1
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Siyami Ersek
Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
Klinik Şefi: Prof. Dr. Zuhal AYKAÇ
KORONER ARTER BAYPAS OPERASYONLARINDA TORAKAL
EPİDURAL ANALJEZİDE LEVOBUPİVAKAİNE KULLANIMININ AĞRI VE
MİYOKARD KORUNMASI ÜZERİNE ETKİLERİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. Bestami Barış Çelik
İstanbul-2009
2
ÖNSÖZ
Hastane başhekimimiz Sayın Prof. Dr. İbrahim YEKELER’ e
Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimim sırasında bilgi ve birikimlerinden
yararlandığım, yetişmemde çok emek sarf eden klinik şefim Sayın Prof. Dr. Zuhal
AYKAÇ’ a, ve Klinik Şefi Sayın Uz.Dr. Sevim CANİK‘e,
Anesteziyoloji şef yardımcılarımız Sayın Uzm. Dr. Nihan YAPICI’ ya ve Uzm.
Dr. Türkan ÇORUH'a,
Tez çalışmamda büyük emeği olan tez danışmanım Sayın Uz. Dr. Türkan
Çoruh’a,
Çalışmam boyunca desteklerini esirgemeyen Sayın Prof. Dr.İbrahim Yekeler,
Op.Dr. İlyas Kayacıoğlu, Op. Dr. Ahmet Yavuz Balcı, Op. Dr.Ünsal Vural ve şahsında
tüm ekip arkadaşlarına,
Yıllardır iyi ve kötü anılarımı paylaştığım Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Kliniğimizdeki tüm başasistan, uzman ve asistan arkadaşlara,
Dört yıl süresince sevgi ve saygı çerçevesi içinde çalıştığımız Göğüs
Cerrahisi, Kalp ve Damar Cerrahisi, Kardiyoloji kliniklerimizdeki şef, şef yardımcısı,
başasistan, uzman ve asistan arkadaşlarıma,
Birlikte çalıştığımız tüm anestezi teknisyen, personellerine,
Her zaman sevgilerini ve desteklerini eksik etmeyen anne ve babama,
En içten teşekkür ve saygılarımı sunarım.
Dr. Bestami Barış Çelik
3
İÇİNDEKİLER
1. Kısaltmalar............................................................................................................4
2. Tablo Listesi........................................................................................................ ..5
3. Şekil Listesi...........................................................................................................6
4. Özet... ................................................................................................................ ...7
5. Giriş ve Amaç ... ................................................................................................ ..9
6. Genel Bilgiler... ................................................................................................. ..10
A- Koroner Arter Baypas Cerrahisi ve Postoperatif Analjezi .................10
B- Epidural Analjezi ve Anestezi........................................................... ..12
C- Torakal Epidural Anestezi.................................................................. ..20
D- TEA’nin Operasyon Sonrası Sonuçtaki Rolü... ................................ ...22
E- Levobupivakain... ................................................................................ .27
F- Ağrının Değerlendirilmesi.................................................................. ...29
7. Gereç ve Yöntemler............................................................................................33
8. Bulgular.............................................................................................................. .37
9. Tartışma..............................................................................................................46
10. Sonuç ve Öneriler... ........................................................................................ ...53
11. Kaynaklar ............................................................................................................55
4
KISALTMALAR
ACT Aktive
Edilmiş Pıhtılaşma Zamanı
BUN
Kan Üre Azotu
DM Diabetes
Mellitus
EF Ejeksiyon Fraksiyonu
HKA
Hasta Kontrollü Analjezi
HT Hipertansiyon
İM
İntramusküler
IPPV Aralıklı Positif Basınçlı Ventilasyon
İV
İntravenöz
KABC Koroner
Arter
Baypas Cerrahisi
KH Kalp
Hızı
KPB Kardiyopulmoner
Baypas
OAB
Ortalama Arter Basıncı
PEEP Ekspiryum
Sonu Positif Basınç
PS Basınç Desteği
SIMV Eşzamanlı Aralıklı Zorunlu Ventilasyon
SVB
Santral Venöz Basınç
SvO
2
Karışık Venöz Oksijen Saturasyonu
VKİ
Vücut Kitle İndeksi
TEA
Torakal Epidural Analjezi
KABG Koroner Arter Baypas Greft
S/D
Sistolik / Diastolik
5
TABLO LİSTESİ
Tablo-1 Hastaların Demografik Verileri... ................................................................ ...37
Tablo-2 Hastaların Gruplarına Göre Yapılan Anastomoz Sayısı...............................38
Tablo-3 Hastaların Gruplarına Göre Operasyon Sırasındaki Verileri... ................. ...38
Tablo-4 Ortalama Entübasyon, Ekstübasyon Ve Operasyon Süreleri... .................. .39
Tablo-5 Hastaların Gruplarına Göre Operasyon Sonrası Verileri..............................39
Tablo-6 Ortalama Yoğun Bakım ve Hastane Yatış Süreleri... ................................. ..42
Tablo-7 Gruplara Göre CK-MB Değerleri... ............................................................. ...42
Tablo-8 Gruplara Göre Troponin-I Değerleri... .......................................................... .44
Tablo-9 Gruplara Göre Ortalama VAS Değerleri... .................................................... .45
6
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil-1 Epidural Aralık....................................................................................................13
Şekil-2. Lumbosakral Bölgenin Sagital Kesit Görünümü... ...........................................14
Şekil-3 Cerrahiye Bağlı Sempatik Aktivasyonda Nöral Yolaklar... ............................... .22
Şekil-4 Otonom İnervasyonun Gastrointestinal Motilite Üzerine Etkileri... .............. ... 26
Şekil-5 Ağrı Şiddetini Belirlemek İçin Kullanılan Skalalar..............................................33
Şekil-6 Hastaların Gruplarına Göre Ek Doz Analjezik İhtiyacı... ................................. .40
Şekil-7 Hastaların Postoperatif Sistolik Arteriyel Ölçümleri………………………………41
Şekil-8 Hastaların Postoperatif Diastolik Arteriyel Ölçümleri……………………………..41
Şekil-9 Gruplara Göre CK-MB Değerleri ... ................................................................ ...43
Şekil-10Gruplara Göre Troponin-I Değerleri... ............................................................ ..44
Şekil-11 Gruplara Göre Ortalama VAS Değerleri..........................................................45
7
ÖZET
Kalp cerrahisinde torasik epidural anestezi (TEA) ve analjezinin yararlarını
gösteren çalışmalar
1944 yılından bugüne kadar
yayınlanmaktadır. Bizim
çalışmamızın amacı, koroner arter baypas operasyonlarında TEA’de kardiyak
toksisitesi en az ve en son jenerasyon lokal anesteziklerden levobupivakain
kullanımının postoperatif ağrı, miyokard korunması, yoğun bakım ve hastanede kalış
süreleri üzerine etkilerini araştırmaktır.
Hastane bilimsel komite onayı alındıktan sonra; koroner arter baypas cerrahisi
geçirecek 40 hasta rastgele çalışma grubuna alındı. Torakal epidural kateter
takılabilmesi için hastalardan yazılı izinleri alındı. 20 hastaya operasyondan 1 gün önce
T
5
-T
6
veya T
6
-T
7
seviyelerinden torakal epidural kateter takıldı. 20 hasta kontrol grubu
olarak belirlendi. Her iki hasta grubuna da standart dengeli genel anestezi verildi.
Torakal epidural analjezi grubuna (Grup TEA) ek olarak indüksiyondan sonra 1 mg/ml
% 0.75 levobupivakain ve 2 µg/mL fentanil 5 mL/saat dozunda infüzyon epidural
kateterden başlandı ve postoperatuar 24.saate kadar devam edildi. Hastaların
indüksiyon sonrası,
postoperatuvar
4. ve 24. saatlerdeki troponin I ve CK-MB
değerlerine bakıldı. İntraoperatif ve postoperatif hemodinamik değişiklikler, ekstübasyon
süreleri, VAS değerleri, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri, klinik ve laboratuvar
verileri kaydedildi. Kontrol grubuna (Grup K), standart anestezi uygulamasını takiben
postoperatuar rutin uygulamamız olan yoğun bakım sürecinin ilk 3 saatinde analjezik
olarak 2 µg/kg/dk. dozunda fentanil verildi. Grup K içinde aynı dönemlerde veriler
kaydedildi.
Araştırma sonucu elde ettiğimiz bulgulara göre; TEA grubunda
ekstübasyon sonrası 30. dakika, 1. 2. 4. ve 8. saat VAS skorları kontrol grubuna göre
daha düşük( P=0.000-0.004 ), ekstübasyon ve entübasyon süreleri daha
kısa(p=0.038 ), hastanede kalış süreleri daha kısa (P=0.042) ,postoperatif ek doz
analjezik kullanımı daha az (P=0.000) idi. Yoğun bakımda kalış sürelerinde iki grup
arasında farklılık görülmedi. İki grup arasında CK-MB ve Troponin I değerleri açısından
anlamlı farklılık bulunamadı. Postoperatif hipertansiyon sorunu Grup-TEA daha az
görüldü (p<0.01).
8
Sonuç olarak; TEA; postoperatif etkili analjezi sağlamakta, torasik kardiyak
sempatektomi oluşturarak stres yanıtı azaltmakta, daha stabil hemodinami sağlamakta
ve bunların yanısıra, yoğun bakım ve hastanede kalış sürelerini kısaltarak maliyetleri
de azaltmaktadır. Çalışmamızda bu yararlı yöntemde en son geliştirilen lokal
anesteziklerden levobupivakain kullanıldı, peroperatuar ve postoperatuar süreçlerde
dengeli hemodinami ve etkili postoperatif analjezi sağlandı.
9
GİRİŞ VE AMAÇ
Kalp cerrahisi geçiren hastalarda; kardiyak, pulmoner, renal, nöropsikiyatrik
ve infeksiyona ait komplikasyonlar nedeniyle morbidite ve mortalite artabilmektedir.
Araştırmalar, bu komplikasyonların merkezinde yer alan metabolik, cerrahi
nöroendokrin stres yanıtı azaltarak hastanın iyileşmesini hızlandırma yolları
aramaktadırlar. Bölgesel anestezi teknikleri; etkin analjezi, sempatolizis ve azalmış
stres yanıta özgü fizyolojik şartlar yaratmaktadır. Koroner arter baypas cerrahisinde
(KABC), Torakal Epidural Analjezi (TEA) kalbe seçici sempatolizis ve miyokard
korunmasında anestezistlere yeni bir seçenek yaratmaktadır. TEA tekniğinde bupivakain
kullanımı sık olmasa da kardiyotoksisiteye neden olabilmektedir.Casati ve
arkadaşların
yaptıkları çalışmalarda elde edilen veriler , yüksek dozlarda kullanımı gerektiğinde ve
postoperatif analjezi gibi sürekli infüzyon yapılan durumlarda bupivakainin yerine
özellikle kardiyotoksisitesi daha az olan levobupivakain ve ropivakain gibi lokal
anesteziklerin tercih edilmesinin daha doğru olacağı görüşünü
desteklemektedir.(1)
Bu çalışmada; KABG operasyonlarında TEA ile miyokard korunması
ve operasyon sonrası analjezinin; hastanın erken mobilizasyonu, akciğer
fonksiyonları, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri üzerine etkilerinin
araştırılması amaçlanmıştır.
10
GENEL BİLGİLER
A. KORONER ARTER BAYPAS GREFT VE POSTOPERATİF ANALJEZİ
Koroner arter baypas greft (KABG) operasyonunda peroperatif ve postoperatif
dönemde ağrı ciddi bir sorun olabilir. KABG operasyonu genellikle medyan sternotomi
işlemi ile gerçekleştirilmektedir. Bu işlem sırasında ve sonrasında analjezi yönetimi önem
taşımaktadır. Bu amaçla TEA son yıllarda klasik metodlara ek olarak alternatif bir tedavi
medotu olarak kullanılmaktadır.
Vücut dışı dolaşım 30 yıldan fazladır koroner arter baypas greft ( KABG)
cerrahisinin altın standardı olmuştur. İşlemin düşük mortalitesi ve mükemmel
sonuçlarına rağmen postoperatif komplikasyonlar halen ana sorundur. Cerrahi travma,
pulmoner, renal nörolojik komplikasyonlar, kan kaybı veya kan transfüzyonu,
hemodinamik instabilite bu sorunların başında gelmektedir. Bu sorunları KPB
esnasında ve postoperatif dönemdeki sorunlar olarak ayırmak gerekirse KPB
esnasındaki sorunlar en az üç farklı mekanizmayla inflamatuvar cevabı spesifik olarak
aktive etmesinden ortaya çıkar. Bunlar;
1. KPB devresinde kanın yabancı yüzeyle teması sonucu immün sistem aktive olur.
2. Aortun kros klemplenmesi sonucu olarak beyin, kalp, böbrekler, akciğer ve
karaciğerde iskemi gelişebilir. Aorttan kros klempin kaldırılmasıyla perfüzyon
yeniden sağlanır. Gelişen iskemi - reperfüzyon hasarı, inflamatuvar cevabın
aktivasyonunda anahtar rol oynar.
3. Endotoksemi, inflamatuvar kaskadı indirekt olarak uyarabilir. KPB
süresince gelişen splanik hipoperfüzyon, endotoksemiye neden olabilir.
11
Postoperatif dönemde sorunlar ise; hemodinamik instabilite, analjezi, ekstübasyon
güçlüğü, nörolojik ve pulmoner komplikasyonlar ana sorunlardır.TEA kullanımı
postoperatif analjezi, hemodinamik stabilite , pulmoner komplikasyonları önlemede
etkin ve yardımcı metod olarak günümüzde kullanılmaktadır.TEA uygulamalarında
günümüze kadar değişik lokal anestezikler kullanılmıştır.Lokal anesteziklerin kullanımı
kalp cerrahisinde değişik nedenlerden dolayı sınırlı sayıda yapılmaktadır.Bu nedenler
başlıca iki nedene bağlıdır.bunlar;1)Lokal anesteziklerin kimyasal yapılarına bağlı olarak
gelişen sorunlar(hipotansiyon,bradikardi ,aritmi).2) TEA işleminin yapılmasına ait
güçlükler(hastaya operasyondan 1 gün öncesinde takılması, torakal bölge
anatomisinin zorluğu). Özellikle lokal anesteziklerin kimyasal yapılarına bağlı gelişen
sorunlardan korunabilmek için yeni lokal anesteziler geliştirilmiştir.Uzun etkili ,kardiyak
toksisitesi diğer lokal anesteziklere göre daha az olan levobupivakain geliştrilmiştir.TEA
uygulamalarında levobuivacaine kullanımı ile postoperatif analjezi ve sorunların
giderilmesinde etkin olduğu yönünde giderek artan sayıda çalışmalar yayınlanmaktadır.
12
B. EPİDURAL ANALJEZİ VE ANESTEZİ
Epidural anestezi 20.yüzyılın başında bulunmasına rağmen ancak 1940 ve
50’lerle birlikte yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.Tuohy’in
subaraknoid iğneyi epidural blokta kullanılmak üzere 1949’da geliştirmesi ile
epidural anestezi yaygınlaşmıştır.Özellikle kateter tekniklerinin ve bakteri
filtrelerinin gelişmesi günümüzde epidural anestezinin daha yaygın kullanımına
neden olmuştur.
Tarihçe
Epidural anesteziyi ilk kullanan kişi olarak James Leonard Corning kabul
edilir. 1885’de New York Medical Journal’da yayınlanan vaka takdiminde
Corning, bir köpek ve bir insanda spinal aralığa verdiği kokainden bahseder.
Epidural anesteziyi belgeleyen ilk iki araştırmacı Fransız Cathelin ve
Sicard’dır.
Anatomi
Peridural boşluk; kafa tabanından sakrokoksigeal membrana kadar
uzanan paravertebral ve merkezi sinir sistemi ile dolaylı ilişkisi olan bir boşluk
olup subaraknoid aralık kadar geniş değildir.Yukarda foramen magnum,
aşağıda sakrokoksigeal membran ile sınırlıdır. Yanlarda vertebra pediküllerinin
periostu ve intervertebral foraminalar, önde ise posterior longitudinal ligaman,
intervertebral diskler ve vertebralardan çıkan sinir kökleriyle, arkadan da
ligamentum flavumla sınırlanmıştır.
Foramen magnumda meningeal ve endosteal dura birbirine çok yakın
seyreder.Birincisi spinal durayı, ikincisi spinal kanalın periostunu oluşturur.Bu
13
nedenle lokal anestezikler, endosteal ve meningeal dura tabakaları arasına
geçemezler. Dolayısıyal peridural bölgeye verilen ajanlar serebral subaraknoid
boşluğa geçemezler.
Epidural aralık şematik olarak Şekil-1‘de gösterilmiştir.
Şekil-1 Epidural Aralık
Epidural aralığın saptanması için kraniyalden kaudale belirli anatomik
noktalar vardır.
1)
C
7
spinöz çıkıntısı boynun fleksiyonu sırasında en belirgin spinöz
çıkıntıdır.
2)
T
7
vertebra korpusu skapulanın alt açılarından geçen hayali
çizgiye denk gelir.
3)
L
1
vertebrası 12.kaburgaların alt kenarlarından çizilen çizgiye denk
gelir.
4)
İlyak kristalardan çizilen çizgi L
4
vertebrasına denk gelir.
Vertebral
kolonun bütünlüğünü sağlayan ve spinal kordun
korunmasına yardımcı olan ligamentler aynı zamanda işlem sırasında
iğnenin geçtiği katların bir kısmını oluşturur. Bu ligamentler önden arkaya
14
doğru anterior longitudinal ligament, posterior longitudinal ligament,
ligamentum flavum, interspinoz ligament ve supraspinoz ligament şeklinde
sıralanır. Epidural blok yaparken iğne cilt, cilt altı, supraspinoz ligament,
interspinoz ligament, ve ligamentum flavum’u geçerek epidural alana ulaşır.
Lumbosakral bölgenin sagital kesit görünümü Şekil-2‘de gösterilmiştir.
Şekil-2 Lumbosakral Bölgenin Sagital Kesit Görünümü
15
Epidural aralıkta, epidural venler ve spinal sinir köklerini çevreleyen
gevşek konnektif doku ile birlikte bol miktarda yağ dokusu bulunur. Epidural
aralığın özellikle anterolateralinde geniş ve zengin venöz pleksuslar vardır. Bu
venler valvsizdir ve aşağıda pelvik, yukarıda intrakraniyal venlerle, önde
ise intervertebral foramenler yolu ile torasik ve abdominal venlerle doğrudan
bağlantılıdır. Bu nedenle epidural enjeksiyonla verilen lokal anestezik
madde veya hava, bu venler yoluyla kalbe ve beyne ulaşabilir. Vena
kava’da oluşan bir obstrüksiyon v. azygos’da ve epidural venlerde staza
neden olabilir. Bu durum özellikle şişmanlarda, gebelerde ve batın içi
basıncı artmış olgularda görülür. Epidural girişim sırasında bu bölgenin venlerinin
yerleşimi nedeniyle kanama riskini en aza düşürebilmek için iğnenin orta hatta
tutulması gerekir. Epidural aralıkta arter yoktur. Fakat anterior spinal arterin
kollateralleri epidural aralığın lateralinde duraya yakın seyreder. Bu nedenle
epidural kanülün orta hattan sapması durumunda, bu kollateraller zedelenebilir.
Aynı zamanda torasik ve lomber vertebraları besleyen tek taraflı Adamkiewitz
arterinin de zarar görmesi olasıdır.
Anatomik olarak epidural aralık ile subaraknoid aralığı birbirinden
ayıran en önemli engel duradır. Eskiden duranın epidural aralığa verilen
solusyonlara geçirgen olmadığı sanılıyordu. Ancak daha sonra yapılan
çalışmalar köklerin durayı deldiği noktaların epidural ve subaraknoid
boşluklar arasında geçişi sağlamada önemli rol oynadıklarını ortaya
koymuştur. Epidural aralıktaki basınçlar lokal anesteziklerin alımını ve
dağılımını etkilemede, epidural boşluğun saptanmasında rol oynayan önemli
faktördür.
Epidural aralığın genişliği bölgelere göre değişir. Servikal bölgede 1.0-1.5
mm., alt torasik bölgede 4.5 - 5 mm. ve en geniş lumbal bölgede olmak
üzere 5.0 - 6.0 mm. genişliğindedir. Normal kişide cilt-epidural aralık uzaklığı
4-5 cm.’dir.
16
Epidural Aralıktaki Basınç
Epidural aralıkta, torasik bölgede en fazla, sakralde en az olmak
üzere, hastaların %80’inde negatif bir basınç mevcut olup, bu negatif
basınç iki şekilde açıklanmaktadır:
1. Epidural aralığa giren
iğnenin
etkisiyle duranın öne doğru itilmesi,
epidural aralığı genişletmekte ve negatif basınç oluşmaktadır.
2. Negatif
intraplevral basınç,
intervertebral
foramenler yoluyla
epidural alana yansımaktadır. İntraplevral basınçta meydana gelen
değişikliklerin, epidural negatif basıncı etkilemesi, bunu destekleyen bir
olgudur. Örneğin hastanın kendini sıkması, ıkınması, öksürmesi ve Valsalva
manevrası yapması intraplevral negatif basınçla birlikte epidural negatif
basıncı da azaltmaktadır. Epidural venlerde genişlemeye yol açan diğer
etkenler de negatif basıncı ortadan kaldırabilir, hatta pozitifleştirir. Öte
yandan BOS basıncının düşmesi ve gövdenin öne doğru fleksiyonu ile negatif
basınç artmakta ve epidural aralığın tanınması daha kolay olmaktadır. Epidural
basınç; lumbal bölgede -(0.5-1.0), torakal bölgede -(2.0-3.0) cmH
2
O kadar,
sakral bölgede ise sıfırdır.
Epidural Aralığın Tanınması
Epidural aralığın tanınmasına yönelik birçok farklı yöntem olmasına
karşın, temelde hepsi epidural aralıktaki negatif basınç ve ligamentum
flavumun geçilmesi ile hissedilen direnç kaybı esasına dayanır. Uygulamada
kullanılan başlıca yöntemler; iğnenin arkasına bir damla asarak (asılı damla
yöntemi) epidural aralığa girildiğinde damlanın içeri çekilmesi veya iğnenin
arkasına özel bir enjektör takıp sürekli basınç uygulayarak iğne ilerletilirken
epidural mesafeye girildiğinde direncin kaybolması (direnç kaybı yöntemi)
şeklinde sıralanabilir. Ancak bu yöntemler her zaman %100 güvenilir değildir ve
yalancı pozitiflik sözkonusu olabilir.
17
Epidural Anestezi Endikasyonları
A)Cerrahi endikasyonlar
1) Üst ve alt batın cerrahisi, pelvik cerrahi, perine cerrahisi, alt ekstremite
ameliyatları ve sonrasında ağrının giderilmesi amacıyla kullanılır. Ayrıca genel
durumu düşkün, metabolik ve akciğer hastalığı olan hastalarda tercih edilir.
2) Genel ve spinal anestezinin kontrendike olduğu durumlar.
3)Yüzeyel GA ile birlikte; özellikle abdominal ve torasik girişimlerde, hem
afferent uyarıların iletimini, hem de cerrahiye otonom ve hormonal yanıtı
baskılayarak anestezik gereksinimi azaltır.
B)Obstetrik endikasyonlar
1)Ağrısız eylem ve vajinal doğum. Devamlı epidural anestezi, eylemin bütün
aşamalarında ağrıyı ortadan kaldırırken,annenin kooperasyonu ve eylem
güçleri sağlam kalır.
2)Sezaryen için anestezi
3)Preeklampsi-eklampsi olgularinda kan basıncının yükselmesini önlemek
veya düşürmek, ağrıyı gidererek hastanın stresini azaltmakta yararlı olabilir.
C)Terapötik endikasyonlar
1) Postoperatif ağrı giderilmesi.
2) Dirençli ve kronik ağrıda kateter yerleştirilerek uzun süreli analjezi sağlanır.
3) Periferik damar hastalıklarında, sempatektominin yararının belirlenmesinde ve
alt ekstremitede trombozla birlikte görülen spazmı çözmede yararlıdır.
4) Akut pankreatit, dissekan aort anevrizması ve mezenter trombozundaki
visseral ağrıyı gidermek için kullanılır .
Epidural Anestezi Kontrendikasyonları
I-Kesin kontrendikasyonlar: Girişim bölgesinde enfeksiyon, koagülasyon
bozukluğu, hastanın yöntemi reddetmesi, teknik ve ilaç bakımından yetersizlik,
SSS hastalıkları, lokal anestezik maddeye duyarlılık
2-Rölatif kontrendikasyonlar: Aktif nörolojik bozukluk, semptomlu disk hernisi,
sistemik enfeksiyon, ciddi ve düzeltilmemiş hipovolemi, bradiaritmi, konjestif
kalp yetmezliği, obstrüktif ileus ve acil obstetrik girişim .
18
Epidural Anestezinin Sistemlere Etkileri ve Komplikasyonları
1. Kardiyovasküler Sisteme Etkileri: Epidural anestezinin hemodinamik
etkilerinin sıklık ve şiddeti spinal anestezide görülenlerden daha azdır.
Sempatik blokajın en önemli etkisi kardiyovasküler sistemde oluşan
değişiklerdir ve görülen en önemli komplikasyon hipotansiyondur. Sempatik
denervasyon bölgesindeki arter ve arterioller dilate olmakta, total periferik
direnç, dolayısıyla arteriyel basınç düşmektedir. Kan basıncındaki bu düşme,
sempatik liflerin etkilenmediği alanlarda kompansatuar vazokonstriksiyon
gelişmesi nedeniyle, sempatik denervasyonun derecesi ile orantılı değildir.
Total spinal blokta bile normal kişilerde arter ve arteriollerin otonom tonusu
nedeniyle total periferik dirençteki azalma %12-14 oranında kalır. Hipotansiyon
oluşumunda arteryel dilatasyon yanında venöz dolaşımdaki değişiklikler de
önemlidir. Ven ve venüllerde de arter ve arteriollerdeki kadar tonus kaybı söz
konusudur. Ancak denerve olan venler, tonuslarını koruyamadıklarından azami
derecede dilate olurlar. Venöz kapasite artışı ve kanın buralarda toplanması
venöz dönüş azalır, kalp debisi ve kan basıncı düşer. Gangliyon öncesi
sempatik lifler T
1
- L
2
segmentlerinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle L
2
segmentinin altında kalan bloklarda, kardiyovasküler etkiler minimal düzeyde
oluşur. Bu segmentin üstüne çıkan bloklarda ise sempatik denervasyonun
derecesi artar. T
1
-T
3’
e ulaşan blok tam sempatik denervasyon ile sonuçlanır.
Pre-gangliyoner T
1
-
4
liflerinin blokajı ve venöz dönüşteki azalma sonucu sağ
kalp basıncı düşer, gerilme reseptörleri aracılığıyla bradikardi gelişir. Kan
basıncı değerlerinin kontrol değerinin %25’i kadar düşmesi halinde
hipotansiyon tedavi edilmelidir. Epidural anestezi planlanan hastada volüm
açığı varsa hipotansiyon daha belirgin şekilde ortaya çıkar. Bu nedenle
hastalara işlem öncesinde intravenöz sıvı verilmesi önemlidir. Hipotansiyon
gelişen hastada intravenöz sıvı verilmesi hızlandırılır, hastaya trendelenburg
pozisyonu verilir, oksijen verilir. Bradikardi gelişmiş ise atropin 0.5 mg
19
intravenöz (iv) uygulanır. Hipotansiyonun devam etmesi halinde α ve β
mimetik etkili bir vazopressör olan efedrin 5-10 mg iv uygulanabilir. Ayrıca
epidural anestezinin, venöz ve pulmoner tromboembolik olayları azalttığı kabul
edilmektedir.
2. Strese Nöroendokrin Yanıtın Önlenmesi: Epidural anestezi spinal
korddan geçen ve bu yanıttan kısmen sorumlu olan afferent iletimi bloke
ederek, adrenokortikal ve sempatik deşarjı travmanın kaynağına göre
tamamen veya kısmen önleyebilir.
3. Solunum Sistemine Etkisi: Yüksek düzeylerdeki bloklarda interkostal
kaslardaki paraliziye bağlı olarak hastanın öksürme gücünde azalma meydana
gelebilir. Ancak C
3-5
düzeyinden çıkan frenik sinir ile innervasyonu sağlanan
diyafragma, interkostal kaslardaki paraliziyi kompanse edebilir.
4. Bulantı-Kusma: Epidural anestezi sırasında gelişen hipotansiyona veya
abdominal cerrahi sırasında organ çekilmesine bağlı olarak gelişebilir.
5. Duranın Delinmesi: Epidural anestezi uygulaması esnasında yanlışlıkla
oluşabilir. Olayın erken farkedilmesi önemlidir. Durum farkedilmezse büyük
miktarda lokal anestezik maddenin intratekal verilmesiyle total spinal blok
gelişebilir.
6. Sistemik Toksisite: Epidural anestezi uygulamalarında fazla miktarda lokal
anestezik madde kullanılması ve bu bölgenin zengin damar yatağı nedeniyle
lokal anestezik maddenin absorbsiyonu sonucu meydana gelir. Diğer bir
neden ise lokal anestezik maddenin yanlışlıkla intravenöz uygulanmasıdır.
7. Lokal Enfeksiyon: Nadir olmakla birlikte çok ciddi bir komplikasyondur.
Sellülit, epidural abse, araknoidit ve miyelit şeklinde görülebilir.
8. Hematom: Girişim sırasında epidural venlerin hasarı sonucu gelişir. Daha
çok koagülopatili veya antikoagülan kullanan hastalarda görülür. Eğer santral
blok beklenen süre içinde gerilemezse veya geriledikten sonra tekrar
yükselirse epidural hematomdan şüphe edilmelidir. Acil olarak tanı konup
tedavisi planlanmalıdır.
20
9. Nörolojik Sekeller: Bu bölgedeki sinirlere, sinir köklerine veya medulla
spinalisin kendisine, iğne ya da kateterin direkt travması veya ilacın nörotoksik
etkisi sonucunda oluşur. Sistemik hipotansiyona bağlı olarak gelişen bölgesel
iskemi diğer bir önemli faktördür. En önemli nörolojik komplikasyon, kronik
adeziv araknoidittir. En sık lumbosakral bölgede görülür. Perianal duyuda
azalma, alt ekstremite motor fonksiyonlarında bozukluk, barsak ve mesane
fonksiyonlarında bozulma ile kendini belli eder.
10. Başağrısı : Girişim sırasında duranın hasarlanması sonucu BOS sızması ve
intrakraniyal basıncın düşmesi nedeniyle tentoryumda ve meninkslerdeki kan
damarlarında çekilme ve gerilmeler sonucu meydana gelir. Postural
karakterlidir. Hastanın dik pozisyona gelmesi ile ağrı artar. Genellikle
uygulamadan 6-12 saat sonra başlar. Sıklıkla frontal bölgede ve zonklayıcı
karakterdedir. Bulantı-kusma ile birlikte olabilir. Tedavide ilk 24 saatte bol
hidrasyon ve yumuşak diyet alınması, rahat defekasyon sağlanması,
abdominal bandaj yapılması ve oral analjezik kullanımı yararlıdır. Başağrısının
devamı halinde epidural aralığa steril olarak alınmış hastanın kendi kanı
( yaklaşık 10 ml) enjekte edilerek kan yaması uygulanır.
11. İdrar Retansiyonu: S
2
-S
4
dermatomlarının blokajı sonucu mesane tonusu
kaybolur, işeme refleksi inhibe olur ve idrar retansiyonu meydana gelebilir.
12. Kateter Kullanımına Bağlı Komplikasyonlar: Kateterin yerleştirilmesinde
güçlük, bükülme, düğümlenme, kopma, yönünün kontrol edilememesi, dura
delinmesi, epidural alan dışına çıkması gibi komplikasyonlar olabilir.
C. TORAKAL EPİDURAL ANESTEZİ
Pratikte epidural anestezi sıklıkla lumbar epidural bölgeden uygulanır.
Toraks cerrahisinde, yüksek torasik uygulamalar tanımlanmıştır. Ancak birçok
anestezist spinal kord yaralanma riskinin fazla olması ve teknikteki değişiklikler
nedeniyle tercih etmemiştir. Bu sakıncalarına rağmen lomber epidural
anesteziyle karşılaştırıldığında birçok potansiyel avantajları mevcuttur. Sonuç
olarak, bu teknik deneyimli ellerde uygulandığında nörolojik hasar açısından
21
artmış bir riske sahip değildir. Lomber bölgeyle karşılaştırıldığında torakal
bölgede anatomik açıdan birçok farklılıklar mevcuttur.
A- Oniki adet olan torakal vertebraların spinöz çıkıntıları, özellikle T
4-9
hizasında aşağı doğru açı yaparlar ve interlaminar boşluğu darlaştırırlar.
Burada spinöz çıkıntıların alt ucu, alttaki vertebra korpusunun laminasına denk
gelir. Bu nedenle; bu bölgede giriş orta hattan 45 derecelik bir eğim (cilt-iğne
arası) ile gerçekleştirilir.
B- Oldukça elastik ve sert bir bağ dokusundan oluşan ligamentum flavum,
toraks bölgesinde daha esnek ve incedir.
C- Epidural aralığın genişliği lomber bölgede 5.0-6.0 mm iken, yukarı doğru
giderek daralır ve alt torasik bölgede 4.0-5.0 mm, üst torasik bölgede 2.5-3.0
mm olur.
D- Spinal kord; özellikle orta torakal bölgede daha ince ve ligamentum
flavumdan uzaktır .
Torakal Epidural Anestezi Endikasyonları
1-Toraks cerrahisi: TEA sıklıkla genel anesteziyle kombine edilerek kullanılır.
İntraoperatif epidural blok postoperatif ağrı kontrolünde kullanılır .TEA akciğer
rezeksiyonu, majör havayolu ve karina rezeksiyonları, akciğer
transplantasyonu, majör göğüs duvarı onarımı, özefagus cerrahisi ve inen
aorta anevrizmasi gibi çok değişik cerrahi işlemde kullanılmaktadır.
2-Post-torakotami ağrı kontrolü
3-Mediastinal cerrahi girişimler
4-Kardiyak cerrahi: Hemodinamik stabilite sağlaması, postoperatif hastaların
daha erken uyanması ve ekstübe olması, daha iyi postoperatif arteriyel oksijen ve
düşük miyokardiyal iskemi riski gibi avantajları vardır. Yüksek riskli
hastalarda, özellikle pulmoner hastalığı olanlarda TEA uygulamasının başarılı
sonuçları vardır.
5-Abdominal ve majör vasküler cerrahi
6-Akut yada kronik ağrı kontrolü
22
D. TORAKAL EPİDURAL ANESTEZİ VE ANALJEZİNİN OPERASYON
SONRASI SONUÇTAKİ ROLÜ
Çeşitli çalışmalar epidural anestezi ve aneljezinin ağrıyı geçirmeye ek
olarak; pek çok sistemi etkileyerek peroperatif fizyolojik cevabı azalttığını
göstermiştir.
1.Kardiyovasküler Sistem: Pek çok çalışmalarda sempatik
sistemin aktivasyonunun miyokard iskemisi ve infarktıyla sonuçlandığı
gösterilmiştir.Benzer şekilde sempatik cevabı inhibe eden girişimler, kardiyak
morbiditeyi azaltabilir. Cerrahiye bağlı sempatik aktivasyonda nöral yolaklar
Şekil-3‘ de gösterilmiştir.
Şekil-3 Cerrahiye Bağlı Sempatik Aktivasyonda Nöral Yolaklar
23
Kardiyak sempatik innervasyonun (T
1
-T
5
) selektif blokajı, torasik epidural
anestezi olarak bilinen teknikle, torasik seviyeden takılan epidural kateterle
lokal anestezik verilerek gerçekleştirilebilir. Miyokarda oksijen sunumu, TEA
sonrasında iyileşir. Total koroner kan akımı değişmemesine rağmen,
miyokardın iskemik bölgelerine kan akımı artar. Miyokardiyal kan akımının
bölgesel dağılımı, endokardiyal / epikardiyal kan akımı oranının artmasıyla
iyileşir. Koroner stenozun distalindeki, sempatik aracılı koroner
vazokonstrüksiyon inhibe olur. İskemik miyokardı olan hastalarda TEA
kullanımı, kan basıncı normal sınırlarda tutulurken miyokardın oksijen
sunumunu iyileştirir. TEA sonrası miyokardın oksijen sunumundaki iyileşme,
α ve β adrenerjik sempatik stimülatör etkilerin inhibisyonuna bağlanabilir.
Kardiyak sempatik sinirlerin aktivasyonu,
α adrenerjik reseptörlerin
stimülasyonu
yoluyla
büyük epikardiyal koroner
arterlerin
vazokonstrüksiyonuna neden olur. Aterosklerotik koroner stenozların yaklaşık %
75’i dinamik olup sabit olmadığı için, stenozların büyük kısmı sempatik
stimülasyonla konstrüksiyon yeteneğine sahiptir.Vazokonstrüksiyonla beraber
koroner kan akımı daha da azalır ve miyokard iskemisi ağırlaşır.
Koroner arterlerde
α adrenerjik reseptörlerin sempatik stimülasyonu,
miyokard içinde kan akımının dağılımında önemli role sahiptir.Çeşitli
çalışmalarda kritik koroner stenozun distalindeki alanda (iskemik miyokard
alanında) koroner arterlerin vazokonstrüksiyonunun, kanın infarkt riskinin en
fazla olduğu yerden uzaklaşarak şantlaşmasına neden olduğunu göstermiştir.
Kardiyak sempatik innervasyonun lokal anesteziklerle blokajı, poststenotik
koroner vazokonstrüksiyonu azaltarak miyokard iskemisini azaltır.
Medikal tedaviye dirençli miyokard iskemisi olanlarda TEA’nin etkili
olduğu bulunmuştur. Sadece medikal tedaviye dirençli olanlarda değil koroner
24
baypas cerrahisi için yüksek risk taşıyanlarda da TEA uzun süreli (>3yıl)
tedavi yöntemi olarak kullanılmıştır.
TEA anjina için faydalı bir tedavi yöntemi olmasına rağmen , epidural
anestezi sıklıkla majör cerrahi işlemler için kullanılmaktadır. TEA ve genel
anestezi kombinasyonunun faydalarının; azalmış miyokardiyal oksijen tüketimi,
introperatif hemodinamik stabilite ve azalmış stres cevap olduğu gösterilmiştir.
2. Koagülasyon Sistemi: Büyük cerrahi girişimler, postoperatif
dönemde gelişen hiperkoagulasyon durumuyla ilişkilidir. Peroperatif dönemde
koagulasyondaki artışlar, postoperatif dönemdeki morbidite ve mortaliteyi
etkileyen vazookluzif ve tromboembolik olaylarla ilgilidir. Postoperatif
koagulasyondaki artışın etyolojisi kesin olarak belli olmasa da stres cevap
önemli başlatıcı faktördür.Epidural anestezi ve analjezi postoperatif
koagülasyondaki artışları azaltabilir ve böylece klinik sonuçları iyileştirebilir.
Epidural yoldan uygulanan lokal anesteziklerin koagulasyon üzerine faydalı
birçok etkisi vardır. Örneğin genel anestezi ve cerrahi, derin venlerde kan
akımını azaltarak vasküler greft oklüzyonu ve derin ven trombozu
oluşumundan sorumlu tutulmaktadır. Epidural anestezi arteryel dolum hızı ve
venöz boşalma hızını artırarak alt ekstremite kan akımını iyileştirir. İkinci olarak
epidural anestezi; plazminojen aktivatör inhibitör 1’in postoperatif artışını
önleyerek, artmış antitrombin III’ün normal düzeye inmesini hızla sağlayarak
ve postoperatif trombosit agregesyonundaki artışı azaltarak fibrinolitik
aktiviteyi artırır. Ek olarak lokal anesteziklerin epiduralden sistemik
absorbsiyonu ile oluşan plazma konsantrasyonu, trombosit agregasyonunu
bozmaya, plazma ve tam kan viskozitesini azaltmaya yetecek düzeydedir.
Böylece epidural uygulanan lokal anestezikler; sempatik efferent sinirlerin
blokajı, aşırı koagülasyonun azaltılması ve sistemik emilen lokal anesteziklerin
antikoagülan özellikleri sayesinde peroperatif hiperkoagülasyon durumunu
düzenler.
25
3. Solunum Sistemi: Postoperatif pulmoner disfonksiyon, cerrahi ve
anesteziyle ilgili fizyolojik düzensizliklerin bir sonucu olarak meydana gelir ve
postoperatif morbiditenin başlıca nedenlerindendir.
Üst abdominal ve torasik insizyonlar, postoperatif pulmoner fonksiyonları
belirgin olarak azaltır. Solunum fonksiyonundaki en önemli değişiklik
postoperatif yaklaşık 16 saat sonra başlayan , 24-48 saat sonra en alt düzeye
inen ve genelde de 1 hafta içinde çözülen fonksiyonel rezidüel kapasitedeki
azalmadır. Azalmış fonksionel rezidüel kapasite; atelektazi, hipoksiye neden
olan ventilasyon-perfüzyon bozukluğu, pnömoni ve postoperatif pulmoner
komplikasyonlar sonucu meydana gelir. Azalmış fonksiyonel rezidüel kapasite ve
gelişen pulmoner komplikasyonlar için risk altında olan hastalar; önceden
pulmoner hastalığı olanlar, üst abdominal ve torasik insizyonlar, ileri yaş,
obezite ve ciddi ağrısı olan hastalardır.
Abdominal veya torasik cerrahiden sonra diyafragmatik fonksiyon
bozularak pulmoner disfonksiyona katkıda bulunur. Diafragmatik disfonksiyon,
frenik sinir aktivitesinin refleks inhibisyonu sonucu gelişir ve ağrının
giderilmesiyle değişmez. Epidural veya parenteral opioid uygulanması
diafragmatik fonksiyonda yeterli iyileşme sağlamaz. Diğer yandan lokal
anesteziklerle torasik epidural blokaj postoperatif diafragmatik fonksiyonu
iyileştirebilir. Fonksiyondaki bu iyileşme muhtemelen inhibitör refleksin nöral
blokajı sonucu ve göğüs duvarı kompliyansındaki değişiklik yoluyla olmaktadır.
4. Gastrointestinal Sistem: Postoperatif ileus sıklıkla ve ciddi olarak
büyük abdominal girişimlerden sonra görülse de ; periferik operasyonlar, genel
travma veya diğer stresli durumlar sonrasında da meydana gelir. İleus enteral
beslenme başlanmasını geciktirir ve bu gecikme de postoperatif morbiditeye
katkıda bulunur. Postoperatif ileus için kabul edilen en yaygın teori abdominal
ağrının spinal refleks arkı inhibe etmesi ve bunun da intestinal motiliteyi inhibe
etmesidir. Ek olarak cerrahi stres, sempatik hiperaktiviteyi tetikler ve
barsakların aşırı sempatik stimülasyonu, düzenli ilerleyici barsak hareketini
26
inhibe eder. Bu nedenle nosiseptif affarent ve sempatik efferent sinirlerin
ileusun oluşmasında anahtar rolü olduğuna inanılır. Epidural lokal
anestezikler, her iki mekanizmayla barsak motilitesini iyileştirebilir. Nosiseptif
affarent yolakların blokajı, spinal refleks arkın affarent kolunu bozar. Daha ileri
olarak lokal anestezikler; refleksin efferent kolunu torakolumbal sempatik
efferent sinirleri bloke ederek bozar.Otonom inervasyonun gastrointestinal
motilite üzerine etkileri Şekil- 4‘de gösterilmiştir.
Bu anatomik düzenlenme TEA ‘i önemli yapar. Torasik dermatomların
segmental nöral blokajı; parasempatik sistem sağlamken (vagus ve pelvik
sinirler) nosiseptif affarent ve sempatik efferent sinirleri selektif olarak bloke
edecektir. Otonomik denge, parasempatik tonusda rölatif artışla
sonuçlanacaktır.
Şekil-4 Otonom İnervasyonun Gastrointestinal Motilite Üzerine Etkileri
SEMPATİK M
O
T
İ L İ T E
PARASEMPATİK
UYARI
UYARI
ÇÖLYAK
SSS
GANGLİYON
İNFERİYOR
MEZENTERİK
GANGLİYON
27
Lokal anestezikle tetiklenen sempatektominin son bir etkisi de
gastrointestinal kan akımındaki artıştır. Barsaklara olan kan akımı;
gastrointestinal hareketlilik ve gastrointestinal anastomozların iyileşmesinde
kritik faktör olduğu için, sempatik blokaj sonucu artan kan akımının faydalı
olduğu düşünülmektedir.
5. Stres Cevap: Cerrahi stres; lokal travma, sempatik ve somatik sinir
sistemi aktivasyonuyla metabolik cevaba neden olur. Cerrahi strese cevapta
nöroendokrin hormonların salınımı ve lokal sitokin salınımı yer alır. Bu stres
cevabın etkileri zararlı olabilir: nöroendokrin hormonlar ve sitokinler taşikardi,
ateş, şok ve artmış dakika ventilasyonunu uyarır. Bu etkiler doza bağımlı olup bu
faktörlerin serum konsantrasyonları hasarın ciddiyeti ve hasar sonrası
sonuçlarla koreledir. Opioidler santral sinir sistemindeki nosiseptif yolakların
düzenlenmesiyle analjezi sağlarken, lokal anestezikler nosiseptif ve nosiseptif
olmayan yolakları bloke eder.
Stres cevabın ciddi zararlı etkileri mevcuttur. Örneğin nöroendokrin
hormonların salınımı sonucu, miyokarda oksijen sunumunda azalma ve
oksijen tüketiminde artış olmakta ve kardiyak morbidite artabilmektedir. Stres
cevabı medyatörleri, immün sistemin potansiyel inhibitörleri olup, postoperatif
immünitede baskılanmaya ve enfeksiyona neden olabilirler.
E.LEVOBUPİVAKAİN
1957 yılında Ekenstam ve arkadaşları, N-alkil piperidin karboksilik asit
aminlerin sentezini ve fizikokimyasal özelliklerini açıklamışlardır.Bu grup içinde
uzun etkili lokal anesteziklerden mepivakain ve bupivakain bulunmaktadır.
28
Bupivakain gibi uzun analjezik etkili lokal anestezikler peroperatif ve
postoperatif ağrının giderilmesinde önemlidir. Bununla beraber bupivakainin
yanlışlıkla verilen yüksek dozları ve intravenöz uygulamaları, sistemik
toksisiteye bağlı kardiyovasküler sorunlara neden olmuştur.
Bupivakainle ilgili bu problemler; bupivakaine benzer blok özelliğinde ama
nisbeten daha az kardiyotoksik, uzun etkili lokal anestezik araştırmasını
başlatmıştır.Klinik özellikleri belirleyen 2 önemli özellik vardır.Bunlar 1- pKa nın
düşük olması hızlı başlangıç, daha fazla lipide çözünürlük,noniyonize olmasını
sağlar.2-Optik izomerizasyon;Bupivakain ışığı sola kıran S(-) levo izomeri daha
çok periferik sinirlerdeki klinik etkilerden, sağa kıran R(+) dexa izomeri daha çok
toksik etkilerden sorumludur.Bu özeliklerden dolayı bupivakainin S(-)
enantiomeri levobupivakaine üretilmiştir.Randomize çift kör klinik çalışmalarda
anestezik ve analjezik özellikleri benzer bulunmuştur.Değişik anestezik
tekniklerle etki başlangıç süresi 15 dakika civarındadır.Erişkinlerde yapılan
epidural levobupivakain uygulamalarında sensoriyal blok süresinin 200 mg
yakın dozlarda 9 saate kadar sürdüğü gösterilmiştir.Kardiyak toksisite açısından
fare,rat ve tavşanlarda yapılan güvenlik marjı çalışmalarında letal
levobupivakain dozu bupivakaine göre %32 ile %57 oranında daha yüksek
bulunmuştur.Özellikle uyanık koyunlarda periferal intravenöz uygulamada
ortalama letal doz %78 daha yüksek saptanmıştır(2).Ayrıca kardiyak aritmi
oluşturma insidansının levobupivakainde bupivakainden daha seyrek olduğu
gösterilmiştir(3).Anestezi altındaki köpeklerde yapılan çalışmada lokal
anesteziklere bağlı kardiyak arrest oluşturulmuş ve resüsitasyon yanıtları
karşılaştırılmıştır.Bu çalışmada levobupivakaine bağlı kardiyak arrestin
bupivakaine göre resüsitasyona daha iyi yanıt verdiği bulunmuştur.(4)
29
F. AĞRININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Ağrılı hastanın tanı ve tedavisinin doğru yönlendirilmesinin en önemli
koşulu, hastaların ağrısının doğru değerlendirilmesi ve bu değerlendirmenin
multidisipliner yaklaşımla yapılmasıdır. Hasta tarafından şikayet olarak
sunulan ağrının, karmaşık yapısı ve çok boyutlu olması değerlendirilmesindeki en
büyük güçlüğü oluşturmaktadır. Eksojen veya endojen kaynaklı ağrı,
uyaranın bir takım karmaşık sinir sistemi işlemlerinden geçmesiyle oluşur.
Organizmanın bu uyarana verdiği aktif bir yanıttır ve kişiye özgüdür. 4 ana
öğeyi içermektedir;
1. Sensoriyel-diskriminatif (duyusal-ayırıcı) komponent
2. Kognitif (bilişsel) komponent
3. Affektif (emosyonel) komponent
4. Vejetatif ve somatomotor komponent
30
1)Duyusal ve Ayırımcı Komponent: Ağrılı uyaranın, nosiseptif sistemde (ağrı
ileti sisteminde) uyarı olarak iletilmesi sonucunda uyaranın yerinin, süresinin ve
şiddetinin belirlenmesi (nosisepsiyon).
2)Bilişsel Komponent: Yeri, süresi ve yoğunluğu belirlenen ağrılı uyaranın,
hastanın bilinç düzeyinde, geçmiş deneyimleri ve gelecek beklentileri
çerçevesinde değerlendirilerek bilişsel olarak ağrı hissinin belirlenmesidir.
3)Emosyonel Komponent: Bilişsel olarak değerlendirilerek ağrılı uyarana
verilen emosyonel cevaptır. (korku, huzursuzluk, muzdarip olmak)
4)Vejetatif Somatomotor Komponent: Ağrılı uyarıların oluşturduğu
segmental spinal ve supraspinal refleks cevaplardır:
1) Terleme, kan basıncı ve nabız değişiklikleri gibi vejetatif reflekse cevap,
2) Mimik,kaçma refleksi, tonus artışı ve kontraksiyon gibi motor refleks cevap.
Semptom Olarak Ağrı: Dört ana öğeyi içeren ağrı hissi, ani gelişmiş ise
aktüel bir hasarı haber vererek harekete geçirici sinyal görevi görür.
Hastalık Olarak Ağrı: Ağrılı uyarana verilen çok boyutlu fizyolojik cevabın
oluştuğu nöral sistem, herhangi bir nedenle değişime uğrarsa (somatik visseral
ağrılı uyaranın uzun süre devam etmesi veya sinir sisteminin uzun süreli
disfonksiyonu) bu sistemin olusturduğu yanıt da değişikliğe uğrar. Bu durumda
nosiseptif uyaranı işleyen nörolojik sistemin kendisi hastadır ve oluşan ağrı da
“ patofizyolojik ağrıdır”. Devamlı varolan ağrı hissi oluşan cevapların
(komponentlerin) değişimine neden olmakta ve hastayı kısır döngü içine
sokmaktadır (kronik ağrı). Hasta açısından hasarın sinyali olmak özelliğini
yitirir, hasta ve yakın çevresini sosyal ve psikolojik olarak negatif etkiler.
31
:
Ağrılı hastanın tedavisinde en önemli amaç doğru tanı ve buna uygun tedaviyi
yönlendirmektir. Hasta kendine özgü subjektif bir histen bahsetmektedir.
Değerlendirmenin, bu hissi bizzat yaşayandan alınan bilgilere göre yapılması
doğru olacaktır. Ağrıyı oluşturan uyarının (nosiseptif stimulus) mutlaka
saptanabilen bir lezyondan kaynaklanması şart değildir. Kişinin iç dünyasının
huzursuzluğu veya çevre ile ilgili problemleri de ağrı hissini
başlatabilmektedir. Ağrılı hastada psikososyal faktörlerin aynı anda dikkate
alınmaması, gereksiz cerrahi invaziv girişimler iatrojenik ağrıya neden
olmaktadır. Bu nedenlerle çok boyutlu, subjektif, kişiye özgü bu hissin
değerlendirilmesinin de ayrı ayrı yapılması zorunludur. Hastanın doktor güven
duygusunun oluşması, özellikle tedavide ayrı bir önem taşır.
Ağrının Şiddeti: Kişiye özgü olan ağrı hissinin şiddeti yine hasta tarafından
saptanmalıdır.Bu işlem için bir takım ağrı skalaları geliştirilmiştir, birinin
diğerine karşı üstünlüğü kesin değildir. Bu skalalar her ne kadar hastanın
subjektif değerlendirmesine dayansa da tedavi süresince ağrı şiddetinin gidişi
tedavinin etkinliğini belirlemede önemli rol oynamaktadır. Ağrı şiddetini
belirlemek için kullanılan skalalar Şekil-6 ‘da gösterilmiştir.
Şekil-6 Ağrı Şiddetini Belirlemek İçin Kullanılan Skalalar
Sözel Skala (VRS) 0:
Hiç ağrı yok
1: Hafif ağrı
2: Orta şiddette ağrı:
3:Şiddetli ağrı
4: Çok şiddetli ağrı
5: Dayanılmayacak ağrı
32
Sayısal Skala (NS)
Hiç ağrı yok
Çok şiddetli
Görsel Analog Skala (VAS)
Hiç ağrı yok
Çok şiddetli
33
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Hastane bilimsel komite onayı alındıktan sonra; 70 yaş altı, preoperatif
ejeksiyon fraksiyonu % 40’ın üzerinde, ASA III sınıflamasında bulunan, elektif
KABG geçirecek 40 hasta rastgele olarak çalışmaya alındı. Çalışma sonuçlarını
etkilememesi açısından steroid, antinflamatuar ilaç kullananlar, lökosit sayısı 10
000’in üzerinde olanlar, koagülopati, kognitif bozukluk, torasik-servikal omurda
artrit, morbid obezite (VKİ > 35), FEV
1
< % 45, eşlik eden kapak hastalığı, kronik
böbrek yetmezliği ve endokrin sistem hastalığı olanlar çalışma grubuna dahil
edilmedi. Preoperatif değerlendirme sırasında bütün hastalara çalışma ile ilgili
bilgi verildi, yazılı onamları alındı. Cerrahiden 7 gün önce hastaların
antitrombolitik ilaçları kesildi.
Cerrahiden 1 gün önce hastalar rastgele 2 gruba ayrıldılar.
Kontrol grubu (Grup K): Dengeli anestezi tekniği ve hastanemizde rutin
uygulanan protokol ile ameliyat, postoperatif takip ve yoğun bakımda ilk 3 saat
analjezik olarak IV 2µg/kg/dk. fentanil verilen grup kontrol grubu olarak belirlendi.
TEA grubu (Grup TEA): Dengeli anesteziye ek olarak indüksiyon sonrası
ve postoperatif 24 saat boyunca torakal epidural kateter yoluyla belirlenen
dozlarda HKA düzeneği ile basal analjezi infüzyonu uygulandı. 10 µg/saat fentanil
+5 mg/saat (%0.75 ) levobupivakain ( Chriocaine % 0.75 ,Abbott)
5mL/saat bazal
infüzyon olarak verildi. Operasyondan 1 gün önce hastalara 20 G torakal epidural
kateter (Braun, Perifix) takıldı. Epidural anestezi girişimi yapılacak bölgeye steril
şartlarda cilt temizliği uygulandı.Uygun bir intervertebral aralık (T
5-6
veya T
6-7
)
tespit edilerek 2 ml % 2’lik lidokain (40 mg) ile cilt ve cilt altına lokal anestezi
verildi. Orta hattan yaklaşım ile basınç kaybı yöntemi kullanılarak epidural
aralık tespit edildi. Kateter sefalik yönde epidural aralıkta 3 cm ilerletilerek cilde
tespit edildi. Tüm hastalara cerrahi öncesi; geceden 5 mg oral diazepam ve
operasyondan 1 saat önce İM olarak 0.1mg/kg midazolam ve 0.5mg atropin
sülfat ile premedikasyon yapıldı. Hastalar operasyon odasına alındıktan sonra
D
2
-V
5
EKG, pulse oksimetri monitörizasyonu yapıldı (Siemens S350 monitor),
34
18G kanül ( Braun, vazofix) ile periferik venöz, 20G kanül ile sağ radiyal
arterden invaziv arteriyel tansiyon monitörizasyonu yapıldı. Anestezi indüksiyonu
sırasında, hastalara % 100 oksijen ile solutulurken 2 mg/kg propofol, 15 µg/kg
fentanil 3 dak.da, 0,1 mg/kg pankuronyum İV bolus verildi. Entübasyon yapılarak
hastalar aralıklı pozitif basınçlı ventilasyon (IPPV) modunda FiO
2
:1, solunum
sayısı:12, PEEP:0, P
max
: 30, tidal volüm:8-10 ml/kg değerleri ile respiratöre
bağlandılar (Drager, Julian). İndüksiyon sonrası çalışma grubuna torakal
epiduralden 10µg/saat fentanil+1mg/ml % 0.75 levobupivakain 5 mL/saat
dozunda HKA (Abbott Pain Management Provider) cihazı ile sürekli infüzyon
olarak başlandı. Operasyon sırasında anestezi idamesinde 8 µg/kg/saat fentanil,
2 mg/kg/saat propofol infüzyonu ve inhalasyon olarak sevoran (% 1 -2)
uygulandı. Hastalara aseptik şartlarda v. jugularis interna yolu ile intradüser
(Edwards, intraducer 8F) takıldı ve santral venöz basınç (SVB) takibi yapıldı. Tüm
hastalarda greftlerin hazırlanması ve 4mg/kg dozda heparin (ACT >400 saniye olacak
kadar) yapılmasının ardından kardiopulmoner baypasa girildi. Ortalama arter basıncı
(OAB) 80mmHg, arasında tutulmaya çalışıldı. Cerrahi operasyon bitiminde anestezik
maddeler kesilip, entübe olarak ameliyat sonrası yoğun bakıma alınan hastalar mekanik
ventilasyon desteği
için respiratöre bağlandı ve hastalar monitörize (EKG, arteryel
basınç, SVB, rektal ve nazofarenks ısıları) edildi. TEA grubunda hastaların
levobupivacaine + fentanil infüzyonu yoğun bakımda da 24 saat devam edildi.
35
Kontrol grubuna yoğun bakımda ilk 3 saat analjezik olarak 2µg/kg/dk. fentanil
verildi. Ağrısı olan hastalara ek olarak İM Diklofenak sodyum (Dikloron amp 75
mg,Deva) yapıldı. Analjezinin etkinliği ekstübasyon sonrası 30.dakika, 1, 2, 4, 8,
12 ve 24.saatlerde VAS ile izlendi.
Hastalarda meydana gelen hipotansiyon durumlarında (OAB < 50 mmHg)
sırasıyla kristalloid ve kolloid sıvılar, efedrin ve adrenalin, hemodinamiyi
bozan bradikardi durumlarında ise atropin kullanıldı. Hematokrit değeri % 25’in
üzerinde tutacak şekilde gerektiğinde kan transfüzyonu yapıldı. OAB’nın 100
mmHg’nın üzerine çıktığı durumlarda nitrogliserin 1-3 µg/kg/dk aralığındaki
dozlarda verildi. Hastanın tam olarak anestezik maddelerin etkisinden
kurtulmasını ve kasgücünün geri dönüşünü takiben aşağıdaki kriterler
sağlanınca ekstübasyon uygulandı ve zamanı kaydedildi.
• Uyanık ve iletişim sağlanabiliyor,
•
P
a
CO
2
< 45 mmHg,
•
P
a
O
2
> 100 mmHg (F
İ
O
2
: 0.4 ile ,
• pH 7.35- 7.45,
• Durağan hemodinamik ve metabolik parametreler,
• Yeterli hemostaz (drenaj < 100 ml/saat ).
Hastaların ameliyathanede entübasyonundan, postoperatif yoğun bakımda
ekstübasyonuna kadar geçen süre; entübasyon süresi olarak belirlendi.
Hastaların yoğun bakıma gelişleriyle ekstübasyonları arasındaki süre de;
ekstübasyon süresi olarak kaydedildi. Sistolik kan basıncının 140 mmHg,
diyastolik kan basıncının 90 mmHg üzerinde olması hipertansiyon, sistolik kan
basıncının 80 mmHg, diyastolik kan basıncının 50 mmHg dan düşük olması
hipotansiyon olarak kayıt edildi. Daha önce belirlenen ölçüm noktalarında
hastaların hemodinami, kan gazı, biyokimyasal ölçümleri yapıldı.
36
Hemodinamik ölçüm dönemleri;
Peroperatif süreç KPB öncesi ve sonrası
T-1: Postoperatif 0.saat
T-2: Postoperatif 4.saat
T-3: Postoperatif 8.saat
T-4: Postoperatif 12.saat
T-5: Postoperatif 24.saatlerde arteriyel basınç (S/D) ve kalp hızı izlemleri
yapıldı.
Biyokimyasal ölçüm dönemleri;
T-1: operasyon öncesi
T-2: Postoperatif 4.saat
T-3: Postoperatif 24.saat olarak belirlendi.
İstatistik Değerlendirme; İstatistiksel hesaplamalarda SPSS 10.0 for
Windows bilgisayar programı kullanıldı. Gruplar arası farklar Student’s t testi
ve iki yönlü varyans analizi kullanılarak değerlendirildi. P < 0.05 değeri
istatistiksel olarak anlamlı olarak kabul edildi. Sonuçlar; ortalama değer ±
standart sapma olarak gösterildi.
37
BULGULAR
Çalışmamız 40 hasta üzerinde yapıldı. Hastaların 20 tanesine torakal
epidural kataterden levobupivakain + fentanil verilirken (Grup TEA), diğer 20
hasta kontrol grubu (Grup K) olarak kabul edildi. Hastaların 12 tanesi kadın,
28 tanesi erkekti. Her iki grubun yaş, kilo, boy, VKİ ortalama değerleri
arasında anlamlı fark yoktu. Ayrıca hastaların hipertansiyon varlığı, sigara
kullanımı, operasyon öncesi kullanılan ilaçlardan kalsiyum antagonisti, β-
bloker, ACE inhibitörü ve antiaritmik kullanım oranları benzerdi. Çalışmaya
katılan hastaların demografik verileri Tablo-1‘de gösterilmiştir.
Tablo-1 Hastaların Demografik Verileri
Hastaların tümüne KABG operasyonu uygulandı. Hastaların 5 tanesine 1
damar, 19 tanesine 2 damar ve 16 tanesine 3 damar anastomozu yapıldı.
Gruplar arasında anostomoz sayısı açısından bir fark saptanmadı (Tablo-2).
TEA Grubu
Kontrol
Grubu p
değeri
Yaş Ortalaması (yıl) 57,2 58,75
0.440
Cinsiyet
(K/E)
5/15
7/13
0.643
VKİ (kg/m
2
)
27,5 26,2 0.173
Kilo Ortalaması (kg)
72,55 70,8 0.412
Boy Ortalaması (cm)
164,34
167,36 0.731
Hipertansiyon Varlığı (kişi) 11
10
0.542
Sigara İçiciliği (kişi) 10
14
0.136
Ca Antagonisti Kullanımı (kişi) 9
11
0.539
β-Bloker Kullanımı (kişi) 11
12
0.744
ACE İnhibitörü Kullanımı (kişi) 4
6
0.347
Antiaritmik Kullanımı (kişi) 1
1
1.000
38
TEA Grubu
Kontrol Grubu
OPKABG x 1
3
2
OPKABG x 2
10
9
OPKABG x 3
7
9
Tablo-2 Hastalara Ait Anastomoz Sayısı
Peroperatif hipotansiyon, bradikardi ve aritmi gelişimi kaydedildi.
Peroperatif süreçte hipotansiyon, hipertansiyon, bradikardi ve aritmi gelişimi
açısından her iki grupta anlamlı bir fark bulunmadı (p >0.05). Hastalara
operasyon esnasında verilen kan ve kan ürünlerinin ortalama sayısı gruplara
göre hesaplandı. Her iki gruptaki hastaların operasyon esnasında inotropik
ilaç kullanımı oranları belirlendi. Kan ve kan ürünleri ve inotrop kullanım
oranları arasında peroperatuvar ve postoperatuvar süreçlerde iki grup
arasında anlamlı bir fark saptanmadı (Tablo-3 ).
Tablo-3 Hastaların Peroperatif süreçteki verileri
Her iki gruptaki hastaların ortalama operasyon süreleri arasında anlamlı fark
saptanmazken; TEA grubunun ortalama entübasyon süresi ve ortalama
ekstübasyon süresinin kontrol grubuna göre daha kısa olduğu tespit edildi
(p<0.05). Grupların ortalama entübasyon, ekstübasyon ve operasyon süreleri
Tablo-4‘de gösterilmiştir.
TEA Grubu Kontrol grubu
p değeri
Peroperatif hipotansiyon
(kişi) 3
2
0.648
Peroperatif bradikardi
(kişi) 0
1
0.324
Peroperatif aritmi
(kişi) 1
4
0.222
Peroperatif transfüzyon
(adet)
0,9
1,5
0.278
Peroperatif inotrop kullanımı (kişi) 2
1
0.560
39
TEA Grubu
Kontrol grubu
p değeri
ortalama entübasyon süresi
(saat
Dostları ilə paylaş: |