Otopsi tekniği ve otopsiden örneklerin alın-
ması: Ölünün tıbbi açıdan incelenmesi, dış ve iç
muayene(otopsi) olmak üzere iki aşamada gerçekleş-
tirilir. Otopside dış muayeneleri takiben vücut boşluk-
ları ve organlar belirli bir teknikle açılarak incelenir ve
sonra laboratuarda incelenmek üzere örnekler alınır.
17
Otopside ve örneklerin alınmasında nelere dikkat edi-
leceği, her olay ve olguya göre belirlenir. Otopsi yapan
kurumlar ve hekimler açısından standart koşulların
sağlanması ve kurallara uyulması önemlidir.
Histopatalojik ve toksikolojik incelemeler için örnek-
lerin alınması tüm olgular için geçerlidir. Genetik/
biyolojik incelemeler için örneklerin alınması, özel-
likle kimliklendirme olgularında ve genetik tanısal
araştırmalarda önem taşır. Fiziksel incelemeler için
örneklerin alınması, ateşli silah, bomba, kesici cisim
yaralanması gibi fiziksel tanı yöntemlerine ihtiyaç du-
•
•
Klinik Gelişim
yulduğunda önem kazanır. Biokimyasal incelemeler
için örneklerin alınması, efektif olmamakla birlikte
uygun olgularda bazen yararlı olabilir. Ayrıca suda
boğulmada plankton incelemesi, ateşli silah yaralan-
masında kimyasal testler v.b. gibi her bir farklı olgu
türü için önemli olabilecek incelemeler için örnek-
lerin alınması ve yeni doğanlar ve küçük çocukların
otopsilerinde erişkin otopsilerinden farklı süreç ve
kurallar geçerlidir.
8,17
Otopside üç vücut boşluğunun açılmasının zorun-
luluğu: Otopside kafa, göğüs ve karın olmak üzere
üç vücut boşluğunun açılması bir zorunluluktur.
Uygulamada bu otopsiler “sistematik otopsi” veya
“klasik otopsi” olarak ta nitelendirilmektedir. Otopsi
kararı alındığı halde vücut boşluklarından her hangi
biri açılmadan veya incelenmeden veyahut eksik in-
celenerek yapılan işlemler, hatalı ve yasadaki tanıma
aykırı nitelikte işlemler olup; Cumhuriyet savcısı
ve/veya hekimlerin sorumluluğunu doğurur, bir tür
“malpraktis” niteliği taşır. Eskiden bu tür hatalı uy-
gulamalara çok sık rastlanmakta idi. Örneğin, bir ası
olgusunda yalnızca boyun bölgesinin, kafaya isabet
eden bir ateşli silah yaralanması olgusunda yalnızca
kafa boşluğunun açılması gibi. Bu tip durumlarda,
daha sonra ortaya atılacak “ölümde etkili başka ne-
denlerin de bulunabileceği” tarzındaki iddiaların
aydınlatılması çoğu kez mümkün olmamaktadır.
8
Minnesota otopsi protokolü ve İstanbul proto-
kolü: İşkence ve benzeri eylemler sonucu öldürül-
müş; gözaltı, tutuklu vb koşullarda insanlık dışı
muamelelere maruz bırakılarak ölümle sonuçlanmış
olgularda; otopsi öncesi, sırası ve sonrasında ayrıntılı
olarak incelemelerin yapılması ve örneklerin alınması
gerekmektedir. Bu otopsiler, diğer adli otopsiler ile
karşılaştırıldığında daha kapsamlı işlemleri gerekti-
rir. Başlangıçta ABD’de kaçak göçmen işçilere yönelik
şiddet eylemleri sonucu meydana gelen ölümler ne-
deni ile hazırlanmış olan “Minnesota Otopsi Protoko-
lü”(1990) Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş
ve birçok üye ülke tarafından kabul edilmiş olup; bu
tip otopsi olguları açısından uyulması zorunluluğu
bulunan bir uluslararası belgedir.
18
İşkence ve ben-
zeri eylemlerde ölümle sonuçlanmayan olgularda ise,
“İstanbul Protokolü”(2000) benzer uluslararası bir
belgedir.
19
Her iki protokol günümüzde konu ile ilgili
uzmanların, hekimlerin mesleki faaliyetleri açısından
önem kazanmıştır.
Kişiyi son tedavi eden hekime otopsi görevi veril-
mez: CMK Madde 87’nin 2. bendinde daha önceki
kanunda da yer aldığı üzere, ölümünden hemen
önceki hastalığında öleni tedavi etmiş olan hekime
otopsi yapma görevi verilemez. Ancak, bu hekimin
otopsi sırasında hazır bulunması ve hastalığın seyri
hakkında bilgi vermesi istenebilir. Bu hususun gerek-
çesi gayet açık olup, aksine hekimin hastasının tanı
ve tedavisi ile ilgili bir eksikliği hatasını gizleyebilece-
ği noktasından hareket edilmiştir.
13
Mezar açma (feth-i kabir, exhumation) durumu:
Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma evresinde mah-
keme tarafından karar verilmesi halinde, gömülmüş
•
•
•
•
bulunan bir ceset incelenmesi veya otopsi yapılması
için mezardan çıkarılması gerekebilir. Mezar açma
ve geç dönemde cesedin incelenmesi işlemleri çok
güçlükler arz eder ve tanı açısından da genellikle
çok problemlidir. Bu nedenle, ölüm olgularının ilk
aşamada zamanında dikkatli bir şekilde incelenme-
si, otopsiden kaçınılmaması daha önemlidir. Ancak
daha sonra değişik nedenlerle ihtiyaç duyulması ha-
linde, feth-i kabir işlemi mutlaka yapılmalıdır.
8,13
Temsili keşif: Adli bir olaydan sonra olayla ilgili kişi
ve tanıkların bulunduğu “temsili keşif” yapılabilir.
Türlü ve değişik iddiaların hangisinin gerçeğe uydu-
ğu araştırılır. Temsili keşiflerde bazen hekimin de yer
alması gerekebilir.
8
Yeni doğan cesedinin adli muayenesi veya otopsi:
CMK 88. maddesine göre, yeni doğanın cesedi üze-
rinde adli muayene veya otopside, doğum sırasında
veya doğumdan sonra yaşam bulgularının varlığı
ve olağan süresinde doğup doğmadığı ve biyolojik
olarak yaşamını rahim dışında sürdürebilecek kadar
olgunlaşmış olup olmadığı veya yaşama yeteneği bu-
lunup bulunmadığının saptanması önem taşır. Yeni
doğan bebek ölümlerinde hem hukuki hem de tıbbi
açıdan erişkin otopsilerinden farklı süreç ve kurallar
geçerlidir. Yeni doğan bebeğin canlı doğup doğ-
madığı, canlı doğmuş ise yaşama yeteneği gösterip
göstermediği, olağan süresinde doğup doğmadığı,
ölüm nedeninin belirlenmesi özellikle önem taşır.
Daha sonraki çocukluk dönemlerindeki ölümler de
her bir dönem açısından bazı farklı özellikler göste-
rir; hekimler açısından da daha farklı ve dikkatli bir
yaklaşım gerektirir.
8,13,17
Zehirlenme şüphesi üzerine yapılacak işlem: CMK
89. maddesine göre, zehirlenme şüphesi olan hâller-
de organlardan parça alınırken, görünen şekli ile or-
ganın tahribatı tanımlanır. Ölüde veya başka yerlerde
bulunmuş şüpheli maddeler, görevlendirilen uzman
tarafından incelenerek tahlil edilir. Cumhuriyet sav-
cısı veya mahkeme, bu incelemenin, hekimin katıl-
masıyla veya onun yönetiminde yapılmasına karar
verebilir. Zehirlenme ve zehirlenme kuşkusu bulunan
olgularda da hem hukuki hem de tıbbi açıdan önemli
farklı süreç ve kurallar geçerlidir. Bir kişinin “zehir-
lenerek” öldürülmesi hukuki açıdan cezayı ağırlaştı-
ran bir faktördür. Hekimler genel olarak zehirlenme
kuşkusu bulunan olgularda her bir olay türüne göre
daha farklı ve dikkatli bir tutum göstermelidir.
8,13
D. Ölü Muayenesi
Ölü muayenesinin amaçları:
Ölümün meydana gelip gelmediğinin belirlenmesi
(ölüm tanısı) ve/veya ölüm sonrası cesette meydana
gelen bulguların tespiti,
Ölüm nedeninin araştırılması,
Ölüm tarzının/orijinin (kaza, cinayet, intihar) araş-
tırması,
Kimlik tespiti (identifikasyon),
Ölüm sonrası geçen zaman diliminin (postmortem
interval) belirlenmesi,
•
•
•
1.
2.
3.
4.
5.
Klinik Gelişim
Kanıtların toplanması, saklanması, laboratuara gön-
derilmesi.
Hekimlerin tüm ölüm olgularında, “adli” kabul edil-
mese bile, yukarıda belirtilen hususları değerlendi-
rebilmesi gerekir. Adli nitelik göstermeyen olgularda
da “defin ruhsatı” düzenlenirken; ölüm bulguları,
kimlik bulguları ve ölüm nedeninin sağlıklı bir şe-
kilde araştırılması ve kaydı gerekmektedir. Adli ölüm
olgularında her hekimin bilmesi gereken bu temel
kavram ve önemli hususlar şu şekildedir:
I. Ölüm Belirtileri (ölüm bulguları, postmortem de-
ğişimler)
Ölüm olgularında ortaya çıkan, hekimlerin araştırması
gereken başlıca bulgular şunlardır:
1-7
Temel vücut fonksiyonlarının (MSS, solunum ve do-
laşım) kaybı
Hareketsizlik (kas gevşemesi, muskuler flaksidite)
Sıvı kaybı (dehidratasyon)
Ölü kanının pıhtılaşması ve erimesi (postmortem
koagülasyon ve hemoliz)
Vücut sıvılarındaki postmortem biyokimyasal deği-
şimler.
Ölü soğuması (ısı kaybı, algor mortis)
Otoliz
Ölü lekeleri (ölü morluğu, livor mortis)
Ölü sertliği (ölü katılığı, rigor mortis)
Çürüme (kokuşma, pütrefaksiyon)
Ölümden hemen sonraki dönemde özellikle temel
vücut fonksiyonların kaybı ve ölü soğuması dikkati
çeker. Ölümden birkaç saat geçtikten sonra ölü lekesi
ve ölü sertliği gibi bulgular yavaş yavaş dikkat çek-
meye başlar. Bu üç bulgu (algor motris, livor motris,
rigor mortis) tüm ölümlerde özellikle ve ayrıntılı ola-
rak araştırılması gereken “majör” bulgulardır. Daha
sonra ilerleyen günlerde (ortalama 1,5-2 gün sonra)
ölüde çürüme (pütrefaksiyon) başlar; ölünün bulun-
duğu ortam ve koşullara bağlı olarak kademeli bir
şekilde ilerler. Ceset birkaç yıl içinde iskeletleşmeye
6.
•
a.
b.
c.
d.
e.
f.
g.
h.
i.
j.
•
başlar; bu olay ortalama 3-5 yılda azami 8-10 yılda
tamamlanır.
Böylece, bu bulgulardan yararlanılarak kolaylıkla ölüm
tanısı konulabilir ve ölümden sonra yaklaşık ne kadar
süre geçtiği tahmin edilebilir. Bu durum özellikle ölüm
sonrası geçen zaman dilimimin (postmortem interval)
belirlenmesi açısından önem taşır.
Bu bulguların her hekim açısından bilinmesi yararlı özel-
liklerini inceleyelim:
a) Temel vücut fonksiyonlarının kaybı
Ölümden hemen sonraki dönemde; birkaç saat içinde
ölüm tanısı açısından temel yaşamsal vücut fonksiyon-
ların kaybının tespit edilmesi önem taşır. Kişiye canlılık
niteliğini veren temel vücut fonksiyonlarının (solunum,
dolaşım ve merkezi sinir sistemi) geri dönüşümsüz ola-
rak son bulduğu saptanarak yapılır.
1-8
Dolaşım Sistemi:
Nabız ve tansiyon ölçülür, steteskop ile kalp sesleri
dinlenir. Bu işlemlerle karar verilemiyorsa, “elektrok
ardiyografi”(EKG) denilen cihazla kalbin elektriksel
aktivitesinin bulunup bulunmadığı araştırılır. EKG
kesin bir yöntem olup, EKG cihazı var ise mutlaka
yapılmalıdır. EKG yoksa, hastaya gereken girişimler
yapılmak koşulu ile, belli süre (en az saat; daha da
ideali 1 saat süre olmak üzere; beş dakikada bir kez
tekrar edilerek) takip edilir.
Parmak (magnus) testi: Bir iple parmak sıkı şekilde
bağlandığında ipin sıkıldığı yerde solukluk, parmak
ucunda ise morarma meydana geliyorsa, dolaşımının
sürdüğünü ve kişinin canlı olduğunu gösterir.
Solunum Sistemi:
Göğüs kafesi hareketleri dikkatlice gözlemlenir. So-
lunum sesleri dinlenir.
Ayna testi: Uygulanması kolay ve anlamlı bir yöntem-
dir. Oda şartlarında bulunan bir ayna ağız ve burun
delikleri önüne tutulur. Solunum devam ediyorsa
aynada buğulanma meydana gelir.
Santral Sinir Sistemi:
Beyin sapının fonksiyonlarının sürüp sürmediğini
gösteren muayeneler (belli reflekslerin araştırılması)
yapılır.
b) Hareketsizlik (kas gevşemesi, muskuler flaksidite)
Ölüm sonrasında çizgili ve düz; bütün kaslar doğallıkla
gevşer ve canlıdaki tonusunu kaybeder. Bu kas gevşe-
mesine “birincil kas gevşemesi” (primer musküler flak-
sidite) adı verilir. Bunun sonucu olarak alt çene düşer,
ağız açılır, göğüs çöker, kol ve bacaklar gevşer. Ölüde
genellikle, yüz anlamsız, mat görünümdedir. Kasların
düz yüzeylere temas ederlerse düzleşirler. Sfinkter kas-
ları de gevşer; bunun sonucu idrar atımı (postmortem
miksiyon); gaita atımı (postmortem defekasyon) olabilir.
Yaraların boyutları, kişi canlı iken meydana getirilen yara
boyutlarına uymaz.
•
•
•
•
•
Resim 1: Ölüm sonrası göz kapağının açık kalması ile
gözde sıvı kaybı sonucu oluşan “tache noire sklerotica”
görünümü.
Klinik Gelişim
Daha sonra, ölü sertliğinin kaybolması ile görülen gev-
şemeye ise “ikincil kas gevşemesi” (sekonder musküler
flaksidite) adı verilir. Böylece, kaslarda ölümden sonra
sırasıyla; önce primer muskuler flaksidite, sonra ölü sert-
liği ve nihayet sekonder muskuler flaksidite olmak üzere
üç değişik aşama kaydedilir.
1-6
c) Sıvı kaybı (dehidratasyon)
Ölüde göz, deri ve mukozalarda su kaybı sonucu
önemli değişimler ortaya çıkmaktadır. Bunu, özellik-
le ortam ısısı, nem, hava akımı ile cesedin giysi duru-
mu gibi faktörler etkiler. Sıvı kaybı sonucu; korneada
matlaşma, bulanıklaşma, göz kapağının açık kalan
aralığında skleranın kuruması ile kahverengi görü-
nüm (tache noire sklerotica) ve giderek göz küresin-
de yumuşama ve çökme meydana gelir (Resim 1).
Erişkin cesetlerindeki su kaybı vücut ağırlığında
önemli miktarda bir azalmaya yol açmaz. Ancak
yeni doğmuş bir bebek cesedindeki su kaybı vücut
ağırlığında önemli miktarda azalmaya ve böylelikle
“matürite” açısından yanlış değerlendirmelere yol
açabilir. Normal olarak 2,5 - 3,5 kg. olarak doğan
bebekler ölürse günde kilogram başına 18-20 gram
su kaybederler.
Ölüde, deri ve mukozalarda doku kaybı (sıyrık) bu-
lunan kısımlarda, su kaybı sonucunda rengi koyu
sarımtrak renkten kahverengi-siyaha doğru değişen;
kuru ve sert bir tabaka şeklindeki oluşumlar meyda-
na gelir. Bu değişime, parşömen kâğıdına benzeyen
görünümlerinden dolayı, bizdeki eski adli tıp kay-
naklarında; "parşömen plağı" ve bu olaya ise, “parşö-
menleşme” denilmektedir.
5,6
Bazen de, derinin iri gözenekli ve ince olduğu vücut
bölgelerinde, travmatik bir etki ve sıyrık olmaksızın
kendiliğinden parşömen plakları meydana gelebilir.
Erkeklerde skrotum derisi parşömenleşmenin en sık
görüldüğü yerdir. Diğer benzer örnekler; bebeklerde
ağız çevresi deri ve mukozası ve kadında dış genital
organ labiumlardaki mukoza ve çevresindeki deri kı-
sımlarıdır. Ölüde meydana gelen, parşömen plakları-
nın; canlıdaki travma sonucu meydana gelen ekimoz
•
•
•
•
ile karıştırılmaması gerekir. Travmalara bağlı olarak
deri ve mukozalarda oluşan sıyrıklar sıvı kaybı sonu-
cu kuruyarak koyu renk alırlar. Bu parşömenleşmiş
alanların altı kanamalı (ekimozlu) olup, bu bulgu
“altı ekimozlu parşömen plağı” diye tanımlanırlar.
5,6
(Resim 2).
d) Ölü kanının pıhtılaşması ve erimesi (postmortem
koagülasyon ve hemoliz)
Ölümden yaklaşık yarım saat sonra kan pıhtılaşmaya
başlar. Ölü kanında meydana gelen pıhtılaşma vücut
canlı iken olan pıhtılaşmadan çok farklıdır. Canlıda
pıhtılaşma olunca, katı kısım olan pıhtıyı, kanın şe-
killi elemanları yani eritrosit, lökosit ve trombositler
oluştururken, kanın sıvı kısmı da serumu meydana
getirir. Hâlbuki ölüm sonrası pıhtılaşmada katı kısım
fibrinden ibarettir. Buna, “postmortem pıhtı” veya
“aleka” adı verilir, genellikle parlak, sarımsı-beyaz
renkte ve elastik kıvamda olup kalp boşlukları ve
büyük damarlarda iri kitleler halinde bulunur. Agoni
dönemi uzun süren ölümlerde genellikle post-mor-
tem pıhtılara bol olarak rastlanır.
Postmortem pıhtı genellikle ölümden 3 saat sonra
hemolize olmaya başlar ve bu olay 24 saatte tamam-
lanır. Hemoliz sırasında ortaya çıkan hemoglobin ve
deriveleri damar endotelleri ve kalpte endokardını,
daha sonra komşu dokuları ve sıvıları kirli kırmızı
renkte boyar.
5,6
e) Vücut sıvılarındaki postmortem biyokimyasal de-
ğişimler
Ölüm sonrası kanda ve diğer vücut sıvılarında biyokim-
yasal değerlerde de değişiklikler meydana gelmektedir.
Ölümden sonra glikojenolizis ve glikolizis, fosforik ve
laktik asit birikmesi nedeniyle kan ve doku pH’sı düşer.
Ortalama olarak 24-36 saat sonra otoliz ve çürümenin
başlamasıyla NH3 gibi bazik ürünlerin açığa çıkması so-
nucu pH yükselmeye başlar.
Kan şekeri düşmeye başlar, elektrolitlerin bir kısmında
yükselme bir kısmında düşme görülür. Bu değişiklikler;
ölüm sonrası geçen süreye, çevresel koşullara, ölüme
neden olan hastalık veya yaralanmaya ve kokuşmanın
derecesine bağlıdır. Biyokimyasal incelemeler hızla de-
ğerini yitirir, pratik olarak ilerleyen süreçte önemini yi-
tirir. Kontaminasyon ve çürümeden daha az etkilenmesi
nedeni ile vitröz sıvı, BOS nispeten daha yararlı sonuçlar
vermektedir.
5,6
f) Ölü soğuması (ısı kaybı, algor mortis)
İnsanda normalde koltuk altından ölçülen vücut sıcak-
lığı ortalama 36-36,5° C arasında değişir. İç organların
sıcaklığı ise, örneğin rektal (anal) sıcaklığı; yaklaşık 0,5°
C kadar daha yüksektir. Normalde vücutta üretilen ısı ve
çevreye aktarılan ısı miktarı arasında denge olduğundan,
sağlıklı kişide korunur. Ölümden hemen sonra ısı üre-
timi durur, fakat ısı kaybı devam eder; fiziksel bir kural
olarak, ölünün sıcaklığı belli bir süre sonra bulunduğu
çevrenin sıcaklığı ile eşitlenir. Cesedin soğuma süresi
özellikle bulunduğu ortama bağlı olarak değişmekle bir-
•
•
Resim 2: Trafik kazasına maruz kalarak ölen bir
çocukta yüzde yaygın “laserasyonlar”; yüzde,
gövde ve alt ekstremitelerde sürtünme tarzında “
“parşömenleşmiş sıyrıklar” mevcuttur. Yara dudakları
kenarında ve altta “ekimoz” dikkati çekmektedir.
Klinik Gelişim
likte, en geç 24 saatte tam olarak soğur. Ölüm zamanı
(postmortem interval) belirlenmesi gereken olgularda,
çürüme başlamamış ise, rektal sıcaklık kaydı yapılma-
lıdır. Bununla birlikte, çevre sıcaklığı ve diğer iç ve dış
değişken etkenler (ölünün bulunduğu ortamın özellikle-
ri, giyinme, vücut ağırlığı, infeksiyon varlığı v.b.) kayde-
dilmelidir.
1-6
g) Otoliz
Otoliz (autolysis) hücre ve dokuların içerdikleri enzimler
ve sıvılar aracılığı ile yapılarının bozulmasıdır. Otolize
bağlı olarak organların kıvamı yumuşar, rengi değişir.
Otolizin makroskobik olarak en çok ve en erken görül-
düğü yerler; pankreas, sürrenaller gibi enzimatik akti-
vitenin yüksek olduğu dokulardır. Otolize bağlı olarak,
artefakt lezyonlar, postmortem görünümler meydana
gelir. Dokuların yapısı, otolize bağlı olarak “aseptik” yol-
dan; daha sonra gelişen çürümede ise, özellikle bakteri
enzimlerinin etkisine bağlı olmak üzere “septik” yoldan
bozulur. Bununla birlikte mikroskopik olarak aynı özel-
likleri gösterirler.
5,6
h) Ölü lekeleri (ölü morluğu, livor mortis)
Ölümün başlaması ile kan yer çekimi etkisi ile yavaş ya-
vaş bu büyük damarlardan vücudun yere yakın kısımla-
rındaki küçük damarlara, kılcal damarlara toplanır. Kan-
daki eritrositlerin parçalanması ile kan önce kırmızımsı
bir renk alır, sonra eritrositlerin oksijeni kaybetmesi ile
(deoksijenizasyon) koyu mor bir renk alır. Daha sonra
bu sıvı damarlardan pasif olarak doku içine yayılarak,
dokuları koyu mor renge boyar. Ölümden sonra cesedin
yere yakın ve bası görmeyen deri kısımlarında, normal
deri renginden farklı; genellikle koyu mor, bazen açık
kırmızı, bazen de siyaha yakın renkte oluşan yaygın
renkli alanlardır. Ölü lekelerinin genellikle mor renkte
olmasından dolayı “ölü morluğu” (livor motris) terimi de
tercih edilmektedir.
1-6
Ölü lekeleri genellikle ölümden 3-5 saat sonra, bazen 1-
2 saat sonra olmak üzere küçük çizgiler halinde başlar,
sonra bu çizgiler birleşir, plaklar haline gelir ve vücudun
yere yakın kısımlarında önce dar bir alanı; daha sonra
genellikle 8-10 saatlik bir sürede olmak üzere, oldukça
geniş alanları kaplayacak şekilde lokalize olurlar. Ancak,
vücudun yerle temas eden kısımlarında, bası gören yer-
lerde oluşamaz.
5,6
(Resim 3).
Ölü kanındaki oksihemoglobin konsantrasyonunu değiş-
tiren nedenler ölü lekelerinin rengini de etkiler, kandaki
karbondioksit konsantrasyonunun artmasına neden olan
ölüm nedenlerinde (kalp yetmezliği, solunum yetmezli-
ği, ası, elle, iple boğma olgularında) ölü lekeleri koyu
mor renkte olur. Karbonmonoksit zehirlenmesinde ölü
lekeleri oluşan karboksihemoglobine bağlı olarak açık
pembe-kırmızı renktedir. Soğuk ortamda bekleyen ceset-
lerde, siyanür zehirlenmesinde, suda bekleyen cesetlerde
açık pembe kırmızı renkte oluşabilir. Methemoglobin bi-
leşiğinin ortaya çıktığı potasyum klorat, anilin gibi kim-
yasal maddelerle olan entoksikasyonlarda ise ölü lekeleri
kahverengi siyahımsı renkte oluşabilir.
Çürüme sonucu ölü lekeleri değişime uğrar, kandaki
hemoglobin çürüme gazlarından kükürt ile birleşerek
“sülfohemoglobin” adı verilen bir yeşilimsi-siyahımsı
renkte bir bileşik oluşturur. Böylece, çürümeye bağlı
renk değişimleri sonucunda ölü lekelerinin ayırt edilme-
si olanaksızlaşır.
1-6
Dostları ilə paylaş: |