SS-2
KANSER HASTALARINDA KONTRASTLI BİLGİSAYARLI
TOMOGRAFİ ÇEKİMİ SONRASI KONTRAST MADDE
NEFROPATİSİ GELİŞME RİSKİ VE PREDİKTİF FAKTÖRLER
EMRAH GÜLŞEN , BÜLENT ERDOĞAN , ESMA TÜRKMEN ,
SERNAZ UZUNOĞLU , SEDAT ÜSTÜNDAĞ , SERAP TEKBAŞ ,
İRFAN ÇİÇİN
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Kontrastlı bilgisayarlı tomografi (BT) onkoloji pratiğinde
en sık kullanılan görüntüleme yöntemidir. Hastalar birçok
nefrotoksik ajana maruz kalmaktadır. Anemi, hiperkalsemi,
hiperürisemi gibi sorunlar da nefropatiye neden olarak tedaviyi
aksatmaktadır. Kontrast madde nefropatisi (KMN) yatan
hastalarda en sık 3. akut böbrek yetmezliği (ABY) nedenidir.
Bu sebeple kanserli hastalarda KMN insidansını araştırmak ve
KMN için olası prediktif faktörleri saptamayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Tetkik, kanser tedavisi veya hastalık komplikasyonları
nedeniyle yatırılan, kontrastlı BT çekilen 18 yaş ve üstü 60
hasta (18 kadın, 42 erkek) çalışmaya alındı. Kontrast madde
(KM) uygulanmasından sonraki 48-72 saat içinde kreatininde
bazal kreatinin düzeyine oranla %25’ten fazla veya bazal
kreatinin düzeyinden 0.5 mg/dl artış KMN olarak tanımlandı.
Glomerüler filtrasyon hızı 60 ml/dk altında olan hastalar
çalışmaya alınmadı.
Bulgular:
Kontrastlı BT çekiminden sonra hastaların %21.7’sinde KMN
gelişti. Bu hastaların %7.7’sinde ABY gelişti. KMN riski kemoterapi
alanlarda daha yüksekti (p=0.054). Bu hastalarda KMN sıklığı
%30, ABY sıklığı %3 idi. KMN gelişmesi; kanser bölgesi, evresi,
aktif kanser varlığı veya yokluğu, son kemoterapi ile KM
uygulamasına kadar geçen süre, uygulanan kemoterapi ilaçları
ve birden fazla kemoterapi seçimi uygulanması, yaş, cinsiyet,
boy, kilo, diabetes mellitus, hipertansiyon, kontrast madde
miktarı, serum sodyum, potasyum ve laktat dehidrogenaz
düzeyleri ile ilişkili bulunmadı. Anemi KMN gelişimi ile ilişkili
olma eğiliminde idi (p=0.076). Bu anlamlı olmaya eğilim
kemoterapi alan hastalarda anlamını kaybederken (p=0.22)
kemoterapi almayan hastalarda daha belirgindi (p=0.057).
Sonuç:
Kemoterapi alıyor veya almış olmak KMN gelişimi açısından
kanserli hastalarda bağımsız bir risk faktörü olarak ortaya
çıkmıştır. Kemoterapi alan hastalarda KMN riski diyabetik veya
koroner anjiografi yapılan hastalarda literatürde bildirilenden
(%14-17) daha yüksek saptanmıştır. Kemoterapi KMN için
major bir risk faktörü olarak tanımlanabilir. Ancak verilerimizin
onkoloji pratiğine yeni yaklaşımlar sağlayabilmesi için hasta
sayısının artırılarak çalışmanın sürdürülmesi gerekmektedir.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
103
SS-3
EVRE 2 KOLON KANSERİNDE ADJUVAN TEDAVİNİN
SAĞKALIMA ETKİSİ:TOG GİS GRUBU ÇALIŞMASI
MEHMET ARTAÇ
1
, BÜLENT KARABULUT
2
, ŞUAYİB YALÇIN
3
,
MURAT KOÇER
4
, MUSTAFA KARAAĞAÇ
1
, NALAN IŞIK
3
, ŞEYDA
GÜNDÜZ
5
, HAKAN BOZCUK
5
1
KONYA ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BD
2
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BD
3
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BD
4
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BD
5
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BD
Amaç:
Türkiye’de kolon kanserli hastaların tanı anında %26’sı evre
2 olarak tespit ediliyor. Evre 2 kolon kanserinde adjuvan
tedavinin katkısı halen tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı
ülkemizde evre 2 kolon kanserine genel yaklaşımı ve sağkalım
sonuçlarını değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışma Tıbbi Onkoloji kliniklerine başvuran evre 2 kolon
kanserli hastaların dosya verilerini retrospektif olarak
değerlendiren bir vaka kontrol çalışmasıdır. Evre 2 kolon Ca
tanısı olan her hastanın dosya verilerinden kemoterapi alıp
almadığı, risk faktörleri, nüks durumları ve hastalıksız sağkalım
süreleri çıkarılmıştır.
Bulgular:
Toplam 5 merkezden 303 hasta çalışmaya dahil edildi.
Hastaların 186’sı(%61) erkek 117’si(%39) kadın idi. Hastaların
median yaşı 60(26-88) idi. En fazla yerleşim yeri %28 ile
sigmoid idi. Hastaların %40’ında çıkarılan lenf nodu sayısı
14’ünün altında idi. Hastaların %33’ünün (97 hasta) adjuvan
kemoterapi almadığı görüldü. Kemoterapi almayan grupta
ortalama hastalıksız sağkalım 79 ay ve kemoterapi alan grupta
ortalama hastalıksız sağkalım 85.9 ay olarak saptandı (P=0.04).
Sonuç:
Ülkemizde evre 2 kolon kanserli hastalarda adjuvan kemoterapi
çoğunlukla tercih edilmektedir. Kemoterapi alan grupta anlamlı
hastalıksız sağkalım avantajı görülmesi yetersiz cerrahiye bağlı
olabilir. Bu konuda prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
SS-4
NOD POZİTİF MEME KANSERLERİNDE PRİMER TÜMÖR
VE AKSİLLER METASTAZIN ER, PR VE HER2 EKSPRESYONU
AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
MEHMET AKİF ÖZTÜRK
1
, ÖVGÜ AYDIN
2
, ŞENNUR İLVAN
2
,
HANDE TURNA
1
, DENİZ TURAL
1
, ÖZCAN YILDIZ
1
, MUSTAFA
ÖZGÜROĞLU
1
, EVİN BÜYÜKÜNAL
1
, SÜHEYLA SERDENGEÇTİ
1
1
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM
DALI
2
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Meme kanserinde primer ve metastatik hücreler arasında
ER, PR, HER2 ekspresyonu açısından değişiklikler olabileceği
bilinmektedir. Başvuruda aksilla metastazı olan hastaların
tedavisinde uzak metastaz yapmaya meyilli aksiller hücrelerin
değil de primer tümörün ER, PR, HER2 özellikleri göz önüne
alınmaktadır. Bu çalışmada amacımız başlangıçta uzak
metastazı olmayan nod (+) meme kanserlerinde, de novo
tedavi direncini öngörebilmesi açısından, primer ve aksilla
metastazları arasındaki ER, PR, HER2 ekspresyon farklılığını
ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde dosyası ve İ.H.K.
yapmaya uygun tümör blokları bulunan, Ocak 2000 yılından
sonra tanı almış ve merkezimizde tedavi edilmiş 107 invazif
primer meme kanseri ve eşleşen aksiller metastazları alındı.
ER, PR ve HER2 değerlendirmeleri İ.H.K. ile yapıldı. Primer
ve aksillada uyumsuz HER2 sonuçları bulunan vakalarda
sonuçlar SISH yöntemiyle kontrol edildi. Her bir belirtecin
ekspresyonlarındaki farklılıklar ile hasta ve tümör özellikleri
karşılaştırıldı. Yine protein ekspresyonlarındaki değişim
durumuyla hastalıksız sağkalım arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular:
Primer ve aksillada ER açısından uyum [+/+ veya -/-] ; %89.7
(96/107), uyumsuzluk %7.4 (8/107) idi. Uyumsuzluk %75
sıklıkla primer ER (+), aksilla ER (-) şeklindeydi. Primer ve
aksillada PR açısından uyum; %82 (88/107), uyumsuzluk %10
(11/107) idi. Uyumsuzluk %73 sıklıkla primer PR (+), aksilla PR
(-) şeklindeydi. Primer ve aksillada HER2 açısından uyum; %71
(76/107) idi. Uyumsuzluk verisini kesinleştirmek amacıyla SISH
çalışmaları devam etmektedir. ER+/PR+ grupta (n=67) reseptör
durum değişimi %15 (n=10), ER veya PR + grupta (n=21)
reseptör durum değişimi %38 (n=9), hormon reseptörü negatif
grupta (n=15) değişim %6.6 vakada (n=1) gerçekleşti.
Sonuç:
Çalışmamızda primer meme tümörü ile aksiller metastazı
arasında ER ve PR ekspresyonları açısından değişimler
izlendi. Bu değişikliklerin tedaviden elde edilecek faydayı
etkileyebileceğini düşünmekteyiz. Hormon reseptörleri
açısından sadece 1 hastada (HR neg hastaların %6.6 sı) primer
reseptör negatifken, aksillada pozitif ER bulundu ve bu değişim
tedavi kararını etkiler nitelikteydi. Bu nedenle primeri hormon
negatif tümörlerin aksiller metastazlarına İ.H.K ile inceleme
bir ileri araştırma konusu olabilir. HER2 açısından uyumsuzluk
verilerini şu an devam eden SISH analizleri nedeniyle kesin
olarak rapor edememekteyiz. Çalışmanın SISH sonuçları ve
planlanan 260 vakalık ileri sonuçları ilerleyen zamanda rapor
edilecektir.
SS-5
MEME KANSERİ OLGULARINDA CD44+/CD24-/LİN- KANSER
KÖK HÜCRE DAĞILIMI VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ
EYLEM YETİMOĞLU
1
, DEVRİM ÇABUK
2
, ERDAL KARAÖZ
3
,
SERAP KAYA
2
, SÜLEYMAN TEMİZ
2
, ÖZGÜR AÇIKGÖZ
2
, KAZIM
UYGUN
2
, ZAFER CANTÜRK
4
, EDA YİRMİBEŞOĞLU
5
, GÖRKEM
AKSU
5
1
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ İÇ
HASTALIKLARI ABD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BD
3
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ KÖGEM
ABD
4
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ GENEL
CERRAHİ ABD
5
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ ABD
104
Amaç:
Hücresel düzeyde bir dizi moleküler değişiklik sonucu immortal
özellikteki meme epitel hücrelerinin aşırı büyümesi ile meme
kanseri (MK) gelişmektedir . Kanser kök hücre hipotezi meme
kanserinin, tümör oluşturma kapasitesine sahip küçük bir
hücre grubundan kaynaklandığını savunmaktadır. Deneysel
kanıtlar kanser kök hücrelerinin kanser oluşumundan, tümör
invazyonundan, metastazından ve çeşitli tedavi formlarına
direnç gelişimden sorumlu olduklarını desteklemektedir .
Bu kanser kök hücrelerini tanımlamak için kullanılan çeşitli
yöntemlerden biri hücrelerin yüzey belirteçlerine göre
tanımlanmasıdır. Meme kanseri kök hücresi fenotipi CD44+/
CD24-/Lin- yüzey belirteçleriyle tanımlanmaktadır. Bu
çalışmada amacımız kanser oluşumundan sorumlu tutulan
CD44+/CD24-/Lin- fenotipine sahip hücrelerin primer meme
tümöründeki dağılımını ve bu dağılım oranlarının prognostik
faktörlerle olan ilişkisini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya Mayıs 2010-Ocak 2011 tarihleri arasında MK
tanısıyla cerrahi planlanmış 23 hasta alındı. Taze tümör
dokuları mekanik ve enzimatik olarak ayrıştırıldı. MK kök hücre
dizisi yüzey ekspresyon belirteçleri bakımından akım sitometrik
analiz kullanılarak tanımlandı. Akım sitometri analizinde
lineage negatif hücre gruplarında CD44+/CD24- hücrelerin
dağılımları değerlendirildi. Bu dağılım oranlarının prognostik
faktörlerle olan ilişkisi istatistiksel olarak analiz edildi.
Bulgular:
Hastaların ortanca yaşı 47 olup %52’si postmenopozaldi. Yüzde
elli yedi hastada Grad II MK saptandı. Yüzde 65 hastada ER
pozitif, %48 hastada PR pozitif, %65 hastada Her-2 negatif
saptandı. Çalışmamızda tümör dokularının hepsinde CD44+/
CD24-Lin- hücreler saptandı. Tümörlerdeki CD44+/CD24-
Lin- hücrelerin dağılımı ortalama %1.43±1.6 idi. CD44+/
CD24-Lin- hücre dağılımının postmenopozal kadınlarda, erken
evre MK’de ve yüksek gradlı tümörlerde daha yüksek olduğu
gözlendi; ancak istatistiksel anlamlılık saptanmadı (p=0,17,
p=0,9 ve p=0,84, sırasıyla). Tutulan lenf nodu sayısı ile hücre
dağılımı arasında ters ilişki saptandı, istatistiksel olarak anlamlı
olmasa da lenf nodu sayısı arttıkça CD44+/CD24-Lin- hücre
dağılımının azaldığı gözlendi. Hormon reseptörleri ile hücre
dağılımı arasında ilişki saptanmazken istatistiksel anlamlılığa
ulaşmamakla birlikte HER-2 negatif tümörlerde CD44+/CD24-
Lin- hücre dağılımının arttığı saptandı.
Sonuç:
Çalışmamızda literatüre benzer şekilde tümör dokularının
hepsinde CD44+/CD24-Lin- hücrelerin bulunduğu ve bu
hücrelerin yüzde ortalamasının %1.43±1.16 olduğu görüldü.
Prognostik faktörler ile CD44+/CD24-Lin- hücre dağılımı
arasında istatistiksel anlamlılık gösteren bir ilişki saptanmadı.
Meme tümörleri fenotipik olarak çeşitli meme kanseri kök
hücrelerinden oluşmaktadır. Tümör büyümesini ve sağkalımı
regüle eden bu kök hücrelerin tanımlanması için çok sayıda
çalışmaya ihtiyaç vardır. Ayrıca bu hücreler tümör gelişimini
yönlendirdiğinden bu hücreleri hedef alan stratejiler daha
etkili tedavilerin geliştirilmesine öncülük edebilir.
SS-6
METASTATİK MALİGN MELANOMALI TÜRK HASTALARDA ÇOK
MERKEZLİ İPİLİMUMAB DENEYİMİ MİPİ-TÜRK
ALPER SEVİNÇ
1
, HANDE TURNA
2
, MUSTAFA ÖZDOĞAN
3
,
SÜLEYMAN BÜYÜKBERBER
4
, NİL MOLİNAS MENDEL
5
,
GÖKHAN DEMİR
6
, ERHAN GÖKMEN
7
, SEMRA PAYDAŞ
8
,
HAKAN AKBULUT
9
, İSMAİL ÇELİK
10
1
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI ONKOLOJİ BİLİM DALI
3
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI ONKOLOJİ BİLİM DALI
4
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
5
VEHBİ KOÇ VAKFI AMERİKAN HASTANESİ MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
6
İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
7
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM
DALI ONKOLOJİ BİLİM DALI
8
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI ONKOLOJİ BİLİM DALI
9
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
10
HACATTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PREVANTİF
ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Anti-CTLA-4 (sitotoksik T lenfosit antijen) monoklonal antikor
olan Ipilimumab’ın, metastatik melanoma hastalarında
bağışıklık yanıtlarını geliştirdiği ve kalıcı klinik yanıtları uyardığı
gösterilmiştir. Onüç merkezde Erişim Programı kapsamında
tedavi edilen metastatik melanoma hastaları retrospektif
olarak değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Daha önce bir sıra sistemik tedavi sonrası nüks gelişen
metastatik melanomalı hastalar, başlatma olarak, 1., 4.,
7., 10’uncu haftalarda 4 doz 3 mg/kg ipilimumabla tedavi
edilmişlerdir. Yanıt değerlendirmesi 12. haftada yapılmıştır. 12.
haftada tam yanıt (CR), kısmi yanıt (PR) ve stabil hastalığı olan
hastalar (SD) re-indüksiyon için uygun bulunmuştur.
Bulgular:
72’si değerendirilebilir toplam 82 hasta çalışmaya dahil
edilmiştir. İpilumumab tedavisi hastaların %19,4, %65.3, %
15,3’sine sırasıyla ikinci, üçüncü, dördüncü basamak tedavi
olarak verilmiştir. 1, 2, 3 ve 4 doz için ipilimumab alan hasta
sayısı sırasıyla 5, 10, 12 ve 45’tir. 72 hastanın 8’ine re-indüksiyon
uygulanmıştır.
G1/2 yanetki hastaların %34,7’sinde (25/72) raporlanırken G3/4
yanetki %16,7’sinde raporlanmıştır (12/72). En sık karşılaşılan
G1/2 yanetki deri dökülmesi (% 15,3), kas güçsüzlüğü (%11,1)
ve gastrointestinal (%12,5) olarak gözlemlenmiştir. 8 hastada
G3 advers olay gözlemlenmiştir (5 hastada diyare, 1 hastada kas
güçsüzlüğü, 1 hastada hipotiroidi, 1 hastada gastrointestinal
kanama). Bir G4 trombositopeni ve hepatik advers olaya bağlı
iki ölüm gözlemlenmiştir.
4 doz ipilimumab tedavisini tamamlayan 72 hastadan 45’i
(%62,5) yanıt değerlendirmesi için uygun bulunmuştur. CR
saptanmamıştır. Hastalık Kontrol Oranı (DCR) %35,6’dır (%15,6
PR ve %20 SD). Progresyona dek geçen medyan süre (TTP) 3,2
ay’dır (%95 GA, 2,4 - 5,1 ay). 18 aylık takip sonrasında sağkalım
oranı %34,6 olup, medyan genel sağkalım 8 aydır (%95 GA, 3.5-
12.4 ay).
Sonuç:
İpilimumab, metastatik melanomlu hastalar için olumlu klinik
faydayla sonuçlanmıştır. Veriler, literatürle uyumlu etkinlik ve
güvenlik profili ortaya çıkartmıştır.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
105
SS-7
TİMİK EPİTELYAL NEOPLAZMLARDA EPİDERMAL GROWTH
FAKTÖR RESEPTÖR MUTASYONU
NİLÜFER AVCI
1
, GÜLŞAH ÇEÇENER
2
, TÜRKKAN EVRENSEL
1
,
MEHMET ALİ BALCI
3
, BERRİN TUNCA
2
, EGELİ ÜNSAL
2
, SAMİ
BAYRAM
4
, ERDEM ÇUBUKÇU
1
, FATİH ÖLMEZ
1
, ENDER KURT
1
,
ÖZKAN KANAT
1
, OSMAN MANAVOĞLU
1
1
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ
BİLİM DALI
2
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TİBBİ BİYOLOJİ
ANABİLİM DALI
3
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FASKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
4
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ BİLİMDALI
Amaç:
Bu çalışmada timik epitelyal neoplazmlarda hedefe yönelik
tedaviler için yeni biyolojik belirteç olarak epidermal growth
faktör reseptör (EGFR) mutasyonunu, K-RAS mutasyonu ve sağ
kalım ile ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
1996 ve 2010 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Medikal Onkoloji ve Göğüs Cerrahisi bölümüne gelen timik
epitelyal neoplazm tanısı almış olan hastalar tarandı. Bu tarihler
arasında timoma ve timik karsinom tanıları ile toplam 60
hastanın kayıtları mevcut idi. Hastaların 35’nin parafine edilmiş
dokularına ulaşılabildi. Bu dokulardan izole edilen DNA’lardan
K-RAS ekzon 2 ve EGFR ekson 18, 19, 20, 21 mutasyonları
bakıldı.
Bulgular:
Çalışmada değerlendirilen toplam 35 hastanın 5’İ timik karsinom
ve 30’u timoma idi. Timoma ve timik karsinomlu olgularımızın
hiç birisinde EGFR geninin 18, 19, 20 ve 21. ekzonunda mutasyon
belirlenmedi. Ayrıca hastaların tamamında K-RAS ekzon 2’de
mutasyon saptanmadı.
Sonuç:
Literatürde timomalarda immunohistokimyasal olarak EGFR
ekspresyonu (%46-85 ) değişen oranlarda bildirilmektedir. Ancak
tedavide EGFR tirozin kinaz inhibitörlerine cevabın prediktivi,
EGFR mutasyonu ve amplifikasyonudur. K-RAS, EGFR yolağında
membrandan sitoplazmik proteinlere sinyal iletiminde görev
alan bir GTPase’dır ve EGFR inhibitörlerine primer direnç
mekanizması ile ilişkilidir. Japonya’dan bir seride (n:38), EGFR
protein ekspresyonunun daha çok invaziv timomalar ile ilişkili
olduğu bildirilirken yine Japonya’dan bir çalışmada 29 timomalı
hastanın ancak ikisinde EGFR mutasyonu saptanmıştır. Akciğer
kanserlerinde Kazak ve Asyalı ırk arasında EGFR mutasyonları
farklılıklar gösterir. Ancak literatür araştırmamızda timomalarda
EGFR mutasyonlarının ırklara göre farklılıklarına dair bir veriye
rastlamadık. Bizim çalışmamızda timik karsinomlu hastaların
sayıca az olması dikkat çekici bir unsurdur. Çalışmadaki olgu
sayısının artırılarak değerlendirme yapıldığında anlamlı verilere
ulaşılabileceği düşünülmektedir.
SS-8
KANSER HASTALARINDA TROMBOZ SIKLIĞI
SEMİHA URVAY , DİLŞEN ÇOLAK , G.İNANÇ İMAMOĞLU , İLHAN
HACIBEKİROĞLU , NAZİYET KÖSE , UĞUR ERSOY , MUSTAFA
ALTINBAŞ
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Kanser hastaları tromboza eğilimi olan hastalardır.
İmmobilizasyon,vasküler obstrüksiyon, cerrahi girişimler,
radyoterapi, kemoterapi, kataterler ve kanserin kendisi
tromboza neden olmaktadır. Tromboembolik olay görülme
oranları kanserli hastalarda %5’dir, hastanede yatan kanser
hastalarında en sık ikinci ölüm nedenidir. Bu bilgilere rağmen
günlük pratiğimizde trombo-embolik olay tanı ve tedavisinde
karışıklıklar yaşanmaktadır. Bu çalışmanın amacı hastalarımızda
tromboz insidansını ararştırırken bu konuya dikkat çekmektir.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde Mart 2008 ile Aralık 2011 arasında tedavi ve takibi
yapılan 1368 hastanın dosyası retrospektif olarak tarandı.
Arteryal ve venöz tromboembolik olay gelişen hastaların
özellikleri kaydedildi.
Bulgular:
Dosyası taranan 1368 hastanın 37’sinde (%2.7) tromboembolik
olay saptandı. Bu hastaların 18’i (%48.6) Evre IV hastalığa sahipti.
23 hasta erkek, 14 hasta kadın idi. En çok tromboembolik olay
kolorektal, mide ve pankreas kanseri hastalarında saptandı.
Hastalarımızın 24’ünde tromboembolik olay kemoterapi
sırasında veya hemen sonrasında gelişmişti. Onbeş hasta (%40)
Fluorourasil içeren rejim ve 6 hasta ( %16) sisplatin içeren rejim
almakta iken tromboemboli gelişti. Bu hastaların 14’ü (%37)
hospitalize idi. Üç hastada pulmoner tromboemboli, 6 hastada
arteryal tromboz gelişirken 28 hastada derin ven trombozu
gözlendi.
Sonuç:
Tromboembolik olay sıklığı kanserli hastalarda sağlıklı
popülasyona göre artmış olup tromboza eğilim en fazla
abdominal adenokanserler küçük hücreli akciğer kanseri ve
prostat kanserindedir. Bazı sitotoksik ajanlarla tromboz eğilimi
artar. Özellikle ECOG düşük, ek hastalığı olan, hospitalize hastalar
tromboembolik olay riski altındadır ve profilaksi yapılmalıdır.
Tromboz veya tromboemboli saptanan hastalar önce tromboz
tedavisi almalı ve düzelince tümöre özgü tedavilere geçilmelidir.
Dostları ilə paylaş: |