Klinik Gelişim  Ölüm Kavramı ve Ölü Muayenesi


Otopsi  tekniği  ve  otopsiden  örneklerin  alın-



Yüklə 246,14 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə2/3
tarix15.03.2017
ölçüsü246,14 Kb.
#11539
1   2   3

Otopsi  tekniği  ve  otopsiden  örneklerin  alın-

ması:  Ölünün  tıbbi  açıdan  incelenmesi,  dış  ve  iç 

muayene(otopsi) olmak üzere iki aşamada gerçekleş-

tirilir. Otopside dış muayeneleri takiben vücut boşluk-

ları ve organlar belirli bir teknikle açılarak incelenir ve 

sonra laboratuarda incelenmek üzere örnekler alınır.

17

Otopside ve örneklerin alınmasında nelere dikkat edi-



leceği, her olay ve olguya göre belirlenir. Otopsi yapan 

kurumlar  ve  hekimler  açısından  standart  koşulların 

sağlanması ve kurallara uyulması önemlidir.

Histopatalojik ve toksikolojik incelemeler için örnek-

lerin  alınması  tüm  olgular  için  geçerlidir.  Genetik/ 

biyolojik incelemeler için örneklerin alınması, özel-

likle  kimliklendirme  olgularında  ve  genetik  tanısal 

araştırmalarda  önem  taşır.  Fiziksel  incelemeler  için 

örneklerin alınması, ateşli silah, bomba, kesici cisim 

yaralanması gibi fiziksel tanı yöntemlerine ihtiyaç du-







Klinik Gelişim



yulduğunda önem kazanır. Biokimyasal incelemeler 



için  örneklerin  alınması,  efektif  olmamakla  birlikte 

uygun  olgularda  bazen  yararlı  olabilir.  Ayrıca  suda 

boğulmada plankton incelemesi, ateşli silah yaralan-

masında kimyasal testler v.b. gibi her bir farklı olgu 

türü  için  önemli  olabilecek  incelemeler  için  örnek-

lerin alınması ve yeni doğanlar ve küçük çocukların 

otopsilerinde  erişkin  otopsilerinden  farklı  süreç  ve 

kurallar geçerlidir.

8,17

Otopside üç vücut boşluğunun açılmasının zorun-

luluğu: Otopside kafa, göğüs ve karın olmak üzere 

üç  vücut  boşluğunun  açılması  bir  zorunluluktur. 

Uygulamada  bu  otopsiler  “sistematik  otopsi”  veya 

“klasik otopsi” olarak ta nitelendirilmektedir. Otopsi 

kararı alındığı halde vücut boşluklarından her hangi 

biri açılmadan veya incelenmeden veyahut eksik in-

celenerek yapılan işlemler, hatalı ve yasadaki tanıma 

aykırı  nitelikte  işlemler  olup;  Cumhuriyet  savcısı 

ve/veya hekimlerin sorumluluğunu doğurur, bir tür 

“malpraktis” niteliği taşır. Eskiden bu tür hatalı uy-

gulamalara çok sık rastlanmakta idi. Örneğin, bir ası 

olgusunda  yalnızca  boyun  bölgesinin,  kafaya  isabet 

eden bir ateşli silah yaralanması olgusunda yalnızca 

kafa  boşluğunun  açılması  gibi.  Bu  tip  durumlarda, 

daha sonra ortaya atılacak “ölümde etkili başka ne-

denlerin  de  bulunabileceği”  tarzındaki  iddiaların 

aydınlatılması çoğu kez mümkün olmamaktadır.

8

Minnesota  otopsi  protokolü  ve  İstanbul  proto-



kolü:  İşkence  ve  benzeri  eylemler  sonucu  öldürül-

müş;  gözaltı,  tutuklu  vb  koşullarda  insanlık  dışı 

muamelelere maruz bırakılarak ölümle sonuçlanmış 

olgularda; otopsi öncesi, sırası ve sonrasında ayrıntılı 

olarak incelemelerin yapılması ve örneklerin alınması 

gerekmektedir.  Bu  otopsiler,  diğer  adli  otopsiler  ile 

karşılaştırıldığında  daha  kapsamlı  işlemleri  gerekti-

rir. Başlangıçta ABD’de kaçak göçmen işçilere yönelik 

şiddet eylemleri sonucu meydana gelen ölümler ne-

deni ile hazırlanmış olan “Minnesota Otopsi Protoko-

lü”(1990) Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş 

ve birçok üye ülke tarafından kabul edilmiş olup; bu 

tip  otopsi  olguları  açısından  uyulması  zorunluluğu 

bulunan bir uluslararası belgedir.

18

 İşkence ve ben-



zeri eylemlerde ölümle sonuçlanmayan olgularda ise, 

“İstanbul  Protokolü”(2000)  benzer  uluslararası  bir 

belgedir.

19

 Her iki protokol günümüzde konu ile ilgili 



uzmanların, hekimlerin mesleki faaliyetleri açısından 

önem kazanmıştır. 



Kişiyi son tedavi eden hekime otopsi görevi veril-

mez: CMK Madde 87’nin 2. bendinde daha önceki 

kanunda  da  yer  aldığı  üzere,  ölümünden  hemen 

önceki  hastalığında  öleni  tedavi  etmiş  olan  hekime 

otopsi  yapma  görevi  verilemez.  Ancak,  bu  hekimin 

otopsi  sırasında  hazır  bulunması  ve  hastalığın  seyri 

hakkında bilgi vermesi istenebilir. Bu hususun gerek-

çesi gayet açık olup, aksine hekimin hastasının tanı 

ve tedavisi ile ilgili bir eksikliği hatasını gizleyebilece-

ği noktasından hareket edilmiştir.

13

Mezar  açma  (feth-i  kabir,  exhumation)  durumu:

Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma evresinde mah-

keme tarafından karar verilmesi halinde, gömülmüş 









bulunan bir ceset incelenmesi veya otopsi yapılması 

için  mezardan  çıkarılması  gerekebilir.  Mezar  açma 

ve  geç  dönemde  cesedin  incelenmesi  işlemleri  çok 

güçlükler  arz  eder  ve  tanı  açısından  da  genellikle 

çok  problemlidir.  Bu  nedenle,  ölüm  olgularının  ilk 

aşamada  zamanında  dikkatli  bir  şekilde  incelenme-

si, otopsiden kaçınılmaması daha önemlidir. Ancak 

daha sonra değişik nedenlerle ihtiyaç duyulması ha-

linde, feth-i kabir işlemi mutlaka yapılmalıdır.

8,13

Temsili keşif: Adli bir olaydan sonra olayla ilgili kişi 

ve  tanıkların  bulunduğu  “temsili  keşif”  yapılabilir. 

Türlü ve değişik iddiaların hangisinin gerçeğe uydu-

ğu araştırılır. Temsili keşiflerde bazen hekimin de yer 

alması gerekebilir.

8

Yeni doğan cesedinin adli muayenesi veya otopsi: 

CMK 88. maddesine göre, yeni doğanın cesedi üze-

rinde adli muayene veya otopside, doğum sırasında 

veya  doğumdan  sonra  yaşam  bulgularının  varlığı 

ve  olağan  süresinde  doğup  doğmadığı  ve  biyolojik 

olarak yaşamını rahim dışında sürdürebilecek kadar 

olgunlaşmış olup olmadığı veya yaşama yeteneği bu-

lunup bulunmadığının saptanması önem taşır. Yeni 

doğan bebek ölümlerinde hem hukuki hem de tıbbi 

açıdan erişkin otopsilerinden farklı süreç ve kurallar 

geçerlidir.  Yeni  doğan  bebeğin  canlı  doğup  doğ-

madığı,  canlı  doğmuş  ise  yaşama  yeteneği  gösterip 

göstermediği,  olağan  süresinde  doğup  doğmadığı, 

ölüm  nedeninin  belirlenmesi  özellikle  önem  taşır. 

Daha  sonraki  çocukluk  dönemlerindeki  ölümler  de 

her bir dönem açısından bazı farklı özellikler göste-

rir; hekimler açısından da daha farklı ve dikkatli bir 

yaklaşım gerektirir.

8,13,17


Zehirlenme şüphesi üzerine yapılacak işlem: CMK 

89. maddesine göre, zehirlenme şüphesi olan hâller-

de organlardan parça alınırken, görünen şekli ile or-

ganın tahribatı tanımlanır. Ölüde veya başka yerlerde 

bulunmuş şüpheli maddeler, görevlendirilen uzman 

tarafından incelenerek tahlil edilir. Cumhuriyet sav-

cısı veya mahkeme, bu incelemenin, hekimin katıl-

masıyla  veya  onun  yönetiminde  yapılmasına  karar 

verebilir. Zehirlenme ve zehirlenme kuşkusu bulunan 

olgularda da hem hukuki hem de tıbbi açıdan önemli 

farklı süreç ve kurallar geçerlidir. Bir kişinin “zehir-

lenerek” öldürülmesi hukuki açıdan cezayı ağırlaştı-

ran bir faktördür. Hekimler genel olarak zehirlenme 

kuşkusu bulunan olgularda her bir olay türüne göre 

daha farklı ve dikkatli bir tutum göstermelidir.

8,13


D. Ölü Muayenesi

Ölü muayenesinin amaçları:

Ölümün  meydana  gelip  gelmediğinin  belirlenmesi 

(ölüm tanısı) ve/veya ölüm sonrası cesette meydana 

gelen bulguların tespiti,

Ölüm nedeninin araştırılması, 

Ölüm  tarzının/orijinin  (kaza,  cinayet,  intihar)  araş-

tırması, 

Kimlik tespiti (identifikasyon),

Ölüm  sonrası  geçen  zaman  diliminin  (postmortem 

interval) belirlenmesi







1.

2.



3.

4.

5.



Klinik Gelişim



Kanıtların toplanması, saklanması, laboratuara gön-



derilmesi.

Hekimlerin tüm ölüm olgularında, “adli” kabul edil-

mese  bile,  yukarıda  belirtilen  hususları  değerlendi-

rebilmesi gerekir. Adli nitelik göstermeyen olgularda 

da  “defin  ruhsatı”  düzenlenirken;  ölüm  bulguları, 

kimlik  bulguları  ve  ölüm  nedeninin  sağlıklı  bir  şe-

kilde araştırılması ve kaydı gerekmektedir. Adli ölüm 

olgularında  her  hekimin  bilmesi  gereken  bu  temel 

kavram ve önemli hususlar şu şekildedir:

I. Ölüm Belirtileri (ölüm bulguları, postmortem de-

ğişimler) 

Ölüm  olgularında  ortaya  çıkan,  hekimlerin  araştırması 

gereken başlıca bulgular şunlardır:

1-7


Temel vücut fonksiyonlarının (MSS, solunum ve do-

laşım) kaybı

Hareketsizlik (kas gevşemesi, muskuler flaksidite)

Sıvı kaybı (dehidratasyon)

Ölü  kanının  pıhtılaşması  ve  erimesi  (postmortem 

koagülasyon ve hemoliz)

Vücut  sıvılarındaki  postmortem  biyokimyasal  deği-

şimler.


Ölü soğuması (ısı kaybı, algor mortis)

Otoliz 


Ölü lekeleri (ölü morluğu, livor mortis)

Ölü sertliği (ölü katılığı, rigor mortis)

Çürüme (kokuşma, pütrefaksiyon)

Ölümden  hemen  sonraki  dönemde  özellikle  temel 

vücut fonksiyonların kaybı ve ölü soğuması dikkati 

çeker. Ölümden birkaç saat geçtikten sonra ölü lekesi 

ve ölü sertliği gibi bulgular yavaş yavaş dikkat çek-

meye başlar. Bu üç bulgu (algor motris, livor motris, 

rigor mortis) tüm ölümlerde özellikle ve ayrıntılı ola-

rak  araştırılması  gereken  “majör”  bulgulardır.  Daha 

sonra ilerleyen günlerde (ortalama 1,5-2 gün sonra) 

ölüde çürüme (pütrefaksiyon) başlar; ölünün bulun-

duğu  ortam  ve  koşullara  bağlı  olarak  kademeli  bir 

şekilde ilerler. Ceset birkaç yıl içinde iskeletleşmeye 

6.



a.



b.

c.

d.



e.

f.

g.



h.

i.

j.



başlar; bu olay ortalama 3-5 yılda azami 8-10 yılda 

tamamlanır.

Böylece, bu bulgulardan yararlanılarak kolaylıkla ölüm 

tanısı  konulabilir  ve  ölümden  sonra  yaklaşık  ne  kadar 

süre geçtiği tahmin edilebilir. Bu durum özellikle ölüm 

sonrası  geçen  zaman  dilimimin  (postmortem  interval) 

belirlenmesi açısından önem taşır.

Bu bulguların her hekim açısından bilinmesi yararlı özel-

liklerini inceleyelim:



a) Temel vücut fonksiyonlarının kaybı

Ölümden  hemen  sonraki  dönemde;  birkaç  saat  içinde 

ölüm tanısı açısından temel yaşamsal vücut fonksiyon-

ların kaybının tespit edilmesi önem taşır. Kişiye canlılık 

niteliğini veren temel vücut fonksiyonlarının (solunum, 

dolaşım ve merkezi sinir sistemi) geri dönüşümsüz ola-

rak son bulduğu saptanarak yapılır.

1-8


Dolaşım Sistemi:

Nabız ve tansiyon ölçülür, steteskop ile kalp sesleri 

dinlenir. Bu işlemlerle karar verilemiyorsa, “elektrok

ardiyografi”(EKG)  denilen  cihazla  kalbin  elektriksel 

aktivitesinin  bulunup  bulunmadığı  araştırılır.  EKG 

kesin bir yöntem olup, EKG cihazı var ise mutlaka 

yapılmalıdır. EKG yoksa, hastaya gereken girişimler 

yapılmak koşulu ile, belli süre (en az saat; daha da 

ideali 1 saat süre olmak üzere; beş dakikada bir kez 

tekrar edilerek) takip edilir.

Parmak (magnus) testi: Bir iple parmak sıkı şekilde 

bağlandığında ipin sıkıldığı yerde solukluk, parmak 

ucunda ise morarma meydana geliyorsa, dolaşımının 

sürdüğünü ve kişinin canlı olduğunu gösterir.

Solunum Sistemi:

Göğüs kafesi hareketleri dikkatlice gözlemlenir. So-

lunum sesleri dinlenir.

Ayna testi: Uygulanması kolay ve anlamlı bir yöntem-

dir. Oda şartlarında bulunan bir ayna ağız ve burun 

delikleri  önüne  tutulur.  Solunum  devam  ediyorsa 

aynada buğulanma meydana gelir.

Santral Sinir Sistemi:

Beyin  sapının  fonksiyonlarının  sürüp  sürmediğini 

gösteren muayeneler (belli reflekslerin araştırılması) 

yapılır.

b) Hareketsizlik (kas gevşemesi, muskuler flaksidite)

Ölüm sonrasında çizgili ve düz; bütün kaslar doğallıkla 

gevşer  ve  canlıdaki  tonusunu  kaybeder.  Bu  kas  gevşe-

mesine “birincil kas gevşemesi” (primer musküler flak-

sidite) adı verilir. Bunun sonucu olarak alt çene düşer, 

ağız  açılır,  göğüs  çöker,  kol  ve  bacaklar  gevşer.  Ölüde 

genellikle,  yüz  anlamsız,  mat  görünümdedir.  Kasların 

düz yüzeylere temas ederlerse düzleşirler. Sfinkter kas-

ları  de  gevşer;  bunun  sonucu  idrar  atımı  (postmortem 

miksiyon); gaita atımı (postmortem defekasyon) olabilir. 

Yaraların boyutları, kişi canlı iken meydana getirilen yara 

boyutlarına uymaz. 







Resim 1: Ölüm sonrası göz kapağının açık kalması ile 

gözde sıvı kaybı sonucu oluşan “tache noire sklerotica” 

görünümü.



Klinik Gelişim



Daha sonra, ölü sertliğinin kaybolması ile görülen gev-



şemeye ise “ikincil kas gevşemesi” (sekonder musküler 

flaksidite)  adı  verilir.  Böylece,  kaslarda  ölümden  sonra 

sırasıyla; önce primer muskuler flaksidite, sonra ölü sert-

liği ve nihayet sekonder muskuler flaksidite olmak üzere 

üç değişik aşama kaydedilir.

1-6


c) Sıvı kaybı (dehidratasyon)

Ölüde  göz,  deri  ve  mukozalarda  su  kaybı  sonucu 

önemli değişimler ortaya çıkmaktadır. Bunu, özellik-

le ortam ısısı, nem, hava akımı ile cesedin giysi duru-

mu gibi faktörler etkiler. Sıvı kaybı sonucu; korneada 

matlaşma,  bulanıklaşma,  göz  kapağının  açık  kalan 

aralığında  skleranın  kuruması  ile  kahverengi  görü-

nüm (tache noire sklerotica) ve giderek  göz küresin-

de yumuşama ve çökme meydana gelir (Resim 1). 

Erişkin  cesetlerindeki  su  kaybı  vücut  ağırlığında 

önemli  miktarda  bir  azalmaya  yol  açmaz.  Ancak 

yeni doğmuş bir bebek cesedindeki su kaybı vücut 

ağırlığında  önemli  miktarda  azalmaya  ve  böylelikle 

“matürite”  açısından  yanlış  değerlendirmelere  yol 

açabilir.  Normal  olarak  2,5  -  3,5  kg.  olarak  doğan 

bebekler ölürse günde kilogram başına 18-20 gram 

su kaybederler. 

Ölüde, deri ve mukozalarda doku kaybı (sıyrık) bu-

lunan  kısımlarda,  su  kaybı  sonucunda  rengi  koyu 

sarımtrak renkten kahverengi-siyaha doğru değişen; 

kuru ve sert bir tabaka şeklindeki oluşumlar meyda-

na gelir. Bu değişime, parşömen kâğıdına benzeyen 

görünümlerinden  dolayı,  bizdeki  eski  adli  tıp  kay-

naklarında; "parşömen plağı" ve bu olaya ise, “parşö-

menleşme” denilmektedir.

5,6


Bazen de, derinin iri gözenekli ve ince olduğu vücut 

bölgelerinde, travmatik bir etki ve sıyrık olmaksızın 

kendiliğinden parşömen plakları meydana gelebilir. 

Erkeklerde skrotum derisi parşömenleşmenin en sık 

görüldüğü yerdir. Diğer benzer örnekler; bebeklerde 

ağız çevresi deri ve mukozası ve kadında dış genital 

organ labiumlardaki mukoza ve çevresindeki deri kı-

sımlarıdır. Ölüde meydana gelen, parşömen plakları-

nın; canlıdaki travma sonucu meydana gelen ekimoz 



ile karıştırılmaması gerekir. Travmalara bağlı olarak 



deri ve mukozalarda oluşan sıyrıklar sıvı kaybı sonu-

cu kuruyarak koyu renk alırlar. Bu parşömenleşmiş 

alanların  altı  kanamalı  (ekimozlu)  olup,  bu  bulgu 

“altı ekimozlu parşömen plağı” diye tanımlanırlar.

5,6

(Resim 2).



d) Ölü kanının pıhtılaşması ve erimesi (postmortem 

koagülasyon ve hemoliz)

Ölümden yaklaşık yarım saat sonra kan pıhtılaşmaya 

başlar. Ölü kanında meydana gelen pıhtılaşma vücut 

canlı iken olan pıhtılaşmadan çok farklıdır. Canlıda 

pıhtılaşma olunca, katı kısım olan pıhtıyı, kanın şe-

killi elemanları yani eritrosit, lökosit ve trombositler 

oluştururken, kanın sıvı kısmı da serumu meydana 

getirir. Hâlbuki ölüm sonrası pıhtılaşmada katı kısım 

fibrinden  ibarettir.  Buna,  “postmortem  pıhtı”  veya 

“aleka”  adı  verilir,  genellikle  parlak,  sarımsı-beyaz 

renkte  ve  elastik  kıvamda  olup  kalp  boşlukları  ve 

büyük damarlarda iri kitleler halinde bulunur. Agoni 

dönemi uzun süren ölümlerde genellikle post-mor-

tem pıhtılara bol olarak rastlanır. 

Postmortem  pıhtı  genellikle  ölümden  3  saat  sonra 

hemolize olmaya başlar ve bu olay 24 saatte tamam-

lanır. Hemoliz sırasında ortaya çıkan hemoglobin ve 

deriveleri  damar  endotelleri  ve  kalpte  endokardını, 

daha  sonra  komşu  dokuları  ve  sıvıları  kirli  kırmızı 

renkte boyar.

5,6

e) Vücut sıvılarındaki postmortem biyokimyasal de-

ğişimler

Ölüm sonrası kanda ve diğer vücut sıvılarında biyokim-

yasal  değerlerde  de  değişiklikler  meydana  gelmektedir. 

Ölümden  sonra  glikojenolizis  ve  glikolizis,  fosforik  ve 

laktik asit birikmesi nedeniyle kan ve doku pH’sı düşer. 

Ortalama  olarak  24-36  saat  sonra  otoliz  ve  çürümenin 

başlamasıyla NH3 gibi bazik ürünlerin açığa çıkması so-

nucu pH yükselmeye başlar. 

Kan şekeri düşmeye başlar, elektrolitlerin bir kısmında 

yükselme bir kısmında düşme görülür. Bu değişiklikler; 

ölüm  sonrası  geçen  süreye,  çevresel  koşullara,  ölüme 

neden  olan  hastalık  veya  yaralanmaya  ve  kokuşmanın 

derecesine  bağlıdır.  Biyokimyasal  incelemeler  hızla  de-

ğerini yitirir, pratik olarak ilerleyen süreçte önemini yi-

tirir. Kontaminasyon ve çürümeden daha az etkilenmesi 

nedeni ile vitröz sıvı, BOS nispeten daha yararlı sonuçlar 

vermektedir.

5,6


f) Ölü soğuması (ısı kaybı, algor mortis)

İnsanda normalde koltuk altından ölçülen vücut sıcak-

lığı ortalama 36-36,5° C arasında değişir. İç organların 

sıcaklığı ise, örneğin rektal (anal) sıcaklığı; yaklaşık 0,5° 

C kadar daha yüksektir. Normalde vücutta üretilen ısı ve 

çevreye aktarılan ısı miktarı arasında denge olduğundan, 

sağlıklı kişide korunur. Ölümden hemen sonra ısı üre-

timi durur, fakat ısı kaybı devam eder; fiziksel bir kural 

olarak, ölünün sıcaklığı belli bir süre sonra bulunduğu 

çevrenin  sıcaklığı  ile  eşitlenir.  Cesedin  soğuma  süresi 

özellikle bulunduğu ortama bağlı olarak değişmekle bir-



Resim 2: Trafik kazasına maruz kalarak ölen bir 

çocukta yüzde yaygın “laserasyonlar”;  yüzde, 

gövde ve alt ekstremitelerde sürtünme tarzında “ 

“parşömenleşmiş sıyrıklar” mevcuttur. Yara dudakları 

kenarında ve altta “ekimoz” dikkati çekmektedir.


Klinik Gelişim



likte, en geç 24 saatte tam olarak soğur. Ölüm zamanı 



(postmortem  interval)  belirlenmesi  gereken  olgularda, 

çürüme  başlamamış  ise,  rektal  sıcaklık  kaydı  yapılma-

lıdır. Bununla birlikte, çevre sıcaklığı ve diğer iç ve dış 

değişken etkenler (ölünün bulunduğu ortamın özellikle-

ri, giyinme, vücut ağırlığı, infeksiyon varlığı v.b.) kayde-

dilmelidir.

1-6

g) Otoliz 

Otoliz (autolysis) hücre ve dokuların içerdikleri enzimler 

ve  sıvılar  aracılığı  ile  yapılarının  bozulmasıdır.  Otolize 

bağlı  olarak  organların  kıvamı  yumuşar,  rengi  değişir. 

Otolizin makroskobik olarak en çok ve en erken görül-

düğü  yerler;  pankreas,  sürrenaller  gibi  enzimatik  akti-

vitenin yüksek olduğu dokulardır. Otolize bağlı olarak, 

artefakt  lezyonlar,  postmortem  görünümler  meydana 

gelir. Dokuların yapısı, otolize bağlı olarak “aseptik” yol-

dan; daha sonra gelişen çürümede ise, özellikle bakteri 

enzimlerinin etkisine bağlı olmak üzere “septik” yoldan 

bozulur. Bununla birlikte mikroskopik olarak aynı özel-

likleri gösterirler.

5,6


h) Ölü lekeleri (ölü morluğu, livor mortis)

Ölümün başlaması ile kan yer çekimi etkisi ile yavaş ya-

vaş bu büyük damarlardan vücudun yere yakın kısımla-

rındaki küçük damarlara, kılcal damarlara toplanır. Kan-

daki eritrositlerin parçalanması ile kan önce kırmızımsı 

bir renk alır, sonra eritrositlerin oksijeni kaybetmesi ile 

(deoksijenizasyon) koyu mor bir renk alır. Daha sonra 

bu  sıvı  damarlardan  pasif  olarak  doku  içine  yayılarak, 

dokuları koyu mor renge boyar. Ölümden sonra cesedin 

yere yakın ve bası görmeyen deri kısımlarında, normal 

deri  renginden  farklı;  genellikle  koyu  mor,  bazen  açık 

kırmızı,  bazen  de  siyaha  yakın  renkte  oluşan  yaygın 

renkli alanlardır. Ölü lekelerinin genellikle mor renkte 

olmasından dolayı “ölü morluğu” (livor motris) terimi de 

tercih edilmektedir.

1-6


Ölü lekeleri genellikle ölümden 3-5 saat sonra, bazen 1-

2 saat sonra olmak üzere küçük çizgiler halinde başlar, 

sonra bu çizgiler birleşir, plaklar haline gelir ve vücudun 

yere  yakın  kısımlarında  önce  dar  bir  alanı;  daha  sonra 

genellikle 8-10 saatlik bir sürede olmak üzere, oldukça 

geniş alanları kaplayacak şekilde lokalize olurlar. Ancak, 

vücudun yerle temas eden kısımlarında, bası gören yer-

lerde oluşamaz.

5,6

 (Resim 3). 



Ölü kanındaki oksihemoglobin konsantrasyonunu değiş-

tiren nedenler ölü lekelerinin rengini de etkiler, kandaki 

karbondioksit konsantrasyonunun artmasına neden olan 

ölüm nedenlerinde (kalp yetmezliği, solunum yetmezli-

ği,  ası,  elle,  iple  boğma  olgularında)  ölü  lekeleri  koyu 

mor renkte olur. Karbonmonoksit zehirlenmesinde ölü 

lekeleri  oluşan  karboksihemoglobine  bağlı  olarak  açık 

pembe-kırmızı renktedir. Soğuk ortamda bekleyen ceset-

lerde, siyanür zehirlenmesinde, suda bekleyen cesetlerde 

açık pembe kırmızı renkte oluşabilir. Methemoglobin bi-

leşiğinin ortaya çıktığı potasyum klorat, anilin gibi kim-

yasal maddelerle olan entoksikasyonlarda ise ölü lekeleri 

kahverengi siyahımsı renkte oluşabilir. 

Çürüme  sonucu  ölü  lekeleri  değişime  uğrar,  kandaki 

hemoglobin  çürüme  gazlarından  kükürt  ile  birleşerek 

“sülfohemoglobin”  adı  verilen  bir  yeşilimsi-siyahımsı 

renkte  bir  bileşik  oluşturur.  Böylece,  çürümeye  bağlı 

renk değişimleri sonucunda ölü lekelerinin ayırt edilme-

si olanaksızlaşır.

1-6


Yüklə 246,14 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin