besin maddeleri de alındığında prote
inin olumsuz etkisi azalacaktır. Yukarıda belirtilen miktara
dengeleyici azot miktarı denilir.
Ayrıca hareket nişasta ve yağların parçalanmasına ne
den olur. Bilindiği üzere bir kişinin günde alması gereken
kalori miktarı 2800 ila yoğun çalışıyorsa 3400 kalori civa
rında olmalıdır.31 75 gram proteinin 307 kalori verdiğini
kabul edersek günlük ortalama 3000 kaloriye ihtiyacı olan
31
1 gram protein 4,1 kalori,
1
gram yağ
9,3
kalori, 1 gram karbon
hidrat 4, 1 kalori.
1 36
İrade Terbiyesi
zihnen çalışan biri için geriye yaklaşık 2700 kalori kalıyor
demektir. İlave olarak sadece 200 ila 250 gram yağ yaktı
ğımıza göre (225x9,3 =2092 kalori) geriye kalan yaklaşık
600 kalori için de 1 59 gram karbonhidrata ihtiyacımız var
demektir. Herhangi bir besin maddesinin karbonhidrat
değerine göre günlük almamız gereken besin maddelerini
bulmak zor olmayacaktır.
Bu veriler, çok yediğimizi, özellikle çok fazla et yediği
mizi gösteriyor. Mideye ve bağırsaklara inanılmaz bir yük
bindiriyoruz. Abarttığımızı zannedeceksiniz. Oysa sindi
rim esnasında mide sıvıları salgılanmasaydı mide ve bağır
sak çeperlerini sindirmeye başlardık. Sindirim bile koca
man bir iş. Bağırsakları düz bir zemine yayarsak yaklaşık 30
santimetre kalınlığında beden uzunluğunun yedi, sekiz kat
fazlası olur. Mide ve bağırsakların yüzeysel olarak çalışma
alanı en az beş metrekaredir.
Her gün durmadan kendini yenileme çalışmasını, mi
deyi ve bağırsakları kaplayan villusların öğütme için harca
dığı enerjiyi ve yüksek miktarda sıvıları, pankreas ve safra
kesesinin salgıladığı sıvıları, midenin peristaltik hareketini
de eklersek gereken muazzam enerjiyi bir düşünün.
Fazla yemek yiyenlerin sadece sindirim sistemleri için
yaşayan insancıklar olduğu açık değil midir? Bu gruba bir
lokmada yutulan miktarın fazlalığı nedeniyle sindirim sıvı
larının yeterince çiğnenmemiş besinleri öğütemediği, sin
dirim sistemi yavaş kişileri de ekleyelim.
Besin maddelerinin protein, yağ, karbonhidrat içerik
lerini gösteren bir broşür hazırlanması ne iyi olurdu. Besin
maddelerinin azot miktarını bilebiliyoruz ancak azot içeren
137
Jules Payot
tüm maddelerin yapıcı etkisi olmadığı da bilinmektedir.
Bu tür bir tabloyla herkes kendi menüsünü oluşturabilir.
Düzgün beslenen ve sindirim sisteminin yükünü hafifleten
insan, zihinsel faaliyetleri için de faydalı bir iş yapmış olur.
Gün içinde yenilen öğün sayısı ve vakti miktar konu
suna nazaran pek de önemli değildir. Gençleri şişman gör
mek istemiyoruz.
Bu konuyu kahveden bahsetmeden kapatmayalım.
Özelliğinin yitirilmesine ve asabiyete neden olan filtre kah
veyi çok fazla tavsiye etmiyoruz. Arap kahvesi olarak hazır
lanan kahve ise sindirime faydalıdır. Sabah içilen bir fincan
kahve çalışanların sabah halsizliğini alır ve zihinsel canlılık
verir. Elbette abartmadan, derhal işe koyulmak kaydıyla bir
miktar tüketmekte sakınca yoktur.
Temiz hava teneffüs etmek mecburidir. İşin doğrusu
temiz hava sanki bir ihtiyaç değilmiş gibi düşünenler var.
Gençlerin biraz serin havadansa kirli havayı tercih ettiğini
gördüm. Bu anlamda eğitim yuvalarının son derece ilkel
kaldığını söylemekte fayda var. Temiz havaya ihtiyaç duyan
organizma bu mekanlarda kötü havaya maruz kalmaktadır.
Öğrenci için de aynı şey geçerli. Odasında otururken kir
lenmiş havayı tekrar teneffüs etmek zorunda kalır. Oysaki
temiz havada çalışması lazım.
Diğer yandan sağlıklı bir kimse dolaşabilir, yüksek ses
le okuyabilir, konuşabilir. Bilindiği üzere sağır ve dilsizler
ise konuşmak için gereken nefesi almadıklarından akciğer
leri küçük kalır ve birkaç santimetre önlerindeki mumu
bile söndürmekte zorlanırlar. Yani konuşmak akciğerlerin
enerjik çalışmasını sağlar.
1 38
irade Terbiyesi
Kambur bir şekilde okuma veya yazma pozisyonu ne
fes almayı ve uzun vadede çalışmayı zorlaştırır. Bunun için
sırtımızı dik tutma alışkanlığı edinip solunum sistemimizi
rahatlatmamız lazım.
Bu da yetmez. Düzenli olarak nefes molası vermek
gerek. M.Lagrange buna "nefes jimnastiği" diyor. Sabah
kalkınca istem dışı yaptığımız gerilme hareketlerine ben
zer. Kolları yavaş yavaş kaldırıp derince nefes alarak yanlara
açalım sonra da indirirken nefes verelim. Kolları kaldırır
ken büyümeye çalışır gibi ayak ucuna kalkmak omurganın
düzelmesine, kaburgaların aşağıdan yukarıya doğru açıl
masına ve dolayısıyla nefes alanının genişlemesine yaraya
caktır. Ayrıca bu egzersiz kaburgalarda ankiloz oluşumuna
engel olacak, akciğerlerde kıvrılmış, oksijenin ulaşamadığı
birçok vezikülün açılmasını sağlayacaktır. Böylelikle kan
ve oksijen alanı artacaktır. Marey, dinlenme esnasında bile
insanı rahatlatan solunum egzersizlerinden bahsediyor. Bu
tür nefes çalışmaları sadece nefes almayı kolaylaştıracaktır.
Yani gerçek anlamda spor yapmanın yerini tutmaz. Aslında
tek başına spor da bir anlam ifade etmez. Spor, beslenme
fonksiyonlarının gelişimine fayda eder.
Az
önce gördüğümüz üzere nefes çalışmalarıyla odada
nefes kapasitemizi arttırabiliriz. Ama kanın daha rahat do
laşmasının ve kolayca akciğere ulaşmasının önemini unut
mamalıyız. Kan dolaşım sistemi ve solunum sistemi aynı
amaca hizmet eden benzer iki sistemdir. Birini etkin hile
getirdiğimizde diğerini de çalıştırırız.
Antoine Lavoisier 1 789'da Bilim Akademisi'nde ya
yımladığı bir makalede aç karnına yapılan bir kas egzer-
139
Jules Payot
sizinden sonra vücudun dinlenme haline nazaran üç kat
daha fazla oksijen tükettiğinden bahsetmişti. Dolayısıyla
egzersizin birincil hedefi bedene kayda değer miktarda ok
sijen sağlamaktır. Genel itibarıyla hareketsiz duran gencin
enerjisi düşecektir. Buna mukabil temiz hava teneffüs eden
genç ise temiz kanla ve dinç bir nefesle işe koyulacaktır.
Böylece beyin daha etkin ve daha enerjik çalışacaktır. Ay
rıca damar sağlığı da kalbin çalışmasını doğrudan etkiler.
Hareketsizlik nedeniyle daralan damarlar kalbin rahat ça
lışmasına engel olacaktır.
Bedensel aktivitenin faydası bunlarla da sınırlı de
ğildir. Paul Berc'in ispatladığı gibi oksijeni vücuda kaslar
sabitler. Kaslar gerçek anlamda bir solunum organıdır.
Solunan oksijen sayesinde kaslarda bulunan yüksek mik
tardaki karbonik asit bedenden uzaklaştırılır. Bu dönüşüm
ne kadar fazla olursa yağ yakımı da o kadar yüksek olur.
Hareketsizlik nedeniyle "yakılamayan" yağlar ise bedende
depolanmaya başlar ve obeziteye neden olur. Bu yağlanma
sadece bedensel tembelliğe değil aynı zamanda eklem ilti
hapları, gut, nefes kokusu, böbrek taşı gibi hastalıklara da
sebep olur. Ancak kaslardaki solunum sadece çalışma esna
sında devam etmez. Çünkü gördüğümüz üzere bu organlar
solunumu uzun bir süre devam ettirir.
Üst gelir düzeyine sahip ve çok fazla yemek yiyen ai
lelerin çocukları için spor yapmak daha da elzemdir. Çok
fazla beslenir bir de üzerine hareketsiz kalırsak bağırsak
sıvıları diye adlandırılan kilüste yükselme meydana gelir.
Bu rahatsızlık daha çok akşam aşırı yenilen yemek sonrası
hemen yatıp sabah kalktığımızda ortaya çıkar.
140
İrade Terbiyesi
Yakılacak maddelerin kandaki miktarı nedeniyle kan
daha katı hale gelir ve doğal olarak mide tembelleşir. Sabah
kalktığınızda ise çelişkili bir durum ortaya çıkar. Halsizlik
ve beyin durgunluğu yaşanır. Çok acı bir gerçek bu dur
gunluğun nedenini şöyle açıklıyor. Kanda bulunan oksijen
miktarındaki azalmaya bağlı olarak yorgunluk hissi artar ve
çalışma isteğimiz de azalır.
Kısacası spor enerjik olmayı ve hızlı sindirimi sağlar.
Zengin kan dolaşımı da istenmeyen maddelerin vücuttan
atılmasını sağlar. Egzersizin sağlığa yaptığı katkının yanı
sıra midenin sindirim için şart olan mide hareketliliğine de
faydası olduğunu eklemek lazım.
Genelde oturma veya ayakta durma pozisyonunda
olmamız nedeniyle karın kaslarını saran bölgede yağlan
ma olur. Lagrange, Yetişkinlerde Sportif Etkinlikler isi�li
muhteşem kitabında İsveçli atletlerin bu konuya getirdik
leri çözümden bahseder. Evde yapılacak yedi hareketle söz
konusu bu yağlanmaya engel olmak mümkündür.
il
Buraya kadarki bölümde egzersiz yapmanın insan sağ
lığına sindirim açısından faydalarını anlattık. Sağlam bir
organizmanın varlığı irade ve dikkat olan konumuz açı
sından olmazsa olmazdır. Kas çalışması irade terbiyesinde
daha az önemlidir ancak özel bir yer teşkil eder. Doğrusu
çocuklar kas gelişimine bağlı olarak yavaş yavaş kendini
aşmaya, utangaçlığını atmaya başlarlar. Uzun soluklu kas
gelişimi hareketlerimize hakim olmaya, kendimizi kontrol
etmeye ve dikkatimizi disipline etmeye yarar. Hangi biri
miz en tembel anımızda kalkmak, harekete geçmek, dışarı
141
Jules Payot
çıkmak ister? Bunları gerçekleştirmek çok zor gelir insana.
Diğer yandan fiziksel çalışmanın veya canlı etkinlikler yap
manın (yürümeyi bunların dışında tutuyoruz çünkü yü
rüyüş belli bir süre sonra otomatikleşmeye başlar) irade ve
dikkat terbiyesine katkısı olduğu aşikardır. Dikkat bozuk
luğu olanlara da fiziksel etkinlikler önerilir.
Fiziksel çaba, istek gerektirir böylece irade gelişir. Tıp
kı bütün yeteneklerimizin tekrarla geliştiği gibi. Üstelik
fiziksel etkinlikler yorucu olmaya başlayınca acı vermeye
başlar. Acıya dayanma istekli olmak değil de nedir? Fizik
sel etkinlik irade terbiyesinde başlı başına bir temel eğitim
gibidir.
Peki fiziksel etkinliğin zekaya faydası yok denilebi
lir mi? Alakası yok. Etkisinin olduğu bir gerçek. Fiziksel
tembellik fecidir, algılarımızı zayıflatır. Doğal olarak evde
kalmak ister, monotonluğu tercih ederiz. Sonra da can sı
kıntısı. Bu sıkıcı durumla hepimiz karşılaşmışızdır. Sebebi
fiziksel olarak hareketsizliktir ve paralelinde zihinsel yavaş
lama gelir. Dışarı çıkıp biraz köy, kasaba, dağ yürüyüşüyle
zihin açılır, enerji ve canlılık gelir. Fiziksel hareketliliğin
yetilerimizin üzerine etkisi yadsınamaz.
111
Faydası olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen gencin
fiziksel aktivitelerini yakından takip etmekte fayda var. Ge
nellikle iki şey birbirine karıştırılır; sağlıklı olmak ve kas
çalışması.
Sağlık dediğimiz, solunum organlarının ve sindi
rim organlarının iyi çalışmasıdır. Kendini iyi hissetmeyi,
142
irade Terbiyesi
iyi sindirmeyi, rahat nefes almayı, düzenli ve enerjik bir
kan dolaşımını ve ani hava değişikliklerine karşı kolay
lıkla uyum sağlamayı beraberinde getirir. Bu dayanıklılık
özellikleri ise kas miktarı ile alakalı değildir. Salonda vücut
çalışan birinin sağlığı, ofiste çalışıp da adale kuvveti zayıf
olan birinden daha kötü olabilir. Ağır vücut çalışmalarını
önermediğimiz gibi sakınmalıyız da. Çünkü aşırı egzersiz
gerektiren bu çalışmalar boyun ve başın fazlasıyla yorul
masına yol açar. Zihinsel çalışmalar için başın ve boynun
korunması şarttır.
Yoğun bedensel çalışma sadece fazla alınan besin mad
delerinin yakılması için gerekli olabilir. Beyni ne kadar yo
rarsanız, fazlalıkları yakmak için o kadar az kas çalışmasına
ihtiyaç kalır. Bu konuda mesela masa başında sürekli aynı
işi yapan memur ile görevlerini layıkıyla yerine getiren bir
öğrenciyi enerjiyi yakma açısından karşılaştırmaya gerek
bile yok.
Gariptir Fransa'da, İngiltere'deki gençlerin aldığı at
letik eğitim bilimsel anlamda araştırılmadan övgüyle an
latılıyor. Yıllık pansiyon ücreti 5000 frank32 tutan birkaç
meşhur İngiliz kolejine hayranlık duyulmakta.
Oysa akıllı İngilizler, okullarında abartılı fiziksel eg
zersiz yapılması taraftarı değil. Wilkie Collins 1 87 1 yılında
yayımladığı Karı-Koca kitabının önsözünde İngiliz top
lumunda kabalığın ve serseriliğin arttığından bahseder ve
çoğunlukla vücut çalışmalarının bunda rolünün olduğunu
ifade eder.
32
Ortak para birimi avroya geçmeden önce Fransa'da kullanılan
para birimi. Bir avro yaklaşık
6,5
frank eder.
(Ç.N.)
1 43
Jules Payot
Tarafsızlığı tartışılmaz olan Matthew Arnold ise Fran
sız eğitim sistemini savunur. Ona göre barbarlar ile zevk
sizler arasındaki fark barbarlar sadece gururu, kabalığı, spo
ru, gürültülü zevkleri, eğlenceyi sever. Zevksizler ise ancak
para kazanmayı, koşuşturmayı ve dedikoduyu sever. İngiliz
eğitiminin barbar ve zevksiz tipler yetiştirdiğini söyler.
Tüm gücümüz birbirinden ayrı iki kompartımanda
bulunmuyor. Zihni çalışmalar için gereken güçle fiziksel
gücümüz aynı kompartımandadır. Bu sebeple aşırı derece
de sarf edilen fiziksel kuvvet zihinsel çalışmalar adına da bi
rer kayıptır. Eğer düşüncesizce bedenini fermente içkilerle
veya ilaçlarla doldurur sonra da zor bela bedeninden atmak
için spor yapar ve muhteşem vücudunu aynada seyredersen
bir şey diyemem. Ama geleceğin doktoru, avukatı, bilim
adamı, edebiyatçısı açısından bunlar anlamsızdır.
Günümüzde büyük zaferler büyük kas gücüyle kaza
nılmıyor. Büyük buluşlarla, büyük fikirlerle oluyor. Muh
teşem sporcu kaslarımız bir Pasrör'ün, Ampere'in veya Ma
lebranche' ın aklı ermez. İşin doğrusu ne kadar antrenmanlı
olursa olsun insanoğlu bir atı veya köpeği yarışta geçemez
veya bir gorili kavgada yenemez. Yani üstünlüğümüz kasla
rımızın ağırlığıyla orantılı değildir.
İnsan vahşi aslanları, kaplanları bile hayvanat bahçe
lerinde çocukların eğlenmesi için eğitebiliyor. Görülüyor
ki günden güne kas gücünün rolü azalmaktadır çünkü akıl
gücüyle çalışan makineler onun yerini almakta ve hatta be
densel çalışmayı gittikçe saf dışı bırakmaktadır.
Sonuç itibarıyla çocuklarımızın kaslı olması için har
cadığımız çaba boştur. Kaslı olmanın sağlıklı olduğunu
144
İrade Terbiyesi
zannetmek gibi hatalı bir durum söz konusu. Eğitimimiz
gençlerimizin beyinlerini hiçe sayarak nezaketten uzak sa
vaşçılar yetiştirme peşinde. Zihinsel olarak güçlü olmak mı
yoksa boksta güçlü olmak mı? Tercihimizde kuşku olma
malı. Bizi hayvanlaştırmaya götürecek bir gelişim tercihi
miz olamaz.
Örnek almamız gereken kaba, sıradan İngiliz eğitimi
değil öğrencilerin aşırı yorulmasını reddeden İsveç sistemi
olmalıdır. İsveçliler gençlerin güçlü ve sağlıklı olmalarıyla
ilgileniyorlar; abartılı fiziksel etkinliklerden de sakınıyorlar.
Çünkü aşırı beden eğitiminin bitkinliğe ve çeşitli hastalık
lara neden olduğunu fark ettiler.
iV
Zihni çalışmalar sırasında yapılan hatalar bedensel ça
lışmalarda yapılan yanlışlara nazaran bir nebze de olsa daha
zararsız kabul edilir. Zihnen çalışan bir kimse ya oturarak,
masa başında, başı ellerinin arasında düşünür ya da göğsü
masaya dayalı, elinde kalemiyle yazı yazıyordur. Mesela ter
cüme işi için sözlüğe ihtiyacı vardır. Okumak için düşünce
lerini toplaması ve not alması gerekir. Tercüman bunu evin
dışında da her yerde yapabilir.
Düşünme, malzemelerin belirlenmesi ve işin organi
zasyon kısmının temiz havada, dışarıda yapılıyor olması işi
nizi kolaylaştırır. Kendimden örnek vermem gerekirse tüm
yeni fikirler gezintilerim esnasında aklıma gelmiştir. Dü
şüncelerimin temeli Akdeniz kıyılarında, Alp Dağları' nda
veya Lorraine Ormanları'nda oluşmuştur.
Herbert Spencer'in dediği gibi "bilginin tertip ve dü-
145
Jules Payot
zeni onu edinmekten daha mühimdir" ve "bu çalışma için
iki önemli husus zaman ve uygun gayrettir." Ben de bilgi
nin oluşturulması kısmı doğada olmalıdır derim. Gezinti
esnasında kan coşkuyla dolaşır, temiz hava bedeninizin ok
sijenlenmesini sağlar. Kapalı alanda hiç gelmeyen fikirler
kendiliğinden oluşuverir. Mill, anılarında Mantık adlı ese
rinin büyük bir kısmını şirketin Hindistan'daki bürosuna
giderken yazdığından bahseder. Verimli çalışmaların güne
şin ve temiz havanın bol olduğu yerlerden çıktığı aşikardır.
v
Egzersizlerden bahsettiğimize göre, şimdi de dinlen
meden konuşabiliriz. Dinlenmek tembellik değildir. Ve
elbette tembellik, dinlenme olarak ifade edilemez. Dinlen
me, önceden çalışmış ve yorulmuş olmayı dolayısıyla isti
rahati hak etmeyi gerektirir. Tembel insan hak edilmiş bir
dinlenmenin zevkini bilemez. Çünkü Pascal'ın dediği gibi
ısınmak üşürseniz, dinlenmek yorulursanız güzeldir. Ça
lışmadan dinlenmek tembelliktir, can sıkıcıdır. Ruskin'in
söylediği gibi hak edilmiş dinlenme öküzün ahırda geviş
getirmesi değildir.
En verimli dinlenme yolu ise uyumaktır. Sakin ve
derin uyku vücudun toparlanmasını sağlar. Böyle bir uy
kudan uyandıktan sonra kendinizi zinde ve yapılacak işler
için enerji dolu hissedersiniz.
Ne yazık ki uyku mevzusu birçok yanlış fikri berabe
rinde getirir. Her şeye kural getirmek gibi bir gayretleri olan
sağlıkçılar yetişkin bir insanın günde altı, yedi saat uyuması
gerektiğini söylerler. Bu konuda uygulanacak kural akşam
çok geç yatmamak ve sabah çalar saat çalınca da yatağın
146
İrade Terbiyesi
içine kaçmamak olmalıdır.
Söylemekte fayda var; geç yatmamaktan kastımız ak
şam on ikiyi aşmamak. Bilindiği üzere öğlen saat dörtten
sonra vücut kan ısısı düşmeye başlar ve akşam alınan sin
dirilmesi zor besin maddeleri kanda birikmeye başlar. Do
layısıyla güne nazaran zihni kabiliyet bu saatlerde düşer.
Doğal olarak beyin yavaşladığı için daha basit işlere yönelir.
Buna rağmen çalışmaya devam etmek, ertesi gün kul
lanılacak enerjiyi kaybetmek demektir. Zihnin gece vakti
yorgun vaziyette meşgul edilmesinden zaten pek önemli
bir fayda elde edilmez. Fakat bu fazla yorgunluk uyku ve
dinlenmeyi de olumsuz etkiler, istirahat edememeye neden
olur. Beynimizin ertesi gün zihin açıklığıyla çalışmasına
mani olur.
Sabah çok erken saatlerde kalkmanın gerekli olduğu
nu sanmıyorum. Ayrıca her gün sabah saat dörtte uyanma
ya gücümüz yetmeyecektir. Özellikle sıcacık yatak, odanın
soğukluğuna tercih edilecekse iradenin dışında başka bir
motivasyonun varlığı şarttır.
Şehir merkezinde bir fırıncının evinde kalırken tüm
tepkilerime rağmen çocukları tarafından her sabah erken
saatlerde uyandırıldım. Kış boyunca sabah saat beşte uya
nıp masama oturdum. Bu tecrübeden erken kalkan yol alır
sonucunu çıkardım. Çalışmalarım meyvesini vermeye baş
lamıştı; kazanımlarım kalıcı oluyordu. Ancak gün içinde
biraz yorgun oluyordum.
Sonuç itibarıyla günün verimli saatlerinin önemli ça
lışmalar için kullanılması tercih edilir. Bu metodun avan-
147
Jules Payot
tajı günün hiçbir saati boşa gitmiyor. Bana saat kaçta kalk
tığını söyle sana ne kadar erdemli olduğunu söyleyeyim.
VI
Uyku haricinde dinlenme veya eğlenme de istirahat
sayılır. Zaten kesintisiz, dinlenmeden çalışmak önerilmez.
Eski bir deyişe göre beyin yaya benzetilir. Sürekli gergin
duran bir yay gücünü yavaş yavaş kaybeder.
Çalışmanın doğal ödülü olan dinlenme olmazsa iş ezi
yete dönüşür. Bilginin sindirilmesi, kalıcı ve verimli olması
için çalışmalar arasında aralık bırakmak lazımdır. Çalışma
açısından bu molalar tamamen birer kazançtır. Doğrusu,
zihinsel bir çalışma için merkezi sinir sisteminin de bu ça
lışmaya eşlik etmesi gerekir. Oysaki zihinsel çalışma bitti
ğinde merkezi sinir sistemimiz hemen durmaz, bilinç dışı
olarak çalışma devam eder. Sonuçta sabitlenmiş, kalıcı ha
tıralar oluşur. Bu nedenle bir işi tamamlayınca derhal yeni
bir işe başlamak son derece yanlıştır. Bilinçaltına yerleşen
spontane çalışmanın faydasını kaçırmış oluruz. Diğer yan
dan da kan dolaşımının tekrar düzenlenmesi ve sinir siste
mine adapte olmasını beklemek gerek.
Bu durum biraz yoldan gelen treni durdurmaya benzi
yor. Öncelikle yavaşlatıp sonra başka bir raya yönlendirmek
gerekir. Biraz spor yaparak, biraz dinlenerek beyne fırlayan
kanın şiddetinin doğal yolla dinmesini beklemek gerek.
Eğitim süreci boyunca konulara hakim olmakta zorla
nan öğrencilerin on beş günlük tatilde dinlendikten sonra
ikinci eğitim döneminde daha verimli olduklarına şahit ol
dum. Dinlenmek öğrenciye iyi gelmiş, birikim yapmasına
148
İrade Terbiyesi
neden olmuştur. Organizasyon becerileri oturur, derslere
karşı daha ilgili olurlar. Dinlenme olmasa, yeni bilgileri al
maları mümkün olamazdı.
Dinlenmenin çalışma açısından değerini yeterince ifa
de edemedim. Rodolphe Töpffer "çalışmak gerek dostum;
sonra da hiçbir şey yapmayıp, alemi seyretmek, hava al
mak, gezmek gerek. İşte böylece aldığın bilgileri ve gözlem
lerini öğütür, bilginin salt beyinde kalmasındansa gerçek
hayata uyarlarsın" derken ne denli haklıdır. Ancak dinlen
me bir hedef olmamalı. Enerjimizi tekrar toparlamaya aracı
olmalı. Dinlenme kişiden kişiye fark edebilir ancak azmi
artırmaya fayda sağlayacak dinlenmenin belirgin özellikleri
vardır. İyi bir dinlenmenin en belirgin özelliği solunumu
geliştirmesi, göğüs, karın, mide kaslarını, omurgayı geliş
tirecek çalışmalar içermesi ve gözleri de dinlendirmesidir.
Hareketsizliğe neden olan kart oyunu gibi kapalı alan
da olmayı gerektiren tüm oyunlardan, sigara içilen havasız
ve sağlıksız ortamlardan uzak durmak önemlidir.
Kır veya orman yürüyüşleri ise ihtiyacımız olan ener
jiyi toplamayı sağlar. Bu yürüyüşler nefes almayı sağlayan
omurgayı hareketsiz kıldığı gibi karın kaslarının gerilmesi
ni sağlar ama maalesef ihtiyacımız olan tüm şartları yerine
getirmez. Ancak akciğerlerimizin temiz havayla dolmasını,
gözlerimizin dinlenmesini sağlar. Kışın buz pateni, yazın
yüzme karma hareketler içermesi nedeniyle solunuma fay
dalı olur, zekayı da geliştirir. Bu etkinliklere nehir kenarın
da manzarayı seyrederek kürek çekmek veya bahçe işleri
eklenebilir. Yağmurlu günlerde ise kapalı alan etkinliği ola
rak marangozluk veya tamir işleri verimli olabilir. Bahçede
149
Jules Payot
petank, çomak, pom gibi eski Fransız oyunları oynanabilir;
bu arada kriket veya tenisi de unutmayalım. Tatil zamanı
Alpler'de, Pirene Dağları'nda, Voj veya Brötayn bölgesinde
sırt çantamızla gezintiden daha iyisi olamaz.
Evvelce söylediğimiz gibi mutluluk en değerli güç kay
nağıdır. Mutlulukla gelen bedensel rahatlık adeta dengeli
bir organizmanın zafer şarkısı gibidir. Zihinsel çalışmanın
başarısına bu içsel mutluluklar da eklenince tarifi olmayan,
samimi bir huzura ermek mümkündür. Bu ferah yaşantıyı
dileyen herkes elde edebilir. Sadece gerçekten istemek ye
terli.
VII
Sonuç olarak iradenin devamlı ve sebatkar enerpsı
uzun süre gayret edebilmeyi mümkün kılar. Ancak sağlık
yoksa düzenli çaba sarf etmek de mümkün değildir. Yani
sağlık psikolojik gücün de önemli bir koşuludur. Platon' un
"geometri bilmeyen buradan içeri giremez" demesi gibi bu
durumda biz de "sağlık kurallarına uymayan buraya gire
mez" diyelim.
Aynı şekilde irade bir dizi çabayı, bunlar da bir dizi
hijyen koşullarını yerine getirmeyi gerektirir. Yiyeceklerin,
teneffüs edilen havanın temiz; kan dolaşımının dengeli
olması şart. Elbette sporumuzu ve aktif dinlenmelerimizi
de yapacağız. Bu hususta moda olan abartılı İngiliz eğiti
mine karşı olduğumuzu ifade ettik. Faydalı ve işe yaramaz
dinlenme türlerini inceledik; verimli çalışma koşullarının
neler olduğundan bahsettik. Zeka, hassasiyet ve irade terbi
yesinin bedenin sağlıklı olmasına bağlı olduğu konusunda
eminiz. Bossuet'nin dediği gibi "Ruh can verdiği bedene
1 50
İrade Terbiyesi
hakimse, beden zayıflayıp güçsüzleştiğinde artık o haki
miyet çok fazla sürmez." Bu durumda belki üstün çaba
harcayabiliriz ancak ilk çabamız bizi yoracağından devamı
gelmeyecektir. Günlük hayatta yoğun çaba sarf etmeyi ge
rektiren durumlar çok fazla karşımıza çıkmaz. Bu nedenle
düzenli olarak her gün, her saat tekrarlanan alışkanlıklara
hazırlanmamız gerek. Küçük alışkanlıkların sağladığı biri
kim anlık büyük çabalardan çok daha etkili olacaktır. Sarf
edilen çabanın düzenli olması şartıyla küçük alışkanlıklar
edinirsek bu davranışları devamlılık diye adlandırırız. Bu
da devamlı iradeyi kolaylaştırır. Eskilerin deyimiyle sağlam
kafa sağlam vücutta bulunur.
İrademizin ihtiyacı olan fiziksel enerjiyi sağlamak için
bedenimize iyi bakmalıyız yoksa çabalar yetersiz, kifayetsiz
kalır.
VII I
Bu konunun sonuna gelmiş bulunuyoruz. Öncelikle
insan doğasında bulunan fakat kendilerine karşı savaş ver
diğimiz düşmanlarımızın yani dahili güçlerimizin türlerini
ve niteliklerini belirledik.
İhtirasların kendimizi keşfetme yolunda bizden çok
(tıpkı tembellik, halsizlik gibi) düşmanlarımıza faydalı ol
duğunu gördük. Kendimizi iradeli kılmak için anlık büyük
çabalardan ziyade düzenli, günlerce, aylarca hatta yıllarca
devam eden sebatkar gayret gerektiğini anladık. Burada
dikkat çekilecek nokta sürekliliktir.
Ayrıca her biri diğerinden beter iki felsefi teoriden
kurtulmamız gerekli. Biri kaderciliğe bağlı olarak vasıfla-
1 5 1
Jules Payot
rımızın önceden belirlendiği, sabit ve göründüğümüz gibi
olduğumuz, karakterimiz üzerinde hiçbir etkimizin olma
dığı ve hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimiz savıdır. Psikoloji
nin temel kuramlarını hiçe sayarcasına saygın filozofların
güzel güzel kelimeler kullanarak insanın bakışına at gözlü
ğü takmaya çalışan fikirler ileri sürmesi çok saçma.
Diğer bir teori ise özgür iradeyi ne daha az naif ne
de daha
az
zararlı görür. Karakter oluşumunun anlık bir
yaradılış olduğunu savunur. Bu da psikolojiden uzaklaşıl
masına neden olmuştur. Karakterin insan doğasında gizli
olduğunu, insan doğası gereği ancak kendinden yardım
alarak karakterini geliştirebileceğini savunurlar.
Bu teoriden temizlenmiş toprağımızı yani gerçek an
lamda psikoloji eğitimimizi ele aldık. Küçük olsa da bize
doğrudan destek olan kararlar üzerinde çok büyük etkimiz
olduğunu fark ettik. Diğer yandan bize kolayca hükmeden
duygularımıza karşı hiçbir şey yapamıyoruz gibi. Ama za
manla ve akıllıca manevralarla tüm zorlukları lehimize çe
virebilir, kaybetmiş gibi göründüğümüz anda bile başarılı
olabiliriz. Kendimize hakim olmayı sağlayan bu yöntemleri
tefekkür bölümünde detaylarıyla gördük ve ahlak ile beden
arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceledik. Bir bölümün
tamamını da beden sağlığının irade gelişimindeki önemine
ayırdık.
1 52
BEŞİNCİ KİTAP
İRADE PSİKOLOJİSİ
Birinci Bölüm
Düşüncelerin İrade Terbiyesindeki Rolü
1
Şayet psikolojimizi oluşturan unsurlar basit olsaydı,
nefse hakimiyet yolundaki tehlikeleri incelemek de çok zor
olmazdı. Ancak bu unsurların kendi aralarında bağ hatta
birliktelikler kurması nedeniyle detaylı analiz yapabilmek
hassaslaşıyor. Bununla birlikte psikolojimizi oluşturan un
surları üç başlıkta toplamak mümkündür. Düşüncelerimiz,
duygusal durumumuz ve eylemlerimiz.
Düşünce kelimesi farklı anlamları barındırır. İrade ile
zeka arasındaki ilişkiyi araştıran bir psikolog düşünceleri
mizi dahili fikirlerimiz ve hariçten gelen fikirlerimiz olarak
ikiye ayırmalı. Düşüncelerimizin çoğu bize dışarıdan gelir.
Montaigne'in dediği gibi süzgeçten geçer. Gelip geçici bir
misafir gibidir. Kendimize mal etmek için çaba gösterme-
1 53
Jules Payot
yiz. Hafızayı bu düşüncelere karşı sadece bir depo gibi kul
lanırız. Onlar orada düzensiz halde, yan yana durur. Yani
hepimiz beynimizde okuduklarımızdan, sohbetlerimizden
ve hatta rüyalarımızdan gelen düşünceler barındırırız. Üs
tatların veya yazarların düşünceleri bile tembelliğimizden
faydalanıp beynimize yerleşirler.
İşte hafıza iyiyi de kötüyü de barındıran bir cephane
liktir. Tembelliğimiz ve de dürtülerimiz bu depodan kendi
ne dayanak ararlar. Bu tür düşüncelere bazen hükmederiz,
onları keyfimize göre geliştirir ve kullanırız. Ama her dü
şünce üzerinde istediğimiz üstünlüğe sahip değiliz. Birçoğu
bizim için bir kelimeden ibarettir, başka da bir şey değil.
Beynimizdeki kelimelerin tek başına tembelliğimize
karşı verebileceği savaş toprak çömleğin, metal tasa karşı
savaşı gibidir. Alfred Fouillee "güçlü düşüncelerden" bahse
derken genel olarak yanlış bir tezi savunmuştu. Güçlü bir
düşüncenin ortaya çıkışının ancak gerçek bir güç olan duy
gusal hallerle bir araya gelmesi sayesinde doğacak kuvvete
bağlı olduğunu görememişti.
Tecrübeler bize düşüncenin tek başına zayıf olduğunu
gösterir. Ayrıca zeki da tek başına kalırsa, dışarıdan destek
almadan, dürtülerimizle karşılaşınca gücünü kaybetmeye
yüz tutar. Yani zeki hayvani hislere karşı mücadelede yalnız
başına kalırsa başka hiçbir şey yapamamaya mahkumdur.
Bu sebeple sağlıklı bir insanın duygusal hallerden yardım
almaması mümkün değildir.
Hasta bir insanı gözlemlediğimiz vakit harekete geç
meyi sağlayan unsurun duygular olduğu anlaşılır. Zekanın
kendi başına bir güç olmadığını iddia etmiyoruz ama kur-
1 54
İrade Terbiyesi
tulmanın zor olduğu dürtülerden uzaklaşmakta tek başına
yetersiz kalacağı kesindir.
Ribot33 verdiği örneklerle gösterdi ki hislerimize neşe,
mutluluk eşlik etmezse fikirler soğuk, kuru kuruya kalırsa,
akıllı bir adam bile bir imza atmaya elini kaldıramaz hale
gelebilir. Hangimiz huzursuz ve yorucu bir günün ardın
dan benzer bir durumda kalmadık? Derin bir duygusuz
luğa kapılmışsak aklımız yerinde bile olsa bir işe yaramaz.
Görüşmemiz olduğunu unuttuğumuz bir misafiri hiz
metçi kız bildirdiğinde mahcup olmamak için alelacele ya
taktan fırlarız. Ribot, duygularla düşüncelerin etkileri ara
sındaki çelişkili durumu canlı bir şekilde şöyle resmediyor.
Beyin fonksiyonları mükemmel çalışan ama elini kaldıra
cak hali olmayan bir hastanın arabasıyla bir bayana çarpıp
durduğunda arabadan nasıl fırladığından bahsediyor.
Maalesef, patolojik durumların farklı olduğunu zan
nediyoruz. Halbuki, bu durum gerçeğin mercekle büyü
tülmüş halidir. Cimri Harpagon'la alay edenin yine hiç
üzerine alınmayan bir cimri olması gibi biz de psikolojik
sorunlarımızı görmekten kaçınırız.
Mesela alkolikler sarhoşluğun başlarına neler getirece
ğini çok iyi bilirler. Ancak bunu ilk alkol komasına girdik
lerinde anlarlar ama geçmiş olsun. Artık çok geç, fikirleri
hareketleri üzerinde etkili olamıyor . . . Onlar ancak sefale
te düştükten sonra ah vah ederler. "Bilseydim!" derler. Bu
akıbeti önceden biliyorlardı ama hissedemedikleri şey ızdı
rabın etkisiydi.
33
Theodule-Armand Ribot, Fransız psikolog,
1 839- 1 9 1 6.
(Y.N.)
1 55
Jules Payot
Düşüncelerimizi yüzeysel olanlar ve derin olanlar şek
linde ayırabiliriz. Yüzeysel düşüncelerin altında muhteme
len geçici duygular vardır. Misal olarak, birkaç günümüzü
yarı tembel olarak geçirmişiz; kitap okuyoruz ama kendi
mizi çok da zorlamıyoruz. Bize göre haklı sebeplerimiz de
var, takılıyoruz. Tam da o sırada bir arkadaşımızın yeni bir
başarısını anlattığı mektubu postayla elimize ulaşıyor. İçi
mizde bir rekabet duygusu kabarıveriyor. Başka bir etkenin
oluşturamadığı bir gücü basit bir heyecan duygusu ortaya
çıkartabiliyor.
Düşünce ve duygu arasındaki farkı anlamamı sağlayan
o muhteşem olayı asla unutamam. Henüz tan ağarmamıştı.
Buet'dej4 karla kaplı, sonu görünmeyen, dik bir bayırı in
mek durumunda kalmıştım. Kayıyordum. Bir saniye olsun
bilincimi kaybetmedim. Tehlikenin farkındaydım, duru
mun kritik olduğunu biliyordum. Bir an öleceğimi düşün
düm. Sonunda yavaşlamayı ve yüz metre aşağıda durmayı
başardım. Çok sakin, yavaşça, kar batonumdan destek ala
rak tehlikeli bölgeyi geçtim. Kayalıklara ulaşınca, belki har
canan gücün fazlalığı nedeniyle şiddetli bir titreme başladı.
Kalbim hızlı hızlı atıyor, soğuk terler döküyordum. Tam
da o ara korku ve yüksek bir endişe kapladı içimi. Bir anda
"tehlike düşüncesi", "tehlike duygusuna" dönüşüvermişti.
Geçici duyguların yol açtığı kısa süreli harici düşün
celere nazaran çok daha derin ve de temel duygularımızla
uyum içinde olan fikirlerimiz de vardır. Hatta duyguların
mı bu düşünceleri içerdiğini yoksa düşüncelerin mi duygu
ları içerdiğini bilemeyiz.
34
Fransa'nın Alp Dağları'nda bulunan bir kasaba.
156
İrade Terbiyesi
Bu hale gelen harici fikirler de kaynağı dahili olan de
rin düşüncelerimize karışır. Duygusal kişiliğimiz, onlara
renk verir, onlar da bir bakıma karakterimizin parçası olur
lar. Tıpkı yüzeyi soğumuş ama diplerde sıcaklığını yıllarca
barındıran lav tabakası gibi bu fikirler duygusal köklerine
bağlı kalıp sıcaklıklarını korurlar. Bu düşünceler belli bir
amaca yönelik her türlü faaliyetin destekçisi ve ilham kay
nağı olurlar.
Ancak iyice belirtelim ki bu türden düşüncelerin tam
anlamıyla birer hakiki düşünce olduğunu iddia edemeyiz.
Onlar duyguların yerine istenildiği gibi kullanılan ama çok
da kullanışlı olmayan, ağır ve güçlü psikolojik durumlardır.
Özetle düşüncelerimiz gücünü hislerden, ihtiraslardan alır.
Bahsettiğimiz fikirlerden birinin hararetli bir bedende
yer etmesi durumunda hemen kendine yarayacak duygu
ları içine çeker. Daha doğrusu o duygularla beslenir, güç
lenir. Düşüncelerdeki berraklık da duygulara geçer, onlara
canlılık ve yön verir.
Çekim gücü yüksek bir metal çubuğun manyetik alan
lar için etkisi neyse düşünce de duygular için aynıdır. Hatta
katbekat daha güçlü bir şekilde duyguları aynı yöne doğru
hizaya sokar, duygusal karmaşayı bitirir, disipline eder.
Fakat daha önce belirtildiği üzere düşünceler tek ba
şına kalınca, dürtülere karşı yetersiz kalır. Mesela bir gece
yarısı yatakta anlamsız bir korkuya kapılmayan, kalbi hızlı
hızlı atmayan kim vardır? Kanın beyne fırladığı, mantığın
zayıfladığı ve zekanın bastırmaya çalıştığı bu anlamsız duy
gular kimin başına gelmemiştir? Eğer benim başıma gelme
di diyen varsa Hoffmann' ın fantastik hikayelerini köyde,
1 57
Jules Payot
bir kış rüzgarında, gece yarısı okumaya davet ediyorum.
İşte o zaman mantığın nasıl zayıfladığını ve aklın korkuyla
cebelleştiğine şahit olursunuz.
Dostları ilə paylaş: |