94
Bunun nerelerde ve nasıl kullanıldığı konusunda epey çalış
malarım oldu. Kristal kürelere bakıp bazı olayları görebil
mekte öyle sanıldığı gibi sihirli hiçbir şey yoktur. Tıpkı bir
mikroskop ya da teleskop, doğa yasalarından yararlanarak,
normal olarak gözle görülmeyen şeyleri nasıl görünür hale
getirebiliyorsa, kristal küreler de aynı görevi görürler. Üçün
cü Göz için bir odak noktası meydana getirirler sadece. Kris
tal kürenin yalnızca ona sahip olan kimse tarafından kulla
nılması gerekir. Bazı kimseler en iyi cins bir kristalle çalı
şırlarken, diğerleri camdan bir küreyi tercih edebilirler. Bu
arada bir kâse su ya da simsiyah bir disk kullananlar da var
dır. Kullandıkları küre neden yapılmış olursa olsun, uygula
nacak prensipler aynıdır.
İlk hafta boyunca oda zifiri karanlıktı. Bundan sonraki
hafta, içeriye ancak bir parıltılık ışık verildi; hafta sonu yak
laştıkça içeri verilen ışık da artırılıyordu. On yedinci günde
içerisi tamamen aydınlıktı ve üç lama tahta parçasını çıkar
mak üzere yeniden bir araya geldiler. Çok basit bir işlemdi
bu. Bir önceki akşam, yüzümü otlardan yapılmış bir kremle
sıvamışlardı. Sabah olunca lamalar yanıma geldiler, bundan
önce yapmış oldukları gibi, biri başımı dizlerinin arasına aldı
ve operatör tahtanın dışarıya çıkmış olan ucunu bir aletle
tuttu. Ani ve şiddetli bir çekiş ve işte hepsi bu kadardı. Al
nımda çok ufak bir noktacık kalmıştı sadece ve Lama Ming
yar Dondup bunun üzerine otlardan yapılmış kompres koyup
tahta parçasını gösterdi bana. Başımın içinde durduğu süre
de abanoz gibi kararmıştı. Operatör lama ufak bir mangala
birkaç çeşit tütsüyle birlikte tahta parçasını yerleştirdi. Tah
tadan ve tütsülerden çıkan duman birbirine karışarak yavaş
yavaş tavana doğru yükselirken, eğitimimin ilk aşaması da
sona ermiş oluyordu. O gece kafamda olağanüstü hızlı bir de
vinim hissederek uyudum. Eskisinden farklı gördüğüme göre
acaba Tzu nasıl görünürdü şimdi bana? Ya babam, annem?
Fakat böylesi soruların yanıtı yoktu şimdilik.
Sabah olunca lamalar tekrar gelip, dikkatle incelediler
beni. Söylediklerine göre, ben de diğerleriyle birlikte dışarı
95
çıkabilecektim artık. Fakat günümün yarısını, bana yoğun
bir sistemle kısa sürede çok şey öğretecek olan Lama Ming-
yar Dondup ile birlikte geçirecektim. Günün öteki yarısında
da dersler ve ayinlere katılmam gerekiyordu. Kısa bir süre
sonra hipnotizma yöntemleri de girecekti eğitimime. O anda
ilgilendiğim tek şey yemek yemekti. Son on sekiz gün içinde
bana verilen çok az yemekle idare etmeye çalışmıştım ve
şimdi de bunu telafi etmeye kararlıydım. Sadece karnımı do
yurma düşüncesine dikkatimi vererek aceleyle dışarı çıktım.
İçine kızgın kırmızı benekler karıştırılmış mavi bir dumanla
sarılı, yumurta gibi bir şekil yaklaşıyordu bana doğru. Kor
ku içinde, tiz bir ses çıkararak gerisin geri odaya daldım. Di
ğerleri şaşkınlık içinde yüzümdeki dehşet dolu ifadeye bakı
yorlardı. "Koridorda yanan bir adam var" diyebildim. Lama
Mingyar Dondup koşarak dışarı çıktı, hemen geri döndüğün
de gülüyordu. "Lobsang, yalnızca bir şeye sinirlenmiş bir te
mizlikçi o. Çok mükemmel biri olmadığından, manyetik ala
nı dumanlı mavi renkte, kırmızı benekler ise açıkça görülen
kızgınlık belirtileri. Şimdi o çok istediğin yemeği yemek üze
re tekrar gidebilirsin."
Çok iyi tanıdığım, ama yine de bu şekilleriyle hiç gör
memiş olduğum çocuklarla karşılaşmam epeyi eğlenceliydi.
Şimdi onları oldukları gibi görebiliyor ve asıl düşüncelerinin
ne olduğunu anlayabiliyordum. Birkaçının bana duyduğu iç
ten sevgi, kimilerinde kıskançlık ve diğerlerinin ilgisizliği;
her şey apaçıktı. Bu iş aslında sadece bazı renkleri görüp her
şeyi anlamak değildi; bu renklerin ne ifade ettiklerini anla
yabilmek için de eğitilmeliydim.
Rehberim ve ben, ana kapılardan içeri girenleri rahatça
izleyebileceğimiz kapalı bir bölmeye oturduk. Lama Mingyar
Dondup, "Şu gelene bak Lobsang, kalbinin üzerinde titreşen
şu ince renk çizgisini görebiliyor musun? O renk ve titreşim
ler adamın akciğerinden rahatsız olduğunu gösteriyor." "Şu
na bak, şu durmadan yer değiştiren şeritlere, belli aralıklar
la ortaya çıkan beneklere bak. Bu bizim Tüccar Kardeşimiz,
belki şu saf rahiplerin paralarını nasıl alabilirim diye düşü-
96
nüyor Lobsang, bunu daha önce de yapmıştı, hatırlıyorum
onu. İnsanlar bazen para için ne kadar önemsiz hasisliklere
tenezzül ediyorlar!" diye ders veriyordu. Yaşlı bir rahip iler
lerken Lama, "Bu adama çok dikkatli bak Lobsang. İşte ger
çekten tertemiz bir insan, fakat Kutsal Yazılarımız'a sözcüğü
sözcüğüne, harfi harfine uyan bir kimse. Başının çevresinde
ki halenin sanhğındaki şu lekeleri görebiliyor musun? Bu
onun henüz olayları kendi başına değerlendirebilecek kadar
gelişmemiş olduğunun bir işareti" dedi. Ve bu böylece günler
ce sürdü. Üçüncü Göz'ün gücünü, özellikle bedence ve kafaca
hasta olan kimselerde kullanıyorduk. Bir akşam üzeri Lama
"Daha sonra sana istediğin zaman Üçüncü Göz'ü nasıl kapa
tabileceğini göstereceğiz; çünkü her an insanların kusurları
nı görmek istemeyeceksin, bu dayanılmaz bir sıkıntı olur.
Şimdilik, tıpkı diğer iki gözünü kullandığın gibi bunu da sü
rekli olarak kullan. Sonra sana Üçüncü Gözünü de istediğin
zaman nasıl kapatabileceğini öğreteceğiz, tıpkı diğer gözleri
ni istediğinde açıp, kapatabildiğin gibi" dedi.
Eskiden kalma yazılarımıza göre, binlerce yıl önce, bü
tün kadınlar ve erkekler Üçüncü Gözleri'ni kullanabiliyorlar-
mış. O günlerde tanrılar dünya yüzünde dolaşıyor ve insan
larla birlikte yaşıyorlarmış. Sonra insanlar tanrıların yerleri
ne göz koymuşlar ve insanların görebildiği her şeyin tanrılar
tarafından daha da iyi görülebileceğini unutarak, onları öl
dürmek istemişler. Bunun cezası olarak da, insanın Üçüncü
Gözü kapatılmış. Yüzyıllar boyunca, normal olarak gözle gö
rülmeyen şeyleri görebilme yeteneğine sahip ancak birkaç
kişi doğmuş. Bu kimseler, yerinde bir uygulamayla bu yete
neklerinin gücünü kat kat artırabilirler, tıpkı bana yapılan
operasyon gibi.
Bir gün Soylu Reis beni yanına çağırttı, "Oğlum, insan
ların pek çoğundan esirgenmiş olan bu özelliğe sahipsin
artık. Onu asla kendi çıkarların için değil, yalnızca diğerleri
ne iyilik getirecekse kullan. Öteki ülkelerde dolaştığında,
herhangi bir konuda seni bir sihirbaz gibi kullanmak isteye
cek insanlarla karşılaşacaksın. 'Bize bunu kanıtla, şunu ka-
97
nıtla' diyecekler sana. Fakat, oğlum senden böyle bir şeyi
asla yapmamanı istiyorum. Bu yetenek senin diğer insanla
ra yardım edebilmeni kolaylaştırmak içindir, kendini zengin
leştirmen için değil. Bu özel görme duyunla ne görürsen gör,
ki çok fazla şey göreceksin, eğer bu gördüklerin diğerlerine
zarar verecek ya da onların hayat çarklarını etkileyecek bir
şeyse, sakın açıklama. Çünkü oğlum, insan kendi yolunu
kendisi seçmelidir. Hastalara, ıstırap çekenlere yardım et,
tamam, fakat bir insanın yolunu neyin değiştirebileceğini
söyleme" dedi. Soylu Reis çok okumuş bir kimse olup, Dalay
Lama'nın doktoruydu. Benimle görüşmesini bitirmeden önce
de, birkaç gün içinde beni görmek isteyen Dalay Lama tara
fından çağırtılacağımı söyledi. Lama Mingyar Dondup'la bir
likte birkaç haftalığına Potala'da konuk olacaktım.
98
8
POTALA
Lama Mingyar Dondup, bir Pazartesi sabahı, Potala'yı
ziyaret edeceğimiz günün kararlaştırılmış olduğunu söyledi.
Ziyaret hafta sonu yapılacaktı. "Hazırlanmalıyız Lobsang,
onun yanına çıkarken gerçekten kusursuz olmamız gerekir."
Dalay Lamaya takdim edilecektim, onun "huzuruna" çıkışım
eksiksiz ve doğru olmalıydı. Sınıfımızın yakınında bulunan
ve kullanılmayan ufak bir tapınakta, Dalay Lama'nın kendi
büyüklüğünde bir heykeli vardı. Oraya gittik ve kendimizi
Potala'da, onun huzuruna kabul için hazır bekliyor farzettik.
"İlk önce benim nasıl yaptığıma bak Lobsang. Odaya böyle,
gözlerin yerde gir. Buraya kadar yürü, Dalay Lama'ya bir
buçuk metre kalana dek. Sonra selâm vermek üzere dilini dı
şarı çıkar ve dizlerinin üzerine çök. Şimdi çok dikkatli bak;
kollarını böyle tut ve öne doğru eğil. Bir defa, bir defa daha
ve sonra üçüncü bir defa. Kafan öne eğik, diz üstü çök, sonra
ipek eşarbı onun ayaklarının üzerine koy, aynen böyle. Başın
öne eğik, yeniden eski duruşuna geç ki o da senin boynuna
kendi eşarbını takabilsin. Gereksiz bir telaş göstermemek
için kendi kendine ona kadar say, sonra kalk ve arkaya, sana
en yakın olan boş mindere doğru geri geri yürü." Lama, uzun
deneyimlerin verdiği rahatlıkla bunları gösterirken, ben de
hepsini taklit ettim. Devam etti: " Burada ufak bir hatırlat
ma, geri geri yürümeye başlamadan önce, en yakınında bulu
nan minderin yerini çabuk ve göze batmayacak bir bakışla
sapta. Minder topuklarına takılıp da başını arkaya vurma
man için; böyle bir anda judo gösterisinde bulunmanı istemi-
99
yoruz. Böyle heyecanlı bir anda insanın ayağının takılıp düş
mesi çok kolaydır. Şimdi, bunları benim kadar rahat yapabi
leceğini göster bana." Odadan dışarı çıktım ve Lama ellerini
çırparak içeri girmem için işaret verdi. Aceleyle girdim içeri
ye, ancak hemen durduruldum: "Lobsang! Lobsang! Kendini
yarışta mı sanıyorsun? Şimdi daha yavaş ol bakalım. Kendi
kendine Om-ma-ni-pad-me-Hum diye mırıldanarak adımları
nı ayarla! O zaman Tsang-po Ovası'nda dörtnala koşturan
bir yarış atı yerine ağırbaşlı bir genç rahip olarak girersin
odaya." Bir kez daha dışarı çıktım; bu sefer biraz daha ağır
başlı girdim içeri ve heykele doğru ilerledim. Tibet usulü se
lâm vermek üzere dilimi dışarıya çıkartarak dizlerimin üze
rine çöktüm. Her üç eğilişim de bir kusursuzluk örneği olma
lıydı. Onlardan gurur duyuyordum. Fakat Tanrım! Eşarbı
unutmuştum! Böylece, her şeye yeni baştan başlamak üzere
bir kez daha dışarı çıktım. Bu sefer doğru yaptım ve mera
sim eşarbını heykelin ayakları dibine bıraktım. Sonra geri
geri yürüyüp, hiç tökezlemeden, lotus duruşunda oturmayı
başardım.
"Şimdi ikinci kısma geçiyoruz. Tahta fincanını giysinin
sol koluna gizlemen gerekecek. Oturduğun zaman sana çay
ikram edilecek. Fincan, giysinin koluyla kolun arasına sıkış
tırılmış biçimde, şöyle tutulur. Eğer gerektiği kadar dikkat-
liysen fincan yerinde durur. Şimdi fincan giysinin kolunda
olmak üzere, eşarbı da unutmadan bir kez daha deneyelim."
O hafta ben artık otomatik bir biçimde hareket edene dek
her sabah prova yaptık. İlk başlarda eğildiğim zaman fincan
düşer ve tangırdayarak bir süre yuvarlanırdı yerde. Fakat
kısa bir süre sonra işin ustalığına vardım. Cuma günü Soy
lu Reis'in karşısına çıkmam ve ona hazır olduğumu göster
mem gerekiyordu. Reis gösterimin, "Kardeş Mingyar Don-
dup'un eğitimime değerli bir katkısı" olduğunu söyledi.
Ertesi sabah, Cumartesi sabahı, karşı tarafa, Potala'ya
gitmek üzere manastırın bulunduğu tepeden aşağıya indik.
Ana binalara yakın, ayrı bir tepenin üzerinde olmasına kar
şın bizim manastır Potala bölgesinin bir parçasıydı. Bizim
100
tıp manastırımız, tıp okulu olarak bilinirdi, Soylu Reisimiz
ise Dalay Lama'nın tek doktoruydu. Aslında o kadar gıpta
edilecek bir konumda değildi, çünkü onun görevi bir hastalı
ğı tedavi etmek değil, sağlığı korumak, hastalanmayı önle
mekti. Bu nedenle, herhangi bir ağrı ya da sağlık bozukluğu,
doktorun görevindeki başarısızlığına bağlanırdı. Yine de
Soylu Reis kendi istediği zaman gidip Dalay Lamayı muaye
ne edemezdi. Ancak o hastalanıp da kendisini çağırtırsa gi
debilirdi yanına.
Fakat bu Cumartesi, doktorun meselelerini düşünecek
durumda değildim, kendi derdim kendime yeterdi. Bizim te
penin eteğine geldiğimizde, Potala'ya doğru döndük ve heye
canlı gezgin ve hacılar kalabalığı arasından yolumuza devam
ettik. Bu insanlar, bizim Dalay Lama adını verdiğimiz En
Değerli Kişi'nin evini görmek üzere Tibet'in dört bir yanın
dan gelmişlerdi. Eğer onu şöyle bir görebilseler, kendilerini
uzun yolculuklarının ve katlandıkları zorlukların karşılığını
fazlasıyla almış hissederek geri dönerlerdi. Bazı hacılar, bu
ziyareti yapabilmek için, yaya olarak aylarca yol katederler-
di. Burada çiftçilere, ufak eyaletlerden gelmiş soylulara, ço
banlara, tüccarlara ve hastalıklarına bir çare bulmak umu
duyla Lhasa'ya gelmiş hastalara rastlamak mümkündü.
Hepsi birden yolu adeta istila etmişler, Potala'nın eteğinin
çevresinde altı millik bir çember oluşturmuşlardı. Bir kısmı
toprağın üzerine boylu boyunca uzanmıştı; arada sırada
şöyle bir doğrulup sonra yeniden yatıyorlardı tozların içine.
Bu arada hastalar ve güçsüzler de arkadaşlarının desteği ya
da iki değnek yardımıyla aksaya aksaya geziniyorlardı orta
lıkta. Bol miktarda da satıcı vardı; bir kısmı seyyar bir man
galda sıcak tereyağlı çay, bir kısmı da çeşit çeşit yiyecek satı
yordu. Her tarafta tılsımlar ve "Yeniden bedenlenmiş bir aziz
tarafından takdis edilmiş" muskalar satılıyordu. Cahiller
için basılmış yalan yanlış yıldız falları satan yaşlı adamlar
da vardı. Yolun biraz aşağısında, neşeli bir grup, Potala anısı
olarak elle dönen dua değirmenleri satmaya çalışıyordu. Bu
arada seyyar yazıcılar da belli bir ücret karşılığında, kendile-
101
rine para veren adamın Lhasa'yı ve oradaki tüm kutsal yer
leri ziyaret ettiğini onaylayan bir belge veriyorlardı. Bunlara
harcayacak zamanımız yoktu. Bizim hedefimiz Potala'ydı.
Dalay Lama'nın özel evi büyük yapının tepesindeydi;
çünkü hiç kimse onun bulunduğu yerden daha yüksek bir
yerde oturamazdı. Binaların dışından yükselen kocaman bir
merdiven, tâ tepeye kadar çıkar. Burası bir merdivenden
çok, basamaklardan oluşmuş bir sokağı andırır. Yüksek dü
zeydeki memurların çoğu, yürümek zahmetinden kurtulmak
için atlarına binerek çıkarlardı yukarıya. Yolumuz boyunca
pek çoğuna rastladık bunların. Yukarılarda bir yerde, Lama
Mingyar Dondup durarak parmağıyla bir yeri işaret etti:
"Eski evin işte şurada Lobsang, bak hizmetkârlar avluda ko
şuşturup duruyorlur." Baktım; neler hissettiğimden hiç söz
etmemek herhalde daha iyi olur. Annem atına binmiş, kendi
sine eşlik eden hizmetkarlarıyla birlikte tam avludan çık
mak üzareydi. Tzu da oradaydı. Hayır, o andaki düşüncele
rim sadece bana ait olmayı sürdürmeli.
Potala, küçük bir dağın üzerinde, kendi içine kapanık
bir kasabadır. Tibet'in dini ve siyasal tüm devlet işleri bura
dan yürütülür. Bu bina ya da binalar grubu, ülkenin yaşa
yan kalbi, tüm düşüncelerin odak noktasıdır. Bu duvarların
arasında, içlerinde altın külçeleri, çuvallar dolusu değerli
taşlar ve yüzlerce yıl öncesine ait garip eşyalarla dolu hazine
evleri vardır. Halen orada bulunan binalar aşağı yukarı üç
yüz-üç yüz elli yıllıktır; ancak bunlar çok daha önceleri ora
da bulunan bir başka yapının temelleri üzerine kurulmuşlar
dır. Çok eskiden dağın tepesinde zırhlı bir kalenin olduğu
söylenir. Aslında bu volkanik dağın içinde, çok derinlerde
koca bir mağara vardır ve bu mağaradan bir sürü geçit yayı
lır dağın içine; hatta bunlardan birinin sonunda da bir göl
vardır. Burayı gören, hatta buranın varlığından haberi olan
sadece birkaç kişi, çok ayrıcalıklı birkaç kişidir.
Fakat biz şu anda dışarıda, sabah güneşinin altında,
basamaklardan yukarıya doğru ilerliyorduk. Tahta dua de
ğirmenlerinden çıkan çatırtılar geliyordu her yerden. Bun-
102
lar, Tibet'te bulunan yegâne tekerlek çeşididir; çünkü çok ön
ceden yapılmış bir kehanete göre, tekerlekler ülkeye girdi
ğinde, barış dışarı çıkacaktır. Nihayet tepeye ulaştık. Dev
gibi muhafızlar, çok iyi tanıdıkları Lama Mingyar Dondup'u
görünce altın kapıyı ardına kadar açtılar. Sonra, Dalay
Lama'nın bundan önceki Bedenleri'ne ait türbelerinin ve
şimdi oturduğu özel evinin bulunduğu yere kadar tırmanma
yı sürdürdük. Evin girişini yak öküzü yününden yapılmış,
kestane renginde geniş bir perde örtüyordu. Yaklaşmamız
üzerine perde yana çekildi ve yeşil porselenden ejderlerin
beklediği geniş bir salona girdik. Duvarlara, bazı dini olayla
rın ve eskiden kalma efsanelerin tasvir edildiği, hepsi birbi
rinden güzel bir sürü kilim asılmıştı. Alçak sehpaların üze
rinde, bir koleksiyoncunun kalbini coşturacak parçalar, mito
lojideki çeşitli tanrı ve tanrıçaların ufak heykelcikleri ile
emayeden yapılmış süs eşyaları vardı. Yine perde ile örtül
müş bir girişin yanındaki rafın üzerinde, Soyluların Kitabı
duruyordu. Açıp kendi ismimi bulmak istedim orada, çünkü
bugün, burada kendimi çok ufak ve önemsiz hissediyordum.
Daha sekiz yaşındayken kurulacak tek bir düşüm dahi kal
mamıştı. Üstelik, ülkedeki En Yüksek Kişi'nin beni niçin
görmek istediğini de merak ediyordum. Aslında bunun epey
olağanüstü bir olay olduğunu da biliyordum; bana kalırsa
bunun ardında sadece daha çok çalışma, katlanılacak daha
çok sıkıntı vardı.
Kırmızı giysiler içinde, boynuna altın renginde ipek bir
atkı sarmış olan bir lama, Lama Mingyar Dondup'la konuşu
yordu. Görünüşe göre benim rehberim burada ve her yerde,
herkes tarafından gerçekten çok iyi tanınıyordu. Konuşmala
rını duydum: "Kutsal Kişi Hazretleri onunla çok ilgileniyor
ve özel olarak yalnız konuşmak istiyor." Rehberim döndü ve
bana, "İçeri girmenin zamanıdır Lobsang. Sana kapıyı göste
receğim ve sonra tek başına gireceksin içeri; tüm hafta bo
yunca yapmış olduğumuz gibi bunun da yalnızca bir deneme
olduğunu düşün" dedi. Kolunu omuzlanma doladı ve beni bir
kapının önüne götürdü. "Endişe etmen için hiçbir neden yok,
103
haydi, gir içeri" diye fısıldadı. Beni içeri göndermek için sır
tımdan hafifçe itekledi ve durup baktı arkamdan. Kapıdan
içeri girdim ve orada, uzun bir odanın en dibinde En Değerli
Kişi, Onüçüncü Dalay Lama oturuyordu.
Safran renginde, ipekli bir yastığın üzerine oturmuştu.
Giysisi sıradan bir lamanınki gibiydi fakat başında, uçları
omuzlarına dek sarkan, uzun sarı bir şapka vardı. İçeri gir
diğimde elindeki kitabı yere bırakmak üzereydi. Başımı eğip,
ona bir buçuk metre yaklaşana dek ilerledim, sonra dizleri
min üzerine çöktüm ve üç kez eğildim. Lama Mingyar Don-
dup odaya girmeden önce ipek eşarbı bana vermişti; onu En
Değerli Kişi'nin ayakları dibine bıraktım. Öne doğru hafifçe
eğildi ve kendi eşarbını, her zaman yapılan biçimde boynu
ma dolamayıp, bileklerimin üzerine bıraktı. Korku içinde
kalmıştım, geri geri en yakın mindere doğru yürümem gere
kiyordu ve hepsinin de oldukça uzakta, duvarların yanında
olduklarını görmüştüm. Dalay Lama ilk kez konuştu: "O yas
tıklar senin arka arka yürümen için oldukça uzaktalar, geri
dön ve karşılıklı konuşabilmemiz için birini al getir." Dediği
gibi yaptım, bir yastık alıp geri döndüm. "Onu buraya koy ve
otur önüme" dedi. Ben yerleştikten sonra konuşmaya başla
dı: "Şimdi genç adam, senin hakkında çok iyi şeyler duydum.
Sen kendiliğinden olağanüstü görüş gücüne sahipsin. Üçün
cü Gözünün açılmasıyla da bu gücün daha da kuvvetlendi
rilmiş oldu. Senin son bedenlenmen hakkında kayıtlar var
bende. Ayrıca astrologların geleceğin için bulundukları keha
netler de var. Başlangıçta biraz sıkıntı çekeceksin, fakat so
nunda başarıya ulaşacaksın. Dünya üzerinde pek çok yaban
cı ülkeye, şimdiye dek daha ismini bile duymamış olduğun
ülkelere gideceksin. Hayal edemeyeceğin biçimde zulüm,
yıkım ve ölüm göreceksin. Bunlar uzun sürecek ve zor ola
cak, fakat önceden haber verildiği gibi sonunda başarıya ula
şacaksın." Yedi yaşımdan beri yapmış olduğum ve sözcüğü
sözcüğüne hepsini bildiğim bütün bunları bana niçin anlattı
ğını bilmiyordum. Tibet'te doktorluk ve operatörlük öğrene
ceğimi, sonra da Çin'e gidip bütün bu konular üzerinde yeni-
104
den eğitim göreceğimi de biliyordum. Fakat En Değerli Kişi
konuşmasını sürdürüyordu: "Ben Hindistan ve Çin'de bulun
dum, bu ülkelerde daha büyük gerçekleri tartışabilir insan;
bununla birlikte pek çok Batılı ile karşılaştım. Onların de
ğerleri bizimkilerden farklı, onlar ticaret ve altına taparlar.
Bilim adamları da sana, 'Bize düşünceyi gösterin. Ortaya çı
karın, onu yakalayalım, tartalım, asitlerle deneyler yapalım.
Bize onun molekül yapısını, kimyasal reaksiyonlarını söyle
yin. Kanıt, kanıt, bir kanıt olması gerek' derler ve kendileri
nin kuşku içindeki ters davranışlarının, bu kanıtı bulabilme
leri için var olan her şansı ortadan kaldırdığının farkına bile
varmazlar. Ama dur, şimdi biraz çay içelim."
Gonga hafifçe vurdu ve odaya giren hizmetkâr, onun
verdiği emir üzerine, az sonra çay ve Hindistan'dan getiril
miş, oraya özgü bazı yiyecekler taşıyarak geri döndü. Ben
yerken En Değerli Kişi konuşuyordu, bana Hindistan'ı ve
Çin'i anlattı. Çok sıkı çalışmamı istediğini ve bunun için
bana özel öğretmenler seçeceğini söyledi. Artık kendimi daha
fazla tutamazdım, patladım: "Hiç kimse benim öğretmenim
den, Lama Mingyar Dondup'dan daha çok şey bilemez." Da
lay Lama şöyle bir baktı bana ve sonra başını arkaya doğru
atarak kahkahalarla gürledi adeta. Belki de başka hiç kimse,
muhakkak ki sekiz yaşında başka hiçbir çocuk onunla bu şe
kilde konuşmamıştı. Bundan hoşlanmış görünüyordu. "De
mek Mingyar Dondup'un iyi olduğunu düşünüyorsun, öyle
mi? Bana onun hakkında gerçekten ne düşündüğünü söyle,
dövüş horozu seni!" "Efendim!" diye karşılık verdim, "bende
herkeste olmayan olağanüstü bir görüş gücü olduğunu söyle
diniz. Lama Mingyar Dondup şimdiye dek görmüş olduğum
en mükemmel insan." Dalay Lama güldü ve yanındaki gonga
yeniden vurdu. İçeri giren lamaya, "Mingyar Dondup'a bura
ya gelmesini söyleyin" dedi.
Lama Mingyar Dondup içeri girdi ve En Değerli Kişi'yi
eğilerek selâmladı. "Bir minder getir ve otur Mingyar" dedi
Dalay Lama. "Bu genç adam senin nasıl bir insan olduğunu
açıklamış bulunuyor; benim de tamamen katıldığım bir de-
105
ğer yargısı bu." Lama Mingyar Dondup benim yanıma otur
duğunda, Dalay Lama devam ediyordu, "Lobsang Rampa'
nın eğitiminin tüm sorumluluğunu kabul etmiş bulunuyor
sun. Bunu istediğin gibi plânla ve herhangi bir yetki belgesi
gerekirse bana başvur. Ben de onu arada sırada göreceğim."
Sonra bana dönerek, "Genç adam, çok iyi bir seçim yaptın,
Rehberin eski bir dostum benim ve Yüksek Olaylar Bilimi
konusunda da gerçek bir usta." Birkaç söz daha söylendi,
sonra ayağa kalktık, eğildik ve odadan dışarı çıktık. Lama
Mingyar Dondup'un pek belli etmemekle birlikte çok mem
nun olduğunu görebiliyordum. "Birkaç gün daha burada ka
lacağız ve binaların az bilinen kısımlarını araştıracağız" de
di. "Aşağıda bazı koridorlar ve odalar var ki geçen iki yüz yıl
boyunca hiç açılmamış. Bu odalardan Tibet tarihi hakkında
oldukça çok şey öğreneceksin."
Dalay Lama'nın oturduğu yerde, lamalık mertebesin
den daha aşağıda kimse yoktu. Hizmet gören lamalardan
biri yanımıza yaklaşarak, her ikimiz için de burada, binanın
tepesinde birer oda ayrılmış olduğunu söyledi ve odalarımızı
gösterdi. Tam karşıda uzanan Lhasa'nın ve vadinin manza
rasıyla heyecandan titredim. Lama, "Kutsal Kişi Hazretleri
buraya istediğiniz zaman girip çıkabilmeniz ve hiçbir kapı
nın size kapalı kalmaması için emir verdi" dedi.
Lama Mingyar Dondup'a göre bir süre yatıp dinlenme
liydim. Sol bacağımdaki derin yara bana hâlâ acı veriyordu
ve topallayarak yürüyordum. Bir ara sakat kalmamdan bile
endişe edilmişti. Bir saat kadar dinlendikten sonra Rehbe
rim odaya geldi; çay ve yiyecek getirmişti. "Şu içi boş oyukla
rı doldurmanın tam zamanıdır Lobsang. Burada iyi yemek
ler yiyorlar, biz de yararlanalım bundan." Yemeğe başlamak
için beni teşvik edecek başka şey söylemesine gerek yoktu.
Yemeği bitirdikten sonra Lama Mingyar Dondup önde, ben
arkada odadan çıkıp, düz damın tâ öteki ucunda bulunan bir
başka odaya gittik. İçeri girdiğimizde müthiş bir şaşkınlıkla
pencerelerin yağlı bezle değil, dışarısını apaçık gösteren bir
hiçlikle kaplı olduğunu gördüm. Elimi uzattım ve büyük bir
106
ihtiyatla bu şeffaf hiçliğe dokundum. Şaşırdım, soğuktu, he
men hemen buz kadar soğuktu ve üstelik kaygandı. Sonra
birdenbire uyandım: Cam! Bu maddeyi böyle ince bir tabaka
halinde daha önce hiç görmemiştim. Uçurtma iplerimizin
üzerine cam parçaları sürerdik, fakat bu camlar kalındı ve
içinden bakıldığında arkasını berrak bir şekilde göstermezdi.
Renkliydiler onlar, fakat bu, su gibiydi sanki.
Şaşıracağım şeylerin, hepsi bundan ibaret değildi. La
ma Mingyar Dondup az sonra pencereyi ardına kadar açıp,
deriyle kaplı, çalgıya benzeyen pirinçten bir boru aldı eline.
Bir ucunu çekince, her biri birbirinin içinden çıkan dört boru
daha çıktı ortaya. Yüzümdeki ifadeye kahkahalarla gülen
rehberim, tüpün bir ucunu camdan dışarı çıkarıp, yüzünü de
öbür ucuna yaklaştırdı. Anlaşılan bir müzik aletiydi bu, fa
kat borunun ucunu ağzına değil, gözüne doğru yaklaştırmış
tı. Biraz daha oynadıktan sonra, "Bunun içinden bak Lob
sang. Sağ gözünle bak ve sol gözünü de kapalı tut" dedi. Bak
tım ve şaşkınlıktan neredeyse donakaldım. Atına binmiş bir
adam, borunun içinden bana doğru geliyordu! Hemen yana
fırladım ve dehşetle çevreme bir göz attım. Lama Mingyar
Dondup'tan başka hiç kimse yoktu görünürlerde ve o da kah
kahalarla sarsılıyordu. Bana büyü yapmış olduğunu düşüne
rek kuşkulu bakışlarla baktım ona. "Kutsal Kişi Hazretleri,
sizin Yüksek Olaylar Bilimi ustası olduğunuzu söylemişti"
dedim, "fakat öğrencinizle alay etmeniz gerekiyor mu?" Bu
nun üzerine daha da çok gülerek, eliyle yeniden bakmamı
işaret etti. Büyük bir kuşku içinde istediğini yaptım, daha
değişik bir manzara görmem için de boruyu hafifçe oynatmış
tı. Bir teleskop! Daha önce hiç görmemiştim; fakat tüpün
içinden atını bana doğru hızla koşturan bu adamın hayalini
de hiç unutmadım: Bir Batılı, Yüksek Olaylar Bilimi'yle ilgili
bir ifade hakkında "Olanaksız!" sözcüğünü kullandığı zaman
sık sık aklıma gelir bu; öyle bir olay o an için de bana göre
gerçekten "olanaksız"dı. Dalay Lama Hindistan'dan döner
ken beraberinde birkaç tane de teleskop getirmişti ve bunlar
la çevredeki manzaraları izlemekten büyük bir zevk alırdı.
107
Bu odada ayrıca hayatımda ilk kez bir aynaya baktım ve
orada gördüğüm korkunç varlığı, bir an kesinlikle tanıyama
dım. Alnının orta yerinde kocaman kırmızı bir yara izi bulu
nan, pembe yüzlü küçük bir oğlan, yadsınamayacak heybette
bir burun gördüm. Daha önceleri sudaki yansımalarımı gör
müştüm, fakat bu çok açıktı. O zamandan bu yana da pek
fazla ilgilenmedim aynalarla.
Tibet'in cam, teleskop ya da ayna gibi şeylerin olmadığı
garip bir ülke olduğunu düşüneceksiniz tabii, fakat orada ya
şayan halk zaten böyle şeyleri istemezdi aslında. Biz tekerle
ğin ülkeye girmesini de istemezdik. Tekerlek sürat ve sözde
uygarlık için yapılmıştır. Biz, ticari yaşamın hızı içinde, dü
şünceyle ilgili olaylara zaman kalmadığını daha çok önceden
fark etmiştik. Maddi dünyamız telaşsız ve rahat adımlarla
ilerliyor, böylelikle kendi aslımızla ilgili bilgiler gelişip yayı-
labiliyordu. Biz olağanüstü görme duyusunun, telepatinin ve
metafizikle ilgili diğer olayların gerçekliğine binlerce yıl önce
varmıştık. Bununla ilgili olarak, bazı lamaların karların
içinde çırılçıplak oturup, yalnızca düşünce gücüyle çevrele
rindeki karları eritebildiklerinin tümüyle doğru olduğunu
söylemek istiyorum. Bu gibi olaylar ise yalnızca heyecan ara
yanları hoşnut etmek için sergilenmez. Yüksek Olaylar Bili
mi ustaları olan kimi lamaların kendiliklerinden havaya
yükselebildikleri gerçektir, fakat güçlerini asla deneyimsiz
izleyicileri eğlendirmek için ortaya koymazlar. Tibet'te bir
öğretmen, ilk önce öğrencisinin böyle güçler karşısında güve
nilebilir bir kafaya sahip olup olmadığından emin olmalıdır.
Bu nedenle de, metafizik güçler asla kötüye kullanılmazlar,
çünkü bu konuda yalnızca doğru insanlar eğitilirler. Bu güç
lerin sihirle hiçbir biçimde ilişkileri yoktur; bunlar sadece
doğa yasalarından yararlanılarak elde edilen sonuçlardır.
Tibet'te, en iyi şekilde gelişebilmeleri için bir toplum
içinde yaşamaları gereken kimi insanların yanı sıra, bazı in
sanlar da yalnızlığı yeğlerler. Bu ikinciler, çoğu zaman uzak
larda bulunan manastırlara giderek, bir münzevi hücresine
kapanırlar. Bu hücreler, çoğunlukla bir dağın yamacına ku-
108
rulmuş küçük odalardır. Ses geçirmemeleri için duvarlar iki
metreye yakın bir kalınlıktadırlar. Münzevi, kendi isteği üze
rine odaya kapandığında, giriş duvarla örtülür. Herhangi bir
ışık ya da eşya yoktur içeride, taştan yapılmış boş bir kutu
dur burası. Günde bir kez, ışık geçirmemesi için çift kapılı
yapılmış ve ses geçirmez bir bölmeden içeri yiyecek verilir.
Münzevi ilk seferinde burada üç yıl, üç ay ve üç gün kalır.
Yaşamın ve insanın doğası üzerine meditasyon yapar. Ne
olursa olsun, hiçbir nedenle fiziksel bedeni içinde bu hücreyi
terk edemez. Burada kaldığı son ayda, içeriye ince bir ışık
girmesini sağlamak için damda çok ufak bir delik açılır. Bu
delik, münzevinin gözlerinin ışığa yeniden alışabilmesi için
her gün biraz daha genişletilir. Aksi takdirde, dışarıya çıktı
ğı anda gözleri kör olur. Çoğu kez bu adamlar, dışarı çıktık
tan yalnızca birkaç hafta sonra yeniden hücrelerine geri dö
nerler ve ölene dek de orada kalırlar. Bu, sanılabileceği gibi
öyle verimsiz ve değersiz bir varoluş biçimi değildir. İnsan
bir ruh, bir düşünce, başka bir dünyaya ait bir varlıktır ve
ancak bedenle olan tüm bağlarını kopardığı zaman özgür
kalıp bir ruh olarak dünyayı dolaşabilir ve düşünceleriyle
öteki insanlara yardım edebilir. Biz Tibetliler, düşüncenin
elektrik dalgaları olduğunu biliriz. Madde yoğunlaşmış ener
jidir. Ayrıca, bir maddeye, dikkatle odaklanmış ve kısmen yo
ğunlaşmış düşünceyle hareket kazandırabilirsiniz. Düşünce
bir başka biçimde kontrol edildiğinde, telepati ortaya çıkar
ve bu da, örneğin uzakta bulunan bir kimsenin belirli bir
davranışta bulunmasına neden olabilir. Yoğun sis yüzünden
pilotun pistin nerede olduğunu bile göremediği bir zamanda,
uçağın yere inmesini sağlamak için bir mikrofona konuşup
yol gösteren adamın davranışını olağan sayan böyle bir dün
yada telepatiye inanmak çok mu güçtür? Aynı şey, yanılması
mümkün olan bir makineyi kullanmak yerine, biraz eğitimle
ve kuşkuya hiç yer vermeyen telepati yoluyla da yapılabilir.
Benim gizli güçler alanındaki gelişmem, tümüyle karan
lıklar içinde uzun bir inzivayı değil de, münzevi olmak iste
yen pek çok kişi için uygun düşmeyen başka bir yol gerektir-
109
'
di. Eğitimim, doğrudan doğruya Dalay Lamanın emirleriyle
özel bir amaca yöneltilmişti. Bu gibi olaylar bana hipnotizma
yöntemlerinin yanı sıra, bu özellikteki bir kitapta tartışması
yapılamayacak başka bir sistemle öğretildi. Ben sadece, sıra
dan bir münzevinin tüm yaşamı boyunca edinebileceği bilgi
lerden daha fazlasının bana verilmiş olduğunu belirtmekle
yetineceğim. Potala'yı ziyaretim, bu eğitimin ilk aşamasıyla
ilgiliydi, fakat bundan daha sonra söz edeceğim.
Teleskopla büyülenmiştim adeta; çok iyi bildiğim bu
yerleri inceleyebilmek için de oldukça sık kullandım onu. La
ma Mingyar Dondup, bu işe sihirin karışmadığını, sadece
olağan doğa yasalarından yararlanıldığını anlayabilmem
için, tüm esaslarını en ufak noktasına dek açıkladı.
Yalnızca teleskop hakkında değil, fakat her türlü olayın
niçin meydana geldiği, açıklayıcı nedenlerle izah edilmişti
bana. İlgili yasaların açıklaması yapılmadan, herhangi bir
olay hakkında, "Oh! Bu sihirdir!" diyemiyordum artık. Bu zi
yaretimiz sırasında bir gün tamamen karanlık bir odaya gir
miştik. Lama Mingyar Dondup, "Şimdi sen burada dur Lob-
sang ve şu karşındaki beyaz duvara dikkatle bak" dedi. Son
ra yağ kandilinin alevini söndürüp, pencerenin kepengiyle
oynadı ve o anda, önümdeki beyaz duvarda Lhasa'nın bir
resmi belirdi; fakat her şey tersine dönmüştü! Çevrede baş
aşağı dolaşan adamları, kadınları ve yak öküzlerini görünce
şaşkınlıkla haykırdım. Resim aniden titredi ve yine bir anda
her şey doğruldu. "Işığın kırılması" hakkındaki açıklama ka
famı her şeyden çok karıştırmıştı; insan ışığı nasıl kırabilir
di? Kavanoz ve testilerin sessiz bir ıslıkla nasıl kırılabilecek-
lerini göstermişlerdi bana, oldukça basit bir olaydı bu ve
üzerinde fazla düşünmeye değmezdi, fakat ışığı kırmak da
neydi? Bir başka odadan, ışığın camdan yapılmış birkaç dili
min arkasına gizlenmiş olduğu bir lambadan ibaret olan alet
getirilene kadar anlayamadım bu işi. Ardından, ışığın nasıl
kırıldığını gördüm ve bu olaydan sonra da başka hiçbir şey
beni hayrete düşürmedi artık.
Potala'nın kiler odaları, harikulade heykeller, tarihi ki-.
110
taplar ve dini konuları işleyen enfes duvar resimleriyle ağzı
na dek tıklım tıklım doluydu. Bunların arasından ancak bir
iki tanesini görebilmiş olan birkaç Batılı da, bunları yakışık
sız şeyler olarak nitelendirmişlerdir. Birbirine sıkı sıkı sarıl
mış bir kadın ve bir erkek ruhunu tasvir eden bu resimlerin
anlamı, müstehcen olmaktan çok uzaktır. Üstelik hiçbir Ti
betli de onlara bu gözle bakmaz. Bu kucaklaşan iki çıplak fi
gürün vermek istediği şey ise Bilim ve Güzel Yaşam'ın oluş
turduğu birliğin sonsuz ve yüce sevincini insana duyurmak
tır. Kutsal sembolleri olan, haça çivilenmiş, eziyet çeken bir
adama ibadet eden Hristiyanlar'ı ilk gördüğüm zaman had
dinden fazla dehşete düşmüş olduğumu itiraf etmeliyim. Ya
zık ki hemen hepimiz, diğer ülkelerin insanlarını da kendi öl
çülerimizle değerlendirme eğilimindeyiz.
Yüzyıllar boyu, o zamanın Dalay Lama'sı için çeşitli ül
kelerden armağanlar yağmıştır Potala'ya. Bu armağanların
hemen hepsi bu odalarda korunmuştu ve ben de bu eşyalara
Üçüncü Gözümle bakıp, bunların nasıl bir olayla buraya ge
tirildikleri hakkında edindiğim psikometrik sonuçlarla hayli
güzel vakit geçirdim. Ben o eşyaya bakarak elde ettiğim bil
gileri açıkladıktan sonra, Rehberim okuduğu bir kitaptan ba
na doğru olayı ve olaydan sonra olanları anlatıyordu. Onun,
gitgide artan bir biçimde sık sık, "Çok doğru Lobsang, bu işi
gerçekten çok iyi başarıyorsun" demesi de çok sevindiriyordu
beni.
Potala'dan ayrılmadan önce yeraltı tünellerinden birini
ziyaret ettik. Diğerlerini daha sonra bir başka gün görece
ğimden, şimdilik bu tüneli ziyaret edebileceğimi söylediler.
Yanımıza aldığımız alev alev yanan meşalelerin ışığında, bü
yük bir dikkatle, sanki sonu yokmuş gibi görünen basamak
lardan aşağıya inerek, pürüzsüz kayalardan oluşan geçitler
den adeta kayarak ilerledik. Anlattıklarına göre bu tüneller
yüzlerce yıl önce, volkanik bir hareket sonucu oluşmuşlardı.
Duvarlar, bana tümüyle yabancı olan sahnelere ait garip tab
lolar ve resimlerle süslenmişti. Beni en çok ilgilendiren şey,
geçitlerden birinin sonunda bulunduğu ve kilometrelerce bir
111
alanı kapladığı söylenen o gölü görebilmekti. Nihayet gittik
çe genişleyen bir tünele girdik. Az sonra, meşalelerin ışığının
erişemediği kadar yükseklerde bir yerde, tavan ansızın kay
boldu. Bir metre kadar daha ilerledikten sonra bir su kena
rında durduk. Ömrümde hiç böyle bir şey görmemiştim. Su
koyu renkte ve gayet durgundu; onu görmemizi neredeyse
olanaksız kılan karanlıkta, bir gölden çok, dipsiz bir kuyuyu
andırıyordu. Durgun yüzünü kırıştıran tek bir dalgacık, ses
sizliği bozan tek bir çıt yoktu. Üzerinde ayakta durduğumuz
kaya parçası da su gibi simsiyah, meşalelerin ışığı altında
parlıyordu. Az ötemizde, duvarın üzerinde de bir başka pırıl
tı vardı. Oraya doğru yürüdüğümde bunun kayanın içinde,
belki beş-altı metre boyunda ve neredeyse benim boyuma ya
kın kalınlıkta bir altın damarı olduğunu gördüm. Bir zaman
lar fazla ısıyla kayadan aşağı erimeye başlamış ve sanki al
tından yapılmış bir mumun yağı gibi aktığı yerde topak to
pak soğumuştu. Sessizliği Lama Mingyar Dondup bozdu:
"Bu göl kırk mil ötede Tsang-po Nehri'ne karışıyor. Yıllar ön
ce bir grup serüvenci rahip, tahta bir salla iki de kürek yap
mışlar. Sala bir yığın meşale yerleştirip sahilden ayrılmışlar.
Millerce kürek çekip çevreyi incelemişler; sonra da suyun,
duvarları ve tavanı göremeyecekleri kadar genişlediği bir
yere gelmişler. Hafif hafif kürek çekerek, nereye gittiklerini
bilmeden suyun üzerinde bir süre öylece sürüklenmişler."
Söylediklerini hayalimde canlandırarak dinliyordum.
Lama devam etti: "Hangi tarafın ön, hangi tarafın arka oldu
ğunu bilemeyip kaybolmuşlar. Sonra sal aniden sarsılmış,
meşalelerini söndürüp onları mutlak bir karanlıkta bırakan
sert bir rüzgâr başlamış. İlk önce pek sağlam olmayan tekne
lerinin Su Şeytanları'nın pençesine düştüğünü sanmışlar.
Sonra birden dönmeye başlamışlar, başları dönmüş, hasta
lanmışlar. Tahtaları birbirine bağlayan halatlara sarılmış
lar. Sal bu zorlu devinim içinde ufak dalgalarla yıkanıyor-
muş, baştan aşağı ıslanmışlar. Ardından hızları artmış, san
ki onları ölümlerine doğru sürükleyen insafsız bir devin pen
çesine tutulmuş gibi hissetmişler kendilerini. Böyle ne kadar
112
gittiklerine dair hiçbir şey bilmiyorlarmış. Görünürlerde en
ufak bir ışık dahi yokmuş. Karanlık, hayatlarında hiç görme
dikleri ölçüde katı ve kesin bir siyahlıkmış. Gıcırtılar, sür
tünme sesleri, sersemletici bir rüzgâr ve sıkıştırıcı bir basınç
varmış. Devrilen saldan aşağı yuvarlanıp suya gömülmüşler.
Birkaçı bir solukluk hava almaya ancak vakit bulabilmiş.
Geri kalanlar ise bu kadar talihli değillermiş. Sonra bir ışık
görmüşler, yeşilimsi ve belli belirsiz; bu ışık gittikçe artmış.
Bir topaç gibi dönmeye başlamışlar, savrulmuşlar, sonra ani
den pırıl pırıl bir gün ışığına doğru sürüklenmişler.
İçlerinden ikisi, bitkin ve kanlar içinde, yan boğulmuş
bir halde kıyıya ulaşmayı başarabilmiş. Diğer üç kişiden hiç
bir iz yokmuş. Yarı ölü, yarı diri bir halde saatlerce yatmış
lar kıyıda. Sonunda bir tanesi çevresine şöyle bir göz atabile
cek kadar doğrulmuş; az ötede Potala görünüyormuş. Çevre
lerinde, otlayan yak öküzleriyle dolu yeşil çayırlar varmış.
İlk anda ölmüş olduklarını ve burasının Tibet Cenneti oldu
ğunu düşünmüşler. Yaklaşan ayak seslerini duymuşlar ve
tepelerinden kendilerine bakan bir çoban görmüşler. Çoban
salın başıboş yüzen enkazını görüp, belki işe yarar düşünce
siyle onu almaya gelmişmiş. Bu iki rahip en sonunda çobanı
kendilerinin birer rahip olduklarına ikna edebilmişler; çün
kü giysileri tamamen parçalanmışmış. O da sonunda sedye
almak ve yardım istemek üzere Potala'ya gitmeye razı ol
muş. O günden sonra da bu gölün gizli yerlerini keşfetmek
üzere hemen hiç kimse bir girişimde bulunmamış; fakat bi
zim meşalelerimizin ışığının eriştiği yerin az ötesinde birkaç
tane ada olduğu biliniyor. Bunlardan bir tanesi bulunmuş.
Orada ne olduğunu daha sonra gittiğimizde görürsün."
Bütün bunları teker teker kafamda canlandırarak, bir
sal bulup gölü keşfedebilmeyi istedim. Rehberim yüzümdeki
ifadeyi inceliyordu; aniden gülüp, "Evet, orayı keşfetmek ger
çekten büyük bir zevk olur" dedi, "fakat astral seyahatle ora
ya gidip incelemeler yapabileceğimize göre, bedenlerimizi ni
çin boşu boşuna kullanalım? Birkaç yıl içinde benimle birlik
te bu yeri keşfedebilecek bir duruma geleceksin ve buradan
113
öğrendiklerimizi de mevcut bilgilerimize ekleyeceğiz. Fakat
şimdilik, çalış oğlum, çalış. Her ikimiz için de."
Meşalelerimizin alevleri daha bir aşağılarda titreşmeye
başlamıştı; bana sanki kısa bir süre sonra geçitlerin karanlı
ğında, bir kör gibi el yordamıyla ilerlemek zorunda kalacağız
gibi geliyordu. Geri dönerken, nasıl aptallık edip de yanımı
za yedek meşaleler almamış olduğumuzu düşündüm. Lama
Mingyar Dondup bu düşüncemi aynı anda hissetmişti; az
ötedeki bir duvara yöneldi. Gizlenmiş hücre gibi bir yerden
birkaç meşale daha çıkarttı ve bunları neredeyse sönmeye
yüz tutmuş olan meşalelerimizle yaktı.
"Burada her zaman için yedek meşale bulundururuz
Lobsang, aksi takdirde insanın karanlıkta yolunu bulabilme
si çok zor olur. Haydi, şimdi gidelim."
Arada sırada soluğumuzu yenilemek ve duvarların üze
rindeki resimleri incelemek üzere ufak molalar vererek,
eğimli geçitlerden yukarı doğru güçlükle ilerliyorduk. Bu şe
killeri anlamıyordum; devleri andıran figürler ve kafamın al
madığı çok garip makineler vardı. Rehberime bakınca, onun
bu resimlerin hiç de yabancısı olmadığını ve tünellerde sanki
kendi evindeymiş gibi rahat rahat gezindiğini görebiliyor
dum. Buraya daha sonra yapacağım ziyaretleri düşünmeye
başladım, çok gizemli bir hava vardı burada. Düşüncelerim
Rehberim'in sözleriyle kesildi: "Lobsang! Yaşlı bir adam gibi
mırıldanıyorsun. Birkaç adımlık yol kaldı şurada, neredeyse
gün ışığına çıkmak üzereyiz. Yukarıda dama çıkıp, rahiple
rin su yüzüne çıktıkları bölgeyi bulmak için teleskopla ince
leriz çevreyi."
Dışarı çıkıp da dama ulaştığımızda, niçin atla kırk mil
gidip o yeri bizzat görmediğimizi düşündüm. Lama Mingyar
Dondup bana, görülecek pek fazla bir şeyin olmadığını, teles-
kobun gösteremeyeceği bir şeyin ise hiç olmadığını söyledi.
Gölden çıkış noktası su düzeyinin çok altındaydı ve bundan
önceki Dalay Lama'nın emriyle olay yerine dikilmiş bir ağaç
kümesinden başka bu noktayı belirleyen herhangi bir işaret
yoktu.
114
Dostları ilə paylaş: |